Malum olduğu üzere insan ahsen-i takvîm üzere yaratılmıştır. Yani en güzel kıvamda... Onun için güzel görür, güzel söyler ve güzel eyler. Önce ustaların gönüllerine, gözlerine, ellerine çarpar güzellikler; ustalar ikliminde, kabiliyetle, emekle, azimle, gayretle ve sabırla tanışır, yoğrulur, ardından sanata, zanaata, esere dönüşür. O zaman biz, usta bir el tarafından çekilmiş, edalı bir celî sülüs elifin önünde dalıp gideriz. Bir ata vurulacak eyerin koşum takımlarının bakır kakmalarında ruhumuzun ışıltılarını görürüz. Bir tezhibin paftalarında dağılıp karışır gideriz ötelere ve ötelerin ötesine. Bir çininin turkuazına karılıp pişeriz ateşlerde. En esrarlı renk olmayı hayâl ederiz bir nakkaşın fırçasında. Bir tesbih ustasının habbeleriyle yıllarca sürecek çilelerin sabrına çekiliriz. Bir mûsikî ustasının nefesinde, bir sazendenin mızrabında ağlamaya dururuz bazen. Hâsılı ustalar bizi ilmek ilmek dokurken aynı zamanda güzelliklerle donatır. Ustalarla biz, mesleği, sanatı ve hayatı kuşanırız. Böylelikle ustalar eserleriyle hayatımızı şenlendirir.
Kuveyt Türk Özel Bankacılık kültür sanat portalımızda bir önceki cümlede ifadesini bulan ve eserleriyle hayatımızı şenlendiren müstesna eserlere ve su eserlerin hikâyelerine, daha doğrusu vakıalarına değineceğiz. Bu cümleden olarak bu hafta sayfamızı hattat Mevlit Beşir’in ketebe koyduğu sülüs-nesih yazı güzeli hilye-i şerife şenlendiriyor.
Hasan Türkmen, Zeynep Türkmen ve Özge Deniz Bağdatlı'nın göznurlarını barındıran bu müstesna eseri ve hikâyesini sanat danışmanı, ressam Murat Kılıç’tan dinleyeceğiz.
Murat Bey evvelemirde hilye-i şerifelerin hat sanatındaki yerini konuşalım dilerseniz…
Bildiğiniz gibi hilye kelime anlamı itibariyle “süs, ziynet, yüz güzelliği, ruh güzelliği, güzel sıfatlar ve güzellikler manzûmesi” demektir. Fakat hilye kelimesinin manası zaman içerisinde bu anlamının dışına taşarak, Peygamberimiz’in (a.s.) fiziksel ve ruhsal özelliklerini, dış görünüşünü, mizacını taşıdığı güzel sıfatları ifade etmek için kullanılır olmuştur. Günümüzde bildiğimiz anlamda hilye türü eserlere kaynaklık eden şemail olarak adlandırılan kitaplardır ki bu kitaplar hilyelere göre daha geniş kapsamlı ve içerisinde Peygamberimiz’le (a.s.) ilgili daha geniş malumatların yer aldığı kitaplardır. Şemaillere ise hadis kitaplarının kaynaklık ettiği bilinmektedir. Özellikle hadis kitaplarına kaynaklık eden en önemli bilgi ise; Peygamberimiz’in (a.s.) vefatından önce kızları Hz.Fatıma’nın “Ya Rasûlallah, senin yüzünü bundan sonra göremeyeceğim” diye ağlaması nedeniyle Peygamberimiz’in (a.s.) Hz.Ali’yi (r.a.) çağırarak “Ya Ali, hilyemi yaz ki, vasıflarımı görmek beni görmek gibidir” şeklinde buyurması ve bu vasıflarını yazıya döktürmesidir.
Günümüzde bildiğimiz hat levha halindeki hilye-i şerifelerden bahsedebilmek için Türkler’in Peygamber (a.s.) sevgisinden başlamak gerektiğini düşünüyorum. Peygamberimiz’i (a.s.) görmeden ona tabi olan Türkler’in O’na olan sevgi ve muhabbeti, Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır’ı fethetmesi ve hilafetin Türkler’e geçmesi ve sefer dönüşü Kutsal Emanetler’i İstanbul’a getirmesi ile çok daha farklı bir boyut kazanmıştır. Zira milletimizin Peygamberimiz’e (a.s.) beslediğin derin sevgi ve muhabbet ile birlikte, bir de Kutsal Emanetler’in fiziki olarak İstanbul’da olması, o dönem sanatkârlarımızın ruh dünyasını ve eserlerini de etkilemiştir. Bildiğiniz gibi İslâm sanatında, çeşitli dini/toplumsal kaygılar nedeniyle ilk dönemlerde resmin yasaklanmış olması dolayısıyla görsel olarak herhangi bir sanatsal çalışma yapıl(a)mamıştır.
