‘USTALARIN USTASI’ KAYA ÜÇER İLE BİR SANAT SOHBETİ…

Ülkemizin önde gelen sanatkârlarından, ‘hocaların hocası’ tezhip ve kalemişi üstadı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Kaya Üçer ile üç nesil sanatçı ailesinin sanat yolculuğu, imza attığı kalemişi restorasyon projeleri, atölye çalışmaları ve öz sanatlarımızda yeni yorumlar üzerine ilgiyle okuyacağınızı düşündüğümüz bir sanat sohbeti gerçekleştirdik.

İbrahim Ethem Gören: Kaya hocam öncelikle sanat sohbetimize gösterdiğiniz nazik ilgi ve hüsnü kabul için teşekkür ediyorum. Sanat ve estetik güzelliklerle ilk temasınızı konuşarak hasbihalimize giriş yapalım.

Kaya Üçer: Sanat yapan, sanatı icra eden ve kalemişi sanatının ailemizin yaptığı tarihlerde, pek de rağbet görmediği bir dönemde, babam ve ona her konuda yardım eden annem tarafından zor şartlarda icra edilmeye çalışırken, bu ailenin içine doğdum. Yıllar geçtikçe bu kadim sanatın taşıyıcısı olan ailemle gurur duyarak büyüdüm. Büyüdükçe de anladım ki bu sanat ve bu sanatın yaşamasına verdiğimiz katkı aslında sadece bir geçim kaynağı değil yaşamımızın kaynağı ve bize ve de ailemize bu dünyada biçilen kutsiyetli görevin tam da kendisiydi.

KAYA ÜÇER: TOPKAPI SARAYI’NIN BAHÇESİNDE TOP OYNAYARAK BÜYÜDÜM.

Çocukken yaşıtlarım boş arazilerde, sokak aralarında top oynarken, ben de Topkapı Sarayı’nın bahçesinde top oynayarak büyüdüm… İçinde yaşadığınız ortam, yaşananlar çocuk yaşlarda kişinin gelecekte ki yaşamını da etkiliyor. Böyle bir ortamda büyürken sanatla, tarihle iç içeyken tabii ki sanatçı olmak istiyorsunuz. Rabbim de yolunuzu bu mânâda açıyor diye düşünüyorum.

Sanat yolculuğunuza değinir misiniz?

1965 yılında sanat ile iştigal eden bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da dünyaya geldim. Mehmet Karamancı İlkokulu, akabinde eve yakınlığı sebebi ile Suadiye Lisesi’nde orta ve lise eğitimimi tamamladım. Eğitim hayatımın bu sürecinde; lise yıllarında 12 Eylül darbesinden de nasibimizi aldık… Rahmetli babamın maddi imkânsızlıklar nedeni ile gidemeyip yarım bıraktığı üniversite eğitiminde onun büyük destek ve çabası ile üniversite hayatıma başladım. Yetenek sınavı ile kazandığım o tarihlerdeki adı ile “Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde, girdiğimiz 1982 yılında üniversite statüsüne dönmesi ile üniversiteli olarak eğitim hayatım devam etti. Ortaokul yıllarının yaz tatillerinde başladığım çalışma hayatım bu sayede akademik bir formasyona da geçmiş oldu. Enteresandır ki; ilk çıraklığa başladığım yer babamın ustası olan Latif Ariş’in heykeltıraş oğlu Koray Ariş’in yanı oldu. Babam ilk önce “başkasının yanında çalış da bizim yanımızda çalışınca kıymetimizi bil” diyerek yollamıştı beni işe. Lise yıllarında ise babama Topkapı Sarayı Müzesi restorasyonlarında çıraklık yapmaya devam ettim.

İlk müstakil profesyonel işiniz…

Babamın karışmadığı kendi başıma kalemişi restorasyonu yaptığım ilk çalışma Zeynep Kamil Hastanesi’nin içerisinde yer alan Zeynep Hanım ile Kamil Efendi’nin türbesi oldu.

O tarihte yaşınız?

Bu çalışmayı yaptığımda üniversite birinci sınıfta okuyordum. Zorlu bir süreçten, aşama aşama yetenek sınavlarını geçerek Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları bölümüne girmeye hak kazandım.

Hocalarınız kimlerdi?

Dört yıllık lisans eğitiminde; D. Tahsin Aykutalp, Kerim Silivrili, İslam Seçen, Mahmud Öncü ve Bahattin Doğramacı gibi değerli hocalardan ders alma imkânı buldum.                       

Sonra…

Yüksek Lisansımı; ‘Klasik, Barok, Ampir, Rokoko, Kalemişi Üsluplarının Karşılaştırılması’ tezi ile; Sanatta Yeterlilik tezimi ise, ’18 ve 19. Yüzyıllarda Mekânsal Açıdan Stuk Sıvanın Yeri’ konusunda yaptım.

HEM  ALAYLI  HEM  MEKTEPLİ…

Hem alaylı hem de mekteplisiniz...

