ÖZGÜR UÇAN İLE KOLEKSİYONLARI ÜZERİNE

Özgür Uçan ile rozet, kitap, ilk gün zarfı, telefon kartı ve kolonyalı mendil koleksiyonları üzerine bir mülakat gerçekleştirdik.

İbrahim Ethem Gören: Özgür Bey sizi tanıyabilir miyiz?

Özgür Uçan: Adım Özgür Uçan. 1987 Kadıköy Ayrılık Çeşmesi Sokağı, nam-ı diğer Paris Mahallesi doğumluyum. Doğduğum sokak mezarlığa komşu ve adını çeşmesinden alan tam anlamıyla eski bir Osmanlı sokağı olduğu için olsa gerek tarihe merakımın buradan filizlenmiş olabileceğini düşünüyorum. Yaşım ilerleyip bu işlere biraz aklım ermeye başlayınca ilköğrenimimi tamamladığım Osmangazi İlköğretim Okulu’ndan Semavi Eyice’nin, lise öğrenimimi tamamladığım Kemal Atatürk Lisesi’nden de Mina Urgan’ın mezun olduğunu düşününce bu fikrim pekişmişti. Her iki okul da kârgir yapılı eski Alman ve Fransız okullarıydı. Buralarda okurken yürümekten aşınmış merdivenlerine baktığımda önceden bu sıralarda kimlerin okuduğunun çocuk aklımla merak ederdim. Sonradan hatıralarını keyifle okuduğum bu isimlerin de bir zamanlar aynı sıralarda oturmuş olduğunu düşünmekten ötürü mutlu oldum.

ÖZGÜR UÇAN: MEKÂNLARIN RUHU İNSANLARIN ÜZERİNE SİNİYOR.

Mekânların ruhu insanların üzerine siniyor, ayrıca “şerefül mekân bil mekin” demişler, karşılıklı bir ilişki…

Bir kamu kurumunda memur olarak çalışıyorum. Kendisi de vaktiyle memurluk yapmış olan çevirmen/yazar Burhan Arpad “yaptığım iş saat on yediden sonra başlayacak ilginç dünyam için katlanılması gereken bir görevdi” der. Ben de mesai saatlerimin dışında hayatın stresini biraz dağıtmak için çeşitli kültürel alanlarla ilgilenip kafa dağıtmaya çalışan binlerce “memur Raif Efendi’den” birisiyim özetle.

Koleksiyon merakınız evvelemirde ne zaman başladı? İlk aldığınız ürün?
Bir şeyler biriktirme merakım ilk başta çok vizyoner bir gazete olan ve maalesef yayın hayatı sonlanmış olan Yeni Yüzyıl’ın yayınladığı çocuk klasikleri dizisi ile başlamıştı. Kitapların arkasında 100 eserden oluşan bir liste vardı ve bu eserleri semtimiz olan Yeldeğirmeni’ndeki tanıdık gazete bayii kırtasiyemizden alırdım. Bu 100 eserin listesinin fotokopisini almıştım ve her hafta gelen yeni eseri beklerdim. Bir hafta dağıtımda aksama olup istediğim kitabı alamayınca evde ağlamıştım. Babam da beni gazete bayiİine götürüp “bu çocuğu neden ağlatıyorsunuz, versenize kitabını!” demişti.

Kitap biriktirmek, hassaten yazarlarına imzalatılmış eserleri toplamak halen devam ettiğim bir serüven. Yine aynı yaşlarda Limon ve Leman dergileriyle başlayan süreli karikatür dergileri sevdası, ardından Teksas ve Conan çizgi romanları, peşinden de ankesörlü telefon kartı koleksiyonları geldi ve artarak çeşitlendi.
Nezdinizde koleksiyon, koleksiyoner, eser, nadide ürün ne türden karşılıklar buluyor?
Herhangi bir konudaki her türlü nesneyi sistematik bir şekilde toplayan kişilere sanırım koleksiyoner diyebiliriz. Kendimi bu açıdan sadece kolonyalı mendil ve kitap konusunda ve kısmen koleksiyoner sayabilirim. Farklı konularda da tasarımı hoşuma giden herhangi bir nesne, efemera vs. de yine biriktiriyorum ama bunları sistematik olarak yaptığımı söylemek bu işi ciddiyetle yapanlara haksızlık olur. Ankaralı koleksiyonerlerin yakından tanıdığı Vedat Duman’ın Toplama Merakı diye bir kitabı vardır. Kendisi de memur olan Vedat Bey burada pul koleksiyonundan başlayarak biriktirme serüveninin zamanla nasıl şekillendiğini anlatır. Benimki de biraz öyle ama daha basit ve sistemsiz.

