GÜL-İ FARUK’ ÖZELİNDE ÇİÇEK BEZEMELERİNE VE “GÜL”E ESTETİK BİR NAZAR!

Kuveyt Türk Özel Bankacılık olarak kültür ve sanata değer veriyor, vakitlerinizi keyiflendirecek eserler, yazılar ve fotoğraflar paylaşıyoruz. Bu hafta, “Gül-i Faruk” özelinde Türk İslâm medeniyetinde gül çiçeğine nazar edeceğiz.

Gül-i Faruk, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları Bölüm Başkanı, değerli tezhip gurusu Prof. Dr. Faruk Taşkale’nin öz sanatlarımıza, bir adım öte sanat literatürümüze kazandırdığı çiçek bezemesi.

Prof. Dr. Faruk Taşkale’nin medeniyetimizde çiçekler, gül motifi ve ‘Gül-i Faruk’ üzerine, istirhamımız üzerine hazırladığı yazıyı değerli okuyucularımızın irfanına arz ediyoruz.

PROF. DR. FARUK TAŞKALE

MSGSÜ Geleneksel Türk Sanatları Bölüm Başkanı

Türk İslam kültüründe önemli bir yer tutan çiçekler, resim, heykel ve geleneksel sanatlar gibi güzel sanatların vazgeçilmez bir unsuru olarak karşımıza çıkarlar. Yalnızca tabiattaki gerçeklerinin kopyası ve insan yeteneğinin birer ürünü olan bu yapma çiçekleri izlerken adeta kendimizi görsel bir şölen içinde buluruz.

Çiçekler sadece güzel sanatlara değil aynı zamanda edebi eserlere, kumaş ve takılara, kullanım eşyalarına ve hatta dini sembollere konu olmuştur. Çiçek demetleri tuvallere aktarılmış, Mushaflar, dua kitapları ve levhalar çiçeklerle süslenmiştir. Sevgilinin saçı sümbüle, endamı güle, boyu serviye benzetilmiştir. Evler ve balkonlar, bahçeler ve sokaklar çeşit çeşit, rengârenk çiçeklerle donatılmış, sevilen kişilere sevgi çiçeklerle belirtilmiştir.

Selçuklulardan bu yana lâle, gül, karanfil, sümbül gibi çiçekler Türk halkının beğenisini kazanmış ve yüzyıllar boyunca Türk kültüründeki önemini korumuştur.

Divan ve halk şiirinde sık sık adı geçen, sevgilinin saçının benzetildiği sümbül, Halvetiye tarikatının Sümbüliyye kolunun Pîri Yusuf Sümbül Sinan’ın sembolüdür. Kitap sanatımızda çok çeşitli şekil ve üsluplarda kullanılmıştır. Sanatın üç dalı, şiir, hat ve resim sanatlarının bir arada bulunduğu Sümbülnâme adlı çalışma Osmanlı sümbül dünyasını yansıtması bakımından önemli bir eserdir. (XVIII.yy., TSMK  H .413).

XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren çinilerin lâleyle birlikte ayrılmaz bir unsuru olan, taş ve kumaşlarda yaygın bir şekilde kullanılan karanfile, tezyini sanatlarda çok rastlanmaz. XVI. yüzyıl ikinci yarısında yarı stilize olarak kullanılan karanfil, XVIII. yüzyılda natüralist üslupta görülür. Sultan II. Selim ok atarken, okunu taşıyan kadın figürü diğer elinde bir karanfil tutmaktadır. (XVIII. yy. TSM H.2134, 3a). Barbaros Hayreddin Paşa, elinde karanfil koklarken resmedilmiştir. (XVI. yüzyıl, TSM H.2134, 9b.)

Eskilerin “Cevahir-i hurûf” dedikleri ve Osmanlıcada lâlenin yazıldığı lâmelif ve he harfleriyle Allah ve hilâl kelimelerinin de yazılabiliyor olması Türklerin adeta lâleyi kutsallaştırmasına neden olmuştur. Dolayısıyla lâle; cami, çeşme ve mezar taşlarında süsleme unsuru olarak çok kullanılmıştır. Askerlerin savaşa giderken giydikleri elbiselere, kullandıkları zırhlara ve silahlara da zaman zaman lâle motifinin işlendiği görülür. Kanuni Sultan Süleyman da bir lâle tutkunuydu ve büyük babası Fatih Sultan Mehmed gibi lâle motiflerinin yer aldığı kaftanlar giyerdi.

Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Batı ülkelerinde çok sevilmiş, ekonomik ve sosyal yaşamı etkilemiş olan lâle Batıda Tulipominia (lale çılgınlığı) adı verilen bir devrin, Osmanlı İmparatorluğunda ise Lâle Devri olarak adlandırılan bir dönemin doğmasına neden olmuştur. Lâlenin bu denli ilgi görmesine, güzelliği ve dîni bir sembol olmasının yanı sıra yeni çeşitler üretilmesine uygun olan yapısı da hiç kuşkusuz etkili olmuştur. Hiçbir çiçeğe gösterilmeyen bu ilgilinin edebiyat ve sanatı da etkilemesi kaçınılmazdır.

Osmanlı sanatlarına en erken giren çiçeklerden olan lâlenin sevilen çeşitlerinin zamanla değişmesinin sanata da yansıdığını görmekteyiz. Lâlenin, XVI. yüzyıldaki oval formu giderek uzamış ve XVIII. yüzyılda aşırı uzun bir biçim almıştır. XIX. yüzyılda ise yerini güle bırakmıştır.

‘BİZİM YUNUS: GÜL SİZİN NENÜZ OLUR!”

Yunus Emre “Sordum Sarı Çiçeğe” ismiyle bilinen ilahisinde çiçeklere “gül sizin nenüz olur” diye sorar ve şu cevabı alır: Çiçek ey’dür ey derviş, gül Muhammed teridür.

Sevginin, aşkın sembolü ve Hristiyanlıkta Hz. Meryem’in masumiyetinin ifadesi olan gülün kokusunun Hz. Muhammed’in (SAV) yüzünün ter kokusundan geldiğine olan inanç, gülün dini bir anlam ifade etmesine neden olmuştur. Hz. Peygamberin (sav) sembolü olan gül, Osmanlı sanatlarında en yaygın ve sürekli kullanılan çiçek olmuştur. Divan şiirinde, Lâle Devrinde bile adına en çok rastladığımız gül, sümbül, lâle gibi çiçeklere halk arasında verilen isimdir. Kur’ân-ı Kerîm’lerin sayfa kenarlarındaki aşer, hizib ve secde işaretlerinin adı güldür. Gül; tezyini sanatlarda, özellikle Hz. Muhammed’in (sav) kutsal özelliklerini anlatan hilye-i şerife levhalarının tezyinatında bolca kullanılıştır.

TEZYİNİ SANATLARDA GÜL ÖRNEKLERİNE İLK KEZ FATİH SULTAN MEHMED PORTRELERİNDE RASTLARIZ.

Tezyini sanatlarda gül örneklerine ilk kez Fatih Sultan Mehmed portre ve minyatürlerinde rastlarız. Nakkaş Sinan Bey’e atfedilen bir portrede (TSMK H.2153, 10a) ve Nakkaş Osman Bey’in bir minyatüründe (TSMK) ,Fatih Sultan Mehmed elinde gül koklarken resmedilmiştir. Fatih Sultan Mehmed’e ait koleksiyonda bulunan Mecme-ul Acayip adlı eserde mavi beyaz bir vazo içerisinde natüralist tarzda yapılmış, açmış bir gül ve goncalar son derece başarılıdır. Bu gülleri XVIII. yüzyılda karşımıza çıkan natüralist tarzda yapılmış gül resimlerinin ilk örnekleri olarak görmek mümkündür. 29 Mayıs 1453 günü, yani gül mevsiminde, Bizanslı kızların gül yağmuru altında İstanbul’a giren Fatih, hem gül muştuyu gerçekleştirir, hem de büyük dedesinin vasiyetini yerine getirir. Genelde çiçeklere, özelde ise gül ve lâleye son derece düşkün olan bu padişahın hanımlarından birinin adı Gülbahar, birinin Gülşah ve birinin de Çiçek’tir.

