NECATİ ŞAHİN: KOLEKSİYONCULUK SABIR VE DİSİPLİN İŞİDİR

NECATİ ŞAHİN: KOLEKSİYONCULUK SABIR VE DİSİPLİN İŞİDİR

Eski TCMB başkan yardımcısı Necati Şahin hatırı sayılır hat, ebru, kat’ı, tespih, baston, bakır ve çeşm-i bülbül koleksiyonuna sahip. Duayen bankacı Necati Şahin Üstadımızın evine misafir olarak koleksiyonu özelinde sohbet ettik.

Necati Bey sizi tanıyabilir miyiz?

1955 yılında Çorum’un Yeşilyayla Köyü’nde aynı çatı altında yaşayan 4. neslin ilk ferdi olarak dünyaya gelmişim. Merhum dedem, doğumumla ilgili olarak okuduğu bir kitabın kapağına; “Necati’nin veladeti,  20 Temmuz 1955, 30 Zilkade 1374 Çarşamba günü saat 11 vakt-i gurupta (Ezani saatle akşam ezanı saat 12.00’de okunmaktadır.), bir saat önce şiddetli yağmur yağdı.” notunu düşmüş.

Dedenizle ilgili neler hatırlıyorsunuz?

1959 yılında vefat eden büyük dedemle ilgili hatırlayabildiğim çok az sayıda hatıra var. Büyüyüp yetişmemde dedemin ve babaannemin çok büyük rolleri vardır. Dedemin dedesi iki kardeşi ve aileleriyle birlikte tahminen 1850’li yıllarda Kuzey Kafkasya’dan Osmanlı topraklarına gelmek zorunda kalmışlar ve Çorum’un o zamanki ismiyle Kuduzlar Köyü’ne yerleşmişler. İlk çocukluk yıllarım köyde geçti. İlkokulu Çorum Zafer İlkokulu’nda tamamladıktan sonra 1973 yılında Çorum İmam Hatip Okulu’ndan mezun oldum. O yıllarda İmam Hatip Okulu mezunlarını ODTÜ ve Erzurum Atatürk Üniversitesi dışındaki üniversiteler kabul etmiyordu. Bu sebeple aynı yıl fark dersleri sınavlarına girerek Çorum Lisesi’nden de diploma aldım ve İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne kayıt oldum.

İş hayatına nasıl adım attınız?

1977 yılında mezun olduktan sonra iş hayatına 1978 yılının Mart ayında T.C. Merkez Bankası Ankara Şubesi’nde memur olarak başladım. Aralık 1978, Mayıs 1980 yılları arasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı Gölcük’teki Deniz İkmal Merkezi Komutanlığı bünyesinde askerlik görevimi tamamladıktan sonra tekrar TCMB Ankara Şubesi’ndeki görevime döndüm. 1981 yılı Nisan ayında Merkez Bankası Müfettiş Yardımcılığı Sınavı’nda başarılı olarak yeni görevime başladım. 10 Şubat 1983 tarihinde evlendim. 2004 yılına kadar müfettiş ve başmüfettiş olarak TCMB şubelerinde, bankaların genel müdürlüklerinde ve diğer finansal kuruluşlar nezdinde denetimler yaptım. Ağustos 1990, Ağustos 1991 döneminde bir yıl süreyle İngiltere’de Manchester Business School’da çalışmalar yaptım. 2004-2011 yılları arasında TCMB Banka Meclisi Üyesi olarak,  2011-2016 yılları arasında ise TCMB Başkan Yardımcısı olarak görev yaptım. 6 Haziran 2016 tarihi itibariyle emekliye ayrıldım ve İstanbul’a yerleştim.

40 yıl kadar Merkez Bankası’nda hizmet ettiniz. Merkez Bankası’ndaki çalışmalar günlük yaşantınıza, halet-i ruhiyenize nasıl tesir etti?

