RESSAM İSMAİL ŞANAL İLE SOYUT RESİM VE ÇALIŞMALARI ÜZERİNE...

RESSAM İSMAİL ŞANAL İLE SOYUT RESİM VE ÇALIŞMALARI ÜZERİNE…

İsmail Şanal son yıllarda soyut resim çalışmalarıyla adından ve eserlerinden söz ettirmeye başlayan mühim bir sanat siması. Çalışmalarını Bomonti’deki atölyesinde sürdürmekte olan Ressam Şanal’ın eserleri Türkiye’nin en güçlü koleksiyonlarına ev sahipliği yapan Art Gallery’de Picasso ve Miro gibi dünyaca ünlü ressamlarla beraber sergileniyor.

Soyut ve çağdaş resim üzerine odaklanan, yurtiçinde ve yurtdışında pek çok önemli koleksiyonun envanterinde eserleri bulunan Ressam İsmail Şanal ile sanat çalışmaları üzerine hasbihal ettik.

İsmail Bey sizi tanıyabilir miyiz?

1944'ten beri ailemin ikamet ettiği İzmir'de 1983 yılının kavurucu bir yaz gününde doğmuşum. İlk çocuk olmaktan mı kaynaklanır bilinmez ama yaramaz bir çocuk olduğumu eş dost, komşu akraba tüm yakınlarımız tescillemişti. Çocuk olarak hayata bir nebze hiperaktif başlamakla beraber ilerleyen yıllarda ritmi pek düşürebildiğim söylenemez. Bilimlerin nüvesi olan gözlemci tavrımı çocukluk yıllarımda fark ettim ve evrenin anlamını izah eden matematiğe düşkünlüğüm ilkokul yıllarımda başladı. Ortaokula Anadolu İmam Hatip bünyesinde devam etmem Mevdudi, Ali Şeriati, Muhammed İkbal, Aliya İzzetbegoviç ve Necmettin Erbakan'ı tanımama vesile oldu. Kolej çocuğu olmak yerine bugünkü endüstri 4.0 gibi o gün pohpohlanan yarıiletken teknolojisi ve milenyum çağına kapılıp Anadolu Teknik Lisesi elektronik bölümü okudum.

Akabinde katsayı eşitsizliği sebebiyle önlisans ve dikey geçiş ile Boğaziçi Üniversitesi’nin Elektronik Mühendisliği bölümüne kayd oldum. Sonrası terk edişlere başlamış bulundum. Yaklaşık on yıldır sanat ve türevleriyle keyifli bir hayat yaşamaya gayret ediyorum.

Ha bu arada İstanbul’a geldiğim ilk yıllarda geçici olarak part-time garsonluk mu yapsam acaba derken üç yıl kadar (TCDD) demiryolları bünyesinde KPSS fantezisiyle grosstonluk elli vagon çekip makinistlik yapmışlığım da var.

Sanat ve estetikle ilk temasınız nasıl oldu?

Ergenlikle birlikte başladı sanırım bu arayış ve üretme güdüsü. Edebiyatını yapmak için söylemiyorum ama herhangi bir yolda yürürken ağaçtan önünüze düşen herhangi bir yaprağın estetiğine henüz dünyadaki hiçbir sanat ekolü ulaşmış değildir. Evvela sanatı idrak için bakış açısını ve vizyonunu gözden geçirmeli insan.

Meselâ…

Misalen, aynı aziz İstanbul için niceleri besteler yapmış kimileri şiirler dökmüş iken hayatın akışına kapılan kariyer pervanesi “modern” dediğimiz insan dünya başkenti, medeniyetler beşiği İstanbul'un estetiğinden bihaber.

Yola düşen yapraklar gibi her semtine dökülmüş medreseleri, camileri, çeşmeleri vb. o kadar çok sanat eseri varken 20 milyon hemşehrimiz göremiyor, hissedemiyor. Umarım gözler, kulaklar ve kalpler mühürlü değildir de açılır.

“SANAT GÖREBİLMEKTİR.”

Sanat görebilmektir. Aynı yere bakan herkes aynı şeyi görmüyor ise bu da sünnetullah olsa gerek. Neye düşkün isek nasibimiz odur.