Koleksiyonerler ise ellerindeki ürünlerin en azından bir Excel listesi şeklinde bile olsa kataloglayan, kondisyonundan yerleştirilmesine, hatta yeri gelir yayınlanmasına kadar üzerine titreyen insanlardır. Tabii bunda mekân, para ve zaman ilişkisi de etkili. Bu nedenle ben genelde fiyatı yüksek olmayan, hatta bedava olan ve fazla yer kaplamayan şeyleri tercih ediyorum. Mesela eski bir Darphane çalışanıyım, fakat maddi sebeplerden ötürü nümismatik alanına bu nedenle merkezinde çalışıyor olmama rağmen çok nadir eserler haricinde hiç bulaşmadım. Zaten hâlihazırda biriktirdiğim şeyler bir dert, bin derdime bir dert daha eklemeyeyim dedim özetle. Fakat bankanız olan Kuveyt Türk’de 2011 yılında Bankada Kampüs programı çerçevesinde staj yaparken çalıştığım vakitlerden kalma bardak, ajanda, maaş kartı ve kartvizitler bende halen mevcuttur. Çünkü bedava ve hatırası olan şeyler. Hâsılı daha çok 11’e 10 Kala filmindeki gibi daha çok biriktiren bir insanım ama umarım sonum filmdeki gerçek hayatta da bir toplayıcı olan Mithat Esmer Bey’in evi gibi olmaz.

Eyvallah… Koleksiyonlarınızı tanımak isteriz.

En ciddi koleksiyonlarım kolonyalı mendil ve genelde hatırat kitapları... Kolonyalı mendilleri gittiğim her mekândan değil de genelde sevdiğim lokantalardan topluyorum. Hani kütüphanesinde çok kitabı olanlara “bunların hepsini okudun mu?” diye sorarlar ya, mendilini aldıklarımın çoğu gittiğim ve sevdiğim mekânlar. Bunlar dışında eskiden kalan çok az bir miktar kalan telefon kartı, rozet, ilk gün zarfı gibi şeyler biriktiriyorum ama tasarımı hoşuma giden herhangi bir nesne görünce, fiyatı da uygunsa bunu kaçırmamaya çalışıyorum.

Neler mesela?

Bu bir porselen fincan da olabiliyor, bir model araba da, bir kemik tarak da, bir kehribar tesbih veya sigara ağızlığı da, bir kalem de... Ahmet Haşim “ben neden Çin kâsesinde (porseleninde) çay içiyorsam şiiri de onun için yazıyorum, sırf bir lezzet meselesi” der. Güzel şeyler birbirlerinin tamamlayan mütemmim cüzlerdir, ben de bir zevk-i selim, kâm almak meselesi diyorum.

Daha feminen nesneler gibi görünen porselen, dantel, emaye tencereleri de çok seviyorum, Akrabaların kullanmadıkları bu eşyaları görünce istiyorum bazen onlardan. Venedik ve Brugge kentleri dantel işleriyle meşhurdur mesela ve oralardan kitap ayracı şeklinde danteller almıştım. Sonradan eserleri The New Yorker dergisinde kapak da olan akademisyen/grafiker Gürbüz Doğan Ekşioğlu’nun da emaye tencere koleksiyonu yaptığını öğrenince bu çok hoşuma gitmişti. Yalnız ve garip olmadığımı hissetmiştim.

                                                    

Kitaplarla devam edelim… Kitaplarda ne/neler arıyorsunuz?
En sevdiğim tür hatıratlardır ve kütüphanemin büyük çoğunluğunu bu eserler oluşturur. Kendisi de hatıratlar konusunda uzman olan, Mütefferika dergisinde de genelde bu minvalde yazılar kaleme alan eski TTK başkanı Prof. Ali Birinci’den işittiğim güzel bir söz vardı: Her yaşam bir hatırattır, yeter ki kaleme alınabilsin. Adını pek bilmediğimiz çoğu kimsenin inanılmaz güzel bir üslupla yazılmış hatıratları olabiliyor, mesela Esat Cemal Paker’in 40 Yıllık Hariciye Hatıraları bu konuda çok sevdiğim eserlerdendir ama maalesef kendisi sağlığında bu kitabın neşrini görememiştir. Hakeza Fethiye Çetin’in mühtedî ninesisin hikâyesini anlattığı Anneannem kitabı da… Yani hariciye kaleminden birisinden tutun da sıradan halka kadar her hayat hikâyesi mahir ellerde işlenebilirse çok güzel eserler ortaya çıkıyor.