Merkez Bankası’ndaki çalışma hayatımı birkaç farklı bölümde değerlendirmek isterim. Göreve Ankara Şubesi’nde memur olarak başladığımı ifade etmiştim. Henüz 23 yaşında, üniversiteden yeni mezun olmuş, hiçbir çalışma tecrübesi olmayan ama hayalleri ve beklentileri, hayatın gerçeklerine göre hayli yukarılarda olan birçok genç gibi ben de işe başladığım ilk günlerde bir miktar hayal kırıklığı yaşadım diyebilirim. Ama işin temposu ve çalışma ortamının sıcaklığı kısa sürede işe intibak etmemi ve sorumluluklarımın bilincine varmamı sağladı. Şubede işler günlük ve anlık olarak yapılmak durumda olduğundan, istisnalar dışında gün sonunda günün stresi de sona eriyor; ertesi güne taze bir başlangıç yapma imkânı oluyordu. Dolayısıyla TCMB’deki çalışma hayatımın ilk bölümü diyebileceğim şubecilik yıllarındaki halet-i ruhiyem de hayatı günlük ve günübirlik algılamaya yönelikti diyebilirim. O günlerde yayınlanan gazetelerden birisinin, hafızam beni yanıltmıyorsa Tercüman olmalı, mottosu da “Her sabah dünya yeniden kurulur, her sabah yeni bir başlangıçtır.” idi ve adeta benim ruh halimin de tercümanıydı.

Merkez Bankası’ndaki çalışma hayatımın en önemli bölümü diyebileceğim kısmı, 1981–2004 yılları arasındaki müfettişlik yıllarımdır. Denetim işinde, şubecilik işlerinin tam tersine, yapılan işlerin mer’i mevzuata uygun olup olmadığının,  işlemlerde maddi bir hata veya yolsuzluk, usulsüzlük gibi suiistimal ihtimali bulunup bulunmadığının incelenmesi, işlerin daha verimli ve etkin yapılabilmesini sağlamak için önerilerde bulunulması veya tespit edilen bir yolsuzluk veya usulsüzlüğün faillerinin ve sebeplerinin ortaya çıkarılması gibi işlemler tamamlandıktan, bazen bir yıl bazen daha uzun bir süre geçtikten sonra incelenmesi söz konusudur. Böyle bir çalışma ortamında mesai bitince iş de bitmiş olmamaktadır.  Günlük olarak rutin mesai saatleri içinde, çalışma mekânında bulunma dışında da verilen görev tamamlanana kadar adeta 7 gün 24 saat zihin işle meşgul olmaktadır. Tabii olarak bu durumun insanın günlük hayatını etkilememesi düşünülemez. İş dışında bulunduğunuz ortamlarda da yanlış veya eksik bir şey olursa mutlaka gözüne takılır, onu dile getirme ihtiyacı hissedersin.

Mesleki formasyondan bahsediyorsunuz…

Buna algıda seçicilik mi demek lazım yoksa mesleki formasyon veya deformasyon mu demek lazım emin olamıyorum. Ayrıca müfettişlik yıllarımın en önemli kazançlarından birisi de bana yurdumuzu tanıma imkânı sağlamış olmasıdır. Merkez Bankası’nın 20 il ve 1 ilçede (İskenderun) şubeleri bulunmaktadır. Meslek jargonuyla “turne” tabir edilen şube denetimleri dolayısıyla bu şehirlerin tamamında görevli olarak bulundum. En kısa turne süresi 2 ay civarında olduğundan, özellikle hafta sonlarında, gittiğimizin şehrin etrafındaki yerleri gezme imkânını da değerlendirince 23 yıllık müfettişlik hayatı sonunda Türkiye’de görmediğimiz yer neredeyse kalmadı diyebiliyorum. Bu merak fırsatlar doğdukça yurtdışı gezi imkânlarını teşvik ettiğinden bir kısmı görevli bir kısmı turistik olmak üzere dünyada 40 civarında ülkeyi ziyaret etme imkânı buldum. 