Hamd olsun. Eskilerin tabiri ile “hem alaylı hem mektepli” olmak bizimki gibi derin tecrübe gerektiren sanat kollarında çok önemlidir. Sahada babamdan aldığım bilgiyi üniversitede teorik sistematikle birleştirebiliyor olmak insanı hem ayrıcalıklı kılıyor hem de merhaleleri daha kolay geçmenizi sağlıyor.

Kalemişi serencamınız…

Üniversitede eğitim alırken boş geçen derslerimizden biri de “kalemişi” dersiydi, mezuniyet sonrasında üniversitede ders saat ücretli olarak bu dersi vermeye başladım. Halen doçent ünvanlıyla kalemişi sanatı çevresinde şekillenen birçok dersi vermeye devam ediyorum.

Uygulama alanlarınızı da konuşalım dilerseniz…

Topkapı Sarayı Müzesi Restorasyon ve konservasyon uygulamaları dâhilinde; III. Ahmet Kütüphanesi, Saray II. ve III. Giriş kapıları, Sofa Camii, Sofa Köşkü, Bağdat Köşkü, Dilek Havuzu, muhtelif revaklar, Harem dâhilinde Cinlerin Meşveret Yeri, Valide Sultan Odaları ve Taşlığı, III. Selim odası, Abdülhamit yatak odası ve benzeri birçok mekânda çalışma imkânı buldum.

Topkapı Sarayı’nın hâricinde hangi sivil ve dini mimari eserlere hizmetiniz sebkat etti?

Süleymaniye Camii, Ayasofya camii Kebiri, Daye Hatun camii, Sarkuysan Camii, Yeşil Vadi Camii, Ayazağa Kasırları, Tophane Kasrı, Tautuniya Binası, Zarif Mustafa Paşa Yalısı, Hattat Yalısı, Hüber Av Köşkü, Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane… gibi birçok sivil ve dini mimari örneğinde çalıştım ve çalışmaya da devam etmekteyim.

Sözün bu yerinde ailenizin üç nesillik sanat yolculuğunu özetlemenizi istirham ediyorum.

Babam Nakkaş Hamit (Usta) Üçer; 1923 (1339) Adana Karaisalı’da doğdu. 1937 yılında ustası olan ressam Latif Ariş'in yanında çalışmaya başladı. 1943 yılında asker oldu ve II. Dünya Savaşı nedeni ile 46 ay askerlik yaptı. Yavuz Zırhlısı dâhil olmak üzere pek çok gemiye kamuflaj boyaları ve orduya ait eski eserlerde tamirat işleri yaptıktan sonra, 1946 yılında Mersin’de ilk atölyesini açtı. 1947 yılında Adana’da Fransızlardan kalma Çınarlıbahçe Lojmanlarında ilk kalemişi çalışmalarını yaptıktan sonra İstanbul’a gelen sanatçı; 1948 yılında Ortaköy’de köprü ayağındaki Defterdar İbrahim Ağa Camii’nin restorasyon çalışmasını yaparak ilk ciddi sınavını verdi. 1949 yılında Topkapı Sarayı Çinili Köşk kalemişlerini yapmaya başladı, akabinde 1950 yılında Topkapı Sarayı Alay Köşkü’nü yaptı. 1965 yılında İsrail’de Bahai Mabedi’nde, Mescid-i Aksa’da ve Karmel Dağı’ndaki mabetlerde restorasyon çalışmaları yaptıktan sonra 1966 yılında İstanbul’a döndü. Bugüne kadar sayısız tarihi eserde kalemişi restorasyon çalışmaları yaptı. Ressam Sadri Zeren ve Elif Naci ile tablo restorasyonları yaptı, Çinici Sıtkı Usta’yla 15. yy altın varak yapıştırma metoduyla çini üstüne çalışmalara hayat verdi. Nakkaş Hamit (Usta) ÜÇER, 50 yılı aşan sanat hayatını bu güzel eserlerle belgeledi. 2006 yılında aramızdan ayrılarak Hakka yürüdü.

Rahmet olsun… Hamit Usta’nın 50 küsur yıllık sanat hayatında şenlendirmeye muvaffak kılındığı kalemişi uygulama mekânlarını da öğrenmek isteriz…

