Hakan Bey sizi tanıyabilir miyiz?
1972 İstanbul doğumluyum. 1996 yılında geçirdiğim ameliyatlar sonrasında bir gece bir rüya neticesinde Sedef Kakma Sanatı ile Sanat hayatım başladı. Tabii ki bu başlangıç, seyr-i sülûk uzun ve meşakkatli bir süreçti.
Süreci kısaca özetler misiniz?
Tabii ki… Bu süreçte Sanat ve Tasavvuf ilişkisini, sanatsal üretim, öğrenim, ürün bilgisi ve Sedef Kakma Sanatı tekniklerini öğrendim. Akabinde sanatımın tarihini, eski ustalarını araştırdım ve 2000’li yılların ortasında T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Somut Olmayan Kültür Mirası Sedef Kakma sanatçısı oldum.
Sonra…
Aldığımız bu sorumlulukla çalışmalarımıza devam ettik. Çeşitli kültürel sergi ve etkinliklere katıldım. Daha sonra Millî Eğitim Bakanlığı Geleneksel Sanatlar Meslek Liselerinin kuruluş çalıştayı sonrasında Ustamla birlikte T.C. Millî Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü’nce Milli Eğitim Bakanlı Sanatçısı olmaya uygun görüldüm. Halen, İstanbul Pendik Belediyesi’nde Sedef Kakma Hocalığı yapmaktayım.
“SEDEFLE İLGİLEN!”
Geleneksel sanatlarla ilk etkileşiminiz ne zaman ve nasıl başladı?
Geleneksel Sanatlara başlama biçimim belki klasik arzu ve istekle oluşmadı. Geçirdiğim operasyonlar sonrası, nekahet süresi geçtikten sonra bir gece rüyamda bir emir geldi. ’’Sedef’le ilgilen’’ dediler. O zamana kadar sedefi sadece bir tür hastalık olarak bilirdim. Evimin yakınlarındaki bir caddede bir afiş gördüm: Sedef Kakma Kurs afişi... ’’Sizin hayır sandığınız şer; şer sandığınız şeyde hayır vardır Allah (cc) bilir siz bilmezsiniz.’’ Biz de böylelikle sanatımıza bu teslimiyetle başladık. Ameliyatlar sonrası gözde ve görmede hasarlı birisi olarak teslimiyetle başlayan bu yolculuğun her anı hikâyelerle dolu oldu. Doldurana hep şükür ederim. Tabii ki böyle olunca da yaptığımız işlerin ve eserlerin de hikâyeleri hâsıl oldu.
Sedef sanatının tarihini konuşalım. Bu topraklarda sedef sanatında öne çıkan merhum üstadlar kimler?
Sedef Kakma Sanatı benim için çok farklı bir dünyadır. Bunun böyle olması bir emir ile belki bu yola girmemizdendir. Belki ilk ustam Sinan Çiftçi’nin naifliğindendir. Ya da ustamın da ustası Hüsamettin Yivlik’in mülayimliğidir. Ama her zaman ol deyince olduranın hikmeti olduğuna inanırım.
“Sedef Kakma Sanatının Piri Şuaybi Hindu isimli bir zattır” der Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde. Benim araştırmalarıma göre sedef sanatının tarihi 1200’lü yıllara kadar gidiyor. Doruk ve en görkemli zamanı ise 1600-1690 yılları arası diyebiliriz.
BU TOPRAKLAR BİLİNMEYEN SIRLARLA DOLUDUR.
Bu topraklar bilinmeyen Sırlarla doludur. Halen de çözülmemiş o kadar çok sır vardır ki akıl almaz deriz. Oysa mum ışığına bile “söndür” ya da “kapat” demeyip ‘dinlendir’ diyen bir toplumun ferdiyiz. O zamanlarda “ateşi sırla” ya da ‘dinlendir’ derlermiş. Mesela Süleymaniye Camii’nin altındaki hendese kıraathanesinde Mimar Sinan Hz. talebeleri ile geceleri bazen sabah ezanına kadar bu kıraathanelerde hendese (Geometrik çizim) meşkleri yapar ve çalışırlarmış. İşte sedef Kakma Sanatı da Mimar Sinan dönemi ve onun üç talebesi olan Su Yolu Nâzırı, sonradan Mimarbaşı olan Davut Ağa, bilahare Mimarbaşı olan Dalgıç Ahmet Ağa ve tabii ki en doruk zamanı ismi ve lakabı “sedefkâr” olan Mehmet Ağa’dır.