Çalışma hayatımın 2004 yılından sonraki bölümü ise yedi yılını banka meclisi üyesi, son beş yılını ise başkan Yardımcısı olarak çalıştığım dönemdir. Sorumluluk seviyesi son derece yüksek, verdiğin veya vermediğin karar(lar)ın bütün ülke ekonomisini bir şekilde etkileme gücüne sahip olduğu, son derece yoğun ama iş tatmini de o kadar yüksek bir dönemdi.  Bu dönemdeki tecrübem, ülkenin tamamı veya belirli bir kısmı için önemi olan kararların mutlaka konunun uzmanları tarafından ve mutlaka müşavere sonucu alınıyor olmasının hayati bir önem taşıdığı hususudur. Merkez Bankası’nca özellikle kamuoyunu doğrudan ilgilendiren bütün kararlar bu usulle alınmaktadır.

 

‘ALLAH GÜZELDİR VE GÜZELİ SEVER’

Necati Bey sanat ve estetik güzelliklere merakınız nasıl başladı?

Bildiğiniz gibi, bir hadis-i şerifte “Allah (cc) güzeldir, güzeli (güzelliği) sever.” buyurulmaktadır. Her insanda güzele ve güzelliğe bir meyil olması da hilkatinin neticesidir. Benim sanat ve estetik merakım da, her insanda olduğu gibi, bu hilkat sırrının bir yansımasıdır diye değerlendiriyorum.

Koleksiyon merakınız nasıl neşet etti?

Yine başka bir hadis-i şerifte “…sakın dördüncüsü olma!”  ihtarı var.  Malumunuz, hadis-i şerifin başında “Ya öğreten ol ya da öğrenen. Ya da bunların seven ve destekleyen.”  emri yer alıyor. Sanat konusunda birincisi ve/veya ikincisi olamadığım için, dördüncüsü olmamak adına, hiç olmazsa üçüncüsü olmaya gayret edeyim düşüncesiyle gücümün yettiğince öz sanatlarımızdan oluşan mütevazı bir koleksiyoncuk oluşturmaya çalıştım. Daha önce de bahsettiğim gibi gerek yurt içinde gerekse yurt dışında hatırı sayılır sayıda yer gezdim. Bu gezilerde görme imkânı bulduğum müze ve koleksiyonlar, sanata ve sanatçıya sağlanacak en büyük desteklerin başında eserlerini alarak onlara yeni eserler yapma imkânı, fırsatı ve şevki vermek ve bu eserlerin sonraki nesillere aktarılmasını sağlamak olduğu fikrimi teyit etti. Müzelerle ve koleksiyonerlerle yarışmam söz konusu olmazsa bile ben de kendi çapımda bir şeyler toplayabilirim düşüncesiyle yola çıktım diyebilirim.

Sanatta, topladığınız eserlerde ne arıyorsunuz?

Kısaca güzeli ve güzelliği arıyorum diyebilirim.

Öz sanatlarımız hat, ebru, katı’ ve tespih ağırlıklı. Eserlerinizin büyük bir kısmını evinizin duvarlarında sergiliyorsunuz. Öz sanatlarımız size lisan-ı haliyle neler söylüyor?

Kim söylemiş bilmiyorum ama çok sevdiğim bir söz var. “Bütün kitaplar tek bir Kitab’ı daha iyi anlamak için okunur.” mealinde. Bizim öz medeniyetimiz de bu Kitab ve bu Kitabı daha iyi anlayabilmek için yazılan sayısız kitap üzerine kurgulanmıştır diyebilirim. Nitekim hat, ebru, tezhib, minyatür, katı’ gibi sanatların neredeyse tamamı kitap sanatları olarak bilinmektedir. Gerçi asıl olan Kitab’ı okuyup anlamak, sonra da hükümleriyle amel etmektir. Ancak, Cenab-ı Hakk’ın insanların içine koyduğu bedii zevklerin dışavurumunun da bu Kitab eksenli olması sanatkârlarımızın Kitab’a ve Kitab’ın muhteviyatına verdikleri önemin göstergesidir diye düşünüyorum ve bu eserlere her bakışımda ben de kendi çapımda Kitab’dan hisseme düşeni almaya çalışıyorum.

 

HÜSNÜ HAT YAZILARINI OKUMA GAYRETİ LALEYİ KOKLAMAYA BENZETİLİR

Çok sayıda hat levhanız var. Hat sanatıyla nasıl ilgilenmeye başladınız?

