TÜRK HAT SANATINA MÜŞFİK BİR NAZAR!

Cumhuriyet dönemi Türk hat sanatının mühim simalarından, Hattat Hamit Aytaç’ın hayrülhalefi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Hüseyin Gündüz, Türk hat sanatının mufassal serencamını okuyucularımız için kaleme aldı. Muhterem hocamıza teşekkür ediyoruz.

TÜRK HAT SANATI

Cumhuriyet dönemi Türk hat sanatının mühim simalarından, Hattat Hamit Aytaç’ın hayrülhalefi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Hüseyin Gündüz, Türk hat sanatının mufassal serencamını okuyucularımız için kaleme aldı. Muhterem hocamıza teşekkür ediyoruz.

İnsanlar arasında yazılı haberleşme ihtiyacından doğan yazı, toplumlar geliştikçe estetik değerler kazanarak bir sanat hâline gelmiştir. Yazının icadı ile birlikte insanın anlatma ve aktarma imkânlarının çoğalması, aynı zamanda insan ve toplumların tekâmülünü hızlandırmıştır. Yazı sanatı günümüzde hiç kuşkusuz resim, heykel gibi görsel sanatların yanında yer almış ve hattâ diğer görsel sanatları etkilemiş, onların ilham kaynağı olmuş bir sanat dalıdır.


Yazı sanatları içerisinde estetik değerlere sahip, belirli ölçü ve kaideleri olan, tasarım yapmaya en uygun yazı, Arap yazısından gelişmiş olan “hüsn-i hat”tır. Estetik kurallara bağlı kalınarak ölçülü ve güzel yazı yazma sanatı olan hüsn-i hat, dünya sanat tarihi içerisinde önemli bir yere sahiptir ve yüzyıllar boyunca tekâmülünü devam ettirerek günümüze kadar gelmiştir. Yazıya ruh veren sanat olarak bilinen hüsn-i hattın, İslâm kaynaklarında yapılan en güzel tarifi “Hat, cismânî âletlerle meydana getirilen rûhânî bir hendesedir” şeklindedir.  


Arap yazısı İslâmiyet’in ortaya çıkışından itibaren estetik değerler kazanmaya başlamış ve tüm İslâm dünyasını ilgilendiren “İslâm yazısı” olarak kabul edilmiştir. Türklerin İslâmiyet’i kabulüyle birlikte, hüsn-i hat sanatındaki estetik gelişim süreci de hızlanmıştır.


XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yapılan kazılarda  ele geçen verilerden Arap yazısının kökeninin Ârâmî asıllı Nabatî yazısı olduğu anlaşılmaktadır. Arap asıllı Nabatîler  M. Ö. IV. yüzyılda Filistin’in güneyine yerleşerek Petra şehrini başkent yapmışlardır. Bugün Nabatîlerden kalan bina harabeleri ve taşlar üzerindeki yazıların VI. yüzyıldan önceki Arapça kitâbelerdeki yazılara benzerliği, Arap yazısının Nabatî yazısından geldiğini göstermektedir. Araplar, VI. yüzyıldan itibaren sadeleşen Nabatî yazısını kullanmaya başlamışlar ve onu geliştirmişlerdir.  


İslâmiyet’le birlikte Arap yazısında büyük bir gelişme başlamıştır. Kur’an-ı Kerîm okuyup yazmaya büyük önem vermiştir.  Alâk Sûresi 1 ilâ 5’inci  âyetlerde “Yaratan Allah’ın adıyla oku: O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Kalemle yazmayı öğreten, insana bilmediğini belleten, keremi erişilmez mertebede olan Allah’ın adıyla oku!”  ve Kalem Sûresi’nin 1’inci âyeti “Nûn, kalem ve onunla yazılanlara and olsun ki”, yazıyı  teşvik eden ve onu yücelten âyetlerdir.


İslâm yazısının ilk türü, Hz. Ali’nin halifeliği döneminde devletin başkenti olan Kûfe’de gelişen, dik ve köşeli, kûfî adı verilen yazıdır. Kûfî yazının birçok çeşidi vardır ve Kur’ân-ı Kerîm’in yazılmasında sıkça kullanılmıştır. Kûfî yazı Selçuklu yapılarının vazgeçilmez bir unsurudur. Sülüs ve nesih yazılarının mucidi olarak bilinen İbn-i Mukle (886-940), koyduğu kurallarla yazının tekâmülüne katkıda bulunmuştur. Hat sanatı, İbn-i Mukle ile birlikte X. yüzyılın başlarında, kural ve kaideleri belirlenmiş bir sanat dalı özelliği kazanmıştır.