Dilerseniz Sedefkâr Mehmet Ağa için büyükçe bir paragraf açalım. Eserlerine, hizmetlerine değinir misiniz?
Sedefkâr Mehmet Ağa sedef kakma sanatında bence engin bir deryadır. İnsanın bakmaya doyamadığı ve baktıkça bakası geldiği nadide bir elmas gibidir. Arnavutluk Elbasan’dan devşirilmiş bir çocuğun bahçıvanlıktan başlayarak Osmanlı da devleştiği bir kişiliktir. Mimar Sinan ustası gibi, o dönemin yöneticileri tarafından hayatında üç kez kellesi alınmakla tehdit edilmiştir. Bu keyfiyete kader mi deriz ya da usta-çırak ilişkisindeki gönüldaşlık mı bilemem.
Kim bilir! Gönüldaşlık diyelim…
Eyvallah İbrahim Ethem Bey. Mimar Sinan’dan el almış olmak biraz da benzer kaderi yaşamak olsa gerektir.
Eserlerini de konuşalım…
Sedefkâr Mehmet Ağa’nın eserlerine bakarsak Osmanlı içinde ve dışında 200’e yakın çeşme yapımı ve onarımı bulunmaktadır. Kâbe onarımı nasip olan bir mimarbaşıdan bahsediyoruz… Sedefkâr Mehmet Ağa İstanbul içinde birçok onarım tamirat ve suyolları inşa etmiştir. Kendi adına her kuruşu özel olarak yazılarak yaptığı evinin yanında bir camii ve tabi ki dünyanın aşk ile baktığı Blue Mosque/Mavi Cami olan Sultanahmet Camii de var. Pirimizin vefâtı sırlı bir deryadır. Kendilerini Osmanlı mimarisinin ‘Son Mimarbaşı’ olarak görüyorum. Daha sonra Kasım Ağa gibi Mimarbaşıları geldiyse de ciddi eserler bırakmak yerine saray ve siyasi olaylara girmişler ve sonrasında bu makam lav edilmiştir.
Ustanız Hüsamettin Yivlik’i nasıl buldunuz?
Ustam Hüsamettin Yivlik’ten Allah razı olsun. Beni talebeliğe kabul etmesi sanatın tasavvufla iç içe olduğunun imtihanıydı. Talebesi olduk, bu imtihanı geçtik elhamdülillah. Sonrası mülayim kişiliği ve sakinliği ile hoşgörü içinde geçti. Sanatı Sinan Çiftci Usta’dan öğrendikten sonra, sanatın felsefesi ve sanatın kavramları yanı sıra, sanat ve tasavvuf ilişkisini hep Hüsamettin Yivlik ustamdan öğrendim. Bizim usta-çırak ilişkimizin, üstadımızın bizden sonra gelen talebelerine örnek olduğuna inanıyorum.
Sözün bu yerinde sanatı da konuşalım…
Sanata bakış açım şöyledir: Sanat bir han gibidir. Ustalar hancı olur, ömürleri vefâ ettikçe yolculara hizmet ederler. Yolcular handa talep ettikleri kadar kalırlar, talep eden talebe olur. Bu bir çark gibidir, hedefe ulaşmak için döner durursun ve bir yerden sonra hedefte bulursun kendini… Biraz nasip, biraz liyakat ve çok da sadakat ihtiva eder. Ben bu keyfiyeti şuna benzetiyorum. Mezopotamya kültüründe bir çarkıfelek motifi vardır. Yaşam ve ölüm döngüsünü temsil eder. Benzer ilişki tasavvufta da mürşidi kâmil ile derviş arasında olur. Hüsamettin Yivlik hocam da bulduğumuz aslında bir nevi aradığımızdır. Allah kendilerinden razı olsun. Her daim duacısıyız ve yamacındayız.