Benim maceramın keskin bir başlangıç noktası yok ama sanırım 90'ların başında elime geçen bir dünya radyosunda kulağıma takılan etnik melodilerin oluşturduğu müzik tadı sanata yönlendirdi. İzmir Konak'ta kaset doldurulan bir dükkanda duyduğum sert tınıların rock ekolünün en agresif türü olan metal müzik olduğunu falan yavaş yavaş öğrenmeye başlayıp perküsyon öğrenmeye karar verdim, bir yandan hadis-siyer dersleriyle imam hatipte çalkalanırken.

Hal böyleyken Güzel Sanatlar Lisesi’nde okumayı düşünmediniz mi?

Güzel Sanatlar Lisesi okumak falan pekiyi bir fikir gibi gelmedi.

Neden?

Zira doktor-mühendis olmaya programlanmıştık.

“MAYA ÇOK ÖNEMLİ…”

Sanatta yarım yüzyılı deviren Moğollar grubunun rahmetli bateristi Engin Yörükoğlu ile tanışmam beni tetiklemişti. Sanatın bir ucundan tutmaya başlayınca karadelik gibi içinde kaybolabiliyorsunuz ki tarihsel olarak birçok örneğine rastladığımız gibi bazen insanlar öz kimliğini bile kaybetmeyi, unutmayı sevimli bulabiliyor. Maya çok önemli...

Bir sohbetimizde küçük yaşlardan itibaren opera ve resim dersleri aldığınızdan bahsetmiştiniz. Opera eğitiminizin resim çalışmalarınıza ne türden katkıları oldu?

Sevgili ebeveynim eğitimim konusunda çok hassas olunca diyalektik gereği ben de bir o kadar gamsız davrandım. Okul dışında neredeyse her şey ilgimi çekiyor, yeni renkler, sesler arıyordum. Biraz maymun iştahı biraz da çocukluğun getirdiği heves ile bazen kendimi dj mikserinde buluyordum, bazen de İnciraltı sahilinde balıkçı dedelerin isyankâr sohbetlerinde...

Keyifli bir çocukluk geçirmişsiniz anlaşılan…

Pek tabii. Kuralların dışına çıkma güdüsüyle hele ki rock dinleyenlerin satanist olduğuna dair asparagas haberlerin ayyuka çıktığı bir dönemde bahsettiğiniz gibi çok keyifli geçiyordu çocukluğum. O zamanlar tanıştığım bir ağabey vasıtasıyla hem Rufai-Cerrahi tekkelerine uğruyor hem de musikişinas bir abladan şan dersleri alıyordum, operayı kilise müziği olarak nitelemenin yanlış olduğunu 15-16 yaşında kavramam iyi oldu. Bakış açımı güçlendirmeye başladım işte o zaman.

Operayı durdurulamaz bir haykırış olarak zihnime kazıdım ve hem güçlü hem zarif olmanın en nadide örneğiydi benim için. Güçlü olmanın, muktedir olmanın nihai hedef olmadığını, toplumsal vazifelerimizi estetiğe dökmek mecburiyetinde olduğumuzu içselleştirdim.

Operanın resme etkisinden ziyade her sanatın bir diğerini kamçıladığını hissediyordum. Nasıl ki tarihimizde aynı âlim, hem fakih, hem cebirci olmuşsa veya felsefenin doruklarında seyreden bir zat aynı zamanda tıp ilminin de derinlerine inmişse ben de kendimi tek bir branşta sabitlemek zorunda değildim diye düşündüm.

Sinestezik misiniz?

Evet... Hayatımda beni etkileyen en büyük kavramların başında gelir sinestezi.

Bir duyunun uyarılması bir başka duyuyu harekete geçiriyor. Yıllarca yaşadığım hissi literatürde bulmuş ve elinde tasla suyun kaldırma kuvvetini bulan amca gibi coşkuyu tatmıştım.

“SANAT VE KÜLTÜR BAKMAYI ÖĞRENİNCE FİLİZLENMEYE BAŞLAR.”

Bana kalırsa sanat ve kültür, bakmayı öğrenince filizlenmeye başlar.

Babam birkaç hoca arkadaşıyla buluşup ney ve ud eşliğinde zikir ve meşk ayinleri yapardı. Oradaki estetiği yakalamam batının sömürgeciliğine rest olarak ortaya çıkan blues dinlerken açığa çıkan enerjinin eseri mesela. Sanatı tıpkı siyaset gibi araçsallaştırıverdim, o gün milat.   