Hat sanatına olan merakım Çorum İmam Hatip Okulu’nda okuduğum yıllara dayanıyor. Fakat maalesef gerek o yıllarda gerekse daha sonra aktif olarak bu sanatla ilgilenme imkân ve fırsatım olmadı. Bu konudaki başka bir merakım da özellikle girift istiflerde ne yazılmış olduğunu okumakla ilgili. Genel olarak bulmacaya da meraklı olduğumdan, girift yazıları okumak bana adeta bulmaca çözmek gibi gelirdi. Gerçi, bildiğiniz gibi, hüsn-ü hat levhalarını okuma gayreti laleyi koklamaya benzetilir ama ben yine de özellikle ilk defa gördüğüm bir levhayı okumaya çalışmaktan kendimi alamıyorum.

En çok sevdiğiniz hat levhanız hangisi?

Sami Efendi’nin “Ve kefa billahi şehiden Muhammedür rasulullah” zerendud istifi en sevdiğim levhaların başında gelir. Ayrıca Ali Hüsrevoğlu’nun hem insan kafatası hem de soru işareti formundaki “Fe eyne tezhebûn” yazısı da hem şekli hem de muhteviyatı açısından sevdiğim eserlerden. Ayrıca Fuat Başar’ın serlevhasını da zikretmem gerekir diye düşünüyorum.

Yeni bir hat levhasını duvarınıza astığınızda neler düşünüyorsunuz?

Yeni bir hat levhası alıp duvara astığımda, öncelikle yazının manasını düşünür ve bu mana karşısında kendi durumumu değerlendirir; sonra, ben de böyle bir eser meydana getirebilmeyi isterdim düşüncesiyle hattatına gıpta eder, onun eseri yazarken neler hissettiğini anlamaya çalışırım.

Günümüzde hat sanatının gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Malumunuz olduğu üzere, 1928 yılındaki harf devrimi ve peşinden uygulanan yasakçı politikalar, sanat ve kültürün birçok dalında, bahusus hat sanatında, bir fetret devri yaşanmasına yol açmıştır. Fakat Cenab-ı Hakk’ın lütfu ve Hamid Aytaç, Mustafa Halim Yazıcı, Necmeddin Okyay gibi köprü vazifesi gören çok kıymetli sanatkârlarımızın sa’y ve gayretleriyle hat geleneğinin silsilesi kesintiye uğramadan 1950’lere ve sonrasına bu sanatın intikali sağlanmıştır. Konunu uzmanı değilim ama bir meraklısı olarak özellikle son 20 senedir birçok konuda olduğu gibi çok değerli ve yetenekli hat sanatkârlarımızın yetiştiğini düşünüyorum. Şahsen ümidim ve temennim önümüzdeki yıllarda, belki bir iki nesil sonrasında, Osmanlı hat sanatının zirvesi kabul edilen XVI. ve XVII. yüzyıllarda yaşamış ustalarla yarışacak hattatlar yetiştirebileceğimizdir.

 

‘MARİFET İLTİFATA TABİDİR’

Bu gelişimi neye bağlıyorsunuz?

Atalarımız “Marifet iltifata tabidir.” demişler. Sanatkâra olan iltifat arttıkça, o sanatın gelişmesi de iltifata ve itibara paralel olarak hızlanacaktır. Ayrıca asrımızda mevcut ve her gün gelişmekte olan teknolojik imkânlar ve malzemeler her işte olduğu gibi hat sanatında da neredeyse sınırsız yeni kapılar açmaktadır. Buna ilaveten açılan okullar ve üniversiteler, devletin ve özel sektör kuruluşlarının yaptığı eser alımları ve yarışmalar da bu gelişmeye ilave bir hız kazandırmaktadır.

TCMB de son yıllarda koleksiyonuna geleneksel sanatlarımıza ait eserleri dâhil etmeye başladı. TCMB’nin geleneksel sanat koleksiyonunda hangi eserler, ustalar mevcut?