İbn-i  Mukle yazının kaidelerini tespit için üç esas kabul etmiştir. Bunlardan birincisi “nokta”, ikincisi “daire”, üçüncüsü “elif”tir. Nokta, harflerin uzunluk ve derinliklerini, daire, yuvarlak harflerin dönüşlerini,  elif de, dikey harflerin uzunluklarını belirtmek için kullanılmıştır. İbn-i Bevvâb (ö. 1022), İbn-i Mukle’nin hattını inceleyerek geliştirmiş; sülüs ve nesih yazılarının yanı sıra muhakkak, reyhânî, tevkî ve rıkâ’ yazı çeşitleri de geliştirilerek aklâm-ı sitte’yi oluşturmuştur. Aklâm- ı sitte, İslâm yazılarının temelini oluşturur. Kamış kalemin ucunu ilk kez eğri kesen Yâkûtu’l Musta’sımî (ö. 698/1298) yazı tarihinde önemli bir isimdir ve ‘aklâm-ı sitte’nin terakkî ettiricisi olarak kabuledilir. Yakût, talebeleri Ergun bin Abdullah Kâmil, Şeyh Ahmed bin Sühreverdî, Mübârekşah Suyûfî, Mübârekşah bin Kutb, Abdullah bin Mahmud Sayrâfî ve Nasrullah et-Tabib ile birlikte esâtize-i seb’a  (yedi üstad) diye bilinmektedir.  


Hat sanatında gelişme Osmanlı döneminde başlamış ve Türk sanatkârların eliyle yeni boyutlar kazanmıştır. Türkler İslâmiyet’i kabul edince, İslâm yazısı olarak kabul edilen Arap harflerini okuma yazma harfleri olarak benimsemişler ve özellikle XV. yüzyıldan itibaren estetik değerler katarak sanat yazısı hâline getirmişlerdir. Hat sanatının kıblesi olarak kabul edilen Şeyh Hamdullah (1429- 1520), ‘aklâm-ı sitte’de büyük değişiklikler yaparak, bu yazıları Türk beğeni ve anlayışına göre yeniden düzenlemiştir. Mushaflarda sayfa düzeni ve nesih yazısının yaygın bir şekilde kullanımı Şeyh Hamdullah ile başlar.  Sultan II. Bâyezid’in desteğini alan Şeyh Hamdullah, ‘aklâm-ı sitte’de klasik Türk ekolünün kurucusudur. İÜK.,AY, nr. 6662 envanter numaralı Sultan II. Bâyezıd için Şeyh Hamdullah tarafından yazılıp Hasan bin Abdullah tarafından tezhiplenen Mushaf, yazısı, sayfa düzeni ve tezyinatı ile  Türk zevk ve beğenisini yansıtan önemli bir eserdir. Şeyh Hamdullah’ın çağdaşı sayılan Ahmed Karahisârî (1470-1556), klasik çizgideki başarısının yanı sıra, yeni ve farklı denemeleriyle Türk hat sanatında önemli bir yere sahiptir. TSMK, HS,5 envanter numaralı Mushaf ve TİEM, T. 1443 envanter numaralı müselsel besmele ile kûfî “Elhamdülillah” ve İhlâs Sûresi Ahmed Karahisârî’nin en mühim eserleri arasında sayılabilir. XVII. yüzyılda Şeyh ekolünü geliştiren Hâfız Osman (1642-1698) ile nesih ve sülüs yazıları tekâmülün zirvesine ulaşmıştır. Hâfız Osman’ın kendisine has şivesiyle yazdığı Kur’ân-ı Kerîm’ler tüm İslam ülkelerinde itibar görmüştür. Hz. Muhammed’in mübarek vasıflarını anlatan hilye-i şerîfelerin yüzyıllar boyunca benimsenen klasik grafik tasarımını da ilk kez Hâfız Osman geliştirmiştir.


Osmanlı İmparatorluğu’nda matbaanın XVIII. yüzyıl sonlarına doğru yaygın olarak kullanılmaya başlanması ile birlikte, elyazması kitap yazımı, işlevini büyük ölçüde kaybetmiştir. Ayrıca XIX. yüzyıldan itibaren sülüs ve ta’lîk hatlarının celî (büyük) şeklinin tekâmül etmesinden dolayı, hattatlar sanatlarını daha çok âyet ve hadisleri, şiirleri, güzel ve anlamlı sözleri ihtiva eden, duvara asılacak şekilde tasarlanan levha ve kıt’alar yazmak şeklinde icra etmeye başlamışlardır. Celî sülüs, celî ta’lîk hatları ile hazırlanan levhalar, ayrıca zer-endûd (sürme altın) tekniğinin gelişmesine de sebep olmuş ve zer-endûd levhalar çokça yazılmıştır. Genellikle sülüs, nesih ve ta’lîk hatları ile yazılmış olan küçük boyuttaki levhalara ‘’kıt’a’’ adı verilirr. Kıt’anın yazılmasında kullanılan hat çeşidi, kıt’a kelimesinin başına getirilerek kıt’a adını da belirlemiş olur. Sülüs kıt’a, sülüs-nesih kıt’a, ta’lîk kıt’a, muhakkak-reyhâni kıt’a gibi. En yaygın kıt’a, sülüs-nesih kıt’adır. Kıt’aların biraraya getirilmesi ile hazırlanan yazı albümlerine “murakkaa” adı verilir.


