Ahi kenti Akşehir, Anadolu coğrafyasını İslâm-Türk irfanıyla yoğuran ecdadımızın nişânelerini Akşehir Taş Eserler Müzesi’nde (Taş Medrese) ve Nasreddin Hoca Mezarlığı’nda misafir ediyor. Bu yazımızda modern zamanların ahisi Oktay Dortluoğlu’nun vefâtı üzerine geçtiğimiz hafta ziyaret ettiğimiz Akşehir’de Taş Eseler Müzesi’nde ve tarihi Nasreddin Hoca Mezarlığı’nda sergilenmekte olan mezar kitâbelerine müşfikâne nazar edeceğiz.
Akşehir ve civarında Anadolu coğrafyasına isimlerini ilim ve hikmet anahtar kelimeleriyle birlikte yazdıran pek çok kıymetli şahsiyet medfun. Seyyid Mahmud Hayrânî, Nasreddin Hoca, Nîmetullah Nahcivânî, Seyyid Yûnus, Mustafa Türâbî, Seyyid Abdülvehhab Gâzî, Kileci Sultan, Seyyid Tâceddin Sultan, Çoban Dede, Sinaneddin Külahdüz, Ahi Celal, Ahi Yakup, Ahi Şeker, Ahi Haşim, Seyyid Sultan Sarı Saltuk (İncirli Dede), Şeyh Eyyûb, Türbedâr Sultan (Arap Dede), Bahar Sultan, Aslan Baba, İğdeli Dede Hızır Sultan, Nebî Sultan, Yahyâ Sultan, Kızılca Sultan, Şeyh İbrahim Sultan, Gaybullah Sultan, Demir Dövenler (Demirci Kardeşler), Şeyh Abdullah Efendi, Çığrık Sultan, Şeyh Nasuh Sultan ve Emir Yavaşgel (Cemalettin Yavaşgel) bir önceki cümlemize dâhil olan değerli ifran öncülerinden bazıları. İsimleri unutulan nice Akşehir ulusunun mezar kitâbeleri, baştaşları ve ayak taşları Akşehir’e muhafaza altında.
TAŞ MEDRESE AKŞEHİR’İN İLK MÜZE BİNASI
Akşehir Taş Eserler Müzesi’ne ev sahipliği yapmakta olan Taş Medrese (nâmıdiğer Sahip Ata Medresesi) taç kapısının üzerindeki kitâbeye göre H. 648, M. 1250 yılında Selçuklu baş veziri Sahip Ata Hüseyin Oğlu Fahrettin Ali tarafından külliye olarak yaptırılmış. Medrese, mescid, türbe imaret, hankâh ve çeşmeden müteşekkil külliyeden günümüze sadece medrese, mescid ve türbe ulaşmış. Asırlar boyunca darüşşifa olarak kullanılan medrese binası günümüzde mezar kitabelerine ev sahipliği yapıyor.
SELÇUKLU, BEYLİKLER VE OSMANLI DÖNEMİ MEZAR KİTÂBELERİ VE TAŞ ESERLERİ
Akşehir ve çevresindeki kabristanlıklardan toplanan Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerine tarihlenen mezar taşları, sandukalar, kitâbeler ve taş eserler, Taş eserler Müzesi’nde sergileniyor. Müzede ayrıca medrese hayatı, klasik merese eğitimi ve taş işçiliği canlandırmalarının yer aldığı teşhir odaları bulunuyor.
