Yazı sanatkârı Emrah Yücel ile sanatı, sanatkâr duruşu ve geleneksel sanatlarımızın hakikatli ustalarının sorumlulukları üzerine bir e-mülakat gerçekleştirdik.
İbrahim Ethem Gören: Emrah Bey, sanata, estetik güzelliklere dair gönlünüzde ilk cemre ne zaman ve nasıl düştü?
Emrah Yücel: Anadolu’da eski evlerimizde gece lambası kültürü vardır, özellikle köy evlerinde. Bu gece lambaları öyle günümüzdeki gibi prize takılan cinsten değil harbi gece lambası. Ona göre tesisatı çekilmiş, ona göre kırmızı ya da yeşil bir ampul takılmış ve ışığı kesmesi için önünde baklava formunda yerleştirilmiş bir cam... İşte o camda dedelerimizin tercihine bırakılmış motifler… Bazıları karda yürüyen geyik, bazıları hasat zamanını resmeden görüntüler ve tabi ki yazılar… Çocukluğumun büyükçe kısmının geçtiği ve yer yatağının kanaatkâr konforundan zorunlu bir haz ile uykuya dalarken izlediğim İsm-i Nebi... Rahmetli dedemin insafından bize miras kalan gece lambasında, celi sülüs bir formda yazılmış Muhammet (sav) yazısını izleyerek uykuya dalan bir torun için gönle düşen cemre mi dersiniz, ırmak mı bilmem ama yazı olduğunu nice sonra öğrendiğim o mukaddes şekillerin hafızama işlenmesidir benim yolculuğumun miladı.
Âlâ bir giriş oldu. O zamandan bugüne neler yaptınız?
Takdir göreceği işleri yapmak bir çocuğun varoluş sebebi oluyor küçük yaşlarda. Güzel yazıyı taklit etme ve güzel yazma, okuma-yazmaya yeni başlayan bir çocuk için basit bir takdir toplama yöntemi.
“BİZİM MAHDUMUN YAZISI İNCİ GİBİDİR!”
’Bizim mahdumun yazısı da inci gibidir’ sözleri eski karnelerin el yazısı ile yazıldığı dönemde okul karne ve diplomalarını yazmak… Yazları gidilen mahalle camii yollarında kolumuzun altına rulo yapıp sıkıştırdığımız o yeşil kaplı namaz hocası kitabındaki Arapça harfleri bilmeden taklit etmek, akmayan, aktığında da elleri ve kağıdı mahfeden dolmakalem mağlubiyetleri, sanata yatkınlığımın farkında olup hayatı idame ettirme konusunda sıkıntı yaşayacağımı söyleyen öğretmen telkinleri ile ilerleyen bir öğrenim hayatının sonunda grafik sanatlarda ihtisas etme adına alınmış karar neticesinde her şeyi ve herkesi geride bırakıp otuzlu yaşlarda ‘ben sanatımı icra edeceğim’ diye kendi kendime yaptığım kişisel darbe girişimi ve halihazırdaki neticesi.
Aliy’ül-âla… Sanatkâr güzel yazıyla neyi arar?
İlk dönemlerinde beşerden takdir arar, orta yaşlarda dünya malını arar, kemâl yaşında Allah’ın (cc) rızasını, arar son dönemlerinde de hakikati…
Sizde durum nasıl?
Bir şeyi çaresi olmadığı için yapmak ile seçmek arasında bir fark vardır. Seçebilme kabiliyeti ya da bir şeyden vazgeçebilme kabiliyeti nefiste müebbet bir beşerin insan olma ile alakalı imtihan mertebelerinde ilk ve en önemli basamaklarından biridir.
EMRAH YÜCEL: HER ŞEYİ GERİDE BIRAKARAK SANATIMI İCRA ETMEYİ TERCİH ETTİM.
Ben her şeyi geride bırakarak sanatımı icra etmeyi tercih ettim, takdir toplamak ya da dünya malı ile olan meşguliyet safhalarını geçeli çok oldu. Rabbimin rızasını kazanma neticesinde açılacak sayfaları tasarlamak ile meşgulüm şu vakit.
Hû… Eyvallah… Okuyucularımıza Balat’a, Karanlık İşler Atölyesi’ne ve burada icra edilen iş ve hizmet süreçlerine dair neler anlatmak istersiniz?
Burası güzelin, güzel sözlerinin güzel anlatılmaya çalışıldığı bir mekân. Yunus’un ‘doğru olmayan odun bile bu kapıdan giremez’ sözünün ve anlayışının devam ettirilmeye çalışıldığı bir mekân. Yanlış söz, yanlış insan. Rıza-ı ilahiyi gücendirecek amaç ve gayenin güdülmediği bir mekân… Anadolu irfanına bir damla su taşıma gayreti ile surda bıkmadan, usanmadan gedik açmaya çalışılan bir mekân. Kim bu topraklarda taşın üstüne taş koyma endişesi gütmüş ise onun hatırlatılmaya çalışıldığı, eserlere işlendiği bir mekân.