İzmir’deki eğitiminiz sırasında Güzel Sanatlar Fakültesi’ndeki etkileşimlerinizi de konuşalım dilerseniz…

Çok severim konuşmayı… Yıl 2001. Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi kampüsünün en kıytırık köşesi bizim önlisans bölümlere ayrılmış.

Bölümünüz neydi?

Endüstriyel Elektronik. Hiç ders çalışasım da yok zaten, çıktım kampüsü geziyorum. Yemyeşil kampüsün orta yerinde keman sesi duyuyorum. Güzel Sanatlar Fakültesi binası… “Aman Yarabbi keşke burada okusaydım” diye içim yanıyor. İlerleyen haftalarda ‘Güzel Sanatlar’dan bir hocayı gözüme kestirip etrafında keşif uçuşu yapıyorum. Sokula sokula bir gün dert yandım uzun uzadıya. Adam bir yandan şaşırıyor bir yandan da dalga geçmediğimden emin olmak için çapraz sorular soruyor.

Hâsılı oradan öyle bir kredi kopardım ki demeyin keyfime.” Evladım” dedi aha “burası mektep sen de talebe. İstediğin derse katıl, ben bölüm hocalarına söyleyeceğim.” O iki yıl kemandan piyanoya, heykelden operaya rotasız gemi gibi okyanusta geçti işte. Tabii ‘Güzel Sanatlar’da nonstop mesai yapınca ne elektronik kaldı ne de endüstri.        

Resim çalışmalarınıza büyükçe bir paragraf açalım… Neler yapıyorsunuz?

Şimdi business nedir? ‘Busy’ olmak değil mi yani meşgale. Bir şeyle meşgul iken bunu yapma sebebimizi durup düşünelim. Ya haz alıyoruzdur ya da mecburuz.

“SANAT KENDİN İÇİNDİR, NE İÇİN YAŞIYORSUN!”

Ana hedef geçiminizi sağlamak ise sanat üretmek bizzat kabızlık sürecidir. Masraflarınızı ve standart giderlerinizi karşılamak adına ürettiğiniz şey bence sanat olmaktan çıkar. Bir felsefe klişesi olarak “sanat ne içindir, sanat için mi halk için mi?” İsmail Şanal'a sorarsanız sanat kendin içindir, fakat 'sen ne için yaşıyorsun' sorusunun cevabı eserlerinin de anlamını belirler.

Herkes ünlü olmak ister, herkes zengin olmak ister. İşin mühim kısmı ve senin karakterini belirleyen ise bu imkânlara kavuştuğunda nasıl bir yaşam sürdüğündür. 

Sanat da böyledir, binlerce kişi sanat eseri ortaya koyar lakin çağlara imza atmak için anlamını bulması gerekir. Sanat eserini anlamlandırmak için evvela insan kendi yaşamını anlamlandırmalı.

Peki, bu yola nasıl çıkılır?

Hak batıl mücadelesinde bitaraf olmamakla başlanır bu meşakkatli yola. Ne resim, ne tiyatro, ne sinema, ne de siyaset kutsaldır benim kitabımda.

Kitap ne diyor?

Kitap der ki: 'Her ne yapıyorsan merkezinde ben olayım'

Oysa biz çoğu zaman yaptığımız işi ve kendimizi merkeze alırız yüceltmek adına ve satış pazarlama yöntemi olarak da kitaptan alıntılar yaparız. 

Bin bir yol hakikate çıkar ise ancak birisi olabilir her bir sanat dalı.

Hakikati aramak, tatmak ve ona kavuşmak yol haritamıza dönüşünce hiçbir araca mahkûm olmuyorsunuz.

Hele bir de geçim derdinden kendinizi münezzeh sayıp aç kalmayı göze alıyorsanız buyurun size lezzeti tarifsiz bir dem!

Resme gelelim…

Özel olarak resme gelecek olursak türler vardır, renk gibi, desen gibi, ton gibi resmin tavrını belirleyen ana unsurlar görürüz. Onlarca akımı burada izah etmeye kalksak saatler sürer, dileyen arkadaşlarımız atölyeme buyursunlar, meşkle hasbihal edelim uzun uzun.