Üstad Hüsamettin Yivlik’in yanında, dizinin dibinde geçirdiğiniz kalfalık ve ustalık dönemlerine değinir misiniz?
Çıraklık dönemi genellikle Sinan Çitfci ustamdan aldığımız öğretimle geçti. Diğer dönemlerde Hüsamettin Yivlik ustamın yanındaydım. Biz geliştikçe destek olduk. Ustam da gelişmemize her daim katkı sundu. Ustam hep derdi ki “ben size vereceğim ama siz de bana yenilikleri, geri bildirim yaparak vereceksiniz.” Karşılıklı bir geri besleme biçimi, bir öğretim, bizim ekolümüzün temeli… Bu şekilde devam ediyoruz. Bu süreç kimi zaman usta-çırak kimi zaman baba-evlat olabilmek gibidir. Sonrasında biz de Pendik Belediyesi Sedef Kakma Hocası olunca biz de bu ekole uygun talebeler yetiştirmeye başladık. Ustam da diğer talebeleri ile devam ederken ona destek olmaya çalışıyoruz. Bu sanatın kaybolmaya yüz tutmuş olması sebebiyle özveriyle çalışıyoruz. Hüsamettin Hoca’mın gerek manevi, gerek sanatçı kişiliği ile her anını ders gibi kabul ederek dizinin dibinde durmaya çalıştım. Bu umde sanatta çok önemliymiş meğerse, sonradan idrak ettim. Sadakatle talebe yola girerken sebat etmeyi bilir. Sebat eden de sanatı sevgi ve aşk ile tatbik eder. İbrahim Ethem Bey biraz uzun oldu cevabımız sanki.
Gayet güzel, var olunuz…
Velhasıl, hocamla geçirdiğimiz dönemleri toparlarsak 3-S (sadakat, sebat, sevgi) diyebilirim.
“HÜSAMETTİN YİVLİK MÜSTESNA BİR DEĞERDİR.”
Hüsamettin Yivlik ismi Türk sedefkârlığı için ne/neler ifade ediyor?
Husamettin Yivlik, Türk sedefkârları arasında nesli azalan ve kıymetli bir sedefkârdır. Sedef kakmayı felsefesiyle öğreten ender ustalardan biridir. Müstesna bir değerdir. Hüsamettin Usta’mın yetiştirdiği bir talebe olmak, onun ekolünü temsil etmek, icazetini almak ve sanatımızı ve felsefesini gelecek nesillere taşımayı ifade ederken omuzlarımıza bir o kadar da sorumluluk yüklüyor. Sedef kakma sanatı öyle bakarak, görerek öğrenilecek bir sanat değildir. Bunlardan dolayı kendimi şanslı addediyor ve Rabbime şükür ediyorum. Ustama bereketli bir ömür dilerim.
Ancak şunu ifade edeyim…
Lütfen buyurunuz…
Tarihin hiçbir döneminde sedefkârın kıymeti çok bilinmemiştir. Hüsamettin Yivlik benim için yaşayan bir insan hazinesidir
Buradan, sedefe geçelim. Sedef nedir? Nereden çıkar? Nasıl bir malzemedir?
Sedef; sözlük anlamıyla, midye, istiridye gibi deniz hayvanlarının kabuklarının iç kabuğunda bulunan ve sedefcilikte kullanılan sert, beyaz ve gökkuşağı pırıltılı, fosforik özelliği olan maddeye sedef denir. Sedefi işleyen kişiye de sedefkâr denir. Sedef sadelik, parıltılı, en değerli nesne demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de, Rahman Sûresi’nin 22 ve 23’üncü ayetlerinde geçer.
Sedefin genel olarak bulunduğu yerler, özellikle zarif incilerin toplandığı bölgelerdir. Avustralya'nın kuzeyi ve doğusu, Tahiti, Gambier adaları, Meksika'nın Büyük Okyanus kıyıları ve Madakaskar'da bol miktarda bulunur.
