Müverrih Yücel Âşıkoğlu aynı zamanda usta bir ahşap sanatkârı. Öznesinde ahşap olan malzemeler Yücel Aşıkoğlu’nun elinde sanat eserine dönüşüyor. Söz konusu eserler cümlesine yel değirmenlerini, debbabeleri, mancınıkları, tesbihleri, beşikleri, kavukluk ve lambalıkları, astranot modellerini, hava tünellerini ekleyebiliriz.
Yücel Âşıkoğlu ile içinden ahşap, ustalık, sanat, zanaat, ahşap tasarımlar ve nadir üretimler geçen bir mülakat gerçekleştirdik.
Yücel Bey sizi tanıyabilir miyiz?
1975 yılında Kocaeli’nde dünyaya geldim. Konumuzla ilgili olarak söyleyebileceğim; ilkokula giderken evimizin karşısında bir marangoz atölyesi açıldı, sahibi Şerafettin Usta yazları beni yanına çağırırdı, birkaç yaz onun yanında çıraklık yaptım, o zaman ahşabın tozunu yutmuşum. Lisede Endüstri Meslek Lisesi Elektronik Programında okudum. Daha sonra Boğaziçi Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Elektronik Programını kazandım, burada bir süre dersleri takip etmeme rağmen sosyal bilimlerde eğitim görme hevesine kapıldım ve tekrar üniversite sınavlarına girerek Tarih Bölümünü kazandım. Neyse ki bu değişiklik 28 Şubat’tan önce gerçekleşti, yoksa 28 Şubat dayatmaları, üniversite sınavında katsayı engelleri koyduğundan bir meslek lisesi mezununun böyle bir tercihte bulunması mümkün olmayacaktı.
İş tecrübelerinizden bahseder misiniz?
Meslek Lisesinde staj yaptığım Polisan Firması’nda (Kocaeli Organize Sanayi Bölgesi’nde) bir yıl kadar da teknisyen olarak çalıştım, firma, fotoğrafçılar için banyo makineleri üretiyordu, ben de makinelerin ısı kontrolünü sağlayan devrelerin üretim ve tamirinde çalıştım.
Üniversite eğitiminden sonra İlim Yayma Cemiyeti bünyesinde yurt idareciliği, Profesör Doktor Fuat Sezgin İslam Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı’nda Koordinatörlük ve İSKİ’de Dış İlişkiler Şefliğinde tercümanlık görevlerinde bulundum. Bunun dışında İngilizceden Türkçeye kitap tercümeleri, Şehir Düşünce dergisinde yazarlık faaliyetlerim oldu. Uzun bir süredir kendi atölyemde çalışıyorum.
Şu anda neler yapıyorsunuz?
Atölyemde çeşitli projeler için ürün tasarlama ve üretim işleri yapıyorum. Bir süre, çeşitli vakıflar ve kurumlar bünyesinde ahşap oyuncak yapımı kursları da verdim. Medeniyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde anaokullarına yönelik bir eğitim programının materyallerinin büyük bir kısmını tasarlayıp ürettim. Halen bir müze projesi için İslam Bilim ve Teknoloji Tarihinden çeşitli âlet ve mekanizmaların yeniden üretimlerini gerçekleştiriyorum.
Meselâ…
Bu bağlamda Dikey Milli Yel Değirmeni, El-Cezeri Çift Pistonlu Su Pompası ve El-Cezeri Fil Su Saati (bitmek üzere) üzerinde çalıştığım eserler.
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki tarih eğitiminden sonra bu alana hangi sâikle yöneldiniz?
Geriye dönüp baktığımda tarih eğitimim esnasında ödevlerimi ve tezlerimi genellikle düşünce tarihinden veya belli bir dünya görüşü etrafında toplanmış teşkilatlar üzerine yaptığımı görüyorum, bunun dışında özel ilgi alanlarım bilim ve teknoloji tarihi ve bilim felsefesi ile ilgili konularda yoğunlaştı. Aynı zamanda güncel bilimsel ve teknolojik gelişmeleri de takip etmeye çalışırdım, Boğaziçi Üniversitesi Kütüphanesi de bu konuda benim için çok faydalı oldu, pek çok uluslararası dergi geliyordu, özellikle Popular Mechanics dergisini merakla beklerdim. Şimdi internet, bu duyguları bize unutturdu.