Türkler’in Orta Asya’da yaşadıkları dönemlerden, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine kadar minyatürler yaparak olayları, doğayı, insanları resmetmiş olmalarına rağmen, gönüllerinde taşıdıkları Peygamber (a.s.) sevgisi ve muhabbeti nedeniyle, O’nu en güzel şekilde tasvir edememek, dolayısıyla kendisine ve hatırasına saygısızlık etmek endişesi ile çok nadir bu minyatürlerde tasvir etmişler; resmettiklerinde dahi bu saygı, sevgi ve muhabbetin bir ifadesi olarak yüzü ve tüm vücudu örtülü şekilde tasvir etmişlerdir. Bu nedenle daha çok az önce bahsettiğimiz yazılı kaynaklardaki metinlerden hareketle; şiirler, nâatlar ve mevlid-i şerifler gibi edebi eserler yanında hat sanatına ait eserlerle O’nu tasvir etme yolunu tercih etmişlerdir.
Türk edebiyatında ilk hilye kitabını “Hilye-i Hakanî” adıyla 17.yy başlarında dîvan şairi Hakanî Mehmed Bey yazmıştır. Daha sonra bu Hilye-i Hakanî’deki metinlerden hareketle ve ilk olarak 17.yy’ın sonlarına doğru Türk hat sanatının en önemli isimlerinden biri olan Hattat Hafız Osman Efendi tarafından Hz. Ali’den (r.a.) nakledildiği şekliyle standart ve özet bir metin haline, levha haline getirilerek bugünkü şekline kavuşturulmuş ve ölümsüzleştirilmiştir.
Bu eserler o kadar çok yaygınlaşmıştır ki; bu eserlerin asıldığı yerlerin çeşitli belâ ve musibetlerden, yangından korunacağı, o mekânların sahiplerine bolluk ve bereket ihsan edileceğine yönelik güçlü bir inanış oluşmuştur. Yine divan şairlerinden Nahifî; “bir kimse hilye-i şerife yazsa ve dahi ona çokça baksa, Allah Tealâ o kimseyi hastalıklardan, ani ölümden korur. Bir yere yolculuk yaptığında yanında götürse, bu yolculuk boyunca Allah’ın (c.c.) koruması altında olur” diye bildirmiştir. Bu inanış nedeniyle cep hilyesi ya da seyahat hilyesi olarak adlandırılan, üç parça halinde iç-içe katlanıp murakkaa halini alacak şekilde cepte taşınabilecek küçük bir kitapçık görünümünde hilye-i şerifeler de yazılmıştır.
Yine Türk Milleti’nin Hz. Peygamber’e (a.s.) duyduğu bu derin muhabbetin bir tezâhürü olarak hilye-i şerife metinlerinin ezberlendiği de olmuştur. Zira bir hadis-i şerifte “beni rüyasında gören kimse, beni sağlığında görmüş gibi olur, çünkü şeytan benim suretime bürünemez” buyurulmuştur. Bu nedenle Peygamberimiz’i (a.s.) rüyasında görmek isteyenler bu hilyeyi ezberlemişlerdir.
Hülâsa, hilye-i şeriflerin hat sanatındaki yeri, Peygamberimiz Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) gönlümüzdeki yerinden başlamaktadır. İşte bu hilye-i şerifeler de “En Güzel”i hem muhteviyatı hem de mânâsı bakımından “en güzel” şekilde tasvir eden hat levhalar şeklinde olması fikriyle ortaya çıkmıştır.
Hüsn-i hat koleksiyonlarında hilye-i şerifelerin mevkiine de değinelim…
Sanat eseri koleksiyonerlerinin en temel motivasyonu, başkalarının sahip olamadığı/olamayacağı eserlere sahip olmaktır. Bu bir yağlıboya tablo, bir el yazması Kur’an-ı Kerim ya da bir hat levha da olsa temel hareket noktası nadir/benzersiz olanı bulmaktır.