Cevabınız yüreğime değdi! Elinizde fırça, gönlünüzde harflerle atölyenizin penceresinden Haliç’e baktığınızda neler görüyorsunuz?
Burası sur içi, dualı belde. Camımdan her Haliç’e baktığımda ‘bugünkü Fetih Sûresi’ni ne için okuyacaksın?’ diye soruyorum kendime. ‘Bugün kendinde nereleri fethedeceksin ya da hangi fetih ile müjdeleneceksin?’ diye tefekkür ile seyrediyorum surun dışını…
Güzel gören güzel düşünür. Netice itibarıyla güzel, güzel gözle görülür. El-Hakk güzeli; mutlak güzeli her göz de göremez. Hâsılı, gören, göz değildir, gönüldür, ruhtur… Mahza et olan göz neyi görecek ki? Hakikati, mutlak hakikati gören kalp gözüdür… Kalp, gönül gözü… Sanatkâr, gönül gözüyle hakikat âleminde sefere çıktığında neleri keşfeder?
Rahmetli babam görme engelli idi. Aslında görme engelliydi demeyelim, kalbiyle görendi. Babacığım bana küçük yaşlarımdan itibaren delil oluşturmuş bir insandı. Gözlerin sadece görme ile alakalı bir organ olmadığının, duymanın sadece kulaktan ibaret olmadığının, koklamanın burundan ya da hissetmenin dokunmaktan ibaret olmadığının delili idi bana. “Yaşamak” dediğimiz şeyin insanın en büyük hüneri olduğunu ve bu hünerin hakkının verilmesi gerektiğinin resmiydi babam. “Başka türlü de mümkündür” demenin adıydı. Hakikat âleminde sefere çıktığımda başka yollar da mümkündür. Sadece göz ile görülmeyen resimleri, kulak ile duyulmayan fısıltıları, yaşadığımız âleme ait olmayan kokuları keşfetmenin başka yolları da mümkün idi.
Ne idi peki bu keşif?
İstikamet efendim istikamet… Bıçağa boynunu teslimiyet üzere uzatan İsmail’in (as), kuyuda umut ile bekleyen Yusuf’un (as), etleri lime lime doğranırken sabrı bile kıskandıracak kadar sabrın adı olan Eyyûb’un (as) istikameti…
Keşiflerden bir keşif, işlerden bir iş, oluşlardan bir oluş bağlamında atölyenize mütemadiyen manâ ve ruh üflemekte olan A’râf Sûresi’nden ilhamla hazırladığınız esere, bidayetinden nihayetine kadar nüfuz etmek isteriz…
Ne zor şeydir şu a’râfta kalmak! Karasızlığın ifadesi olarak tanımlansa da dilimizde, hakikat âleminde öyle değil kanımca… A’râf suresinin 46, 47 ve 48. ayetlerinde Allah (cc) şöyle buyuruyor: !İkisi arasında bir sur, A'râf üzerinde de birtakım adamlar vardır. Cennet ve cehennemliklerin hepsini simalarından tanımaktadırlar. Cennetliklere, "Selâm olsun size!" diye seslenirler. Onlar henüz cennete girmemişlerdir, ama bunu ummaktadırlar. Gözleri cehennemlikler tarafına çevrildiği zaman, "Ey Rabbimiz! Bizi zalim toplumla beraber kılma" derler. A'râftakiler, simalarından tanıdıkları birtakım adamlara da seslenir ve şöyle derler: "Ne çokluğunuz, ne de taslamakta olduğunuz kibir size bir yarar sağladı!"’
‘AMA BUNU UMMAKTADIRLAR’ ne güzel bir ifade, ne güzel bir umut.
Muhterem bizi ötelere, ötelerin ötesine, A’râf’a götürdünüz bir nevi!
Hakikat âleminde umudun adı a’râfta kalmak. Sûrenin tamamını yazarak bu üç sınıfı simgelemesi açısından 3 bölüm ve aralıklı, birbirinden kopuk bir formda hazırlamak istemedim. İç içe gecen kusursuz üç kare form, birbirine uzak ama aslında çok yakın. Altın üzerine kendime has bir teknik ile yaptığım bir çalışma.
A’râf serlevhalı çalışmanızda derin bir tefekkürle birlikte ince bir hendese ve mâhir bir dülgerlik söz konusu… Enfüsî âleminizde bir dülger mi yaşıyor? Ne oluyor?
Az evvel bir teknikten bahsetmiştim, izah edeyim.