Kitaplarda ilk baskı gibi şeyler aramam çünkü kâğıt kalitesinden ötürü bu kitapların sırtları yorgun olur ve zamanla dağılır. Bu sefer ciltletmek zorunda kalırsınız ve ekstra zaman ve masraf kaybı demektir. Yalnız kondisyonları iyiyse eski baskılarını tercihe ederim, zira dilleri genelde sadeleştirilmemiş olur ve yanlarında bazı şerhler görürüz. Bunlar kitapların serencamı hakkında bizlere ipucu verir. Eğer fiyatı uygunsa imzalı halini de alırım. Çeviri bir kitapsa o dili bilmesem dahi mütercimine dikkat ederim.

Aradıklarınızın ne kadarını buldunuz?

Neredeyse hepsini buldum ama bulmama rağmen fiyatı bana makul gelmediği için almadığım eserler de var. Bir şeyi aramak sanırım biraz avlanmak gibi de. Nasıl ki kedi veya kurt avını yakalar ama çoğunlukla yemez onunla oynar veya boğar ya, ben de çok zaman arayıp bulduğumda kütüphaneme koyduğum fakat sonra kapağını uzun zaman açıp okumadığım çokça kitap vardır.

Eskilerin vakt-i merhun dedikleri kavrama inanırım, hem aradığım kitabı bulmak hem de bulduğumu okumak için doğru bir vakit olduğuna inanırım. Bu nedenle bir kitabın fiyatı yüksekse -bazı koleksiyonerler gibi- hemen almalıyım gibi bir hissiyatım olmaz ama aklımın bir kenarına kıymık gibi batar! Vakti gelince de genelde uygun fiyata bir yerlerde karşıma çıkar sürekli eşelediğim için. Mesela Ayrılıkçeşme doğumlu olduğum o bölge ve Kadıköy hakkındaki kitapları mümkün mertebe toplamaya ve okumaya çalışırım. Süheyl Ünver’in o bölge hakkında kaleme aldığı Güzelimname İbrahimağa Mahallesi diye kitabı vardır. Vefâtının sene-i devriyesinde bilabedel dağıtılmış ve nadir bulunan bir eserdir. Nadirkitap’ta sadece bir sahafta vardı ve fiyatı da epey yüksekti. Sonradan kızı Gülbin Hanım vasıtasıyla çok aradığım bu kitaba ücretsiz kavuşmak kısmet oldu. Yine Ayrılıkçeşme Sokağı’na neden Paris Mahallesi dendiği zamanlar hakkında yazılmış olan Cihanyandı Lütfiye Hanım kitabı bir sahafta önüme yeni gelenler arasında onca kitabın arasında tesadüfen çıktı. Müfid Ekdal’ın Kadıköy Sokakları kitabının baskısı yoktu ve fiyatı çok yüksekti. Sağ olsun Kadıköy tarihi hakkında mufassal bir eser hazırlayan Burak Çetintaş Bey bu kitabı bana hediye etti. İmzalı kitap konusundaki en büyük koleksiyonerlerden biri olan üstadımız Haluk Oral’ın da bu işlere meyyal kişilerin rehberi niteliğinde Bir İmzanın Peşinden kitabı vardır ve yine baskısı yoktu. Kitabı tanıdık bir sahaf dostumuzun dükkânında yine uygun fiyatla şans eseri buldum. Örnekler ila ahir gider!

Kimlerin imzalı kitapları var emanetinizde?