Şiirimizde ve edebiyatımızda, adeta çiçekten bir güzellik olarak tasvir edilen sevgilinin yanakları çoğunlukla güle benzetilmiştir. Yalnızca şairler değil halkımızın geneli, sadece sevgilide değil, diğer tüm güzelliklerde de gülü görme eğiliminde olmuşlardır. Türk dilinde gül kelimesinin geniş yayılımı ve güllü deyimler bunu açıkça göstermektedir. İyi eşler ve babalar ailelerine gül gibi bakar, kimseye muhtaç olmadan yaşayan ve geçim sıkıntısı çekmeyen aileler gül gibi geçinip gider ve çocuklarını el bebek. gül bebek büyütürler. Kız çocuklarına güzel olsunlar diye çokça güllü isimler verilir.

GÜL, XVIII. ve XIX. YÜZYILLARDA TEZYİNİ SANATLARIMIZIN EN ÖNEMLİ UNSURUDUR.

XVI. yüzyıl ortalarında yarı stilize edilmiş olarak tezyini sanatlarda yaygın olarak kullanılan ve XVIII. yüzyıldan itibaren natüralist biçimlerde görülen gül, XVIII. yüzyıl ve XIX. yüzyıllarda tezyini sanatlarımızın en önemli unsuru olarak karşımıza çıkar. XVI. yüzyıl ortasındaki çok güzel ve doğal örneklerinden başlayarak, elyazması kitabın ömrü kadar süre sanatımızdaki yerini korumuştur. Gül, Rokoko üslûbunda o kadar çok uygulanmıştır ki, bu dönem bezemesinin adeta simgesi haline gelmiştir.

Güller her çeşit bezemede zengin ve zarif çeşitleriyle her dönemde karşımıza çıkmaktadır. Dönem dönem farklı özellikler gösteren güller, tezhip  sanatında  stilize, yarı stilize ve natüralist olarak kullanılmışlardır.

XVI. yüzyıl çini sanatında stilize edilmiş olarak kullanılan güller, ilk kez XVI. yüzyılda  Karamemi lakabıyla tanınan Kara Mehmed ile birlikte yarı stilize olarak karşımıza çıkar. Kanunî Sultan Süleyman’ın Muhibbî mahlasıyla yazdığı şiirleri içeren ve Karamemi tarafından tezyin edilmiş olan Muhibbî Divanı’nın tezyinatında lâle, gül, karanfil, sümbül gibi çiçekler yarı stilize edilmiş biçimde altın ve boya ile renklendirilmiştir. XVI. yüzyıl ortalarında tezhiplenen Muhibbî Divanı’nın iki nüshasında da halkâr tekniğinde renklendirilmiş gül örneklerine rastlamaktayız (TSK R. 838m ve İÜK T. 546). Güller bu esrelerde kırmızı, pembe, sarı ve turuncu tonlarda; yapraklar ve dallar ise altınla renklendirilmiştir. Sanatkârın imzası da küçük bir gül fidanının köküne atılmıştır. TSK B. 408 sayılı albümdeki halkâri gül fidanı da imzasız olmakla birlikte Karamemi’nin  eseri olarak kabul edilmektedir.

XVII. yüzyılda bazı dua kitaplarının imza sayfalarından sonraki boş sayfalarda altınla yapılmış yapraklı gül resimlerine rastlanmaktadır. Bu örnekler daha sonra Gül-i Muhammed”i olarak adlandırılan güllere geçiş niteliği taşımaktadır.

XVIII. yüzyıldan itibaren gül örnekleri çoğalır. Gül, TSK B. 171 sayılı murakka’nın yazı aralarındaki küçük güllerinden, Abdullah Buhari imzalı 1728 tarihli kitap kabına (TSK EH. 1380), Gaznevi Albümü’nün kaatı’larına (İÜK T. 5461), deri üzerine işlemeye kadar (TSK R. 426) her türlü eserde görülmektedir.

XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türk tezhip sanatında Batı etkisi kendini göstermeye başlar. Üçüncü boyutun verildiği gölgeli renklendirmelerle yapılan natüralist tarzdaki çiçekler, çiçek ressamlığı denebilecek bir akımın ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Batılılaşma döneminde stilizasyon azalmış, çiçeklerin tabiattaki görünüşlerine daha yakın çiçek resimlerine ağırlık verilmiştir.

Şukûfe (çiçek) olarak adlandırılan natüralist tarzda boyanmış çiçekler; tek, buketler halinde, vazolu, vazosuz, bereket boynuzunda, sepet ve saksılarda çalışılmıştır. Çiçek resimleri, XIX. yüzyılda ise Türk Rokokosu adı altında gelişen ekol içerisinde rokoko unsurlarla birlikte yapılmıştır. Tam sayfayı kaplayan çiçek demetlerde gül hiç eksik olmaz (TSMK Y .1152, İÜK T. 9366).