Tabii olarak, TCMB’nin de biraz önce belirttiğim gelişmelerden bigâne kalması beklenemezdi. Sizin de bildiğiniz gibi Bankanın “Çağdaş Türk Resim Sanatı” konusunda çok ciddi bir koleksiyonu var. 1930’lu yıllarda Bankanın kurulmasıyla oluşturulmaya başlanan bu koleksiyon bugün Türkiye’de kendi konusunda hatırı sayılır koleksiyonların başında gelmektedir. Bankada görev yaptığımız yıllarda, Başkanımız Sayın Erdem Başçı ve Banka Meclisi ve Yönetim Komitesinin üyelerinin tamamının desteğiyle, bu mevcut koleksiyonu da geliştirmek kaydıyla gelenekli sanatlarımızdan oluşan yeni bir koleksiyon oluşturulması için karar alınmış ve bu konuda ilk adımlar da atılmıştır. Yola çıkarken konuyla ilgilenen hemen herkes tarafından tanınan bir duayen isim Sayın Uğur Derman’dan danışmanlık alınmış, onun tavsiye ve yönlendirmeleriyle, 2012 yılında aynı zamanda Türkiye’nin en önemli neyzenleri arasında yer alan ebru ustası Sayın Sadreddin Özçimi tarafından ebru ve minyatür teknikleri kullanılarak yapılan Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin 36 padişahının portrelerinden oluşan koleksiyon alınmıştır. 2014 yılında yine, Sayın Uğur Derman’ın delaletiyle hat eserlerinin adeta yeniden yorumlanması diyebileceğimiz Sayın Salih Balakbabalar tarafından yapılan sedef kakma eserler ve yine hat eserlerin farklı bir sanatla yeniden yazılması sayılabilecek, günümüzün büyük ustalarından Sayın Alparslan Babaoğlu tarafından akkase ebru tekniğiyle yapılan levhalar alınmıştır. 2015 yılında ise bu defa gelenekli sanatlarımızın Ankara’ya tanıtılmasında köprü insan fonksiyonu gören merhum Ömer Faruk Atabek’in hat ve minyatür levhaları koleksiyona dâhil edilmiştir.

Bu bağlamda kurumsal kuruluşlara ne türden görevler düşüyor?

Son yıllarda gelenekli sanatlarımıza çok ciddi ölçüde rağbet olduğundan bahsettik. Bu meyanda başta İstanbul’da İSMEK kursları ve benzeri sivil ve halka açık müesseselerde isteyen herkese çok farklı sanat dalıyla ilgilenme ve öğrenme imkânı sağlanmaktadır. Şahsen bu durumu genel olarak olumlu bulmama rağmen, mevcut ortamda işin çığırından çıkması tehlikesiyle de karşı karşıya olduğumuz endişesini taşıyorum. İktisatta çok iyi bilinen ve çok iyi işleyen bir kural vardır. Gresham Kanunu olarak bilinen bu kurala göre “Kötü para iyi parayı kovar.” Maalesef bu kural birçok durumda geçerlidir. Dolayısıyla endişem iyi ile kötünün net bir şekilde ayırılamaması halinde kötü sanatın ve sanatkârın(!) iyi sanatı ve sanatkârı kovma tehlikesidir. Kanaatimce bu noktada, gelenekli sanatlarımız hususunda sorumluluk hisseden kurumsal yapılara büyük iş ve görev düşüyor.

Nedir o görev?

İyi ile kötüyü ayırt edebilecek, gelenekli sanatlarımızın geleneğine uygun hareket edebilme birikim ve karakterine sahip danışmanlarla çalışmak.

Çeşm-i bülbül koleksiyonunuz için de bir paragraf açalım isterseniz. Salonunuzda birbirinden âlâ onlarca çeşm-i bülbül var.

Çeşm-i bülbüller eşimin merakıdır. Paşabahçe İşletmeleri özellikle son yıllarda çok güzel el yapımı koleksiyon parçalar üretiyor. Biz de bir dostumuza hediye alacağımızda öncelikle bir Paşabahçe mağazasına uğrar, bu arada kendimize de bir şeyler almaya çalışırız. Camın tarihi antik çağlara kadar uzanırken, Çeşm-i bülbül ile ancak XVIII. yy sonlarında tanışmışız. Bu bakımdan nispeten yeni bir sanat dalı sayılabilir. III. Selim’in Venedik’e gönderdiği Mevlevi dervişi Mehmet Dede tarafından İstanbul’a tanıtılan bu sanat halen Paşabahçe ustaları tarafından yaşatılmaktadır.