Güzel bir kelime kullandınız emanet diyerek. Kendisi de sahaf olan Karagümrük Cerrâhî tekkesi şeyhi Muzaffer Özak sahaflığı ölmüşlerin kitaplarını öleceklere satmak olarak tanımlarmış. Ben genelde başkalarına imzalanmış değil de eserlerini okuduğum hayattaki kişilere kitaplarını imzalatmaya, bu vesileyle kısacık da olsa hasbihal etmeye çalışıyorum. Zafer Toprak, Cahit Kayra, Hıfzı Topuz, Cevap Çapan, Eray Canberk, Orhan Koloğlu, Selim İleri, Doğan Hızlan, Ahmet Arpad, Müfit Ekdal, Suat Yalaz, Sadun Aksüt, Necdet İşli, Nedret İşli, Haluk Oral ve Edhem Eldem aklıma gelen isimlerden bazıları. Çok daha fazla ve değerli isim vardır ama tam listesi için kütüphanemi tasnif etmem gerekir. Onun dışında sevdiğim bazı yazarlar var Haldun Taner, Refik Halid, Ahmet Haşim, Mina Urgan gibi fakat eserlerinin çoğunu okumuş olsam da bu isimlerin kitaplarının bende imzalı nüshaları yok. Elimdeki sanırım en kıymetli imzalı eser Charles Aznavour’un plakı. Londra’da genellikle ıvır zıvır diye tabir edebileceğimiz ürünler satan bir charity (hayır) kurumunda görünce çok heyecanlanmış ve hemen telefonumdan imzasını kontrol etmiştim. Kasada imzasız olan yüzünü uzatarak 1 Pound gibi komik bir rakama almıştım. Bunda tanıdık bir sahaf abimizle yaşadığım nahoş bir tecrübe de etkili olmuştu. Fiyatını sorduğum Mina Urgan imzalı bir kitabı normal piyasa fiyatından verirken “ama bu imzalı, biliyorsunuz değil mi?” diye kendisini uyarmıştım, o da “sen kaşındın!” diyerek yüksek bir fiyat söylemişti. Ben dürüstlüğümün ödüllendirileceğini beklerken fahiş fiyata maruz kalınca bu bana ders oldu. Murat Bardakçı’nın piyasada nadir bulunan, 500 adet basılmış Ekrem Karadeniz’in Olayı kitabı vardır. Ondan iki adet hem de imzalı nüshası bende mevcuttur. Kendisine imzalatırken şaşırmış ve nereden bulduğumu sormuştu.

İlk gün zarflarının; ilk gün damgalarının erbabına heyecan içeren atmosferine rehberliğinizde adım atalım…

Doğrusunu söylemek gerekirse flateli adı verilen pulculuk vâkıf olduğum bir alan değil. Kadıköy’deki Flatelistler Derneği’nde birkaç mezata gitmişliğim vardı. Fakat ilk gün zarflarının varlığından antika pazarları sayesinde haberim oldu. Bu zarfların güzel yanı hem pul, hem damga, hem de zarf tasarımlarının bir arada olması. Üstelik fiyatları da uygun ve Sirkeci’de PTT’nin aynı Darphane’ninki gibi bir satış mağazası da bulunuyor ve online olarak da alınabiliyor. Maalesef çoğu kimsenin buradan haberi yok. Burada çeşitli konularda sevdiklerinize alabileceğiniz, tam bir fiyat performans ürünü diye tabir edebileceğimiz zarflar var. Mesela bir yakınım evlendiğinde ona kuru bir zarfla para vermek yerine onun da ilgisini çekebilecek bir konuda ilk gün zarfıyla takdim ediyorum. Veya saz çalan birisi ise Neşet Ertaş’ın zarfını hediye ediyorum.

İlk gün zarf koleksiyonunuz ne durumda?

Biriktirdiğim şeyler arasında en zayıflarından birisi ilk gün zarfları diyebilirim. Sanırım 50 civarı olması lazım. Demiryolcu bir dede ve babanın çocuğu olduğum için genelde demiryolları ile alakalı zarfları ve ilgimi çeken farklı konulardaki veya tasarımları hoş olan zarfları topluyorum. Yine Demiryolları ile alakalı nesnelere denk gelince fiyatları uygunsa kaçırmamaya çalışıyorum.

Zarfları nasıl muhafaza ediyorsunuz?

Korunaklı olması için naylon dosyalara koyuyorum veya zarfın muhtevasına uygun bir kitap yahut dergi gibi kırışmayacak cisimlerin arasında saklıyorum.

Sözün bu yerinde rozet koleksiyonunuz için bir paragraf açalım…

Rozetler tasarım açısından beni mest eden eserler zira ufacık bir alanda harika tasarımlar oluyor. Logo tasarlamak basitlikteki zorluktur aslında, bir nevi Yunus’un şiirleri gibidir, rozetler de böyle. Ayrıca hem az yer kaplıyorlar hem de fiyatları, nadir olanları hariç diğer koleksiyon cinslerine göre uygun. Demiryolu, siyasi parti ve kuş gibi çeşitli konularda topladığım rozetlerim var.

Telefon kartlarıyla devam edelim dilerseniz.