İlk akla gelen kalemişi uygulamaları şunlardır: Topkapı Sarayı’nda Harem Dairesi, Akağalar Kapısı, 2. Giriş Kapısı, Zülküflü Baltacılar Koğuşu, Sünnet Odası, Sofa Camii, Sofa Köşkü, Mecidiye Köşkü, 3. Ahmet Kütüphanesi, Kutsal Emanetler, Kubbe Altı;  Kuzey Saha Deniz Komutanlığı, İslâm Eserleri Müzesi, Şerifler Yalısı, Sultan Ahmet Camii, Esat Bey Yalısı, Koç Müzesi, Sabancı Üniversitesi Merkez Binası, İstanbul Üniversitesi Prof. Evi, 2. Beyazıt Türbesi, Hatice Turhan Sultan Türbesi, Fatih Sultan Mehmet Türbesi, Eyüp Sultan Türbesi, Sait Halim Paşa Yalısı. Bursa’da Emir Sultan Türbesi, Muradiye Türbesi, 2. Mustafa Türbesi; Ankara Menderes Evi, Çanakkale Çakırağa Konağı, Edirne Meriç Üstü Köprüleri, Ayazağa Kasırları, Ayatiriada  Kilisesi, Ruhban Okulu Kilisesi, Beşiktaş Ermeni Kilisesi, Ceylan Intercontinental Oteli İstanbul-Antalya, Aya İrini Müzesi, Galata Mevlevîhanesi, Ayasofya Camii Kebiri ve burada adını sayamadığımız pek çok tarihi eser...

Hamit Usta Topkapı Sarayı’nın tezyinatına 52 yıl kesintisiz hizmet ederek Osmanlı Cihan Devleti’nin görkemli sarayında Kanuni Sultan Süleyman’dan daha fazla vakit geçirdi! Hamit Usta Topkapı Sarayı’nda neler yaptı?

Nakkaş Hamit Usta işine odaklı, sevdiği işi yapmanın mutluluğunu yaşayan, manevi değerlerimizin en üst seviyede olduğu yapılarda çalışma mutluluğuna erişmiş bir sanatçıydı. Bir nevi evladı gibi gördüğü Topkapı Sarayında müze olarak faaliyete geçtiği yıllardan itibaren çalışmaya başlamış, müteahhitler eli ile yapılan bakım onarım çalışmalarından restorasyon mantığının geliştiği süreçlere kadar uzun bir zaman diliminde saraya pek çok katkılar sağlamıştır.

Topkapı Sarayı’nın neredeyse tüm binalarında uzun ve meşakkatli bir sürece sahip kalemişi çalışmalarını ömrünün merkezinde alarak 52 yıl sürdürmüştür. Benim çocukluk yıllarımda sarayın “dolap ocağı” denilen ve saray çalışanlarının öğle yemeği sonrası çay içmek için toplandığı alanında berber bile vardı. Öyle ki babam mahalledeki berberi yerine tıraşını bile sarayın berberinde olurdu. Sarayla iç içe geçen acısıyla tatlısıyla bir ömür oldu onunkisi…

Hamit Usta’nın “bir tek yere imza attım” dediği Galata Mevlevîhanesi’nin kalemişi restorasyonuna kendisinin bıraktığı yerden 42 yıl sonra tekrar başladığınızda nasıl bir halet-i ruhiye içerisindeydiniz?

Kalemişi sanatı geçmişi yüzyıllara dayanan kadim sanat kollarımızdan bir tanesidir. Yapılanı korumak ve onarmak da ayrı bir ihtisas konusu olmakla beraber disiplinler arası ortaklıklar gerektiren bir durumdur. Kalemişi uyguladığınız mekân içerisinde yaşam var ise eser uzun yıllar dayanmaktadır. İnsanın verdiği ve yaydığı nefes, yapının da, mekânın da, sanatın da uzun yaşamasında etken olmaktadır. Hal böyleyken her şeyin bir ömrü olduğu gibi yapılan mekânların da bir ömrü olması, kullanımdan hâsıl etkenler, yapılmış olan kalemişi çalışmalarının onarım ve korunmasına ihtiyaç duyulmasına sebebiyet vermektedir.

1965 yılında babam tarafından kalemişi onarımı gerçekleştirilmiş olan Galata Mevlevîhanesi’nde 42 yıl sonra ben de kalemişi restorasyonu çalışmasında bulunma bahtiyarlığına eriştim. Babamın “mihrabın solunda bir yere imza atmıştım” dediği ve yıllarca onun ağzından dinlediğim bu restorasyon hikayesinde benim açımdan ortaya çıkan mutlu son, babamın imzasını bulmamız ve hemen yakınında bir yere de kendi imzamı atabilme onuru olmuştur. Bu anlattığım, ancak hikâyelerde başınıza gelebilecek bir konuyken benim için gerçek olma özelinde bir mutluluk kaynağıdır. Çocuklarıma, öğrencilerime bırakacağım bu gerçeğin bende bıraktığı hislerin tarifi tek kelime ile mutluluk olarak anlatılabilir.

Değerli ustam, sevgili babam, rahmetli Hamit ustanın yakın tarihteki bir restorasyonda Topkapı Sarayı Harem dairesi Abdülhamid yatak odasında da bir şerbetliğin dip kısmında imzası bulunmuştur.

Birazdan, kıymetli eşiniz Prof. Dr. Münevver Üçer ve kerimeniz Sorbon Üniversitesi’nde tahsil gören kerimeniz Elifnaz Üçer için de sual tevcih edeceğim. Lakin, kalemişi dedik, buradan devam edelim… Öznesinde kalemişi olan restorasyon çalışmaları yapıyorsunuz. Şu anda gündeminizde hangi sivil mimari eserler var?