 

CAM BİRAZ İNSANA BENZİYOR

Usta elinden çıkan bir cam eserine baktığınızda ne/neler görüyorsunuz?

Çeşm-i Bülbül bir esere baktığımda, mavi ve beyaz çizgilerin beni sonsuzluğa götürdüğünü hissediyorum. Cam enteresan bir malzeme. Aslı kum fakat insanoğlunun elinde çok değişik şekillerde sanat eserlerine ve hayatın her safhasında çok farklı amaçlarla kullanılan eşyaya dönüşüyor. Aslı kum olmasına ve son derece yüksek ısıya dayanmasına rağmen çok çabuk kırılabiliyor. Aslı toprak (balçık) olan insanoğlunun kalbi de küçücük şeylerden kırılıveriyor. Bu bakımdan cam biraz insana benziyor diye düşünüyorum.

Dua tanesi tespihlere de özel ilginiz var.  Tespihleriniz için hususen bir dolap ayırmışsınız. Tespih toplamaya nasıl başladınız?

Tespihlere gelince… 1981 yılında Müfettiş Yardımcısı olarak Merkez Bankası Van Şubesi’nin teftişi ile görevlendirilmiştim. Hafta sonları zaman zaman uğradığım sahafta, tespih başta olmak üzere çantasında taşıdığı antika parçalar satan bir adamcağızla tanıştık. Ondan Oltu taşı bir tespih almıştım. Bu bir başlangıç oldu. Daha sonra yurt içindeki ve yurt dışındaki seyahatlerde fırsat buldukça koleksiyonu zenginleştirmeye çalıştım.

Özel, hatırası olan tespihleriniz hangileri?

Rahmetli babaannem Makbule Hanım’ın elinden düşürmediği abanoz tespih ile annemin babaannesi Habibe Hanım’ın kuka tespihi benim için özel hatırası olan tespihler.

İYİ BİR TESBİH İYİ BİR USTANIN ELİNDEN ÇIKAR

Tespihte ne arıyorsunuz? Sizce iyi bir tespih hangi hususiyetleri haiz olmalıdır?

Tespih; hat, ebru, tezhib ve katı’ gibi sadece seyirlik bir sanat eseri değil, aynı zamanda fonksiyonel bir alet. Tespihin hangi malzemeden yapılmış olduğu önemli ama iyi bir tespihin iyi bir ustanın elinden çıkmış olması lazım. Tespihe asıl kıymet kazandıran hususlardan birisi de imamesi. Birçok usta tespihin imamesini yaparken bir şekilde imzası mahiyetindeki bir işareti de koyuyor.

Elinizden düşüremediğiniz tespihiniz hangisi? 

Tespihler vitrinde durmakla beraber belirli olmayan bir periyod dâhilinde mümkün mertebe hepsini kullanmaya çalışırım. Bugünlerde elimden düşmeyenler tarçın ağacından 33’lük ve zeytin ağacından 99’luk tespihler.

Bakır işleri, çaydanlıklar, küçük kazanlar, semaverler, güğümler, ibrikler, şekerlikler, sefer tasları, tepsiler; onlarca usta işi bakır eserine sahipsiniz. Bakır toplamaya hangi saikle başladınız?

Bakır da cam gibi antik çağlardan beri bilinen ve kullanılan bir malzeme. Her birimizin evinde 1970 ve hatta 1980’lere kadar fiilen kullanılan bakırdan mamul, özellikle mutfak eşyası, yerini önce alüminyum sonra çelik ve benzeri malzemelerden yapılan eşyalara bırakarak bir nevi süs eşyası konumuna geçmiştir. Bizdeki bakırdan mamul değişik eşya da bu konuda özel bir merakı olan eşim tarafından toplanmıştır. Aileden intikal eden bakırların yanı sıra yurt içindeki seyahatlerimiz sırasında özellikle Ankara, Kastamonu, Kahramanmaraş, Gaziantep, Sivas, Trabzon gibi şehirlerden bir kısmı hurdacılardan, bir kısmı antikacılardan aldığımız parçalardır.