Ahşap işinde ustalık nerede? Usta işi denilmeye sezâ bir âlet/tasarım/ürün hangi evsafı hâiz olmalıdır?
Bir eseri yaparken sahip olmasını istediğim özellikleri söyleyebilirim; hem işlevinde hem de estetik düzeyinde altın oranı yakalamalı yani hangi işlevi yerine getirmesi gerekiyorsa bunu en basit şekliyle yerine getirmeli, göze hoş görünmeli ve gerekenden fazla süs ihtiva etmemeli, yani esere bakan birileri şurasına lüzum yokmuş dememeli. Bir mekanizmada işlev gören parça sayısı ne kadar çok artarsa verimlilik de o kadar düşüyor ve arızalanma riski o oranda artıyor.
Bu alanda kendinize örnek aldığınız hakikatli ustalar kimler? Günümüz Türkiye’sinde ve Osmanlı Cihan Hâkimiyeti asırlarında ahşap ustası olarak kimler ön plana çıkıyor?
Maalesef seçtiğim alanla ilgili örnek aldığım veya usta olarak gördüğüm herhangi bir isimden bahsedemeyeceğim. Çünkü çalıştığım alan yaygın geleneksel sanatlarımız gibi, örneğin hat, nakkaşlık veya ahşap kakma işleri gibi bir sanat alanı değil. Yaptığım işte kendi kendimi yetiştirmem gerekti, elbette internetin yaygınlaştığı bir döneme denk gelmenin de bunda büyük bir katkısı var, bir işin nasıl yapıldığını öğrenmek istediğinizde internet ortamında kolayca eğitim kaynağı bulabilmek mümkün.
Tarihten ilham aldığım kişilere gelince; tarihte mekanik aletlerin yapımıyla veya sanayi üretimiyle ilgili bilgi kaynaklarımız azdır, bunun başlıca iki sebebi var, birincisi ustalar yaptıkları işlerle ilgili sırlarını kamuoyuna açmak istemezler, ikincisi kitap yazan ilim sahipleri el sanatlarını veya imalat işlerini anlatmaya değer bulmazlar. Fakat neyse ki elimize ulaşan istisnalar var. Ortaokul sıralarında takip ettiğim Bilim Teknik dergisinin bir sayısında El-Cezeri’nin kitabının Türk Tarih Kurumu tarafından tercüme edilerek yayınlandığı haberini hatırlıyorum. Daha sonra rahmetli Fuat Sezgin Hocamızın Frankfurt’taki enstitüde kurduğu müzeyi tanıdan bir belgeseli izledim ve bu bana “bu âletleri ben de yapabilirim” şeklinde ilham verdi. Daha sonra bu alana girdikçe Beni Musa Kardeşlerden ve Takiyüddin’den de haberim oldu. Fakat hayat hikâyesi beni en çok etkileyen kişi Özbekler Tekkesi son dönem şeyhlerinden Edhem Efendi’dir. Edhem Efendi pek çok sanat dalında ustalık derecesinde hüner sahibi birisi ve çalışmalarını sürdürebilmek için tekkedeki şeyhlik görevinden feragat ediyor. Buhar gücüyle çalışan bir tekne yapıyor ve boğazda denemelerde bulunuyor. Maalesef bu deneyler Abdülhamid Han’a menfi bir şekilde jurnalleniyor ve bu tür faaliyetlerden menediliyor.
Son olarak Hidayet Erbil’in İmalat Ansiklopedisi’ni de saymam lazım.
Yaptığınız iş, hizmet ve ustalık süreçlerini nasıl adlandırıyorsunuz?
Yaptığım işlere bir isim bulmak için biraz erken… Ahşap mekanik sanatı denebilir. Eskiler “hiyel” demişler, bir işi kolay yoldan yapma yöntemleri manasında, İngilizcede “ingenious devices” diyorlar.
Sanat, zanaat ve usta mefhumları nezdinizde hangi karşılıkları buluyor?
Yapılan işte gündelik bir ihtiyacın giderilmesi ağır basıyorsa zanaat, estetik zevk ağır basıyorsa sanat eseri oluyor. Bir kimse bir eseri çok kafa yormadan, çok ölçüp biçmeden, hata yapmadan kolayca ortaya çıkarabiliyorsa o işin ustası demektir. Ben şimdiye kadar herhangi bir işin ustası olamadım çünkü şimdiye kadar yaptığım her şeyi ilk defa yaptım.
