İstanbul Ticaret Odası (İTO) Hattın Celîleri isimli kitabıyla Türk hat sanatına hizmet etmeye devam ediyor.
Hattın Celîleri, İstanbul Ticaret Odası’nın Kemal Batanay, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar ile Noktalar ve Çizgiler Arasında Hasan Çelebi isimli kitaplarının ardından hüsn-i hat sanatına yönelik dördüncü müstakil kitap olma hüviyetini hâiz. Kısa bir süre önce sanatseverlerin irfanına arz edilen kitabı İstanbul Ticaret Odası’nın Başkan Yardımcısı, kültür, sanat adamı İsrafi Kuralay adresimize gönderme lütfunda bulundular.
Araştırmacı-yazar İsmail Oman’ın titiz çalışmaları sonucunda ortaya çıkan kitapta hüsn-i hat sanatının kurucu, ekol sahibi üstadlarının hayat hikâyeleri, yazı sanatına yaptıkları hizmetler, yetiştirdikleri talebelere ait malumatlar ve eserlerinden örneklerle birlikte ele alınıyor.
ESÂTÎZE-İ SEB’A…
Kitabın serlevhasında yer alan “celî” ibaresine birazdan değineceğiz, evvelemirde “esâtîze-i seb’a” diyeyim... Hüsn-i hat sanatıyla hemhâl olanların bileceği üzere esâtîze-i seb’a aklâm-ı sittenin ölçülerini tanzim ederek yazı sanatında yeni bir çığır açan Yâkût el-Mustâ’sımî ile birlikte her biri Hattat Yâkût gibi hüsn-i hatta nâm sahibi altı öğrencisini tarif etmek için kullanılan, asliyet şuurunu hâiz bir tanımlamadır.
İTO BAŞKANI AVDAGİÇ: İLMİN YEŞERMESİ İÇİN BU TÜRDEN YAYINLARI YAPIYORUZ.
Kitabın hangi mülahazalarla yayınlandığını İstanbul Ticaret Odası Başkanı Şekib Avdagiç şu cümleleriyle ifade ediyor: “Bu kitapları yayınlamamızın bir sebebi var. Onu da İbn-i Sina veciz bir şekilde ifade ediyor: ‘İlim ve sanat takdir edilmediği yerden göç eder.’ Bu topraklarda ilmin yeniden yeşermesi, gelenek ve geçmişimiz ile bugün arasında kopmaz bir bağın tekrar tesis edilmesi ve hepsinden önemlisi sanatın ve ilmin göçtüğü bu topraklara bir daha yerleşmesi için bu tür yayınları yapıyoruz. Böylece “Kur’an-ı Kerîm Hicaz’da nâzil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı’ ifadesinin, İstanbul’un ticaret odası olarak bize yüklediği büyük sorumluluğu yerine getiriyoruz. Bu anlayışla hat sanatımızın ‘yedi üstadını’, ‘Hattın Celîleri’ni sizinle buluşturmaktan büyük mutluluk duyuyoruz.”
PROF. DR. SÜLEYMAN BERK: CELÎ YAZI İLE SANAT VADİSİNDE YENİ BİR UFUK AÇILMIŞTIR.
Yazar Orman’ın kitabına “Hattın Celîleri” serlevhalı yazısıyla katkıda bulunan Prof. Dr. Süleyman Berk, Şeyh Hamdullah ile başlayan dönemde “Aklâm-ı Sitte” içerisinden özellikle sülüs ve nesih yazı üzerinde çalışmalar yapıldığını ve yazıya Osmanlı renginin verildiğini ifade ettikten sonra üç hüküm cümlesi kuruyor: “(Şeyh Hamdullah döneminde) Harfler ölçüsünde ve daha zarif bir hal almıştır. Şeyh Hamdullah sonrası Ahmed Karahisârî döneminde celî yazının farklı bir hâl aldığı görülür. Celî yazı ile farklı istiflerle yazıya sanat vadisinde yeni bir ufuk açılmıştır.”
Hattat Süleyman Berk makalesinde celî sülüs yazının kullanım alanlarına ve bu sahadaki önemli hattatlara da değiniyor. “Celî sülüs yazı daha çok mimarî yapılarda ve levhalarda kullanılmıştır. Harf yapısının büyük ve kalın oluşu, kitâbî yazı olmasından ziyâde, büyük olarak kullanılması gelişiminin geç olmasını sağladığı söylenir. Bu, bir yere kadar doğrudur. Fakat celî yazıya tarihî perspektiften bakılınca üzerinde devamlı bir îmâl-i fikir yapıldığı görülecektir. Osmanlı’da, celî sülüs yazının kırılma noktası olan Râkım öncesinde de önemli çıkışlar olduğu görülmektedir. Yahyâ Sûfi Ali b. Yahyâ Sûfî’den sonra Karahisârî talebesi Hasan Çelebi. Kâsım Gubâri, Sultan III. Ahmed, Hattat Beşir Ağa ve Mehmed b. Mustafa bu vâdînin önemli isimleri olarak görülecektir.”