Koleksiyonunuzda epeyce sefer tasları var. Sefer taslarının hikâyesi var mı? Kime ait bu taslar?

Koleksiyonda 7 tane bakır sefer tası var. Bunlardan birisi eşimin çocukluk yıllarında babasının iş yerine öğle yemekleri götürdüğü sefer tası. Diğerlerinden birisinin üzerinde “Sahibi Ahmed b. Veliyyüddin Ağa 1317” diğerinin üzerinde de “Sahibi Ahmed Ağa” ifadeleri var.

Mezkûr Ağalar kimlerdir?

Bu ağalar kimdir, hiçbir fikrimiz yok.

 

SEFER TASLARINDAKİ LEZZET LOKNTALARA TAŞINMALIDIR

Sefer tasıyla gidip gelinen çalışma hayatından plazalardaki iş yaşamına geçildi. Geçmiş zamanın sefer taslarındaki lezzetlerinin günümüz iş dünyasının sofralarına aktarılabilmesi için neler yapılmalıdır?

Çocukluğumda ben de hatırlıyorum, evlerden iş yerlerine sefer tasları içinde öğle yemekleri götürülürdü. Hatta bazı memurlar bile yemeklerini evlerinden taşırdı. O tarihlerde, özellikle Anadolu şehirlerinde, dışarıda yemek yiyecek yer çok azdı. Hatta merhum babamın anlattığına göre 1940’lı, 1950’li yıllarda insanlar ekmeği fırından alana, evde ekmek yapma imkânı olmadığı için dışarıdan almak zorunda kalıyor diye acıyarak bakarlarmış. 1980’li yıllarda teftiş göreviyle gittiğimiz birçok şehirde de dışarıda ailece yemek yiyecek mekân bulmak çok kolay değildi. Türkiye’nin hızla liberalleştiği ve her alanda piyasa ekonomisinin yaygınlaşmaya başladığı Özallı yıllarla birlikte, dışarıda yemek yeme kültürü de hızla gelişti. Bununla birlikte çalışan hanımların sayısında da ciddi artışlar oldu. Son yıllarda, öğle yemeklerini iş yerine göndermekten geçtik, akşam yemeklerini de dışarıda yeme kültürü oluşmaya başladı. Bu durum iyi midir? Kötü müdür? Tartışılabilir. Ama bir vakıadır ve günümüzün gerçeğidir. Bu durumda bize düşen, sefer taslarındaki lezzetlerin lokantalara taşınmasını sağlamak. Atalarımız, “Gönül bir dost ister, kahve bahane.” demişler. Dostlarla yenilen bir simidin ağyar ile yenilen en mükellef yemekten daha lezzetli olacağını bilmek, öğretmek ve yaşatmak lazım diye düşünüyorum.

Mustafa Düzgünman’dan, Alparslan Babaoğlu’na ve Sadrettin Özçimi’ye kadar, kadim ebruculuk silsilesini takip eden epeyce ebrunuz var…

Eşim 6-7 senedir katı’ çalışıyor. Daha önceleri ebru da çalışmıştı. Bu vesile ile ebru konusunda bir miktar bilgi ve fikir sahibi olduk. Sonra da ustalardan birkaç parça eser edinmeye çalıştık. Mustafa Düzgünman gibi kelimelerin ifadeden aciz kaldığı bir üstattan icazetli Alparslan Babaoğlu da yaptığı eserlerle hocasına layık bir usta olduğunu göstermiştir.

Alparslan Babaoğlu ebrusuna baktığınızda ne görüyorsunuz?

Özellikle akkase tekniği ile klasik hat levhaları onun elinde adeta yeniden yazılmış gibidir.

Lâleler size ve topluma ne söylüyor?