YAZILAR, BİTKİSEL MOTİFLER VE RUMİLER…
Akşehir’deki Selçuklu ve Beylikler Dönemi mezar taşlarında genellikle sanduka-lahit ile şâhideli mezar taşlarının tercih edildiğini görüyoruz. Sanduka mezar taşlarının boyları genellikle farklı olmakla beraber kademeli olarak altlıktan yukarıya doğru küçülerek dikdörtgen, üçgen, çokgen ve yarım silindirik formlardan oluşuyor. Mezar taşlarının/sandukaların üzerlerine genellikle ölüm ve ahiret temalı âyet-i kerîmeler ve hadis-i şeriflerle birlikte ölen kişinin bilgileri yer alıyor. Mezar taşlarında görülen baş ve ayak taşları ise farklı uzunluklara sahip. Bu taşların üzeri çoğunlukla sivri, kemer biçimli olup, gövdesi her bir satır için farklı bölümlere ayrılarak yazılara yer verilmiştir. Mezar taşlarında yazıların yanında bitkisel ve geometrik motifler de ve özellikle de rumi desenleri kullanılmıştır.
SANDUKALAR
Taş eserler Müzesi’nin avlusunda sergilenmekte olan sandukalar dikkatlerimizi çekiyor. Arapça kutu, sandık anlama gelen “sunduk” kelimesinden neş’et eden sanduka; genel itibarıyla devlet yöneticilerinin, ahaliden ileri gelenlerin, asıl mezarlarının üst tarafına konan, ahşap, taş ya da mermerden yapılmış sembolik tabutlara verilen isim olarak biliniyor. Tabut ve lahit gibi kelimelerle de eş anlamlı kullanılabilecek sanduka, Eski Mısır, Yunan ve İran uygarlıklarıyla birlikte Anadolu coğrafyasında da örneklerine rastlanan bir mezar ögesi.
Ecdadımızın sanduka geleneği daha çok Selçuklularla irtibatlı. Selçuklu sandukalarında Türk mezar geleneği unsurlarını gözlemlemek mümkün. Ahşap, mermer ya da çinili misalleri bulunan Selçuklu sandukalarının bazıları şâhideli. Selçuklunun akabinde Osmanlı Cihan Devleti dönemlerinin defin kültüründe de sanduka geleneğinin devam ettiğini biliyoruz. Özellikle Osmanlı türbelerinde yer alan sandukalar, Selçuklulara göre daha büyük ebatlara sahip. Süsleme açısından sadelik gösteren Osmanlı dönemi sandukaları, değerli ve bezemeli kumaşlarla örtülerek etrafları sedef, fildişi ya da madeni bir parmaklıkla çevrilmiştir.
SANDUKA KİTÂBELERİ
Taş Eserler Müzesi’nde yakından inceleme imkânı buluğumuz sanduka kitâbelerinden birinin baştaşına müşfikâne nazar ettiğimizde üzerinde kazıma yöntemiyle “Burası günahı bağışlanmış Yahya Bey oğlu merhum Seydi Ali Beyin türbesidir. Yeri hoş, yurdu cennet olsun.” yazılı olduğunu görüyoruz.
Selçuklu ve Beylikler Dönemi mezar taşlarında genellikle sanduka-lahit ile şâhideli mezar taşları tercih edildiğini görüyoruz. Sanduka mezar taşlarının boyları genellikle farklı olmakla beraber kademeli olarak altlıktan yukarıya doğru küçülerek dikdörtgen, üçgen, çokgen ve yarım silindirik formlardan oluşuyor. Mezar taşlarının/sandukaların üzerlerine genellikle ölüm ve ahiret temalı âyet-i kerîmeler ve hadis-i şeriflerle birlikte ölen kişinin bilgileri yer alıyor. Mezar taşlarında görülen baş ve ayak taşları ise farklı uzunluklara sahip. Bu taşların üzeri çoğunlukla sivri, kemer biçimli olup, gövdesi her bir satır için farklı bölümlere ayrılarak yazılara yer verilmiştir. Mezar taşlarında yazıların yanında bitkisel ve geometrik motifler de ve özellikle de rumi desenleri kullanılmıştır.
AKŞEHİR’İN FİGÜRLÜ MEZAR TAŞLARI
Akşehir, Anadolu Selçuklu Devleti'nin başkenti Konya’ya yakın olması hasebiyle Selçuklularının en önemli şehirlerinden biri. Akşehir ayrıca Roma ve Doğu Roma (Bizans) dönemlerine ait zengin bir kültürel havzasının içerisinde yer almasıyla da yerli yabancı turistleri kadim şehre ve Taş Eserler Müzesi’ne çekiyor.