Malumunuz PTT’nin jetonlu telefon kulübeleri yerlerini 90’lı senelerde Türk Telekom’un kartlı ankesörlü telefonlarına bıraktı. Bu senelerde çeşitli temalarda aynen yurt dışındaki gibi telefon kartları çıkmaya başladı ve ben de bunları kulübelerin üstlerinden alıp biriktirmeye başladım. Arkadaşlarımla bir kulübenin yanından geçerken “bir dakika!” deyip kendilerinden müsaade isteyip onlara garip gelen bir şekilde bu kartları alırdım. Elimde olan kartları da fazlasıyla alırdım nasılsa bedava ve hâlihazırdaki kart deforme olabilir veya “ileride satarım belki!” diye. Bu fazladan aldığım kartları da ayakkabı kutusunda saklardım ama Ayrılıkçeşme’deki müstakil evimiz yol yapım çalışmaları yüzünden yıkılınca evimizi taşırken kartlarımın ve karikatür dergilerimin çoğunu maalesef yeni evimizdeki yer darlığı yüzünden atmak veya satmak zorunda kaldım. “Üç taşınma bir yangına bedeldir” derler malum…

Güzel tematik seriler vardı kartlarda, mesela Fatih İtfaiye Meydanı’nda bir Hava Şehitleri Anıtı vardır, şehrin merkezinde bir konumdadır fakat sanırım çoğu kimse bu anıtın hikâyesinin ve anıları için telefon kartlarının basıldığının farkında değildir. Artık herkesin cep telefonu olduğu için telefon kartlarına artık pek rastlamıyorum antika pazarlarında fakat süreli karikatür dergilerinin satıldığına çokça denk geliyor ve üzülüyorum attığım için. Genelde o dönemki siyasi meselelerde de karikatürler olduğu için gündemi de takip edebiliyorsunuz bu dergilerden.

Hangi mülahazalarla kolonyalı mendil toplamaya başladınız?

Edip Cansever “bir mendil niye kanar” der Mendilimde Kan Sesleri şiirinde. Ben de “bazılarına komik ve absürt gelen, kullanıp attıkları kolonyalı mendil gibi basit ve değersiz görülen bir nesne niye toplanır?” diyorum. Topladığımı yeni öğrenen arkadaşlarım ilk başta bunu garip karşılasa da sonradan hoşlarına gidip bana gittikleri mekânlardan mendil getiriyorlar. Hatta benim gibi biriktirmeye başlayanlar oldu. Yemek yemeyi ve seyahat etmeyi seven biriyim. Hem buralarda geçirdiğim güzel zamanlardan bir hatıra kalması niyetiyle topluyorum, hem de biriktirici bir tarafım olduğu için... Bedava bir şey ve güzel tasarımlı olanları oluyor. “Neden koleksiyonu yapılmasın ki!” dedim. Mesela hayran olduğum ve şikemperver yazarlardan Refik Halid Karay da kemik, bağa (kaplumbağa kabuğu) gibi çeşitli maddelerden kaşıklar toplarmış. Mutfak Zevkinin Son Günleri kitabının arka kapağında bu kaşıklarına bakarken çekilmiş çok güzel bir fotoğrafı vardır. Ben de kolonyalı mendillerime bakarken sanırım benzer bir hissiyata kapılıyorum. Ayrıca insan gezip gördükçe çok değişik nesnelerin toplandığına şahitlik edebiliyor. Mesela Greenwich’te çok güzel bir yelpaze müzesi görmüştüm. Yani bunun toplanmasını geçtim müze haline getirilmiş. Nümismatik fuarında da Osmanlı Mezat firmasının sahiplerinin Osmanlı dönemi kol düğmelerini topladığını görmüştüm. Sahaflarda düğün sünnet kasedi toplayan birisine de denk gelmiştim. Hâsılı yalnız değilim ve bana bile ilginç gelen nesneleri toplayanlara denk geliyorum.

Dünden bugüne kolonyalı mendil koleksiyonunuzun gelişimini de teşrih masasına yatıralım…
Açıkçası ilk aldığım kolonyalı mendil hangisiydi inanın hatırlamıyorum çünkü üzerinden on yılın üzerinde zaman geçmiştir ve mekânların maalesef çoğu kapanmış.

ÖZGÜR UÇAN: TASARIMI GÜZEL OLAN HER ŞEY DİKKATİMİ ÇEKİYOR.

Sanırım gelişigüzel bir mendilden ziyade muhtemelen tasarımı güzel bir parça elime geçince biriktirmeye başladım zira tasarımı güzel olan her şey ilgimi çekiyor. Zaten bu nedenle de tekrar üniversite sınavına girerek Bilgi Üniversitesi Grafik Tasarım bölümünde ikinci öğretim olarak okumaya başladım. Bu okuma kararını almamda ise hiç biriktirmesem de Mengü Ertel ve İhap Hulusi gibi sanatçıların afiş tasarımlarının çok hoşuma gitmesi etkili olmuştu.