Lütfen, keremen, terahhümen…
Zeminin tamamı altınlandıktan sonra boşlukların boyanması ile ortaya çıkan bir teknik aslında. Bizden önce örneği sergilenmemiş, bize nasip olmuş bir teknik. Babacığımın “görmek için göze gerek yok” ilhamından hareketle boşluklar boyanırsa hakikat belki zuhur eder gayretiyle Rabbimin ihsanı. Ben harfleri boyamıyorum ya da harf yazmıyorum, boşlukları boyayıp olması gerekeni ortaya çıkarıyorum aslında. Hendese merakım Rabbimin kusursuzluğuna atfen, kusursuz bir yazı formu olan ve hendese-i hat olarak tabir edilen yazı çeşitlerinden olan Makılî yazıdandır.
EMRAH USTA: İÇ ÂLEMDE BİR MARANGOZ YAŞAR!
İç âlemde bir marangoz yaşar kabul ediyorum. Yazı sanatçısı olmasa idim marangoz olurdum. Rabbimin kendinden üflediği bir lütuf gibi görürüm. Peygamber (SAV) mesleği olan yetimliğimizin yanına birde İsa (AS) mesleği olan marangozluk olmasın mı efendim?
Olsun, tabii ki olsun… Olmuş zaten biiznillah. Eser, ustanın, hakikatli sanatkârın elinden çıkar ve asırlar sonrasında sarkaçlanır. Usta, eser bağlamında sanatının geleneğine ve geleceğine hangi katma değerleri üretir?
İşte asıl mesele… Ülkemizde iki farklı sanat anlayışından söz edebiliriz. Bunlar gelenekli sanatlar ve çağdaş sanatlar... İsimlere takılmayalım. Şimdi çağdaş sanatlar “geleneksel sanatlar artık miadını doldurmuştur yeni form, yeni düzen, yeni anlayış hâsıl olmuştur” der ve geleneksel sanatlarımızı gömer, ruhuna Fatiha’yı okur. Bir kısım geleneksel sanatçılarımız da “gelenekte yeni form ve dönüşüm ya da tekâmül geleneğe aykırıdır, zinhar uygun değildir” der ve o da aslında kendini mumyalar, böylelikle diri kalacağına inanır. Efendim bunlar fevkalade yanlıştır. Her iki anlayışta da geleneksel sanatlarımız tarihin derinliklerine gönderilmek istenmektedir.
Biz, en basit ifade ile sanatın tekâmülü gereği yeni form ve arayışları pergelin iğnesi misali geleneğe ve bu toprakların sanat anlayışına sabitleyerek çağdaş yaklaşımların tarafındayız.
Sanatkârın eserine karşı sorumlulukları var mıdır?
Elbette... Altına imza attığımız her şeyde imza atanın sorumluluğu olduğu gibi sanatçının da eserine karşı sorumluluğu vardır.
Nedir o?
Büyük harflerle kocaman kocaman bağırıyorum: Mecnunu olamayacağın Leyla’yı sevme, makamını bilmediğin türküyü çığırma, hissetmediğin duygunun resmini çizme, sokaklarını bilmediğin mahallenin güzelliğine aldanıp oralı olmanın taklidini yapma…
“SENDEN OLANI YAP!”
Senden olanı yap, sen olanı yap ki yaptığın eser senden sonra da seni söylesin.
Eyvallah… Peki, ustanın/sanatkârın cemiyete karşı mesuliyeti…
İçinde bulunduğu toprakların değerlerini yansıtmayan, o topluma yabancılaşmayı marjinallik ve aykırı olma safsatasına kendini kaptırmış, kendinin varoluş değerlerine Alzheimer olmuş her sanatçı ve usta toplumundan uzaklaşmıştır ve uzakta olanın da sorumluluğundan söz edilemez.
‘Usta olmak aynı zamanda adam olmaktır; adam; yani insan-ı kâmil... Hakikat yolundaki usta dediğini yapar, yaptığını der. Usta, talebelerine sanatının usul ve erkânını öğretirken diğer yandan da hâl ve kâl lisanıyla onlara nasihat eder, gönlünü açar. Çünkü kalpten kalbe yol vardır.’ şeklinde dört cümleyle yıllar önce kurduğum ve Son Devir haber portalında “Hakikatli Usta” başlığı altında kaleme aldığım yazının ilgili bölümlerine ne/neler ilave etmek istersiniz?
Ben, bana sanatında usta olmuş ve bana ustalık etmiş ve insan-ı kâmil mertebesine erişmiş, kalbinden bizlere yol eylemiş birine tesadüf etmedim, edenlere selâm olsun kıymetini bilsinler.