Sedef'in aslı, bilindiği gibi deniz yumuşakçalarının kabuklarıdır. Uzun ömrün sembolü sayabileceğimiz bu kabuklar, milyonlarca yıllık fosiller halinde karalarda da görülür. Sıcak denizlerin yetiştirdiği çok iri yumuşakçaların kabukları, zengin sedef kaynaklarıdır.
Sedef nasıl işlenir?
Sedef işçiliği, gerek motif özellikleri ve gerekse kullanım sahaları ve tarzları bakımından dört ana grupta toplanmaktadır. Eser-i İstanbul… Şam işi... Viyana işi… Kudüs işi...
SEDEFKÂR HAKAN ÜÇ: BİZ ESER-İ İSTANBUL USULÜ ÇALIŞIYORUZ.
Bu dört farklı tarz sedef işleme biçimi farklı olarak sedefi işler. Biz Eser-i İstanbul usulü çalışıyoruz. Burada sedef işçiliği yapılarak sedefler kabuksu biçimden düz hale getirilerek motifler üzerine yapıştırılarak, kıl testeresi ile kesilmek suretiyle yapılır. Çalışmalarımızda altın ve gümüş kullandığımız için de bir nevi kuyum alanına da girer. Şam işi denilen tarz artık Gaziantep işi olarak da adlandırılabilir. Sedef taş motoru ile motife uygun hale getirilerek oyulan ahşaba kakılır. Kenarları tel dönülür. Diğer iki usulde çok fazla çalışılmamakta olup Kudüs işinde istiridye kabukları negatif kesilmek suretiyle tam kabuk kullanılarak yapılır. Tabi ki bu süreçler uzun zaman ister, sonra gomalak cila yaparız. Bu sanatla uğraşmak sabırla olur. Çünkü diğer sanatlarda iş ilerledikçe şekillenir ve talebeleri motive eder, ama bizde son cila atılana kadar bu süreç devam eder.
Sedef, geleneksel sanatlarımızın içerisinde nerede konumlanır?
Bizler, geleneksel sanatlar dallarını nitelendirirken Türk-İslâm eserlerini bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu minvalde bakınca geleneksel sanat dalları da sırasıyla ortaya çıkar. O zaman da asıl olan yegâne kaynak İlahi kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’dir. Sanatçı ilhamını Hakk’tan aldığında ilahi kitabını önce güzel yazmayı arzular. Hat sanatı Hakk’ın kitabını en nadide ve en güzel bir şekilde yazmakla başladı. Sonra o yazılan hat sahifeleri tezhip sanatı ile süslenir. Tezhip sanatı gelişerek devam eder. Mushaf yaprakları cüz cüz bir arada toplanmak suretiyle cilt sanatı devreye girer. Ve onun iç kısımlarının da daha âlâ olması için ebru sanatı ciltlerin yan kapaklarını süsler. Tüm bu işler bitince mushafı korumak için ahşap Kur’ân-ı Kerîm muhafazaları yapılır. Bu süreci Kur’ân-ı Kerîm’i okumak için ahşap rahlelerin yapımı takip eder. Söz konusu muhafazaları ve rahleleri en nadide biçimde süslemek için de Allah’ın engin nimetlerinden birini sembolize eden sedefle sedef kakmalar yapılır. Ahşaba değer katan sedefler ve motiflerle Kur’ân-ı Kerîm muhafazalarının daha nadide olması için göz nuru dökülür. Sedef kakma sanatı daha sonraları ilerleyen ve gelişen Osmanlı mimarisinde de çok kullanılır. Camilerde iç mekân mahfiller de, minberler de ince ince işlenerek boyut kazandırılır.
HAKAN ÜÇ: SEDEF KAKMA SANATI İSLÂM MİMARİSİNİ DERİNDEN ETKİLEMİŞTİR.