Mimarîden resme, müzikten tezhibe kadar bütün sanat dallarımızın, XVIII. yüzyıldan itibaren Batı etkisinde kalmasına rağmen, hat sanatı günümüze kadar klasik çizgide  devam etmiştir. Hat sanatı Türk hattatları tarafından nesilden nesile sağlam kurallar ve büyük bir sevgi ile ulaştırılmıştır. Ta’lîk yazı üstadı Mehmed Esad Yesârî (ö. 1798), kendisine has ekolü ile Mahmud Celâleddîn (ö.1829), tuğra formuna son şeklini veren Mustafa Râkım (1757-1826), Yesârizâde Mustafa İzzet (ö.1849), Ayasofya’daki, kalem ağzı genişliği 35 cm olan İsm-i celal, İsm-i nebî, Hulefâ-yı râşidin ve Haseneyn levhalarını yazan, celî hattın en başarılı isimlerinden  Kazasker Mustafa İzzet (1801-1876), Yedikuleli Es-seyyid Abdullah (1670-1731), Mehmed Şefik Bey (1820-1880), Mehmed Şevki Efendi (1829-1887), Sami Efendi (1838-1912), Nazif Bey (1846-1913), Hasan Rıza Efendi (1849-1920), Mehmed Hulûsi Yazgan (1286/1869-1940), Reis’ül Hattâtîn Hâcı Kâmil Akdik (1861-1941), Mehmed Emin Yazıcı (1883-1945), Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer (1873-1946), Mustafa Halim Özyazıcı (1898-1964), Necmeddin Okyay (1883-1976) ve Hamit Aytaç (1891-1982) gibi pek çok hattatın muhteşem eserleri, bunun en belirgin delilleridir.


Hat sanatkârlarının katı bir gelenekçilikten uzak olmaları yazı sanatında farklı üslupların gelişmesine sebep olmuştur. Bugün hat sanatı, bu üstadların yolunu izleyen hattatlar tarafından başarıyla devam ettirilmektedir.


Hat sanatında, başlangıcından bugüne harflerin anatomik yapılarındaki arayışlar, değişiklikler ve gelişmeler, aynı zamanda harflerin oluşturduğu genel görünüş, şekil ve istifte de birtakım değişiklik ve gelişmelere sebep olmuştur. Yapılanın tekrarından ve benzerinden kaçma ve mistik duygular içerisinde daha güzele ulaşma isteği, yazının gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Yazının kullanılacağı alan ve malzeme ile, dönemin yönetici ve halkının sanata bakış açısının da, yazının gelişimindeki etkin rolü küçümsenemez.

İstif, iyi bir anatomik bilgi ve kompozisyon gücü gerektirir.Yazı çeşitleri ve bunların ihtiva ettikleri harfler oldukça zengindir. Bu harflerin kelimenin başında, ortasında ve sonunda birbirleriyle birleşmesi, ayrı görünüşlere bürünmesi, hat sanatkârına, yaptığı istif ve kompozisyonlarda geniş imkânlar tanımaktadır.


Türkler İslâm dinini kabul edince, ayrı soydan, tamamen farklı bir yazı ile karşılaşmışlardır. Böylelikle karşılarında estetik dokunuşlara ihtiyaç duyan yalnızca bir okuma yazma aracı olan Arap yazısını, Türk kültür ve estetik anlayışı doğrultusunda yoğurarak kendine özgü bir sanat haline getirmişlerdir. Bugün cami, mimarî eserler, kitâbeler,  mezar taşları, müze, kütüphane ve özel koleksiyonlarda bulunan nadide elyazmaları, kitaplar, albümler ve levhalar,Türk sanatkârlarının ince zevkinin ve estetik anlayışının eseridir. “Kur’ân-ı Kerîm Mekke’de nâzil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı” sözü bu gerçeğin en iyi ve en özlü ifadesidir.

Alparslan, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, 1999, s.19
Dere, Hattat Hâfız Osman Efendi, 2009, s. 17.

Dr. Hüseyin Gündüz
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi

{name}
{content}
+
-
{name}
{content}
+
-

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

SİZİ ARAMAMIZI İSTER MİSİNİZ?

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

BİZ SİZİ ARAYALIM

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.