OSMANLI’NIN SON ÜÇ YÜZ YILI İÇERİSİNDE EN ÇOK YAZILAN LEVHALAR HİLYE-İ ŞERİFELERDİR.
Özellikle Osmanlı’nın son üç yüz yılı içerisinde belki de en çok yazılan levhalar hilye-i şerifelerdir diyebiliriz. Az önce de belirttiğimiz gibi milletçe gönlümüzün en müstesnâ köşesinde taşıdığımız Peygamber (a.s.) sevgisinin bir göstergesi olarak, hilye-i şerifeler hattatlarımız tarafından en güzel şekilde yazılmış, en itinalı ve sanatsal değeri en yüksek tezyinatlar da yine hilye-i şerifeler için yapılmıştır. Bu eserlerin ruhani değerleri ile bağlantılı şekilde sanatsal ve estetik değerlerinin de çok yüksek oluşu münasebetiyle, tüm dünyada müzelerin ve özel koleksiyonların paha biçilemeyen en kıymetli eserleri İslâm tarihi boyunca yazılmış Kur’an-ı Kerimler ve son üç yüz yıl içerisinde yazılmış olan hilye-i şerifelerdir. Dolayısıyla dönemin meşhur hattatları tarafından yazılmış hilye-i şerifeler özel koleksiyonların da, müze koleksiyonlarının da en müstesna eserleri olarak bu koleksiyonlarda muhafaza edilmekte.
Günümüz hattatları arasında da hilye-i şerife yazmamış olanı belki de yoktur. Hattatlarımız tarafından modern ya da klasik formlarda yazılmış çok güzel hilye-i şerifeleri çeşitli mecralarda, atölyelerde ya da sergilerde görüyoruz. Fakat ben şahsen klâsik formda yazılmış eserleri tercih ediyorum. Bununla birlikte yönettiğim koleksiyonlarda da özellikle bu formda eserleri bir araya getirmeye gayret ediyorum. Hattatlarımızla birlikte yaptığımız çalışmalarda da yine klasik formdaki eserlerde, yazının temel/kadim kurallarına riayet ederek yeni tasarımlar oluşturmaya çalışıyoruz. Bu şekilde sanatkârlarımızın yeni eserler üzerinde çalışmaları için bir alan açarken, aynı zamanda klasikten/gelenekselden beslenen yeni tasarımlarla koleksiyonların yine en değerli eserlerinin hilye-i şerifeler olarak kalmasını ve gelecek yüzyıllara çağını aşan koleksiyonluk eserler bırakmaya gayret ediyoruz.
Hattat Mevlit Beşir’in teberrüken ketebe koyduğu hilye-i şerifenin nasıl bir hikâyesi var?
Bu hilye-i şerife aslında 2020 yılının Temmuz ayında bir koleksiyoner ağabeyimizle yaptığımız bir sohbet sırasında ortaya çıktı. Farklı bir eser meydana getirmek niyetiyle ne yapabiliriz diye düşünürken, eski kaynakları, literatürü, müzayede kataloglarını, ülkemizdeki ve dünya müzelerindeki eserleri tararken Hakkakzade Mustafa Hilmi Efendi’nin yazdığı bir hilye-i şerifeden hareketle böyle bir eser hazırlama fikri oluştu. Ardından böyle komplike bir çalışmayı kiminle yapabileceğimiz hususunda kısa bir çalışma yaptık. Ben hattat Mevlüt Beşir ile bir çalışma yapmak niyetindeydim. Kendisiyle Fuat Başar hocamızın talebesi olması dolayısıyla tanışıyorduk zaten. Konuyu kendisine açtığımda memnuniyetle böyle bir çalışma yapabileceğimizi söyledi ve böylece çalışmaya başladık. Hakkakzade’nin bu hilye-i şerifesi üzerinden birkaç benzer eserin farklı bölümleri üzerinde yaptığımız istişareler ve Mevlüt beyin önerileri ile ortaya böyle güzel bir eser çıktı hamdolsun.
Klasik hilyelerden farklı olarak metinde neler, hangi ibareler yer alıyor?
Hat sanatı da pek tabiidir ki diğer sanatlar gibi zaman içerisinde değişim ve gelişim göstermiş, yazının yazılış biçimleri, harf bağlantıları, harflerin dizilişleri zamanla daha da iyileştirilmiştir. Asıl eserde döneme ait üslupla yazılmış bazı bölümlerdeki harflerin tamamını ve istiflerin bir kısmını günümüz üslubuyla yeniden yazarak eseri günümüze taşımıştır.