Beyoğlu Tophane semtinde Nusretiye Camii yanında yer alan Tophane Kasrı yapısında yapılan Kalemişi restorasyon ve konservasyon çalışmasında, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi adına bilim heyetinde yer alarak, kalemişi çalışmalarının yönlendirme çalışmalarını yürütmekteyim. Bu çalışmalarımın yanı sıra Beyoğlu ilçesi, Tünel semtinde yer alan Alman Konsolosluğu Tau Tonia kütüphane binasının bezeme programı uygulamasını ve projelerini yürütmekteyim.

Şimdiye kadar gerçekleştirdiğiniz kalemişi tezyinat projelerine de teberrüken değinelim…

Aslında atladığım, unuttuğum birçok irili ufaklı yapıda mevcut ama belli başlılarından bir kısmını sıralayacak olursak. Az önce devam edenleri aktardım, yapımı tamamlanmış olan kalemişi çalışmalarımızı arz edeyim: Mektebi Tıbbiyeyi Şahane Haydarpaşa İstanbul, Bebek Özsezgin Yalı Apartman restorasyonu, Topkapı Sarayı Harem-  Valide Sultan odası, Kağıthane Belediyesi Nef Vakfı Yusuf Ömürlü Camii, Topkapı Sarayı Harem-Cinlerin Meşveret Yeri, Park Adana AVM Mescidi, Watergarden Mescidi Kalemişi çalışmaları, Antalya EXPO-7 adet Türk Evi yapımı kalemişleri, Akasya AVM Mescidi, Meryemzade Camii-Beykoz, Topkapı Sarayı Mecidiye Köşkü, Kâğıthane Daye Hatun Camii, Tarlabaşı Kentsel Dönüşüm Uygulaması, Eminönü-Sepetçiler Kasrı,  Karaköy-Gradiva Oteli, Yeniköy-Necati Aslan Yalısı, Tarabya-Cumhurbaşkanlığı Hüber Köşkü, İstinye Park AVM Mescidi, İstinye, Süleymaniye Camii Kalemişi Restorasyonu, Hidiva Sarayı (Mısır Konsolosluğu Binası) Kalemişi Restorasyonu, Ertuğrul Tekke Camii Kalemişi Restorasyonu, Ümraniye Yeşil Vadi Konakları Camii, Süleymaniye Hızır Bey Camii,  Şişhane İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Deniz Palas Binası, Yenikapı Mevlevihanesi, Galata Mevlevihanesi, Sakıp Sabancı Müzesi Ek Binası ve Kasımpaşa Büyük Piyale Paşa Camii.

Kalemişinde ikinci nesil olarak omuzlarınıza hangi sorumluluklar bulunuyor?

İkinci nesil olarak ben Kaya Üçer hem alaylı hem de mektepli olarak yaşatmaya çalıştığım kalemişi sanatında çıraklıktan başladığım bu sanat kolunda sanatın tarihine ve uygulama yöntemlerine akademik bir kimlik kazandırma noktasına ulaştım.

HAMİT ÜÇER: DAHA ÖĞRENECEK ÇOK ŞEY VAR.

Rahmetli babam, ustam vefâtından birkaç yıl öncesine kadar “daha öğrenecek çok şey var” diyerek yaptığı çalışmalarda hedefi olan ‘durmak yok, çalışmaya devam” tezini bizlere aşılamaya devam ederdi. Bu düstur ile büyüyen bizler onun açtığı yoldan çalışmalarımıza ve öğrenmeye devam ediyoruz. Yetiştirmeye çalıştığımız çıraklarımız ve talebelerimizle de bu sanata sadakamızı vermeye çalışıyoruz. Ailenin üçüncü kuşağı olarak sanat içinde büyüyünce sanatla uğraşmaya karar veren sevgili kızım Elif Naz Üçer büyükbabasından gelen bayrağı ilerilere taşımak için ve kendisinin de ilgisi doğrultusunda “Tablo Restorasyonu” alanında çalışmaya karar verdi. Her ne kadar geleneksel sanat uygulamaları içerisinde olmasa da Atölyemizin temel direği olan Ablam Kübra Üçer’den de bahsetmeden geçemeyeceğim.

Lütfen, buyurunuz…

1950 Adana doğumlu olan ve son derece sanata yatkınlığı olan Kübra Üçer “sanatçı olacaksın da ne olacak” söylemi ile İstanbul İktisat Fakültesi’ne 1969 yılında girdi ve hayatını sanatçı bir aile içerisinde iktisatçı olarak yaşadı. Üst düzey yöneticilikler yaptıktan sonra emekliliğinde bizlerle birlikte çalışmaya başladı ve sanat onun da bir hayat tarzı oldu. Halen Caddebostan’daki Atölyemizde faaliyetlerine devam etmektedir.

