Hattatların kamış kalemlerinden neş’et eden hat, çizgi, yol manalarında kullanılmakta olup genel olarak ince noktaların birleştirilmesiyle meydana gelen çizgiyi ve dahi satırı ifade eder.
Hüsn-i hat ise Arap alfabesinin belirli estetik ölçülere sadık kalınarak yazılmasıdır. Ecdadımız hat sanatını “Cismânî âletlerle icra edilen rûhânî mühendislik” şeklinde tarif etmiştir.
Sülüs, nesih, tevkiî, reyhanî, muhakkak, kufi, talik, rik’a, icâze, divani ve celi divani belli başlı hat nevilerini oluşturur.
Hat sanatının temel malzemeleri aharlı kâğıtlar, kamış kalemler ve is mürekkepleridir.
ALLAH ÖNCE KALEMİ YARATTI…
Allah önce kalemi yarattı… “Yaz” emir ve fermanını buyurdu: Evvelü mâ halakallahü’l- kalemi fektub…
Kalem, Cenab-ı Hakk’ın dilediklerini; muradını yazdı… Yazdı, yazdı, yazdı…
Hakk Teâlâ Sübhanehu Hazretleri kaleme yemin etti… “Nûn ve’l-kalemi vemâ yesturûn”/”Nûn... Kaleme ve (onun) yazdıklarına yemin olsun!”
Ve akabinde yeryüzünde peygamberler eliyle Allah’ın nezdinde hak din olan İslâm’a gönülden iman eden âdemoğlu kaleme ve yazdıklarına sevdalandı…
Yahyâ Aleyhisselâm “Ya Yahyâ huzil kitabe” emr-i ilahisi mucibince kitaba nasıl sarıldıysa; Ümmet-i Muhammed de öylece Furkan'ını tuttu; hükümlerine sımsıkı bağlandı…
KUR’AN-I KERÎM İSTANBUL’DA YAZILDI
Kur’an-ı Kerim Mekke’de; Hicaz’da nâzil oldu. Mısır’da okundu. İstanbul’da yazıldı.
Aydınlık nâsiyeli âkil insanlar, Sâni-i Zül Celâl Hazretleri’nin kelâm sıfatının tecellisi olan Kur’an-ı Kerim’e bağlandı…
Kutlu Kitap’taki emirlere ittiba edildi, yasaklardan uzak duruldu. Müjdelerle sevinildi. Kalpler, ümitle korku arasında kaldı… Böylelikle Bizim Yunus’un, hakikatin özünden fehmederek dediği gibi ilmin özünün kendini bilmek olduğu anlaşıldı.
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır
Mümin ve muvahhit kullar Kur’an-ı Kerim’i okudu, okudu, okudu ve hıfzetti. Mucibince amel etti…
YAZI TEMEL İLEŞİM ARACIDIR
Yazının tarihi arz ettiğimiz üzere kâinatın yaradılışına uzanır… Kavimler, dünya tarihinin bilinen dönemlerinden itibaren muhtelif yazılar icat ederek iletişimlerinde önemli bir vasıta olarak kullandı.
Yazı bulununcaya kadar geçen zamanda ise topluluklar öncelikle muhtelif motifleri iletişim aracı olarak seçti. Bugün için tarihi değeri oldukça yüksek olan bu araçlar, dönemler itibarıyla gelişim sağladı; zamana ve ihtiyaca göre tekâmül etti...
Himyerî’den Fârisî’ye; İbrânî’den Yunânî’ye; Berberî’den Hindî’ye kadar onlarca kavmin yazısı mezkûr tekâmüle örneklik teşkil eder.
Malum olduğu üzere Hz. Adem (as) tarafından başlayan yazı araç ve gereçlerinin kullanımı, belirtilen süreçten geçerek Sevgili Peygamberimize (sav) kadar ulaştı.
Hz. Peygamber’e (sav) ilk vahiyler gelmeye başladığında, vahiyler bir taraftan Habibullah’ın (sav) sadrına nakşedilirken, diğer bir taraftan da vahiy kâtiplerine yazdırılıyordu.
