Kuveyt Türk Özel Bankacılık Portalı nezdinde kültür ve sanata değer veriyor, vakitlerinizi kıymetlendirecek kitapları, sanat eserlerini tahlil ediyor, sergileri ve müzeleri ziyaret ederek gözlemlerimizi kaleme alıyoruz. Bu süreçte bir taraftan bu toprakların irfanı için alın teri, göz nuru döken ustalarımızın sanat ve estetik yolculuklarına müşfikâne nazar ederken diğer taraftan da sanatçılarımızın marifetlerine iltifat eden koleksiyonerlere “merhaba” diyoruz. Bu bağlamda yeni yazımızın öznesinde Adıyaman Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ebubekir İnan’ın “İlahi Rahmet ve Peygamberin (s.a.v.) Merhameti” serlevhalı bakır kakma eseri var.
Hocaların hocası Ebubekir İnan’ın mufassal sanat yolculuğuna müşfikâne nazar etmezden önce bakır kakma sanatına mufassalan değinelim.
Bakır, tarih boyunca işlevselliği ve sanatsal değeriyle öne çıkan bir madendir. İlk kez M.Ö. 7000'li yıllarda Anadolu’da işlenen bakır, dövme tekniğiyle yapılan küçük aletler ve süs eşyaları sayesinde insanlığın erken dönemlerinden itibaren önemli bir yer edinmiştir. Zamanla silah yapımından mutfak eşyalarına kadar geniş bir kullanım alanı bulan bakır, farklı medeniyetlerin günlük yaşamında kendine kalıcı bir yer bulmuştur.
Selçuklu döneminde Konya, Mardin, Diyarbakır ve Erzurum gibi şehirlerde kurulan atölyeler, bakır sanatının gelişiminde önemli rol oynamış ve halkın bakır eşyaya olan ihtiyacını karşılamıştır. Yumuşak ve işlenebilir yapısı, bakırı hem sanat hem de zanaat için ideal bir malzeme haline getirmiştir.
Osmanlı döneminde ise bakır, altın kaplama tekniğiyle tombak sanatına evrilerek saraylarda güç ve ihtişamın simgesi haline gelmiştir. Özellikle mutfak eşyaları ve saray objeleri tombak tekniğiyle kaplanarak bakır, sadece işlevsel bir madde olmaktan çıkmış, aynı zamanda zenginliğin ve zarafetin sembolü olmuştur. İstanbul ve Bursa gibi şehirlerde gelişen bu zanaat, Osmanlı’nın estetik anlayışını yansıtan önemli bir sanat dalına dönüşmüştür.
Günümüzde ise bakır, eski işlevini büyük ölçüde yitirerek nostaljik ve dekoratif bir obje olarak karşımıza çıkmaktadır. Eskiden mutfaklarda ve atölyelerde yoğun olarak kullanılan bakır, artık evlerde ve sanatsal mekânlarda sergilenerek geçmişin estetik izlerini modern yaşama taşımaktadır. Bu değişim, bakırın tarihsel önemini kaybetmeden, her dönemde farklı bir değer kazanarak varlığını sürdürdüğünü göstermektedir.
EZME, DÖVME, KABARTMA…
Bakır işleme sanatı, yüzyıllardır ustaların ellerinde şekillenen, zarafet ve incelikle işlenen her parçasında sanatsal bir değer taşıyan nadide bir zanaattır. Oyma, ezme, kabartma ve kazıma gibi tekniklerle bakıra derinlik ve estetik kazandırılırken, özellikle dövme ve ezme yöntemleriyle şekillendirilen bakır levhalar bu sanatın özünü yansıtır.
Sanatta kullanılan bakır levhanın kalınlığı ve yumuşaklığı, eserin büyüklüğüne ve işçiliğin yoğunluğuna göre titizlikle seçilir. İnce ve yoğun süslemeler için daha yumuşak levhalar tercih edilirken, geniş ve sade kompozisyonlarda daha kalın ve sert levhalar kullanılır. Kakma sürecinde ustaların kullandığı metal ve ahşap kalemler, her darbeyle bakıra ruh katarken, bu sanat zanaat ve sanat seviyesinde ender insanların arayıp bulacağı bir zarafet ve ihtişam sembolü haline gelir.