Az önce kerimeniz Elif Naz hanıma değindiniz. Önce eşiniz Prof. Dr. Münevver Üçer’e akabinde de Elif Naz’a müşfik bir nazar edelim…

Hay hay. Eşim, Prof. Dr. Münevver Üçer halen Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi GSF Geleneksel Türk Sanatları Blm. Tezhip Anasanat Dalı, Blm. Bşk. Yrd. olarak Türk tezyini sanatlarına hizmet ediyor. Münevver Hanım 1965 İstanbul doğumlu. Kadıköy Kız Koleji’ni bitirdikten sonra, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümüne girmeye hak kazanarak Tezhip ve Hat branşından mezun oldu. Aynı üniversitede Yüksek Lisans tezini “Tezhip Sanatında 16. yy. ve 18. yy.’da Ekol Olmuş Sanatçıların Karşılaştırılması” ve Sanatta Yeterlik (doktora) tezini ise “Rumî” motifi konusunda yaptı. Yirmi beş yılı aşkın süredir Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü Tezhip Ana Sanat Dalı Öğretim Görevlisi olarak ders vermektedir. 2011 yılında kadrosunu alarak Yardımcı Doçent, 2014 yılından itibaren, Doçent ve Bölüm Başkan yardımcısı olarak görev yapmaktadır. Münevver Üçer 2020 haziran ayından itibaren Profesör pâyesini alarak akademik sürecine devam ediyor.

Münevver hanımın atölye ve sanat çalışmalarını da konuşalım…

Münevver hanım Kadıköy Caddebostan’daki özel atölyesinde sanatseverlere, genç nesillere ve meraklılarına tezhip dersleri vererek bu sanatın yayılmasına ve gelecek nesillere aktarılmasına katkıda bulunuyor. Münevver Üçer, yurt içi ve yurt dışında açtığı sergiler, verdiği konferanslar, bildiriler ve yayınladığı kitaplarıyla Tezhip sanatını bütün dünyaya tanıtmayı amaçlamaktadır. Üniversite yıllarından itibaren antika eserlerin tamirinden, ferman tezhiplerine kadar pek çok çalışma gerçekleştirmiştir. Müzehhibe Üçer tezhip sanatında kendine has geliştirdiği tarzı ile klasik kurallara bağlı kalınarak yeni yorumlar da yapılabileceğini sanatseverlere göstermiştir. Kendi söylemi ile gelecek yüzyıllarda da, tezhip sanatında yaptığı tasarımlar ve yeniliklerle var olmayı amaçlamaktadır.

2009 Floransa Bienali’nde aldığı gümüş madalya ile Rönesans’ın beşiği Floransa’da Çağdaş Sanat konulu Bienalde ödül alan ilk tezhip sanatçısı olmuştur. İki senede bir yapılan, 2011 yılında 9. Bienale davet edilen sanatçı jüri özel onur ödülünü almıştır. Aynı zamanda 2009 yılında ISESCO tarafından Cezayir’de düzenlenen Uluslararası Tezhip ve Minyatür yarışmasında 18 ülke, 250’yi aşkın yarışmacı içinde 1.lik ödülünü alması sadece ulusal değil evrensel başarısını da göstermektedir. Bu tür başarılar Münevver Üçer’in 2010 yılında ülkemizde de takdir görmesini sağlamış ve 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde İstanbul Modern Müzesi’nde düzenlenen yılın meslek ödülleri töreninde, Geleneksel Sanatlar kolunda ödül alarak bir başarıya daha imza atmıştır. İstanbul sevdalısı olan sanatçıyı memnun eden bir takdir beratı da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce verilen “İstanbul’u yurt dışında en iyi temsil eden sanatçı” ödülü olmuştur. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi tarafından her sene düzenlenen, üniversite hocalarının bir sene boyunca yaptıkları başarıların değerlendirilerek ödüllendirildiği organizasyonda da sanatçı üç takdir beratı ile onurlandırılmıştır.

Münevver hanım 2022 yılında Milli Eğitim Bakanının sanat danışmanı oldu. Akabinde MEB Talim Terbiye Kurulunda başkan yardımcılığı görevine atandı. İşte bu bağlamda da sanatçımız Kanada, Avustralya Sydney ve Melbourne’ de, Amerika Chicago ve New York kentlerinde lâle ve tezhip konulu konferans ve sergiler düzenledi.

Münevver Üçer’in eserleri hangi mekânları tenvir ediyor?

Kazakistan Devlet Sanatlar Müzesi, Cezayir Tezhip ve Minyatür Müzesi’nde, Cezayir Kültür Bakanlığı’nda, Almanya Mainz Gutenberg Müzesi-İslam Sanatları Seksiyonu Koleksiyonu’nda, Hollanda Kraliyet Ailesi Koleksiyonu’nda, Amerika, Kanada, İngiltere, Hollanda, Belçika, Almanya gibi ülkelerde özel koleksiyonlarda ve T.C. Cumhurbaşkanlığı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, T.C. Dışişleri Bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi koleksiyonlarında eserleri mevcuttur.