Akşehir Taş Eserler Müzesi’nde mermer ve taş malzemeden yontulmuş mezar taşlarının üzerinde, çoğunlukla alçak kabartma tekniğinde işlenmiş ve bağdaş kurarak betimlenen insan figürleri yer alıyor. Özellikle kadınlara ait bu mezar taşlarında gergef işleyen, Kur’ân-ı Kerîm okuyan ve ayakta duran figürlerin sadece Akşehir’de bulunması sebebiyle ünik özellikler taşıyor. Akşehir mezar taşlarının üzerindeki insan figürleri büyük oranda Orta Asya Türk tipi özelliği gösteriyor. Yüz kısımları daha sonraki dönemde tahrip edilmiş olan kimi mezar taşlarında, figürlü süslemenin tercih edilmesi eski Türk geleneklerinin ve Orta Asya'daki sanat üslubunun bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor.
Anadolu Selçuklu sanatı içerisinde mezar taşlarındaki figür kullanımını, mezar taşları dışında farklı yapı grupları içerisinde de görmek mümkün. Selçuklu sanatının karakteristik özelliği olarak Taş Eserler Müzesi’nin önemli eser grubunu oluşturan figürlü mezar taşlarında yer alan figürlerin tamamına yakını, Selçuklu taş bezeme sanatı özelliği gösteren stilize edilmiş bitkisel motiflerle tamamlanmış olup, çok azında figürler yalın olarak kullanılmıştır.
Nasreddin Hoca’nın kızının ve Şeyh Bedreddin’in kerimesinin mezar kitâbelerinin de Taş Eserler Müzesi envanterine kayıtlı olduğunu belirttikten sonra tarihi Nasreddin Hoca Mezarlığı’nın açık alanında sergilenmekte olan 400+ mezar kitâbesine mufassalan değinelim.
NASREDDİN HOCA MEZARLIĞI AÇIK HAVA MEZAR KİTÂBESİ SERGİSİ
Adını tarihi kabristanlıkta medfun bulunan Nasreddin Hoca’dan alan Nasreddin Hoca Mezarlığı Sultan dağının eteklerinde 80 dönüm üzerine kurulmuş bir ahiret yurdu. Ziyaretçileri kabristanlığın hemen girişinde açık hava müzesi mahiyetinde mezar kitâbesi sergisi karşılıyor. Serginin girişinde konuşlanan, Arapça ve Osmanlıca okuma yazması olmayan gönüllü rehberler arzu edenlere mezar kitâbelerine dair bilgi veriyor.
Burada bulunan 400+ mezar kitabelerine, baştaşlarına, ayaktaşlarına dikkatlice bakanlar nesih, rik’a, sülüs, celî sülüs, ta’lik, muhakkak ve reyhânî yazılara tevâfuk ediyor. Arz ettiğimiz yazı nevileri kişilerin meslek, meşrep ve aile bilgileriyle birlikte Afyonkarahisar bölgesinden getirilen ve nadiren Roma döneminden kalan tek parça mermerlerin üzerine çokça kabartma tekniğiyle ve nadiren de kazıma tekniğiyle hak edilmiş.
Mezkûr sergi; mezar kitâbeleri özelinde kültürel mirasın korunması ve gelecek kuşaklara aktarılmasını temin etmek mülâhazalarıyla Konya Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü nezdinde teşkil edilmiş. Burada 13’üncü yüzyıldan 20’inci asra kadar tarihlendirilen Selçuklu, Beylikler, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemine ait mezar taşları bulunuyor.