Vahiy kâtipleri ilahi mesajları Mekkî şeklinde ifadelendirilen bir çeşit Ma’kilî/Kûfî yazı ile en güzel bir halde yazma gayretinde bulunuyordu.
O dönemlerde yazılar tahta kalemler ile deve kemiklerinin üzerlerine, Mısır’dan getirilen parşömenlerin üzerine, ince ceylan derilerinin üzerine, is mürekkebi başta olmak üzere, kırmızı ve mavi renklerdeki boyalar kullanılarak hassas bir kuyumcu maharetiyle yazılıyordu.
Kâğıt bulunamadığı zamanlarda Ayet-i Kerime’ler geniş tahtaların sathına ya da düz taşların üzerine oyulmak suretiyle nakşediliyordu.
Hicrî ilk asırdan itibaren Kur’an-ı Kerim Yazısı üzerine çalışan sanatkârlara önceleri kâtip, küttâb, verrak ve ardından da hattat denildi.
Sonraki dönemlerde kâğıt çeşitlerinin çoğalmasıyla birlikte, yazıyı kemâliyle yazan hattatların adedi çoğaldı ve Türklerin kamış kalemlerinin ucunda kutsî bir sanat izzetine kavuşan Kur’an-ı Kerim kitabeti, asırlar boyunca sarkaçlanarak günümüze kadar ulaştı…
Ecdadımız, İslâmiyet’le şereflendikleri zamanlarda deri işlemeciliğinde oldukça mahirdi... Kısa zamanda İslâm Yazısı’na intibak eden sanatkâr dedelerimiz yazıda da hünerlerini göstermekte gecikmeyerek hat sanatı tarihinde ekol olan Şeyh Hamdullah, Hafız Osman, Ahmet Karahisari, Mustafa Rakım, Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Hasan Rıza Efendi, Sami Efendi, Yahya Hilmi Efendi, Bakkal Arif Efendi, Mehmet Şefik Efendi, Kayışzade Hafız Osman, Necmeddin Okyay, Mustafa Halim Efendi ve Hamid Aytaç gibi güzide sanatkârlar, Türkler arasından yetişti. Ve böylelikle hafızalarda yer eden ve az önce de arz ettiğimiz tarihi hakikat ortaya çıktı: Kur’an-ı Kerim Mekke’de; Hicaz’da nâzil oldu. Mısır’da okundu. İstanbul’da yazıldı.
İstanbul’da tam altı asırdır hat sanatı üzerine çalışılıyor. Mushaflar göz nuru ile kaleme alınıyor. İstanbul’un fethinin akabinde tesis edilen Saray (Fatih) Nakkaşhesi, Asitane’nin ilk hat mektebidir. Burada başlayan kitabet çalışmaları bilahare İstanbul’un tüm medrese, dergâh, mektep, cami ve mescitlerine yayıldı.
Medreselerin kandillerle aydınlanan derviş odalarında kamış kalemler, asırlar boyunca aharlı kâğıdın üzerinde zikir sesine durdu… İstanbul’da, yüzlerce hattat, binlerce; on binlerce Mushaf-ı Şerif, hilye, levha kaleme aldı, camiler yazılarla donatıldı.
KÂĞIT, KALEM VE MÜREKKEP…
Hattatlar şüphesiz en fazla Allah’ın ismini zikreder ve dahi yazar. Netice itibarıyla hattata lazım gelen kâğıt, kalem ve mürekkeptir. Kâğıt, kalem ve mürekkep… Üç kelime; üç ayrı terkip… Vuslat anı gelince kâğıdın şefkatli yüzünde kamış kalem zikre durur… Zikrin evveli Allah’tır; âhiri Allah… Kamış kalemden önce elif harfi belirir… Lafza-i Celâl’deki elif… Sonrasında harfler birbirini takip eder ve ince bir nesih kaleminin ucunda Vacib’ül Vücûd Hazretleri’nin ism-i şerifi belirir: Allah…
Not: Sayfamızı şenlendirmekte olan birbirinden âlâ hat eserleri için Hattat Abdullah Aydemir’e teşekkür ediyorum.
İbrahim Ethem Göre