GÜLÜN EN GENİŞ KULLANIM ALANI ROKOKODUR.

Gülün en geniş kullanım alanının rokoko tezhip olduğunu söyleyebiliriz. Gülsüz rokoko tezhibi düşünülemez. Edirnekâri süslemelerinde de en fazla önem verilen çiçek güldür.

Özellikle dini konulu eserlerde gonca gül resimleriyle sık sık karşılaşırız. (TSMK EH. 1677; H. 919, H. 1579, M. 56, M. 57, R. 1397; İÜK A. 5768). 1871 tarihli bir yazmada pek kaliteli olmasa bile dönem üslubunu yansıtan gül örneği bulunmaktadır. (TSMK MR. 276) Dini konular dışında ne gibi kitaplarda kullanıldığı konusunda en çarpıcı örnek ise “Atların Ahvaline Dair” bir risaledeki pembe aharlı kâğıt üzerine işlenmiş zarif gonca güldür (TSMK MR. 901).

Çoğu katmerli bahçe gülleri olmasına karşılık, bir murakkaa ve (TSMK MR. 1123)  Çakeri’nin eseri olan cilt kapağı üzerine (TSMK EH. 1470) yaban gülü çalışılmıştır.

Yalnız altınla boyanmış, 1784 – 85 tarihli bir Mushaf’taki çok zarif örneğin (TSMK EH. 55) yanı sıra, konturu, kalıp çıkarılmak amacıyla iğnelenmiş bir gül dikkati çeker (İÜK A. 5566).

Goncaları ve yaprakları ile yapılan bir gül dalı, tamamen altınla boyanmış, koyu renk tahrir çekilmiştir. Yaprak ve taçyapraklar üzerine beyazla Kelime-i Şehadet, ilk halifeler ve din büyüklerinin adları yazılmıştır. (TSMK MR. 275, İÜK 5756). Sadberk Hanım Müzesi’nde bulunan Hilyeler Albümündeki iki örnekte, yazılara zemin olarak gül ve yaprakları kullanılmıştır. Aynı albümün diğer bir sayfasında ise Hz. Muhammed’in (sav) özelliklerini anlatan metin ve halifelerin isimleri güllerle çerçevelenmiştir. (SHM 10602 Y.8)

Türk Çiçek ressamlığında ilk akla gelen isimler, hattat Yedikuleli Seyyid Abdullah’ın (1670/1731) yazdığı Kur’ân-ı Kerîm’leri tezhiplemekle övünen, XVIII. yüzyılın en önemli müzehhibi Ali Üsküdarî ve Abdullah Buharî’dir. Ali Üsküdarî’nin hazırladığı pembe ve sarı gül ile gül goncalarını, sümbül, karanfil, lâle, zambak, leylak gibi çiçek resimlerini içeren şiir kitabı (İÜ T.5650, 1727-28 tarihli) dönemin natüralist tarzda yapılmış en önemli eseridir. Abdullah Buharî imzalı pembe, açılmış gül resmi mükemmel işçiliğiyle natüralist tarzda yapılmış güllerin başında gelir. (TSMK H.2155).

NATÜRALİST ÇİÇEKLER EN ÇOK TARAMA VE NOKTALAMA TEKNİKLERİYLE RENKLENDİRİLMİŞTİR.

Natüralist çiçekler en çok tarama ve noktalama teknikleriyle renklendirilmiştir. Tarama tekniğinde çiçek; taranacak rengin beyaza yakın en açık tonuyla boyanır. Sonra bir ya da iki ton koyulaştırılmış boya ile içten dışa doğru çok ince çizgiler halinde tarama yapılır. Ucu sivri, tüy fırçalarla yapılan taramalar üst üste çoğaldıkça motifler gölge ve hacim kazanır. İşçiliği zor, sabır ve titizlik gerektiren bir tekniktir. Noktalama tekniğinde ise; en açık tonda boyanan zemin rengi üzerine, fırça ucu ile koyu tonda çok küçük noktacıklar bırakılır. Gölgenin yoğun olmasının istendiği yerlerde ise noktalar daha sık bırakılır. Sık ve üst üste gelen noktalar motife hacim verir. Noktalama tekniği daha ziyade XIX. yüzyıl çiçek ve rokoko motiflerin renklendirilmesinde kullanılmıştır. Çiçek renklendirmede kullanılan diğer bir teknik de gölgelendirme tekniğidir. Gölgelendirme tekniğinde motif; tarama tekniğinde olduğu gibi en açık tonda boyandıktan sonra, koyu tonun olacağı yere boya, bir ya da birkaç kez yedire yedire sürülür ve motif gölgelendirilmiş olur. Bu teknik özellikle, dal, sap ve küçük alanların renklendirilmesinde tercih edilir.