Hilye-i şerife esasen klasik formdaki hilyelerdeki gibi; Baş makam, göbek ve etek olmak üzere üç ana bölümden oluşmakla birlikte, bu bölümlerin aralarında yer alan diğer metinlerle daha zengin ve benzersiz bir forma kavuşturulmuştur.
Baş makamda; muhakkak bir besmele-i şerif ve besmelenin iki yanında hatt-ı icaze ile damla formunda Esma’ül-Hüsnâ yer almaktadır.
Göbek kısmında; göbeğin etrafını çevreleyen sülüs hat ile Necm ve Ahzap surelerinden ayetler, bu sülüs istiflerin etrafını çevreleyen hatt-ı icaze ile yazılmış Arapça Fetih kasidesi, göbeğin üst kısmındaki sülüs istifin sağında ve solunda kırmızı mürekkeple sülüs kelime-i tevhid, göbeğin ortasında yine kırmızı mürekkeple ve sülüs istif şeklinde “Lâ ilâhe illellâhül melikül hakkul mübîn Muhammedün rasûlüllâhi sâdikul va’dil emîn/Apaçık gerçeğin sahibi Allah’tan başka ilah yoktur. Emin ve sözünün eri olan Muhammed Allah’ın Rasulüdür.” ibaresi, göbeğin alt kısmındaki sülüs satırın sağında ve solunda “Levlake levlak lema halakt’ül-eflak/Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım” hadis-i kudsisi, göbeğin dört köşesinde sülüs hat ile hulefa-i raşidinin isimleri unvanları ile birlikte yer almaktadır.
Etek kısmında; celi sülüs formda “Ve-inneke le'alâ hulukin 'azîm/Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” Kalem Suresi 4. ayet, etek ayetinin sağında ve solunda ise hattı icaze ile damla formunda Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) 99 ism-i şerifleri yer almaktadır.
Tüm bu yönleri ile bu hilye-i şerife Peygamberimiz (a.s) ile ilgili farklı ayet, hadis ve dualardan müteşekkil benzersiz bir eser olarak ortaya çıktı
Böyle bir terkibi hangi mülahazalarla oluşturdunuz?
Bu terkib, Efendimiz (s.a.v.) ile ilgili farklı eserlerdeki farklı birkaç metnin bir arada olacağı bir levha meydana getirme fikriyle ortaya çıktı aslında. Zaten klasik formun çok dışında çıkmadan yeni ne yapabiliriz düşüncesi sürekli arayış içerisinde olmama neden oluyor. 25 yıldan daha fazla bir süredir hat sanatına dair çok sayıda eser görmüş olmak, literatür tarama konusunda akademik bir altyapıya sahip olmak ve işin mutfağından yetişmiş olmak bu tür farklı eserler terkib etme noktasında hangi sanatkârla hangi işleri yapabileceğim konusunda da bana ışık tutuyor açıkçası. Dolayısıyla bu fikrimi hayata geçirebileceğim sanatkâr arkadaşlarla bu fikirleri paylaşıp, karşılıklı istişarelerle bir ekip halinde çalışarak eseri hazırladık ve nihai haline getirdik.
Hattat Mevlit Beşir için de büyükçe bir paragraf açalım…
1986 yılında Rize’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Rize’de tamamladı. Küçük yaşlardan itibaren Hat sanatı ile ilgili olan sanatçımız, 2007 yılında ailesinin İstanbul’a taşınmasıyla beraber birçok tarihi eserde yer alan yazıları yakından inceleme imkânı buldu.
Bu yıllarda Sakarya Üniversitesi Elektronik bölümüne kaydoldu. Prof. Dr. Mehmet MEMİŞ Hoca’dan rik’a yazıyı meşk etti. Osmanlı Devleti zamanında resmi dairelerdeki yazışmaların nasıl ve hangi ekollerde yazıldığını yakinen incelemek için, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nde araştırmacı olarak ufkunu genişletti.
Hat ve Ebru Üstadı Fuat BAŞAR Hoca ile sülüs, nesih ve talik yazı meşk etmeye başladı. Bütün vaktini yazıyla doldurması tahsilini 2.Sınıftan terk etmesine sebep oldu. 2011 yılında Hattat Fuat BAŞAR ve Turan SEVGİLİ hocalardan icazet aldı. Yurt içi ve yurt dışında nice karma sergide eserleri yer alan sanatkârın, birçok koleksiyoner, cami ve tekkede levhaları bulunmaktadır.