Bakır kakma sanatı, sadece görsel bir zenginlik değil, aynı zamanda estetik anlayışın ve sanatkâr bir ruhun simgesi olarak geçmişten günümüze değerini korumaktadır.
BAKIR NARİN BİR CEVHERDİR
Bakır, nazlı bir maden olup kakma sanatında usta ellerde şekil bulduğunda eşsiz formlar kazanır. Uygulanan kuvvetin dengesi büyük ehemmiyet taşır; az kuvvet, istenen formu veremezken, fazla kuvvet bakıra zarar verir. Bu sebeple işleme süreci son derece titizlik ve sabır ister. Usta eller, bakıra zarar vermeden, sabırla ve ihtimamla mükemmel formu elde etmeye çalışır.
Kakma işinin ardından, bakır objenin eski görünümü kazanması, parlatılması veya yüzeyinin varaklanması gibi işlemler de ayrı bir özen gerektirir. Bu sanatın ürünü olan eserler, hem işlevsel eşyalar hem de sanatsal objeler olarak değer taşır. Yüzyıllara meydan okuyan mukavemeti, rengindeki ahenk, üzerindeki işlemelerin zarafeti ve parıltısıyla bakır, insanoğlunun kolayca vazgeçemeyeceği madenlerdendir.
MANEVİ BİR SANAT YOLCULUĞU
Öz sanatlarımıza her biri diğerinden âlâ keyfiyeti hâiz eserler kazandıran Doç. Dr. Ebubekir İnan dünden bugüne sanat yolculuğunu şu cümlelerle özetliyor: “İslâm sanat felsefesi, estetik ve manevi değerlerin derin bir uyum içinde buluştuğu bir anlayışı yansıtır. Tevhid ilkesine dayalı olarak, sanat, varlığın birliğini ve Allah’ın mutlak yaratıcı kudretini ifade eder. Figüratif tasvirlerin sınırlanması, sanatın soyut ve sembolik bir dil kullanmasını teşvik eder; bu bağlamda, geometrik desenler, simetrik kompozisyonlar ve hat sanatı, evrenin düzenini ve ilahi birliği ifade eden güçlü estetik araçlar olarak öne çıkar. Güzellik ve estetik İslâm sanatında, Allah’ın yaratıcı kudretinin bir yansıması olarak görülür ve manevi derinliği destekleyen bir özellik taşır.
Sanat, ibadetle iç içe geçmiş bir yapıdadır; camilerdeki süslemeler ve yazılar, ibadet edenlerin manevi deneyimlerini zenginleştirmek ve ilahi huzuru artırmak amacıyla tasarlanır. Her sanat eseri, estetik bir zevk sağlamanın ötesinde, manevi bir anlam ve ruhsal bir tatmin arayışı içerir. Sanatçılar, teknik becerilerin yanı sıra ruhsal derinlik arayışında bulunur, böylece estetik sadece göz zevkini değil, aynı zamanda manevi bir uyanışı da sağlar. Bu anlayış, sanatı toplumsal ve bireysel düzeyde yüksek bir manevi değer ve estetik ifade aracı olarak konumlandırır.
Bu derin anlayış, kişisel sanat yolculuğumda da kendini gösterdi. Geleneksel sanatlara olan ilgim erken yaşlarda kara kalem ve çeşitli tekniklerle resimler yaparak başladı. Eğitim sürecimde, İslâm medeniyetinde ve özellikle Osmanlı dönemindeki sanat gelişimini derinlemesine araştırdım. Hadis-i Şerifler ve diğer kaynaklar ışığında, İslam sanatlarının kökenleri ve sebeplerini anlamaya çalıştım. Bu araştırmalar, İslâm sanat felsefesiyle örtüşen bir sanat anlayışının şekillenmesine zemin hazırladı ve iç dünyamda kök salan bu anlayış, sanat yolculuğuma derinlik kazandırdı.”