Atölyenizi de konuşalım…
Atölyem, yaptığım işlere göre yeni âletler ve makinelere ihtiyaç duyduğundan gittikçe büyüyor ve karmaşıklaşıyor. Önceliği ahşap olmakla beraber zaman zaman plastik veya metalleri de işlemem gerekiyor. Örneğin bir süredir UV sıvı reçine ile çalışan bir 3B yazıcıyla çalışıyorum, ihtiyacım olan bazı figür ve parçaları bu şekilde üretiyorum. Bazen makinelerimi yapmak istediğim parçalara göre yeniden düzenlemem gerekiyor; bazen bu belki bir gün işime yarar diye biriktirdiğim hurdalardan gerçekten günü kurtaran parçalar çıkıyor.
Şimdiye kadar atölyenizden hangi âlet ve tasarımlar geçti?
Bu işe bir mancınık modeli yaparak başladım, çöp şiş ve kahve karıştırma çubuklarından; maket bıçağı, kargaburnu, yankeski gibi aletler kullanarak yapımını tamamladım ve model, gayet iyi çalışıyordu. Daha sonra 2009 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde İhsan Oktay Anar’ı konu alan bir sempozyum düzenlendi, sempozyumu organize eden Akın Tek Beyefendi sempozyum esnasında sergilenmek üzere Anar’ın romanlarındaki fantastik makinaların modellerini arıyormuş, bu vesileyle bir araya geldik ve ben bu program için İhsan Oktay Anar’ın Kitab-ül Hiyel isimli romanında yer alan debbabenin bir maketini yapıp sempozyumda sergiledim. Bu vesileyle çalışmalarımı bir atölyeye dönüştürmeye karar verdim. O esnada yurt idarecisi olarak mensubu olduğum İlim Yayma Cemiyeti Kadıköy Şubesi Atik Valide Medresesi içindeki bir odayı bana tahsis etti. Uzun yıllar burada faaliyet gösterdim. Zaman içinde çeşitli makinelerin çalışma prensiplerini gösteren modeller, İBTAV tarafından düzenlenen uluslararası yaz okulunda çeşitli âletler ve makineler hakkında sunumlar (balık pusula, Cezeri’nin bir fıskiyesi, çeşitli su çıkarma makinelerinin verimliliklerini karşılaştırmayı amaçlayan dört ayrı su çıkarma aleti, karanlık oda modeli), 1.60 m. boyunda bir astronot modeli… THY Havacılık Akademisi için uçağın nasıl uçtuğunu gösteren bir hava tüneli kabini ve daha pek çok irili ufaklı âlet ve tasarım... Bir süredir bir müze projesi için İslam Bilim ve Teknoloji tarihinden çeşitli örneklerin modellerini inşaa ediyorum ve ayrıca bu projeyle ilişkili olarak hediyelik eşya tasarımları yapıyorum.
Kimler sizinle çalışıyor yahut hangi kurum ve kuruluşlarla çalışıyorsunuz?
Az önce bahsi geçtiği gibi aralarında THY ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi gibi çeşitli kurumlarla çalıştım; benim yaptığım ürünler herhangi bir imalat türüne girmeyen şeyler, dolayısıyla bu tür şeylere ihtiyaç duyanlar eş-dost vasıtasıyla benimle irtibat kurduğunda ortaya bir şeyler çıkıyor.
Hangi malzemeleri kullanıyorsunuz?
Ağırlıklı ahşap kullanıyorum, fakat sıklıkla modellerin yapısına uygun olarak farklı malzemeler kullanıyorum, modellerde sık sık metal parçalar bulunması gerekiyor, bu konuda sorun yaşıyorum çünkü atölyemde metal parçaları işlememi sağlayacak makinelerim yok. Bu tür durumlarda ya dışarıdan birilerinden yardım istiyorum ya da kendi imkânlarımla alternatif yöntemler bulup sorunu çözmeye çalışıyorum. Bunun yanında plastik türü malzemeleri de kullanıyorum, bir süredir 3Boyutlu yazıcıyla da uygulamalar yapıyorum.