Prof. Dr. Münevver Üçer’in bu toprakların sanat irfanına ürettiği katma değerler için de bir paragraf açalım…

Bugüne kadar ağırlıklı olarak, klasik formların tekrarlandığı tezhip çalışmalarının yapılmış olmasının sebebi, bu sanatın kesintiye uğrayan bir eğitim süreci geçirmiş olmasıdır. Bu sanata gönül vermiş hocalarımız ve Akademide verilen eğitimle bu geçiş sürecini atlatan tezhip sanatı yeniden varoluşunu, klasik dönemin eserlerine bakarak günümüzde tekrar uygulayan sanatçılarına borçludur. Son otuz yıla baktığımızda, klasik sanatların ve tezhip sanatının atağa geçtiği, sanatçılar ve sanatseverler tarafından sahiplenildiği görülmektedir. Teknoloji, hız ve tüketimin hâkim olduğu çağımızda büyük sabır ve emek isteyen tezhip sanatının geliştiğini yaşayarak gören bu sanata gönül verenlerdeniz.

Tezhip sanatında çağdaş tasarımlara yönelenler nelere dikkat etmeli?

Günümüz tezhip anlayışı içinde yenilikçi ve çağdaş tasarımlarla uygulama yapanların veya yapmak isteyenlerin dikkat etmesi gereken en önemli husus, klasik tezhip sanatını tam anlamıyla bilerek kurallarına vâkıf olmalarıdır.

DOÇ. DR. KAYA ÜÇER: KLASİK ÖĞRENİLMEDEN YENİ YORUMLAR YAPILAMAZ.

Klasik tezhip sanatı öğrenilmeden yeni yorumların yapılması mümkün değildir. Bu konu sadece geleneksel sanatlarda değil, bütün sanatlar için söz konusudur. Batı ressamlardan biri olan, Picasso’nun ilk dönem ve son dönem eserlerine bakıldığında, görülen yorum farklılıkları bu durumu gözler önüne sermektedir. Yeni arayışlar, beraberinde, geleneksel sanatlarla uğraşanları yeni birlikteliklere yönlendirmiştir. Farklı kompozisyon arayışları, tezhip ve hat sanatçılarını beraber tasarım çalışmaları yapmaya sevk etmiştir. Eserlerde, alışılagelmiş olan, tasarlanmış hat çalışmasının etrafına tezhip uygulanmasının yanı sıra önce tezhibi yapılan eserlere hat uygulamaları da yapılır olmuştur. Bu durum, tezhipte yenilikçi formların ortaya çıkmasını sağlamış ama, hat sanatçılarına tasarım ve uygulamada yeni zorluklar getirmiştir. Bitmiş tezhip üzerine hat uygulamaları yapmak düz kâğıda yazmaktan daha zor olmaktadır. Fakat ortaya çıkan sonuç, başlı başına eşsiz sanat eserleri olmaktadır ve genelde bir ikincisi yapılmayan örneklerdir.

Minyatür ve tezhip çalışmalarının sıklıkla tek bir kompozisyonda mezcedildiğine görmeye başladık…

Evet, yenilikçi tezhip tasarımlarında karşımıza çıkan yeni bir uygulama bu. Minyatür ve tezhip çalışmaları tek bir kompozisyona yerleştiriliyor. Geleneksel minyatür uygulamalarında sayfa içinde minyatür uygulanmakta ve minyatürü, tezhipli kenar bordürden ayırmak için araya renkli boya ya da altın ile ince bordürler yapılmaktaydı. Günümüz uygulamalarında ise bahsettiğiniz şekilde tezhiple iç içe geçmiş olan minyatür tasarımları yapılmakta… Bu yenilikçi uygulamalar, uluslararası sanatsal platformlarda beğeni kazanıp, yarışmalarda ödülle değerlendiriliyor.

Tezhibin zemini olan kâğıtlar da farklılaşıyor. Bu hususta neler söylemek istersiniz?

Günümüz klasik sanatların içerisinde yenilikçi arayışlar içinde dikkat çeken diğer bir unsur bahsettiğiniz gibi tezhip için kullanılan kâğıtlarda yapılan yeniliklerdir. Dokulu, ebrulu, çeşitli renklerde boyanmış, renk geçişleri uygulanmış kâğıtların kullanılması yenilikçi tasarım arayışları içinde olan tezhip sanatçılarının kâğıttan uygulamaya giden çalışmalarının zeminini oluşturmaya başladı. Sanatınızın etik kurallarına, geleneğine sahipseniz ve bu noktalara saygı ile yaklaşıyorsanız, kurallardan ödün vermeden çağdaş bir tını yakalayarak yenilikçi bir anlayış ile sanat eserleri üretiyorsanız, “gelecek” bu çalışmaları da değerlendirecektir.