Hayy Allah… Usta, sanat ve estetik güzellikleri talebeleri marifetiyle asırlar sonrasına aktaran ârif bir zattır, yahut öyle olmalıdır. Usta, uzmanı olduğu sanat dalının gerektirdiği tüm inceliklerle birlikte hadisenin özü olan edebi ve güzel ahlâkı da muhataplarına hâl ve kâl lisanıyla aktarır. Talebe, öncelikte ustasından edep ilmini öğrenir. Sanat bizatihi edeptir. Sanatın edep yönü bugünden yarına gereği gibi aktarılabiliyor mu?
Ah efendim ah! Hayatını Kitabullah’ı meşk etmek ile geçen kimi ustalarımızın yazıyı estetik yazmak dışında bir gayretini maalesef ki görmedim. Ya hu bu kitapta “istif etmeyiniz” diyor, inatla “edeceğim!” mukabelesinde bulunuyor. Faizi haram kılıyor: “Alacağım” diyor. “Emaneti ehline verin! diyor, “ben, en eli kolu uzununa vereceğim!” diyor. “Yalnız bana kulluk” et diyor, 2 eser daha fazla satmak için iki ayaklı putlar ediniyor! Hâsılı yazısı güzel ruhu çolak kimi ustalar gördüm. Edebi olmayanın benim vav harfimin çanağı ile alakalı kuracağı tek kelime yoktur.
Usta olmak aynı zamanda adam olmaktır; adam; yani insan-ı kâmil... Hakikat yolundaki usta dediğini yapar, yaptığını söyler. Bakara Sûresi’nin 275’inci âyet-i celîlesi “Faiz (riba) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar…” ihtarını hâvî… Ankebût Sûresi’nde de (45) “Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar.” buyurulmakta… Âhir zamanda cemiyetin orta yerini fahşâdan ve kötülüklerden arındırmaya dair satırlara “Hakk Kelâmı”nı dizmekle meşgul olanlara ne türden görev ve sorumluluklar düşüyor?Ben maalesef Allah’ın razı olduğu harfleri güzel yazan ama bu harflerden müteşekkil kitabı okuyup hayatına aksettiremeyen kimi ustalara tesadüf ettim. İmtihanları zor ve çetin. Rabbim onlara ve dahi bizlere lütfuyla muamele etsin.
Âmin…
Hiç bilen ile bilmeyenin sorumluluğu aynı olur mu!
Geleneksel sanatların ustası kanaatkârdır, tokgözlüdür, îsâr sahibidir. Muhalfarz talebesiyle ustaya aynı anda bir eser için teklif gelecek olsa usta, talebesini tercih eder, yahut etmelidir. Bu hüküm cümlesi bugünkü günde ne kadar gerçekçi?
Şükürler olsun, talebelerimiz yetişti, yetişiyor. Hep beraber büyüyoruz. Kurumlarda ders vermeyi onlara bıraktım. Piyasa yazı işlerini onlara bıraktım. Eserlerini yapıp atölyemde sergilemelerini ısrarla ben istiyorum. Çoğunun atölye açmasına ben öncülük ettim. Ben ne görmediysem onu yaptım. Şeytanın süsü olan kibirden Rabbime sığınırım.
Sanatkâr, marifeti kabilindeki çalışmalarını muhataplarının iltifatına arz ederken nasıl bir pazarlama iletişimi içinde olmalıdır?
Pazarlama işi biraz dünyevi bir iş. Dikkatli ve özenli cevaplamaya gayret edeceğim. Kur’ân-ı Kerîm’de rızkı verenin Allah’ın bizzat zatının olduğu bildiriliyor. Lakin tek bir ayette (Bakara Sûresi, 268) Allah (cc) bizi ikaz ediyor: “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Allah ise size katından bir mağfiret ve bir lütuf vâdeder. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir.”
Efendim, ben şimdi şeytanın beni fakirlik ile korkutmasına müsaade edip türlü pazarlama metotlarına mı tevessül edeyim! Yaptığınız şeye inanmak ve sırtınızı iman duvarına tastamam dayamak sayesinde kıymetli kalplerden teveccüh görüyoruz. Görmeseydik, ya da gelecekte görmesek ne olur? “İmtihanımız” deriz ve gönül kulaklarımız açılır, yeni bir fısıltının peşinden hakikat yolculuğumuza istikamet üzere devam ederiz.
Son olarak okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?
Okumak, bir alfabedeki ardı ardına sıralanmış harfleri anlamlı bir şekilde okumak değildir sadece. Okumak, mevcudata sunulmuş emanetin ağırlığının altına girerken dayanacağımız tek duvar. Emanetin ağırlığını bile bile altına giren insan cehaletiyle ve zalimliğiyle okumak. Yaratan Rabbinin adıyla okumak. Okuyalım efendim, güzel olanı ve güzelden güzel ile geleni…
İbrahim Ethem Gören/09.05.2023-Yazı No: 349