Şeyh Hamdullah’a Ahmed Karahisârî’ye, Hâfız Osmân’a, Mustafa Râkım Efendi’ye, Mahmûd Celâleddin Efendi’ye, Kâdıasker Mustafa İzzet Efendi’ye ve Sâmi Efendi’ye esâtîze-i seb’a miyânında kitabında yer veren Yazar İsmail Orman’ın, elimizde tuttuğumuz eserini telif etme hikâyesini yazarın kaleminden okuyalım: “Beni bu eseri vücuda getirmeye cür’et ettiren hikâye, bundan tam yirmi sene önce İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Son Hattatlar adlı eserinin tedkîki ile başlamıştır. Bu süretçe hattâtlar üzerine yapılmış olan çalışmalarda büyük eksiklikler bulunduğunu görmüş ve tezkirelerde zikredilmemiş olan hattâtların terâcim-i hâlini derlemeye başlamıştım. Daha sonra târihî kaynaklar ve arşiv malzemesine erişmiş idim. İstanbullu bir san’at tarihçisi olarak fırsat buldukça yapmış olduğum gezilerle, hüsn-i hat menba’ı olan câmi, mescid, tekke gibi dînî yapılar ile sâir devlet dâ’irelerini ziyâret ederek, ketebeli eserlerin tesbitini yapmış idim.”
Hattın Celîleri, Asr-ı Saâ’detten Feth-i Mübîn’e Hat San’atı, Hattın Celîleri-Esâtîze-i Seb’a, Şeyh Hamdullah, Ahmed Karahisârî, Hâfız Osmân, Hâfız Osmân ve Hilye-i Sa’âdet Geleneği, Mustafa Râkım Efendi, Mahmûd Celâleddin Efendi, Kâdıasker Mustafa Efendi ve Sâmi Efendi bölümlerinden müteşekkil.
‘KALEM GÜZELLERİ’ MUHATAPLARINI OSMANLI ASIRLARINA GÖTÜRÜYOR.
Kitapta bir önceki paragrafta isimlerini andığımız yazı sanatımızın büyük üstadlarının her biri diğerinden âlâ keyfiyeti hâiz ‘kalem güzelleri’ muhataplarını Osmanlı Cihan Devleti asırlarına götürüyor.
İsmail Orman, bir zikir tesbihinin ipi bir şeklinde koptuğunda dua tanelerinin her birinin ayrı bir tarafa dağılması misali elimizden kayıp giden, kaybolan, ülkemizden kaçırılan, yaban ellerdeki müzelerde ziyaretçilerini bekleyen pek kıymetli Osmanlı hat sanatı eserlerinin fotoğraflarına da kitabında yer vermiş. Bulundukları yerlerde hüsn-i hattın hafî zikrini terennüm etmekte olan mezkûr hüsn-i hat levhaları aynı zamanda vurdumduymazlığımızın da nişâneleri…
‘HATTIN CELÎLERİ’NDE OSMANLI TÜRKÇESİNİN ZARİF İNCELİKLERİ VAR.
İsmail Orman’a, Osmanlı Türkçesinin zarif inceliklerini dünden bugüne taşıma sevdasında olan nevişahsına münhasır bir üslupla kaleme aldığı kitabı için teşekkür ederken yazımızı Ahmed Karahisârî’nin âsarına genel bakışla taçlandıralım: “(Ahmed Karahisârî’nin) Eserlerine şöyle bir bakıldığında kudretli bir elden çıkmış gibi hüsn-i hat numuneleri görülmez sâdece: Öyle yazıları vardır ki sanki yapılmış gibidirler. Hakîkaten çoğu yazısının önce kontur olarak çizildiği, sonra da bu çizgilerin içlerinin altınla boyanarak oluşturulduğu dikkati çeker. Yazılarındaki altın çekmelerin onun elinden çıkmış olduğunu söyleyebilmek pek mümkün değilse de en az bir müzehhîb kadar yüksek bir san’at zevkine ve ehîl bir göze sâhib olduğu şüphe götürmez. Bu nedenle Şeyh Hamdullah’ın aksine tezhibin ni’netlerinden sonuna kadar faydalanmasını bilmiştir. Her ne kadar yer yer yazıyı bastıran uygulamalarla karşılaşılmaktaysa da çoğu zaman mu’azzâm bir âhenk yakalandığı dikkatlerden kaçmamaktadır.”