Lâlenin kadim kültürümüzde çok farklı bir yeri olduğu herkesin malumu. Her şeyden önce lalenin gerek şekil gerekse imla itibariyle Lafzatullah’a benziyor olması ona ayrı bir mana ve önem yüklenmesini sağlamış. Ayrıca ebced hesabıyla “lale” kelimesi ve “Allah” lafzı 66’yı ifade ediyor. “Lale”nin tersten okunuşu da “hilal”. Bütün bunlara ilaveten Osmanlı’da sanat ve edebiyatın zirvede olduğu döneme de “Lale Devri” ismi verilmiş.

Duvarlarınızda katı’ eserleri de görüyorum. Bir koleksiyonda bu kadar çok katı’ eserinin yer almasının özel bir sebebi olmalı. Katı eserlerinin hikâyesini anlatır mısınız?

Katı’, klasik sanatlarımızdan en az bilineni olsa gerek. Katı’ ile tanıştıktan çok kısa bir süre sonra, daha önce takı tasarımı, ebru gibi farklı sanat dallarıyla uğraşan eşim katı’ çalışmaya karar verdi. Yaklaşık yedi senedir hocası Emel Nurhan Ogan Hanımefendi ile çalışıyorlar. Bu çalışmaların sonucu bir hayli katı’ eserimiz oldu.

Eşiniz Handan Nisrin Hanım’ın sanatla buluşması nasıl oldu?

1992 yılında İstanbul’a taşındığımızdan beri sanatla ilgili değişik arayışlar içerisinde olan eşim Handan Nisrin Hanım önce modelistlik, stilistlik eğitimi alarak birkaç yıl bir imalatçı konfeksiyon firmasında modelist olarak çalıştı. Sonra gümüş, cam ve plastik malzemelerle takı tasarımı eğitimi yaptı ve 5 yıl kadar bu işle uğraştığı bir iş yeri işletti. 2009 yılında Sadreddin Özçimi ile ebru ve Emel Nurhan Ogan ile katı’ çalışmaya başladı.

Şimdi neler yapıyor?

Eşim halen hocası Emel Nurhan Ogan Hanımefendi ile birlikte İSMEK Bağlarbaşı İhtisas Merkezinde katı’ çalışıyor ve yaklaşık bir aydır Türkiye Diyanet Vakfı KAGEM bünyesinde haftada bir gün katı’ öğretiyor.

Almayı düşündüğünüz eserler neler?

Aslında elimizde alınacak eserler listesi gibi bir şey yok. Biraz zuhurat işi diye bakıyorum. Bugüne kadar yaptığımız gibi, uygun zamanda bize ve kesemize uyan bir eser bulduğumuzda alırız diye değerlendiriyorum.

 

KOLEKSİYONCULUK ÖĞRENME, SABIR VE DİSİPLİN İŞİDİR

Son olarak koleksiyon meraklılarına nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?

Koleksiyon meraklıları geçmişin ve günümüzün sanat eserlerini geleceğe taşıma merakına da sahip kimselerdir. Bu bakımdan yaptıkları aslında sanat ve sanatkâra hizmet kadar tarih bilimine de çok önemli katkı sağlamaktadırlar. Bilinçli koleksiyonların aynı zamanda çok iyi bir yatırıma dönüşmesi de her zaman için mümkündür. Ancak şahsi kanaatim, bir koleksiyonerin ilk amacının yatırım olmaması gerekir. Koleksiyon merakı insanlarda konuyla ilgili öğrenme ve araştırma merakını da geliştirdiğinden, koleksiyon yapmak öğrenmenin en doğal yollarından biridir.

Ayrıca koleksiyon yapmanın sabır, disiplin, planlı ve tertipli olmak, emeğin ve zamanın kıymetini bilmek ve anlamak gibi meziyetlerin gelişmesine de katkısı vardır. Koleksiyon meraklılarına, koleksiyonlarını zenginleştirirken aynı zamanda bu konularda da kendilerini geliştirme gayreti içerisinde olmalarını âcizane tavsiye eder, yaptıkları koleksiyonlarla ülke kültürüne yaptıkları katkıların şuurunda olmalarını dilerim.

 

İbrahim Ethem Gören

{name}
{content}
+
-
{name}
{content}
+
-

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

SİZİ ARAMAMIZI İSTER MİSİNİZ?

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

BİZ SİZİ ARAYALIM

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.