Çok güzel ifade ettiniz. Var olunuz. Konuyu günümüz uygulamalarına getirerek devam edelim lütfen…
Geleneksel Sanatlar Meslek Liseleri’nin kuruluşu aşamasında düzenlenen çalıştayda sedef kakma sanatını, ahşap işleme kategorisinin içinde değerlendirdik. Türk-İslâm Eserleri içeresinde pek çok örneği bulunan sedef kakma sanatı, İslâm mimarisini de derinden etkilemiştir. Rahlelerde, sultan kayıklarında, köşklerde, yeniçeri yatağanlarının kabzalarında, hattatın hokka takımında, Çelebi’nin kavukluğunda, kızlarımızın çeyiz sandıklarında, padişahların tahtlarında, camilerimizde, evlerimizdeki en özel eşyalarda, Hanımefendi’nin nâlınına kadar hemen her yerde sedef kullanılmış ve değer verdiğimiz eşyalarımız sedef kakma ile süslenmiş bezenmiştir.
Atölyenizden ve atölye ortamından bahseder misiniz?
Atölyemiz Pendik’tedir. Pendik Belediyesi Sedef Kakma Kursunu da aynı yerde vermekteyim. Eski usul çalışma tarzını devam ettirirken, yeniliğe ayak uydurmak için son teknolojiye sahip mini makinaların yanında, kendi yaptığımız, işimizi kolaylaştırarak alet ve edevatları da geliştirdik. Çalışmalarımıza bu atölyede devam ediyoruz. Sedef kakma atölyemizde aynı zamanda bi-hamdillah bir yandan yeni eserler üzerinde çalışırken diğer yandan da yeni isimler yetiştirmenin tatlı telaşı içerisinde bulunuyoruz.
Sedefin dışında hangi malzemeleri kullanıyorsunuz?
Sedef, abalon, yarı kıymetli taşlar, kıymetli taşlar, altın ve gümüş gibi kıymetli madenler ve bağa (Bağa; deniz ve kara kaplumbağaları ve kimi hayvanlarda vücudun tümünü ya da bir bölümünü koruyan boynuzumsu ya da kireçli örtenek, boğumlu kabuk, fildişi, kemik, çeşitli filetolar sedefin yanında kullanılan malzemelerdir.), fildişi, kemik ve muhtelif filetoları kullanıyoruz.
Bahsettiğiniz malzemeleri hangi aletlerle işliyorsunuz?
Çekiç, keski, kerpeten, pense, oyma aletleri, iskarpela çeşitleri, küçük oyma bıçakları, zımpara veya zımpara taşı, mengene, testere ve eğe asıl kullandığımız aletlerdir. Boyamada kullanılacak muhtelif boyalar (Gomalak cila vs.) ahşap boyası, fırça, kalem, macun yapımı için kullanılan yapıştırıcılar ve sağlam damarsız ağaçlar (Ceviz, koyu renkli abanoz, maun, pelesenk vb.).
“İYİ USTA İŞİNE GÖRE KENDİ ÂLETİNİ GELİŞTİRİP YAPANDIR.”
Tüm bunlar sedef ustasının yani sedefkârın kullandığı malzemelerdir. Bunların hepsi bezeme veya süsleme malzemeleridir.
Bazı özel oymalar ve kakmalar için kendimizin geliştirdiği aletler de mevcuttur. Eskiler derler ki “iyi usta işine göre aletini kendi geliştirip yapandır.” Bizler de bu düsturla aldığımız emaneti bizden sonraki nesillere taşımaya çalışıyoruz.
Az önce, Eser-i İstanbul tarzından bahsetmiştiniz. Bunun yanında başka hangi teknikleri kullanıyorsunuz?
Sedef kakmada kullanılan tekniklerin ilki olan Eser-i İstanbul tarzı çalışıyoruz. Bu teknik sedefi zaten en nazik işleyen tekniktir. Kudüs işi, Viyana işi ve Şam işi tekniklerini de gerektiği zaman kullanabiliyorum.
En çok hangi tekniğiniz rağbet görüyor?
Ülkemizde Eser-i İstanbul dediğimiz tarz rağbet görüyor. Şam işine gelince… Malumdur, Şam yakılıp yıkılınca şimdilerde Gaziantep işi olarak devam ettiriliyor. Gaziantep işi sedef kakma da çok rağbet görmektedir.
HAFTAYA: ‘AMEL-İ HAKAN’A’ KISA BİR NAZAR…
İbrahim Ethem Gören-05.05.2021