Bu noktada Münevver Üçer’in uygulamalarına da değinelim…

Pekâlâ… Tezhip sanatında uygulama olarak ilklerden olan ve Prof. Dr. Münevver Üçer tarafından kullanılan degrade geçişli kâğıtlar, tezhip, zemin, renk uygulamalarında degrade geçişler, kâğıt zeminde yarı ve tam değerli taş kullanımları, ebru olarak yapılıp degrade renk geçişleri ile boyanarak tezhip ile birleştirilen kâğıtlar, rölyef etkisinde kâğıttan koparılarak hacim kazandırılan boyutlu tezhip uygulamaları ve üç boyuta taşınan tezhip ve de hat uygulamaları sanatımızı geleceğe taşımak adına arayışların denendiği Münevver Üçer uygulamalarıdır. “İnsan ömrünün atmış ila seksen yıl aralığında olduğu dünyamızda “uzun yaşamın sırrı”, geleceğe bırakacağımız ve insanların bu eserlere bakınca, bizi adımızla zikredebileceği, tarzımızı yansıtan eserler olacaktır.” der Münevver Hoca… Tabii ki sanat üretilen bir ev bir atölye olan Üçer ailesinin yaşam biçimi içerisinde hepimizin birbirine katkıları, eleştirileri de olabilmektedir. İşte bu yaklaşımlar bizi ve sanatımızı daha ileri noktalara da taşımaktadır.

Sözün bu yerinde Elif Naz diyelim…

1996 İstanbul doğumlu olan üçüncü kuşak Üçer ailesinin sanat temsilcisi kızım Elif Naz Üçer, Frankofon bir dil eğitimi alarak 2015 yılında Sainte Pulcherie Lisesi’ni bitirdi. Matematik-Fen ağırlıklı ve yoğun dil eğitimi sonrasında, sanat eğitimi almak için yetenek sınavlarına hazırlandığı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Eserleri ve Restorasyonu bölümüne 2015-16 öğretim yılında girmeye hak kazandı. Burada tablo restorasyonunun kimyasalından uygulama aşamalarına kadar tüm inceliklerini öğrenen Elif Naz Üçer, lisans eğitiminin sonrasında sınavına girerek başarılı olduğu Fransa Paris’deki Sorbon Üniversitesi’nin Sanat Eserleri ve Restorasyonu bölümünde yüksek lisans eğitimini 2021 yılında tamamladı.

Elif Naz, aile mesleği olan kalemişi, Tezhip ve türevlerinde de bilgi dağarcığını geliştirmek üzere ikinci yüksek lisans eğitimi için MSGSÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü Tezhip Bölümünün sınavlarına girerek kazandı. Halen bu bölümde ikinci yüksek lisans çalışmalarına devam etmektedir. İstanbul Resim Heykel Müzesinde yarı zamanlı çalışmalarda da bulunan Elif Naz Üçer, halen özel bir atölyede tablo restorasyon ve konservasyon çalışmalarını yürütmektedir.

Geleneğe sadık kalınarak çağdaş yorumlar yapabilmek için bir taraftan tezhibi mücerret sanat olarak icra ederken diğer taraftan da evrensel bir dil yakama yönünde gündeminizde neler var?

İki yüzyıl sonra; sanatçılar, sanat tarihçileri geriye dönüp baktıklarında “yirmi birinci yüzyıl Türk sanatında neler yapılmış?” dediklerinde; "16.yüzyılı temel alan çalışmalar yapılmış, arada üç beş de yenilikçi çalışmalar yaparak, sanatımızı dünya sanat platformlarına çıkartmaya çalışan, evrensel sanatı çağdaşlarıyla yarıştırabilecek sanatçılar çıkmıştır"  densin istiyoruz. Bu sebepledir ki arayışlarımız yaşadığımız topraklarımız, kent ve kentin dokusu ile beslenirken sanatımızın kuralları ile de beslenen geleceğe kalacak eserler yapmak peşindeyiz.

KAYA ÜÇER: ÇALIŞMALARIM, SANATIMIZI DÜNYADA KENDİMİZDEN BAHSEDİLİR HÂLE GETİRMEK ÜZERE KURGULANMIŞTIR.

Hep gıpta ile baktığım bir anlayış vardır. Dünya sanat çevrelerinde bir esere bakıp "bak, bu Hint işi, ya da bak, bu da Japon sanatı, Çin sanatı” deniyor olması ve bizim olağanüstü bir alt yapımız olmasına rağmen hâlâ bu şekilde kendimizden bahsettiremiyor olmamız maalesef ki içimde bir yaradır.