Doç. Dr. İnan’ın bakır kakma çalışmalarının alametifarikası ise onun kişisel tercih olarak bu sanatı sadece âyet-i kerîmeler ve hadis-i şerifleri işleyerek icra etmesidir. Sanatçı bu tercihin gerekçelerini kendi bakış açısıyla şöyle ifade ediyor: “İslam kültür ve medeniyetinde sanatın özü, Kur'ân-ı Kerîm'in derinliğinde yatmaktadır. Bu kutsal metin, sadece dini bir rehber değil, aynı zamanda estetik ve manevi bir ilham kaynağıdır. Kur'ân'ın yazıldığı kâğıt, kullanılan mürekkep, harflerin şekilleri ve yazının biçimi, bu kutlu metnin sanatsal ifade biçimlerinin ilk ve en yüce örneklerini sunar. Ebru sanatı, zahriyeler, serlevhalar, sure başları, noktalar, güller ve hatime gibi detaylar, Kur'ân'ın derin manalarını estetik bir dille aktarır.
Bu sanat dalları, Kur'ân'ın ilahi kelâmını, harflerin soyut formalarına dönüştürürken, medeniyetin zarif ve derin yönlerini gözler önüne serer. Her bir sanat eseri, Kur'ân'ın özündeki aşkı ve manevi derinliği, görsel bir ifade ile sunar. Bu sanat eserleri, sadece estetik bir güzellik sağlamaz; aynı zamanda İslâm’ın manevi derinliğini ve zarafetini de yansıtır.
Hal böyle iken, bakır kakma sanatını yalnızca Kur'ân âyetleri ve hadis-i şerifler için uygulamayı, sanatın manevi derinliğini ve edebi zarafetini korumanın bir yolu olarak görüyorum.”
Yazımızın öznesini teşkil eden “İlahi Rahmet ve Peygamberin (SAV) Merhameti” serlevhalı eserin alametifarikası bakır kakma sanatında sıkça tercih edilen kakma tekniğinin mevcut kakma tekniklerinden farklı olarak oval yüzeyler elde etmek yerine daha kübik düz yüzeyler elde ederek bakıra form vermesi olarak karşımıza çıkıyor. Sanatçı İnan’dan bu tekniğin gelişim sürecini öğreniyoruz: “Bu tekniği geliştirmemin en büyük nedeni hüsn-i hat sanatında her harfin kullanılan yazı tipine göre değişmez anatomik ve geometrik ölçülerinin olmasıdır. Muazzam bir matematiğin kullanıldığı bu değişmez nizamı bakır kakma tekniğini kullanırken korumak asla kolay değildir. Kâğıt üzerinde kamış kalemin mürekkeple gezindiği bir anda bile oluşan titremelerle harflerin formu ya da matematiği bozulduğu anda artık o yazı sanattan uzaklaşmış sayılmakta. Çoğu zaman ise “tashih” dediğimiz daha hassas rötuşlarla düzeltmeler yapılmaktadır. Ancak bakır bir malzemede oluşacak kaymayı telafi etmenin ya da tashih etmenin bir yolu maalesef bulunmuyor. Oval form elde etmek için kullanılan kakma teknikleri ise maalesef bu hassasiyeti sağlayamamaktaydı. Bu nedenle daha keskin ve düz formlar elde edebilmek için bu tekniği kendi çabamla geliştirdim. Bu konuda çalışmalarım sırasında bana katkı sunan tüm hüsn-i hat sanatı üstadları hocalarıma teşekkür ediyorum.”
Sözün bu yerinde Ebubekir İnan’dan “İlahi Rahmet ve Peygamberin (SAV) Merhameti” isimli eserinin hikâyesini, bidayetinden nihayetine üretim süreci ile sanat ve teknik özelliklerini öğreniyoruz: “Bu eserde Kur’ân-ı Kerîm’den Tevbe Suresi 128’inci ve 129’uncu âyetler yer almaktadır. Eserdeki hüsn-i hat çok değer verdiğim Hattat Abdurrahman DEPELER hocamıza aittir. Tezhibi ise yine çalışmalarını hayranlıkla takip ettiğim Müzehhibe Gülsüm GÜGERCİN Hanımefendiye aittir. Her iki hocamıza da ruhlara hitap eden bu ihtişamlı ve zarif eserlerini bakır kakma tekniği ile yorumlamama izin verdikleri için sizin aracılığınız ile teşekkürlerimi sunuyorum.