Bu koleksiyonu özel kılan parçalara da değinelim…

Köln’deki meşhur No 4711 mağazasından aldığım kolonyalı mendil en önemli parçalarımdan biri, zira Avrupa’da halen anlayamadığım bir şekilde kolonyalı mendil kültürü Korona salgınına rağmen yerleşmiş değil. Köln bunun istisnası. Kolonyalı mendil yerine bazı mekânların kibritleri veya bardakaltları biriktiriliyor buralarda, ben de öyle yapıyorum, kolonyalı mendili veren ise genelde Avrupa’daki Türk lokantaları. Bir diğer önemli parça Çiftlik Bank mendilim. Bu dolandırıcılık şebekesi vaktiyle restoranlar da açmıştı. Şimdi maalesef kapanan ve geleneksel yemeklerimizi yapan Kariye’deki Asitane restoran, Turing’in efsane başkanı Çelik Gülersoy’un mirası olan Fenerbahçe Parkı içerisindeki Romantika gibi sevdiğim mekânların mendillerine bakınca çok üzülüyorum. Maalesef üçüncü nesle ulaşabilen işletme sayısı ülkemizde çok az. Bu sebeple Yüzyıllık Markalar Derneği ve Hafızaevi oluşturuldu. Bu markalardan Beyaz Fırın’ın mendili bende mevcut ama Pandeli Lokantası’nın kendi logosunun bulunduğu kolonyalı mendili yok, bununla birlikte kartpostalları var, bunu koydum ben de koleksiyonuma. Yüz yıllık markalardan bir diğeri de  kolonya markamız olan Eyüp Sabri Tuncer ve Yüz Yıllık Bir Koku Hikayesi diye kitap da çıktı. Kitapta ilginç bilgiler var…

Mesela…

Mesela normalde ilk başta eskilerin bonmarşe, yenilerin AVM diye tabir ettiği birçok farklı ürün satılan bir dükkân iken kolonyaları ufak şişelerde aynen şimdiki kolonyalı mendiller gibi hediye ediyorlarmış. Köklü bir kurum olduğundan haliyle koleksiyonumda en çok farklı parça Eyüp Sabri Tuncer markasının. Hakkında kitap çıkan bir diğer önemli lokanta da Lale, nam-ı diğer Pudding Shop. Vaktiyle iletişim araçlarının kısıtlı olduğu yıllarda 68 Kuşağının doğu rotası üzerindeki buluşma noktası. Burası hakkında yazılmış iki kitap var ve buradan kartpostal gönderme geleneği halen mevcut, mendili de var. Karaköy Lokantası da hem mendil hem de kartpostal veren bir başka restoranımız, Michelin Yıldızlı üstelik.

Mekânların kalitesi arttıkça meşhur Rebul kolonyalı olan, daha da üst segment bir yer ise de Atalier Rebul marka kolonyalı mendil kullanan yerler oluyor. Silindir şeklinde ve sıcak şekilde servis edilen kolonyalı mendiller de var. Devlet kurumlarının, ÖSYM’nin, havayolları şirketlerinin, demiryollarının, mezat evlerinin vs. kısacası aklınıza gelebilecek birçok farklı kuruluşun mendili mevcut.

Aynı kurum veya lokantanın bende birden fazla farklı zamanlarda verdiği mendil var ve sahiplerinden muhabbetim olanlarına sorduğumda onlarda da mevcut olmadığını görüyorum. İleride bu kurumlar umarım daha da kökleşip kurum kültürü hakkında bir çalışma yapılmak istendiğinde bu gibi efemera diye tabir edilen nesneler akademisyen, tarihçi ve araştırmacılara çok yol gösteriyor. Mesela Eti markasının yıllarca Negro isimli bir ürünü vardı ama ismi İngilizce nahoş bir anlama geldiği için kaldırıldı. Ben sırf bu nedenle bu bisküviden bir adet alıp sakladım deprem çantamda, umarım da kullanmak zorunda kalmam.

İnşallah.