Bu malzemeleri hangi aletlerle işliyorsunuz?
Atölyemde daire testere tezgâhım, kıl testere, sütunlu matkap, ahşap tornalarım, şerit testerem, çeşitli ebatlarda freze makinelerim var, bunun yanında pek çok el âleti de mevcut.
THY’ye hava tüneli yaptınız. Hava tüneli ve çalışma prensibi hakkında bilgi verir misiniz?
Hava tüneli iki ayrı bölmesi olan bir kabinden oluşuyor, kabinlerden birinde havayı emen fanlar mevcut, diğer kabin şeffaf akrilik levhalardan oluşuyor, şeffaf kabine üç ayrı model konulup uçma prensipleri anlatılıyor. Modellerden biri uçuş kontrol yüzeyleri olan ve bir kumanda koluyla kontrol edilen bir uçak, hava akımına maruzken bu yüzeylerle uçak yatış, sapma ve yunuslama hareketlerini gösteriyor, bir diğer model yine basit bir uçak, bir platforma bağlı halde duruyor ve hava akımına maruz kalınca bulunduğu yerde havalanıyor. Sonuncu model şeffaf bir kanat kesiti, üstünde ve altında delikler yer alıyor, içerisindeki pinpon topları, kanat hava akımına maruz kaldığında üst yüzeye doğru yükseliyor, bu şekilde kanadın üstünde oluşan alçak basınç gösterilmiş oluyor.
Debbabe ve yel değirmeni gibi pek çok fonksiyonel âlet ürettiniz. Ustanız olmadan bunların üstesinden nasıl geliyorsunuz?
Allah vergisi bir yeteneğim var sanırım, bilgiye ulaşma açısından İstanbul’da yaşıyor olmanın büyük bir katkısı var, ayrıca internet sayesinde pek çok bilgiye ve yönteme ulaşmak mümkün.
Bahsettiğiniz keyfiyette araştırmanın yeri nerede ve nasıl konumlanıyor?
Üreteceğim modelle ilgili bir ön araştırma yapmam zorunlu. Çevremdeki kütüphanelere gidip kaynak topluyorum, satın alma imkânım olan kaynakları satın alıyorum, sonrasında AUTOCAD veya benzeri bir programla tasarımımı gerçekleştiriyorum. Bazen tasarımı ortaya çıkardıktan sonra da üretimin nasıl olacağına karar vermek için tekrar bir dizi araştırma yapmam gerekebiliyor. Çalışma konusu kendi tarihimiz bile olsa genellikle en faydalı kaynakları İngilizcede buluyorum, bir taraftan bu dili öğrenmiş olmama şükrediyorum diğer taraftan Türkçemiz adına üzülüyorum. Bu vesileyle son yıllarda çalışmalarım özellikle El-Cezeri üzerine yoğunlaştığından, onun kitabını tekrar Türkçeye kazandıran ve detaylı teknik çizimlerle ve açıklamalarla zenginleştiren rahmetli Durmuş Çalışkan’a ve ekibine teşekkür etmek isterim. Bu kitap çalışmalarımı çok büyük oranda kolaylaştırdı.
Durmuş Çalışkan’a rahmet olsun… Tarihten gelen teknoloji birikimini tekrar canlandırıyorsunuz, peki bu çalışmalar sizde kendinize ait mekanizmalar icat etme isteği uyandırmıyor mu?
Bir süredir kendim de bir takım mekanik icatlar yapmaya çalışıyorum. Bazılarını çalışır halde ortaya çıkardım, bazıları çizim dosyası halinde kenarda bekliyor, bazıları ile ilgili hâlâ zihnimde deneyler yapıyorum. Eski Hacıyatmaz oyuncağının tek tekerlekli bir türünü yaptım. Çekmecelerimin birinde duruyor. Tekerlekten tahrikli ve tekerleklerin farklı hızlarda veya yönde dönmesiyle manevra yapan iş makineleri için manevra hareketini kolaylaştıran bir mekanizmayı işler halde ortaya çıkardım, o da bir kenarda duruyor. Bu araçlar mevcut haliyle hem çalıştıkları zemini bozuyor hem de lastiklerini çabuk yıpratıyor. Ben mekanizmamın bu sorunları ortadan kaldıracağını düşünüyorum. NASA’nın Mars’a gönderdiği altı tekerlekli robotlarındaki Rocker-Bogie benzeri gövdenin aynı zamanda süspansiyon olduğu bir mekanizmayı dört tekerlekli bir araç için düşündüm. Denemelerim ümit vadediyor fakat çözmem gereken bazı sorunlar da mevcut. Ayrıca mevcutlardan daha verimli çalışacağını düşündüğüm bir ornitopter mekanizması üzerinde de çalışıyorum. Elimdeki imkânlar henüz bu düşüncemi hayata geçirmeme yetmediğinden tasarım olarak bekliyor. Ayrıca tek bir elektrik motoruyla sürtünmenin elverdiği ölçüde sonsuz sayıda eklemi mekanik olarak programlayan bir sistem üzerinde düşünüyorum (yürüme hareketi gibi tekrarlayan hareketler gibi). Son olarak uçaklar için dikey kalkış-iniş sistemleri üzerine kafa yoruyorum.