MEDENİYETİMİZİN TAPU SENETLERİ
Mezar kitâbeleri medeniyetimizin tapu senedi mahiyetinde olup baş ve ayaktaşları üzerindeki yazılar kişiler kadar dönemlere dair de önemli bilgileri taşıyor. Hüsn-i hat sanatının Osmanlı Cihan Devleti asırlarında Anadolu coğrafyasında kudretli hattatlar eliyle yayılmasıyla doğru orantılı olarak mezar kitâbelerinde estetik yazı unsurları da kendini göstermeye başlamıştır.
Sanatkâr ecdadımızın mezar taşlarını ince bir taş ustası maharetiyle işlediğini görüyoruz. Sanat eseri denmeye seza mezar başlıkları Selçuklu, Beylikler döneminde de görülen başlıklı mezar taşları, Osmanlı döneminde çeşitlenerek devam etmiştir. Kadın mezar taşlarının bazılarında, erkeklere ait mezar taşlarında olduğu gibi serpuş kullanılmıştır. Bu serpuşlar eski zamanların hotozlarını çağrıştırıyor. Osmanlı mezar taşları üzerinde görülen bazı sembolik işaretler mesleklere işaret ediyor. Ayrıca mezar taşlarının üzerinde Anadolu’da yerleşmiş Oğuz boylarına ait damgalar da görülüyor. Osmanlı dönemi mezar taşları için süslemenin zenginleştiğini net bir ifadeyle söylemek mümkün. Geç dönem mezar taşlarında gülbezekler, kıvrım dallar, çiçekli dolgular, akantus yaprakları, lâle ve gül motifleri, stilize selvi motifleri, 'S' ve 'C' kıvrımları, şua motifleri ve mühr-ü Süleyman motifi oldukça yoğun olarak kullanılmıştır.
Vakt-i merhununda dünyanın süper gücü vasfını hâiz Selçuklu devleti medeniyetinin ahiret yurdu sakinlerine müteveccih estetik kaygılarını tefekkür ederken bu toprakları bizlere miras bırakan ecdadımıza rahmet niyaz ediyoruz. Yazımıza adını tarihi kabristanlığa veren Nasreddin Hoca’nın 13’üncü yüzyılda Anadolu beylikleri döneminde yapıldığı tahmin edilen iç içe geçmiş halde iki baldaken kısımdan müteşekkil, hayatı gibi sade ve mütevazı türbesine değinerek nihayet verelim.
Nasreddin Hoca türbenin üzeri M. 1878 yılında 12 sütunun taşıdığı piramit külâh ile kapatılmış. Osmanlı arşiv belgelerinde, Nasreddin Hoca’nın bugüne ulaşamayan medresesi ve mütemadiyen onarımı yapılan türbesi için vakt-i merhûnunda görevli ücretlerinin karşılanmasına müteveccih vakıflar tesis edildiği belirtiliyor. Fatih Sultan Muhammed Han dönemine tarihlenen H. 1 Ramazan 881, M. 18 Aralık 1476 tarihli, Mevlânâ Nasreddin Türbe ve Medresesi Vakfı’na ait tahrir kaydında türbenin yıkılmaya yüz tuttuğu ve medresesi için Akşehir ve çevre köylerden taşınmazlar vakfedildiği ifade ediliyor.
Türbenin üst kısmında bulunan kitâbesinde, “İslam’ın mukaddes hilâfetinin yüce makamını aydınlatan, Büyük Osmanlı Saltanatı tahtını şereflendiren Sultan Oğlu Sultan, Sultan, Gazi Abdülhamid Han Efendimiz Hazretlerinin mübarek ve bereketli sayısız şahane eserlerinden merhum Hoca Nasreddin'in işbu türbeleri dahi şefkat ve merhamet sahibi, atûfetli rütbesini haiz Konya Valisi Faik Bey Efendi Hazretlerinin memuriyeti zamanında teberrük ve hürmeten 2 Eylül 1906 tarihinde yeniden inşa olunmuştur.” yazıyor.
İbrahim Ethem Gören 08.11.2024 Yazı No: 425