İleride değerlenir değerlenmez diye değil, bana göre saklanması gereken bir nesne olduğu için aldım. Belki firmanın kendisi ileride geçmişleri hakkında bir çalışma yapmak istediğinde bunu envanterinde bulamayacak. Bu işlerle alakalı çokça yayın yapan Gökhan Akçura boşuna kitabına Ivır Zıvır Tarihi adını vermemiş. Yeri geliyor bu nesneler kıymete biniyor ve kendi eşyanızı başka birinden para verip satın almak zorunda kalıyorsunuz. Babil Sahaf Lütfü Seymen sonradan bu kök arayışına giren kişilerin sahaflardan paşa-dede resmi aradıklarını söylemişti. Ayrıca bu değersiz gibi görülen eşyalar işletme açısından da yararlı, zira kökenlerini dayandırabilecekleri bir nesne ellerinde mevcut bulunuyor. Yarın yeni bir ürün tasarlamak istediklerinde eski tasarımları ellerinde varsa bundan ilham alarak işleri de kolaylaşabiliyor.

Koleksiyonlarınızı nasıl yönetiyorsunuz?

Ailemle yaşadığım için onları mümkün mertebe rahatsız etmemeye çalışarak… Mücerret birisi olsam daha dağınık olurdum sanırım. Benzer şeyleri yan yana tutmaya çalışıyorum ama özellikle kitaplar konusunda zorlanıyorum. Prestij ciltli, şömizli kitaplar çok yer kaplıyor. Yazarların kitaplarını yan yana tutmaya çalışıyorum kolay bulabilmek için ama her zaman mümkün olmuyor yer kısıtlamasından ötürü. Kitapların da bir Excel listesini yapmak istiyorum mükerrerlik olmaması için çünkü zaman geçtikçe bu kitap bende var mıydı diye aklınızda soru işareti oluşabiliyor.

Bundan sonraki hedefleriniz?

Çocukken Milliyet Pazar ekinindeki kültürel sohbetleri okuyup ileride benzer karakterde birisi olmak isterim derdim. Önceden ülkelerin haritası şeklinde magnet de biriktirirdim. Hedefim bunlara yan yana getirip magnetlerden oluşan yapboz benzeri bir dünya haritası oluşturmaktı. Sonradan yaş aldıkça insanın böyle hevesleri törpüleniyor ve önceden bahsettiğimiz emanetçi kavramı biraz daha yerine oturuyor. Sayı, skor gibi şeylerin yerine sevdiği bir mekâna veya şehre tekrar gitmek istiyor başka başka yerlere gitmek yerine.

KOLEKSİYONER UÇAN: OKUMANIN, GEZMENİN, BİRİKTİRMENİN SONU YOK.

Okumanın, gezmenin, biriktirmenin sonu yok. Şimdi sevdiğim şeylere ve sevdiğim insanlarla vakit ayırabildiğim güzel, keyifli ve sakin bir ömür sürmek nihai ve tek hedefim. İnsan bir yandan tanınmak, ünlü olmak da ister ve bunun getirdiği nimetler de oluyor fakat bu oranda özgürlüğünüz de kısıtlanıyor diğer bir yandan. Moralinizi bozacak şeyler de yaşayabiliyorsunuz. “Meydana düşen kurtulamaz seng-i kazadan” demişler. Özgür ismimle müsemma, gözlerden ırak, gamdan azade vakit geçirmek kısacası hedeflerim.

Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar…

Bir çocuk gibi sürekli meraklı olsunlar. Bilgisayarımı her kapattığımda en az on adet sekme açık oluyor neredeyse. Yeni şeyler öğrendikçe insan ne kadar bilgisiz ve cahil olduğunun farkına varıyor. Bu yeni şeyler öğrenmenin insana verdiği zevke mukabil şu hayatta çok az şey olduğuna inanıyorum. Fiyat karşılaştırması yapmadan ürün almasınlar. Artık elimizin altında internet gibi büyük bir nimet var ama teknolojinin bulduramayacağı şeyler de vardır.  “Sahafların özelliği aradığın kitaptan ziyade aramadığın kitabı da buldurmasıdır” derler. Ayrıca her sahaf, Nadirkitap ve Kitantik gibi platformlarda kitaplarını sergilemiyor. Sahaflarda hiç aklımda yokken bulduğum ve okuyup çok keyif aldığım birçok kitap oldu. Mesela şimdi baskısı olmayan Serdar Turgut’un YKY’den çıkan Şahsi Bir New York Biyografisi kitabı vardır, Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabının içine adeta bir Türk kaçmış gibidir ve pek keyifli bir kitaptır. İkisi de aynı yayınevinden çıkmış olmasına rağmen Çavdar Tarlasında Çocuklar baskı rekorları kırarken diğer kitap artık yayınlanmamaktadır. Sahaf Festivali’nde hem bu kitaba rastlamış hem de değerli bir sahaf abimizle muhabbetimiz başlamıştı. Hakeza babası da sahaf olan dostum Barış Bingöl, Edward Said’in önsözünü yazdığı Joe Sacco’nun Filistin çizgi roman kitabını çok aradığım için bana bedavaya vermiştir. Sahaflarla kuracakları dostluklar sayesinde hem aradıkları şeyler ellerine geçince haberleri olur, hem de indirim de yapabilecekleri için ucuza alırlar. Ayrıca sizin hiç haberiniz olmayan güzel eserlerden de sizi haberdar ederler. Bir diğer eklemek istediğim husus koleksiyon, toplama adına ne derseniz deyin bu bilincin oluşması için Vivian Maier’in Peşinde gibi belgeselleri, Hurda Avcıları gibi programları fırsat buldukça izlesinler. Bunlar rafine işler diye düşünmesinler. İnsanın hayat koşturmacası içinde yaşadığını hissetmesinin ve zevk almasının bu gibi şeylere bağlı olduğunu düşünüyorum. “Mihneti kendine zevk etmedir alemde hüner” demişler. İmkânları ölçüsünde bir hobisi olmalı insanın, sonra iş yerinde arkadaşında, evinde eşine çocuğuna veya komşusuna musallat olabiliyor!

Son olarak okuyucularımıza mesajınızı almak isteriz.

Çok sevdiğim bir söz vardır.” Hakkın ednâ bir kulu âlâ olur âlem bu ya…” Ne vakit bir eserin ve kişinin değerleneceğini veya nereden ne çıkacağını kimse bilemez. Hasanpaşa, Feriköy, Ayrancı gibi antika pazarlarını ve sahafları fırsat buldukça gezsinler. Eskici tezgâhlarında bile bir sürü güzel eser çıkabiliyor. Bana çok garip gelen, bir şekilde insanlar ailesinin fotoğraflarını bile eskiciye veriyor veya çöpe atabiliyor. Hâlbuki arkalarında çok güzel notlar mevcut. Sahafta bulduğum fersude bir kadın vesikalık resminin arkasında “baktıkça hatırla, hatırladıkça bak” diye bir not görmüş ve çok hoşlandığım için cüzdanımda taşımaya başlamıştım. Cüzdanımı açtığımda gören arkadaşlarım “o kim, ninen mi?” diye sorduğunda durumu anlatınca “ne antika adamsın!” diyorlardı. Hakeza Sahaflar Derneği başkanı değerli Nedret İşli Bey ile de muhabbetimiz olduğu için ona eski devirlerdeki gibi “hamili kart yakınımdır!” yazdırmıştım ve onu da taşırım cüzdanımda. Gittiğim tanıdık sahaflarda bazen latife yollu çıkartıp indirim istediğim olur. Arkadaşlarımın vaktiyle bana verdiği iş kartvizitlerini genelde atmam, sonradan odamı toparlarken denk gelip tekrar kendilerine resmini gönderdiğimde “bende bile yok, sen de ne arıyor!” diyorlar, ben de “esas sende neden yok!” diyorum. Onlara göre ben, bana göre ise onlar garip! İlkokuldaki kütüphane kartım bile halen bende mevcut. Vaktiyle görece olarak düşük bir makamda iken bana kartvizitini veren birini sadece dört yıl sonra bir mülakatta karşımda başkan olarak gördüm. Eğer elinizde bunları saklarsanız ve sonradan bu sahibi olan bu kişilere gösterirseniz onların nezdinde kıymetli olduğu için güzel anlar yaşayabiliyorsunuz.
İlginiz için teşekkür ederim.

Esas zaman ayırıp alaka gösterdiğiniz için ben teşekkür ederim.

SANAT SONSUZ HAYAT KISA

Sizin vesilenizle ben de elimdeki nesneleri tekrar gözden geçirip anıları yâd etmiş olup, hem de tekrar tasnifledim. Umarım okumaya vakit ayıranların da keyif aldığı bir söyleşi olmuştur. “Ars longa vita brevis” yani sanat sonsuz hayat kısa. Sanatla ve sağlıcakla kalsınlar.

 

 

İbrahim Ethem Gören/13.08.2024-Yazı No: 413

{name}
{content}
+
-
{name}
{content}
+
-

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

SİZİ ARAMAMIZI İSTER MİSİNİZ?

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

BİZ SİZİ ARAYALIM

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.