Her sanat eseri göz zevkine hitap ettiği kadar mana itibariyle de ruhlara ve akıllara da hitap etmeli ve nazar edenlerin kalbinde bir sıcaklık bırakmalıdır. Bu nedenle öncelikle eserin anlamına dikkatleri çekmek istiyorum.
Kur’ân-ı Kerîm bizzat bir mucizedir ve dahi nihayetsiz mucizelerle doludur. Aynı zamanda Kur'ân-ı Kerîm Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamber olduğunu kanıtlayan en önemli ve en büyük mucizedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber Efendimiz (s.a.v) ile ilgili çok sayıda ayet vardır. Bunlardan biri de Onun Allâh katındaki derecesini ve ümmetine olan hislerini anlatan Tevbe Sûresi’nin 128’inci ve 129’uncu âyetlerdir. Bu ayetlerde Cenab-ı Allâh “Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, size çok düşkündür, müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur. Buna rağmen yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter, O’ndan başka ilah yoktur, ben yalnız O’na güvenip dayanırım; O, büyük arşın sahibidir.” buyurmuştur.
128’inci âyette Peygamber Efendimiz, Allâh Teâlâ’nın iki güzel ismi ile, raûf ve rahîm olarak nitelenmiştir; raûf “çok şefkatli”, rahîm “çok merhametli” demektir. Yüce Allah’ın hiçbir peygamberini kendi isimlerinden ikisiyle birlikte anmamış olduğu dikkate alınırsa onun Rabbimizin katındaki derecesi ve bütün bu açıklamalara rağmen ondan yüz çevirenlerin ne büyük ziyanda oldukları daha iyi anlaşılır. 129’uncu âyette ise Hz. Peygamber’den (s.a.v.) bu gibi bahtsızların tutumlarından üzüntü duymaması, sadece Allâh’a güvenip dayandığını hatırlaması ve onlara da bunu duyurması istenmektedir. (Bkz. Diyanet Kur’an Yolu Tefsiri)
Bu manaya haiz bir eserin beni cezbetmemesi mümkün değildir. Hele ki alanında çok iyi hocalarımızın Ayetlerin anlamına yakışır derinlikte ve zerafette meşklerini gördükten sonra… Hattat Abdurrahman DEPELER hocamızdan ve Müzehhibe Gülsüm GÜGERCİN Hanımefendi’den aldığım destur ile hemen çalışmaya koyuldum. Sanatlarını onların hassasiyetlerini de gözeterek koruyarak yorumlamam elbette ki çok önemli. Eserin boyutunu da bu hassasiyet belirliyor. Eserin tezhibindeki ince detaylar ve bu detayların korunabilmesi için belli bir ölçünün altına inilemeyeceğini gösteriyordu. Bu nedenle eseri 55 cm en ve 65 cm boy olarak çalıştım. Hemen hemen tüm geometrik formları barındıran bu eserde istenilen hassasiyette nihayete ulaşabilmenin yolu bakır kakmaya başlamadan önce tüm detayları bakıra kusursuzca aktarabilmekten geçmektedir. Yazılar ve desenler bakıra aktarıldıktan sonra bakır levha her iki yüzeyden de kakma teknikleri ile işlenmektedir. Her aşamada harflerin ve desenlerin ölçülerinin, oranlarının korunup korunmadığı ile ilgili endişelenmek bu işin doğasında var. Endişelerimi gidermek için tabi ki her aşamada yine değerli hocalarımızın onaylarını alarak devam ettim. Sonuca ulaşmak kadar sonuca varana kadar gidilen yolun da anlamlı olduğunu hissederek sabırla her detayı ortaya çıkarmak ise yaklaşık üç ay sürdü. Bakır kakma işlemi bittikten sonra eserin karartılarak eskitilmesi ve sonrasında temizlenerek altın varak uygulaması ise ayrı bir zanaat olarak gerçekleştirdiğim son aşamalardır.