Patentleriniz var mı? Çalışmalarınız için patent almayı düşünüyor musunuz?
Az önce belirttiğim icatlarım için patent başvurusu yapma düşüncem var fakat süreçle ilgili tecrübem olmadığından henüz bir adım atamadım.
Atöylenizi tezyin eden devasa bir mancınık var. Mancınığın tarihi yolculuğuna dair için büyükçe bir paragraf açalım…
Mancınık da pek çok alet ve malzeme gibi Çin kökenli bir silah bildiğim kadarıyla. Burada günümüz Türkçesinde farklı silah ve mekanizma çeşitlerini tek bir kelimeyle isimlendirmemizin anlam kargaşasına yol açtığını akılda tutarak, Avrupa’da trebüşet (trebuchet) denilen karşı denge ağırlıklı mancınığın ilk örnekleri Çin’de bir noktada mile bağlı bir sırığın kısa tarafında insanların iplere asılarak sırığın uzun tarafındaki gülleyi fırlatmalarıyla ortaya çıkıyor. Bu haliyle de sonrasında İslam dünyasında, Bizans’ta ve Avrupa’da yaygın olarak kullanılmaya devam ediyor. Sırığın kısa tarafına sabit ve serbest salınan bir ağırlık bağlama fikrinin ilk nerede ortaya çıktığı bir tartışma konusu, ancak âletin etraflı anlatımlarının ve çizimlerinin İslam kaynaklarında ortaya çıkması benim kanaatimce 12. Yy civarında Müslümanlar tarafından kullanılmaya başlandığının gösteriyor. Bu şekliyle âlet bir sırığın kısa kenarına bağlı serbestçe salınan bir ağırlığın uzun kenarının ucuna ipe bağlı bir deri kese içindeki gülleyi yaklaşık yarım dairelik bir tur attırarak fırlatması şeklinde ortaya çıkıyor. Büyük makinalar olduklarından fırlatma kolunu indirmek için pek çok makaradan oluşan palangalar ve insanların içinde yürüdüğü çarklara ihtiyaç duyuluyor.
Fîtarihinde çalışır durumdaki bir trebüşetin taşınması mümkün olmadığından kuşatılacak kalenin önüne kadar arabalarla taşınan parçalar buralarda ustalar tarafından birleştirilirdi.
Günümüze gelirsek…
Döneminde olduğu kadar günümüzde de görünüşü insanı etkileyen bu devâsâ silâhların etkisine dair farklı görüşler var.
Sizin görüşünüz…
Benim kanaatim çok da verimli âletler olmadıkları yönünde. Günümüzde tarihi veya fantastik filmlerde fırlatma mesafeleri, fırlattıkları güllelerin boyutları ve verdikleri hasarlar çok fazla abartılıyor. Taştan örülmüş kale duvarlarına pek fazla zarar veremiyorlardı, çok uzak mesafeden atış yapamadıklarından sık sık mancınık operatörleri kale burçlarından atılan oklarla vurulabiliyordu. En iyi kullanım alanları kuşatılan kale içine hayvan ve insan cesetleri atıp hastalık; yanan gülleleri de atıp yangın çıkarmaktan ibaretti sanırım. Herkesin bildiği gibi barutlu silahların ortaya çıkışına kadar kale duvarları savunma için üstünlüğünü korudu.