2017 yılında Ankara’da ikamet etmeye başlayan sanatkârımız, İslam Ülkeleri Akademisyenler Vakfı Türk İslam Sanatları Merkezi’nde Hüsn-i Hat dersleri verip talebe yetiştirmekte ve çalışmalarına devam etmektedir.
Eserin tasarımını ve tezyinat unsurlarına geçmezden önce projeyi de konuşalım…
Bu tür eserlerin bir proje şeklinde tasarlanması konuya ne kadar hâkim olduğunuzla direkt olarak bağlantılı. Az önce de belirttiğim gibi, eserin hangi bölümüyle ilgili kiminle çalışmanız gerektiğini önceden planlayabilecek bir altyapınızın ve sanatçı/atölye bağlantılarınızın olması çok önemli. Çünkü yeni bir şey yapıyorsunuz ve bu tasarımın altından kalkabilecek yeteneklere sahip insanlarla çalışmanız lazım. Aksi halde işin akâmete uğraması kaçınılmaz. Önce bu eserin meydana gelmesi hususunda koleksiyonerimiz ile ne yapmak istediğimize karar verdik. Ardından Hattat Mevlüt Beşir ile görüşüp bu tür bir tasarım yapıp yapamayacağı hususunda fikir alışverişinde bulundum. Aynı anda tezyinatı ile ilgili tasarım planlarını Hasan Türkmen Sanat Atölyesi ile birlikte yaptık. Bir bütçe planlaması da yaparak sanatkâr arkadaşlarımızla teyitleştik ve besmeleyle çalışmaya başladık.
Ana hatlarıyla tasarımdan söz eder misiniz? ‘Kalem güzeli’nin tezyinatında günümüz tezhip sanatının önemli isimlerinden Hasan Türkmen, Zeynep Türkmen ve Özge Deniz Bağdatlı'nın imzalarını görüyoruz. Çalışmanın tezhip sürecini nasıl özetlersiniz?
Bu tür işler bir sanatsal çalışma olduğu kadar işin bir de teknik yönü var. Hattatımızın da belirttiği görüşler doğrultusunda yazı tasarımı yapılırken eşgüdümlü bir şekilde Hasan Türkmen Tezhip Atölyesi’nde birlikte çalışan kıymetli sanatkâr arkadaşlarım müzehhip Hasan Türkmen, müzehhibe Zeynep Türkmen ve Özge Deniz Bağdatlı ile de eserin bilgisayar ortamında tasarladığım bir taslağı üzerinden de tezyinatı ile ilgili istişarelerde bulunmaya başladık. Yazıya uygun şekilde yine döneminin tarzına uygun olması ve yazıyı da öne çıkaracak şekilde tezyin edilmesi amacıyla, yazının etrafının altın zemin üzerine yapılan rokoko tarzı çalışmanın uygun olacağı kanaatiyle çalışmaya başladık. Yazının dış pervazının rengi konusunda da siyah ya da çivit mavi şeklindeki renk tercihi, müzehhib ve müzehhibe arkadaşlarımın tavsiyesi doğrultusunda çivit mavi olarak kabul gördü. Dış pervazın özellikle gül motifleri ile bezenmesi yönünde bir talebim oldu ve eser kâğıt üzerinde bugün gördüğünüz nihai halini aldı ve çalışmaya başlandı. Daha sonra ufak tefek eklemelerle özellikle tezhibi yapan sanatkâr arkadaşlarımı biraz yorduğumu söyleyebilirim. Örneğin yaklaşık 150x100 cm. ebatlarındaki bir eserin altınla kaplı zemininin biraz daha dokulu ve üç boyutlu görünmesi adına tüm zemine iğne perdahı yapılmasını istediğimde arkadaşların kısa süreli bir duraksama yaşadıklarını fark ettim doğrusu.
Hilye-i şerife ne kadar zamanda tezyin edildi?
Hattının yazılması yaklaşık 6 ayımızı aldı. İlk planlama, tasarım, murakkaa yapımı dâhil olmak üzere yaklaşık 4 aylık bir sürede de eserin tezyinatı tamamlandı.
Kolektif tezyinatta hangi hususlara dikkat edilmeli?