XVII. yüzyılın ikinci yarısından XIX. yüzyılın sonlarına kadar tezyini sanatlarda kullanılan natüralist çiçeklerin başında gül, lâle, karanfil, sümbül, leylak, haseki küpesi ve şebboy gelir. Bu çiçekleri zerrin, menekşe, zambak, düğün çiçeği, hezaren, erguvan, açelya, peygamber düğmesi, süsen, gelincik, çiğdem, mine, şakâyık, ortanca, sardunya, bahar dalı, servi ağacı ve üzüm salkımı gibi bazı meyveler ve bu bitkilerin değişik çeşitleri takip eder.

Natüralist çiçeklerin, özellikle gül resimlerinin kullanım alanlarının başında Kur’ân-ı Kerim’ler, dua kitapları, Hilye-i Şerîfler, levhalar, yazı albümleri ile lake cilt kapakları, duvar ve ahşap süslemeleri gelir. Bu eserlerin dışında, herhangi bir eseri süsleme düşüncesinden ziyade çiçek resimlerini bir arada toplayıp bir albüm oluşturmak amacıyla da bazı çalışmalar yapılmıştır.

PROF. TAŞKALE: GÜL ÇALIŞMALARIM RUHUMU BESLİYOR.

Tarama ve noktalama teknikleriyle natüralist üslupta ilk gül çalışmamı 2006 yılında gerçekleştirdim ve bu gül çalışmam Dr. Öğretim üyesi, hattat Hüseyin Gündüz ile birlikte yayınladığımız “Türk Hat Sanatında Hilye-i Şerîfeler” kitabımızın tanıtım töreninde ve Antik Palace’de gerçekleştirilen Hilyeler sergisinde sergilendi. Açık renk nohudi renk bir kâğıt üzerine renklendirdiğim bu ilk gül çalışmamı uygularken büyük bir mutluluk duydum. Türk edebiyat ve sanatında Hz. Peygamberin (sav) sembolü olan güle olan aşkım bu ilk çalışmamla başladı ve klasik tezhip uygulamalarım yanı sıra 2011 yılına kadar aynı teknikle birçok gül uygulaması yaptım. Bu yeni gül koleksiyonum büyük bir organizasyonla Yıldız Sarayı’nda düzenlenen ve dönemin cumhurbaşkanı ve protokolünün katılımıyla gerçekleşen Hilyeler Sergisi ve Türkçe-İngilizce yayınlanan ikinci ‘’Hilyeler’’ kitabının tanıtım töreninde özel bir alanda sergilendi. Bütün bu maddi imkanların ötesinde benim için çok özel bir yere sahip olan gül çalışmalarım bana büyük bir huzur veren adeta ruhumu besleyen bir terapi özelliği taşımaktadır.

Değerli kâğıtlar üzerine kıymetli boya ve fırçalarla renklendirdiğim bu  cansız  gül çalışmalarımı izlerken aldığım keyif, Allah’ın yarattığı o rengârenk, canlı, cennet kokulu, üzerinde çeşit çeşit börtü böceğin uçuştuğu ve yaşadığı gülleri izlerken aldığım keyifle ölçülebilir mi? Allah’ın yaratıp tabiatı bezediği bu birbirinden değerli güllerin kokusunu  Hz. Muhammed’in (sav) terinin kokusuyla eş tutmak ve değerli kılmak ne kadar yerinde bir benzetmedir.