Bu eseri hangi malzemeleri kullanarak ne kadar zamanda ürettiniz?
Ağırlıklı olarak ahşap malzemeden oluşuyor, çam ağacı kullandım. Mandallı çarkları ve tetik mekanizmasını pirinçten yaptım. Fırlatma kolunun içinde de iki mm. kalınlığında çelik bir plaka gömülü.
Bu eseri niçin yaptınız? Peki, bu eseri alan devâsâ mancınığı ne yapacak!
Benim yaptığım trebüşetin fırlatma kolu açıldığında boyu iki metreyi buluyor. Bu boyutlardaki mancınıklarla öğrencilere yönelik bir tasarım ve mücadele içerikli bir müsabaka için fikir sahibi olmak amacıyla yapımına başladım. Amaç öğrencilere âletin büyüklüğü ile ilgili üç boyutlu sınırlamaları vermek ve bu boyutlar içinde en verimli âletleri yaparak çalıştırmalarını sağlamaktı. Benim yaptığım âlet klasik trebüşetlerin özelliklerini taşıyor. Günümüzün teknoloji bilgisiyle çok daha verimlileri yapıldı.
Maalesef mancınık atölyem içinde çok fazla yer tutuyor, kurumsal bir alıcı bulduğumda elimden çıkarmayı düşünüyorum. Âletle ilgili bir kavramsal çerçeveye oturan herhangi bir kurumda sergilenebilir. Zaman zaman kullanılarak atışlar yapılabilir. Bu haliyle eğitim, teknoloji, tarihi eser gibi konularla ilgili herhangi bir kurumda göz dolduran bir yer işgal edebilir.
Kendiniz için neler yapıyorsunuz?
Mümkün olduğunca bilim ve teknoloji tarihine dair bilgimi artırmaya çalışıyorum, savunma ve havacılık gelişmelerini takip ediyorum. Batı ülkelerine plastik modelcilik gelişirken, Demir Perde ülkelerinde gelişen bir kâğıt model anlayışı var. Angraf, Maly Modelarz ve Orlik gibi markalar ortaya çıkmış ve çok ayrıntılı araçlar, uçaklar mimari modeller yapılıyor. O konuda becerimi ilerletmeye çalışıyorum. Eskicilerden eski kırılmış diecast arabalar ve saat mekanizmaları alıyorum, kayıp parçalarını kendim imal edip tamir etmeye çalışıyorum ama bu konuda daha çok eksiğim var. Ardunio öğrenmeye çalışıyorum ve CAD tasarım konusunda yeni şeyler öğrenmeye gayret ediyorum.
Ahşapta neler arıyorsunuz?
Zihnimdekini hayata geçirmek için fırsatlar arıyorum. Ahşap bu açıdan çok verimli bir araç, ancak sınırları var. Bu sınırları da başka malzemeler kullanarak veya ahşaba farklı açılardan yaklaşarak aşmaya çalışıyorum.
Aradıklarınızın ne kadarını buldunuz?
Henüz çok başındayım, öğreneceğim daha pek çok şey var.
Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?
Az önce kısaca değindiğim gibi yaptığım işler genellikle statik değil, hareketli parçaları olan nesneler. Onlarla uğraşırken kendimce bazı ilkeler de geliştirmeye çalışıyorum, teknoloji tarihini öğrenirken bu ilkelerimin sağlamasını da yapmış oluyorum. Yine az önce değindiğim gibi bir âletin işlevini yerine getirmesi için gerekli olan en az parçaya ve en az karmaşıklığa sahip olması lazım. Göze güzel görünmesi için estetik unsurların ne eksik ne de fazla olmaması gerekiyor. Bunu insanlık doğada ve kendi eserlerinde kadim dönemde altın oran olarak bulmuş. Ortaokul çağlarında Bilim Teknik ve Uçan Türk dergilerini takip etmeye başladım, sonra bunlara Savunma ve Havacılık Dergisi de eklendi. Sahaflara gidip eski savunma dergilerini de arardım, M5 dergisi bulurdum bazen. Bu alandaki amatör okumalarımdan edindiğim izlenim, savaş alanlarında da basitlik ve güvenirliğin, bakım ve tamir kolaylığının teknolojik gelişmişlikten daha iyi sonuç verdiği. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlar teknolojik açıdan pek çok alanda müttefiklerden daha ileriydi ancak teknolojiyi çok karmaşık bir düzeyde kullanıyorlardı. Alman tanklarıyla mesela Tiger ile Amerikalıların Sherman ve Rusların T-34 tanklarını karşılaştırdığımızda kâğıt üzerinde Alman tankı çok daha güçlüydü ama üretimi daha yavaştı, kullanımı daha zordu ve arızaya çok daha yatkındı. Bu yüzden çok fazla kayıp vermelerine rağmen savaş alanlarından galip çıkan, müttefik tankları oldu. Savaş uçaklarında bu konuda ellili yıllarda doğan ve neredeyse 21. Yüzyıla kadar pek çok ülkede hizmet gören mütevazı Douglas A-4 Skyhawk’ı da anmak isterim.