Kolektif tezyinat bir yandan riskli fakat bir yandan da her bir sanatkârın iyi olduğu noktalar üzerinde çalışması bakımından çok da güzel sonuçlar ortaya çıkaran bir çalışma biçimi aslında. Bu nedenle atölye işi olarak adlandırabileceğimiz bu tür çalışmaları ben bu tür özel işlerde daha çok tercih ediyorum. Atölyedeki bir sanatkâr tezhip tasarımında, bir diğeri minyatür yapımında, bir diğeri ise renk konusunda mahir ise; örneğin üzerinde Mescîd-i Nebevî ve Kâbe-i Muazzama minyatürleri bulunan, tezhiplerinin renkleri birbiriyle azami derecede uyumlu, bütün bu unsurları birbirine bağlayan güzel bir tezhip tasarımına sahip bir hilye-i şerife tezyin ettirme şansınız oluyor. Aksi halde bazen eser üzerinde uygulanmasını istediğiniz farklı bir tasarım problem haline gelebiliyor ve bu tasarımdan vazgeçmek durumunda kalabiliyorsunuz. Fakat dediğim gibi bu bir yandan da bir risk aslında.
Birden fazla kişinin elinden çıkan bir eser üzerinde bazen uyum sorunları yaşanması ve estetik ya da uygulama sorunlarıyla karşılaşılması ihtimali ortaya çıkarıyor. Tam bu noktada danışmanlığını ya da yönetimini yaptığımız koleksiyonlarda bu koordinasyonu kurma işini biz devralıyoruz. Zira hangi sanatkârımızla hangi işi yapacağımız hususundaki öngörümüzü ve deneyimlerimizi kullanarak bu sürecin en iyi şekilde neticelenmesi ve eserin en güzel haliyle ortaya çıkması için koleksiyonerlerimiz adına tüm süreçleri takip ediyoruz.
Eser tamamlanıp da karşısına geçtiğinizde hangi mülahazalarla temâşâ ettiniz?
Bazı eser tamamlanmadan önce rüyanıza girecek kadar kafanızı meşgul etmeli ki ortaya güzel bir iş çıkabilsin. Bu eser o işlerden biriydi. Tezyinatı tamamlandığında yere oturup eseri baştan aşağı tekrar bir gözden geçirerek sanatkâr arkadaşlarıma tek tek teşekkür ettim. Bu vesileyle, böyle güzel bir eserin ortaya çıkmasında göz nuru döken sanatkârlarımız hattat Mevlüt Beşir’e, müzehhip Hasan Türkmen’e, müzehhibe Zeynep Türkmen’e ve müzehhibe Özge Deniz Bağdatlı’ya teşekkür ederim.
Sizin aracılığınızla, eserin ortaya çıkışında önemli bir irade gösteren ve sanatseverlerimizin görebilmesi için eseri bir süre daha misafir etmemize müsaade eden eser sahibi koleksiyonerimize de hususen teşekkür ederim.
Eseri galerimdeki çalışma ofisimde tam karşımda astım. Her sabah odaya girerken Efendimiz’e (a.s.) salat-u selâm okuyarak içeri giriyor gün içerisinde de yine esere bakarak salat-u selâmlar okuyarak günümü ve işlerimi tamamlıyorum. Sanıyorum eskilerden günümüze kalan ve iki cihan serveri Efendimiz’i (a.s.) anlatan hilye-i şerifeler zincirine yeni ve güzel bir halka daha ekledik. O’nun güzelliğine yakışır güzellikte bir eserle bu geleneği sürdürmeyi nasibedene sonsuz hamd-ü senâlar olsun.
Bundan sonra sırada hangi projeler var?
Sanatkâr arkadaşlarımızla yine klasik eserlerden hareketle üzerinde çalışmakta olduğumuz devam eden birkaç yeni proje çalışmamız var. Projelerimiz hem kültür-sanat dünyamıza hem de ülkemizin uluslararası alanda tanıtımına katkıda bulunacağına inandığım türden benzersiz proje çalışmaları. Bu çalışmalarımız biraz daha ete kemiğe büründüğünde sizleri de bu hususta memnuniyetle bilgilendireceğim inşallah.
Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?
Bu mecrayı sanata ve sanatçılara açan Kuveyt Türk Katılım Bankası yönetimine ve büyük emek ve mesai harcayarak hazırladığınız bu sayfada eserlerimize ve çalışmalarımıza yer verdiğiniz için size teşekkür ederim.
İlginiz için ben teşekkür ediyorum Murat Bey.