Çalışmalarım, emeğim sanatımızı dünya üzerinde kendinden bahsedilir hâle getirmek üzere kurguludur. 24 ülkede sergiler açmamızın, bienallere katılmamızın, öğrenciler yetiştirmemizin, ülkemizde onlarca sergi açmamızın, onlarca konferans ve seminerler yapmamızın, çalışma şantiyelerimizde bile çalışan elemanlarımıza sanatsal yaklaşımla eğitim vermemizin temelinde, gelecek nesillere sanatımızı aktarmak ve markalaşmasını sağlamak yatmaktadır. Bizlerin bu çabaları sanatseverlerin takdir ve ilgisi ile devletin ve kurumsal yapıların "hâmi"likleriyle değer bulacak ve bizleri geleceğe taşıyacaktır.

Dünya sanat çevrelerinin, modacıların tasarımlarında bu toprakların desenlerini, geleneksel Türk sanatlarının motiflerini kullandıklarına şahit olurken Münevver Üçer’in tasarımlarının da uluslararası sanat tasarımlarının merkezine doğru emin adımlarla ilerlediğini gözlemliyoruz. Sanatta markalaşmaya dair gündeminizde neler var?

Ülkemizin markalaşma ile olan süreci maalesef ki sanatımıza da sirayet etmektedir. Bu alanda halı sanatı, çini, ebru belirli bir yol almışsa da maalesef hâlâ arzulanan seviyede değiliz. Batıdaki sanat çevreleri ve sanatı ticari bir mecra olarak kullanan kuruluşlar bizim sanatımızı kullanabilmektedir. Dünyaca ünlü markaların moda yaratan uygulamalarında tezhip ve minyatür gibi sanat kollarımız yer bulmaktadır. İşte biz de bu minvalde çalışmalar yaparak dünya markası şirketlerle işbirliklerine girmekteyiz. Kendi sanatçılarımızı uluslararası platformlarda markalaştırmamız, sanat ticaretimizde gelişme ve artışa imkân tanıyacaktır. Bu minvalde tezhip ve minyatür sanatımızın bezeme unsurlarını evrensel sanat unsurlarına entegre etmeye gayret ediyoruz.

Sanatın, geleneksel sanatların gelişip daha ileriye gitmesi için sanatçıya, topluma, koleksiyonerlere, kurumlara ne türden görev ve sorumluluklar düşüyor?

Orta Asya’dan Anadolu topraklarına uzanan süreçte, İslâm ile iç içe geçen sanatımız muhteşem bir gelişim göstererek bugün Türk İslâm Sanatı olarak da adlandırılan konuma gelmiştir. Bu gelişimin en önemli unsurlarından biri dine olan bağlılık ve sadâkat iken bir diğer unsur da yöneticiler eliyle can bulan “hâmilik” geleneğidir. Padişahından vezirine; aristokrasinin her kesiminde sanatçıya verilen destek bir gereklilik olmuş padişahın katkıları ile de zirveye çıkmıştır. İşte bu yaklaşım, sanatımızın ileriye gitmesini sağlayan en önemli unsur olmuştur. Günümüzün hâmileri ise başta devletimiz ve kurumları olmak üzere bakanlıklar, vakıflar ve en önemlisi de özel sektör kuruluşları olmaktadır. Devletimizin sanat etkinliklerine sponsor olan kurumların masraflarının belirli bir bölümünü vergilendirmemesi çok teşvik edici bir âlîcenaplıktır. Üniversitelerimizin geleneksel sanatlar ve restorasyon konularında eğitim veren bölümleri arasında Mevlâna, Farabi, Erasmus öğrencilerinde olduğu gibi kısa süreli değişim ve eğitim programları uygulanmalıdır. Devletin ve özel kurumların prestijli sergi salonlarında geleneksel kökenli sanatçılara daha fazla imkân sağlanmalıdır. Yurt dışı sergi, bienal, fuar ve festival gibi etkinliklere katılım teşvik edilip uluslararası etkileşim desteklenmelidir. Koleksiyoner sayısı arttırılmalı ve teşvik edilmelidir.

DOÇ. DR. KAYA ÜÇER: GELENEK GELECEKTİR.

Son olarak okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?

"Gelenek Gelecektir" felsefesi ile çıktığımız bu yolda; geleneğimizin sanat örf ve âdetlerine sıkı sıkıya bağlı kalıp bu sanatı geleceğe taşımak ve taşırken de çağdaş yaklaşımları sergileyebilmek ana hedefimizdir. Gelenekten beslenemeyen bir sanat kişiliksiz olmaya mahkûmdur. Geleneğimizle beslenen sanata çağdaş tınılar katabilmek ise biz sanatçıların elindedir. Evrensel olabilmenin temel kuralı işte budur: Geleneğine sahip çık ki geleceğin olsun.

İlginiz için teşekkür ediyorum.

Ben de teşekkür ediyorum İbrahim Ethem Bey.

 

İbrahim Ethem Gören-18.10.2022 Yazı No: 319

{name}
{content}
+
-
{name}
{content}
+
-

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

SİZİ ARAMAMIZI İSTER MİSİNİZ?

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

BİZ SİZİ ARAYALIM

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.