Uçaklardan bahis açmışken müsaade ederseniz güncel bir konuya da değinmek isterim.
Lütfen…
Amerikan Lockheed Martin şirketi bildiğim kadarıyla dünya savunma sanayinde en büyük kârları elde eden şirketlerinden biri. Şirket, Amerikan havacılık tarihinin en önemli parçalarından birini oluşturan Skunk Works (“Kokuşuk İşler” şeklinde tercüme edebiliriz) isimli, gizli ileri araştırma birimini de içinde barındırıyor. Bu birim tarihte, verilen kısa sürede en az maliyetle, talepleri en iyi şekilde karşılayan uçakları üretmekle meşhurdur. Fakat F-35’in tasarımıyla kimliğini oluşturan unsurları da yıktı. Bir avcı uçağının projesinin başlatılmasıyla servise girmesi arasında beş yıllık bir süre başarılı kabul edilebilir. Fakat F-35’de bu süre en iyimser bakış açısıyla 15 yıl sürdü. Proje başladığında temel hedefler şöyleydi: Mevcut teknolojilerin kullanılmasıyla tasarım süresinin kısaltılması, üç ayrı ihtiyacı gören modelin (A, B, C) mümkün olan en yüksek ortak parçaya sahip olmasıyla maliyetin düşürülmesi, bakımı ve tamiri kolay, dayanıklı bir yapı ortaya çıkarılması ve yine maliyetin düşürülmesi. Bu hedeflere ulaşılacağı düşüncesiyle pahalı bir uçak olan F-22’nin üretimi durduruldu ancak F-35’in hizmete girmesiyle hedeflerin tutmadığı anlaşıldı. Uzun süren geliştirme dönemi maliyetleri artırdı, farklı ihtiyaçların tek bir gövdede toplanması kusurları ve yine maliyetleri artırdı, teknoloji eskidi, ortaya çıkan ürün bakımı zor, pahalı ve verimsiz kaldı. Elbette ortada çok iyi, gelişmiş ve rakipsiz bir uçak var, ancak başlangıçtaki iddialar göz önüne alındığında ortaya çıkan sonuç başarılı olmaktan şimdilik çok uzakta. Bu açıdan uçak işe gitmek için Formula 1 aracı kullanmaya benzetiliyor.
Türkiye kendi savunma sanayini geliştirme konusunda çok iyi adımlar izliyor. Ülke olarak başarılarımızın devamını Rabbimden niyaz ediyorum.
Âmin… Son olarak okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?
Maalesef bir mesaj verecek olgunluğa ve yetkinliğe ulaşamadım. Fakat şöyle bir şey aklıma geldi. Üniversite yıllarında bir kitap okurken faydalanılan eserler kısmına bakardım ve çoğu yazarda maalesef eskimiş kaynaklarla çalışıldığı, eserde yeni ve üzerinde durulması gereken kaynaklardan haberdar bile olunmadığı veya ele alınan konuyla ilgili yeni tartışmalardan tamamen kopuk olunduğunu anlardım ve üzülürdüm (Sonradan bunun bazı örneklerde siyasi veya başka maksatlarla kasıtlı yapıldığını öğrendim). Şimdi yaşı ilerlemiş insanlar tarafına geçtikçe aynı hataya düşmekten korkar oldum.
Çok güzel bir mülakat oldu. İlginiz için teşekkür ediyorum Yücel Bey.
Ben de teşekkür ediyorum İbrahim Ethem Bey.
İbrahim Ethem Gören/23.02.2022-Yazı No: 285