Bir duvar levhasını tamamlayan ve belki de eseri gerçek anlamda ortaya çıkaran ise çerçevedir. Çerçeveler bir sanat eserini ne gölgede bırakacak kadar abartılı ne de olduğundan daha zayıf gösterecek kadar mütevazı olmamalı. Öyle bir çerçeve olmalı ki eserle buluştuğunda sadece onun için biçilmiş başka da hiçbir esere o kadar yakışamayacağı hissini uyandırmalı. Eserden ayrı düşünülmemeli, eseri tamamlayan bir unsur ve eserin devamı olarak görülmelidir.
“İlahi Rahmet ve Peygamberin (s.a.v.) Merhameti” eserimizin çerçevesi de esere yakışan bir tevafukla dikkatimi çekti. İstanbul’da bulunan eski konakların birinden çıkma olan ahşap ve tamamen el işçiliği ile üretilmiş gerçek bir antika çerçeve olduğunu da öğrenince bu esere bu çerçeve olmalı diye niyet ettim. Çerçevenin varağı oldukça zarar görmüş bir halde idi. Gerekli temizlikten sonra benim kullandığım altın varak ile aynı tonda özel olarak yeniden varaklandı. Bu renk uyumunu böylesine bir çerçevede yakalayabilmek beni ziyadesi ile memnun etmişti. Eserin çerçevelenmiş halde 91 cm eninde ve 101 cm boyundadır.
DOÇ. DR. İNAN: GAYRET BİZDEN, BAŞARI ALLAH’TAN
Eserin zarafetine üçüncü bir boyut katan bakır kakmanın, altın renginin sıcaklığının, ihtişamının ve çerçevenin derinliğinin en sonunda bizi mana âleminde esir eden bir bütünlüğe ulaşmış olması Allah Azze ve Celle’nin inayeti, bu âyetlerin bereketi ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) himmeti iledir. Gayret bizden başarı ise Allah’tandır.”
Doç. Dr. Ebubekir İnan, "efradını cami, a'yarını mani" anlayışını yansıtan bakır kakma eserlerinin her bakıldığında kalpte bir sıcaklık ve ruhTa bir iz bırakması gerektiğini vurguluyor. "İlahi Rahmet ve Peygamberin (s.a.v.) Merhameti" başlıklı çalışmasında, sanatseverlere gerçek sanatın yolculuğuna çıkmalarını, bu yolculukta hassasiyet ve insan onuruna yakışan derin duygularla hareket etmelerini ve Allah'ın sonsuz sanatını, O’nun isimleri ve Elçisi'nin rehberliğinde öğrenmeleri mesajını iletiyor.
DOÇ. DR. EBUBEKİR İNAN
1987 Malatya doğumlu olan Dr. Ebubekir İnan, ilk ve orta öğretimini tamamladıktan sonra 2009’da İnönü Üniversitesi Matematik Bölümünden mezun oldu. Aynı yıl Adıyaman Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak göreve başladı. Yüksek lisans eğitimini 2011’de tamamladı. 2015 yılında ise İnönü Üniversitesi Matematik Anabilim Dalında doktora eğitimini tamamladı. Adıyaman Üniversitesi Matematik Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaya devam etmektedir. 2002 yılında bakır kakma sanatıyla uğraşmaya başladı. Kendi kişisel tercihi olarak özellikle hüsn-i hatları, kakma tekniğini ilerleterek bakıra işledi. Hüsn-i hatların yazılış kurallarına ve ölçülerine uyarak bakıra aktarabilmek için kendine has teknikler geliştirdi. Kişisel sergilerinden başka yurt içinde birçok sergiye katıldı. Adıyaman Üniversitesi bünyesinde öğrencilerin gelenekli sanatlarla tanışabilmesi için akademik danışmanlık yaparak birçok proje gerçekleştirdi. Çalışmalarına devam eden Ebubekir İnan, evli ve üç çocuk babasıdır.
İbrahim Ethem Gören/26.08.2024-Yazı No: 415