Hepsinin bende ayrı bir hatırası ve değeri olan bu çalışmalarımdan bir tanesi “Gül-i Faruk’” (Faruğun gülü/Faruğun Peygamberi) bende ayrı bir yere sahiptir. 50x40 cm. ebadında olan bu gülümü merhume Rikkat Kunt Hocam’dan bana intikal eden açık nohudi renk aharlı bir kâğıt üzerine uyguladım ve ilk dokunuşlarım 2010 senesinin Temmuz ayında, merhum babamın, annemin, büyüklerimin ve benim doğduğum, Kapadokya’nın çok sevdiğim, kendimi huzurlu hissettiğim bir köyü olan Zile’de başladı. Çalışma masam, alt katta, bahçeye giriş tarafında bulunan odanın güllere ve lavantalara bakan pencerenin önündeydi. Bahçedeki gül ve lavantaların kokusu ile uçuşan böceklerin çıkardığı sesler açık penceren içeriye doğru gelmekte ve bana ilham veren ve çalışmamı kolaylaştıran etkileyici bir ortam sağlamaktaydı. Adeta masaya ve çalışmama kilitlenmiştim bu ortamda. Akşam hava kararana kadar epey yol alıyordum gülün kırmızı detaylarını ve yapraklarını kendi geliştirdiğim teknikle renklendirirken. Bu gülümü bu odada yorulmadan, sıkılmadan hava kararana kadar düzenli bir şekilde Ağustos ortalarına kadar çalışarak tamamladım. Bahçede güller üzerinde uçuşan börtü böcekler de güllerin üzerindeki yerlerini aldılar tabii ki... Gözlerimi dinlendirmek için ara verdiğimde yapmaktan en çok keyif aldığım şey, bahçeye çıkıp kuş ve börtü böceklerin birlikte dillendirdikleri mûsikî eşliğinde çiçek kokularını içime çekmek ve ağaçlardaki meyvelerden tatmaktı. Gül çalışmam tamamlandığında çalışmamı karşıma aldım, derin bir huzurla Rabbime şükrettim beni bu sanatla ve yetenekle bezediği için.

Cennetmekân Fatma Rikkat Kunt Hocamla beni karşılaştırdığı için Allah’a sonsuz teşekkür ediyorum. Rikkat Kunt Hocam, bana uğraştığım sanatın sadece kâğıt, altın, boya ve fırça gibi malzemelerle duygularımı yansıtmak olmadığını, bu sanatın aynı zamanda insan ruhunu eğiten, terbiye eden ve hayata farklı bir pencereden bakmazı sağlayan bir araç, uğraş olduğunu öğretti.  O güzel Türkçesi, güler yüzü ve tatlı diliyle bu sanata olan sevgi ve ilgimi güçlendiren sohbetlerimiz benim için en güzel eğitim ve ilham kaynağıydı.

PROF. DR. FARUK TAŞKALE: SANAT BİR BÜTÜNDÜR.

Sanat bir bütündür. Tezhip, hüsn-i hat, minyatür, resim, müzik vs. bu bütünün parçalarıdır. Bir araya geldiklerinde büyük bir güç oluştururlar.

Sanat, güzele ulaşmanın bir yolu, duyguların bir çeşit yansımasıdır. Sanatın herhangi bir dalı ile uğraşma şansına ulaşanların, uğraştıkları dalı sevmeleri, sıkılmadan çok çalışmaları; adeta bir yaşam biçimi olarak benimsemeleri, zamanlarını çok iyi değerlendirmeleri, müze vs. etkinlikleri takip etmeleri ve uğraştıkları sanatlarla ilgili çok kitap okumaları, kendilerini geliştirme ve güzele ulaşmaları açısından onlara yol gösterecektir.

Sanat bir nevi ibadet gibidir. Kibir kabul etmez. Sanatkâr alçak gönüllü olmalı, yeniliklere ve kendini geliştirecek çalışmalara açık olmalı... Sanatkârı yücelten yaptığı eser değil, o eseri vücuda getirirken kazandığı özelliklerdir. Bu özellikler onları kalıcı kılan unsurlardır. Yoksa o eserlerin en güzelini ve ulaşılmazını yüce Allah zaten yaratmıştır. Bizlerin yaptığı sadece kazandığımız özellikler doğrultusunda yaratılanı yansıtmaktır.

Teşekkür ederim İbrahim Ethem Bey, sanat adına yaptığınız hizmet takdire şâyân.

{name}
{content}
+
-
{name}
{content}
+
-

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

SİZİ ARAMAMIZI İSTER MİSİNİZ?

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

BİZ SİZİ ARAYALIM

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.