Dünyaca ünlü ressamların ortak özelliği kendilerine has üslup geliştirmeleridir. Yani natürmort bir tabloda bir meyveyi daha pastel tonla ya da detaylandırarak çizmek sanat tarihinde kayda değer bir katkı sağlamayacağı için sizi bir yere götürmez. A noktasından b noktasına aynı süratle ve disiplinle giden binlerce otomobilin hiçbirini seyretme ihtiyacı duymazsınız. Kimi sanatçı sarhoş bir şoför gibi yalpalar, seyri tuhaf olunca ilginç bir şekilde ulusal veya küresel bir üne kavuşur. Kimi sanatçı offroad araçlar gibi kendisini mevcut yolların dışına atar ve tarzını ortaya koyar. Her yiğidin yoğurt yiyişi üzerindeki varyasyonlar nitekim…

Siz ne yapıyorsunuz?

Ben neler mi yapıyorum! Çoğu zaman, daha doğrusu yirmi yılı aşkın üzerinde titrediğim müzik türlerinin biri kısık sesle tıngırdarken bir yandan da sert, sade kahvemi hazırlıyorum. Ekseriyetle dev gibi kupada hazırladığım kahvem buz gibi oluyor, hele bir de ertesi güne falan sarkmışsa katran gibi, tam ağzıma layık... Zaman içerisinde olgunlaşmasını izlemek sade kahveye özgü bir beklentim değil bu arada.

Bir tablo ne kadar zamanda çakıyor elinizden?

Büyükçe bir tabloyu 4 ile 10 gün arasında falan tamamlayabiliyorum. Bazen de keyfekeder askıya alıyorum tabloyu, bir ay hiç dokunmadığım oluyor.

Fırçayı elime almadan çok önce günlerce, haftalarca eskiz üzerinde kafa patlattığım da azımsanmayacak kadar önemli bir süreç. Satrancı andırıyor olabilir belki ama en özgün eserleri var etmek adına hayal gücünü cesaretlendirip arşa çıkarmak en şiddetli gelgitlerle mümkün olabiliyor.

Biraz da yol haritanızı konuşalım…

Yurtdışında Londra ve New York portföyünde pazar oluşturmak için titiz bir yol haritası çizdim kendime.

Nasıl bir kadraj ümit ediyorsunuz?

Ümit ettiğim kadraj, gezegenin bu en ışıltılı caddelerinde Nasrettin Hoca zekâsını, Yunus Emre dervişliğini, Dede Korkut bilgeliğini yansıtabilmek.    

“SOYUT, GÖRÜNMEYEN DEĞİLDİR, BİLMEYENİN GÖREMEDİĞİDİR!”

Soyut resmi nasıl tarif ediyorsunuz?

Kitabımın reklamını yapmak gibi olacak ama orada soyutu şöyle tasvir etmiştim: Soyut, görünmeyen değildir, bilmeyenin göremediğidir!

Materyalizmin ve rasyonalizmin tükendiği, bizim ise başladığımız noktadır soyut.

“NEŞE, ERDEM, ÂHLAK, İLKE, SÜKÛNET SOYUTTUR.”

Neşe, erdem, ahlâk, ilke ve sükûnet hep soyuttur ve batı bunu somut maddi imkânlara bağlayarak en büyük hatayı tekrar edip duruyor.

Kalıpları reddetmenin en modern yüzü oldu soyut.

Matematiğin zirvesi de soyut matematik!

Soyut resim öyle enteresan ki size şiir yazın diyorlar ama tek bir şartımız var kelime kullanmayacaksın.

Empresyonizmi mutlak şekilde reddeden soyutu tevhidin tacı ‘la’ ile ilişkilendirsek hadsizlik etmiş olmayız umarım.

Çağdaş sanatın en yüklü gemisi olan soyut resim tebliğe ve pazarlamaya tabi değildir. Gizli bir frekansta yayın yapan radyo gibi çalışır ve özellikle onu arayandan başkası bulamaz. Bulunmayı da istemez kıymeti bilinmeyecekse. 

Soyut resim çalışmalarınızın alametifarikası nedir?

Sadece resmimde değil yaptığım her şeyde benden izler bulabilirsiniz fakat bunu ayrıntılı resim incelemesiyle değil beni ne kadar tanıdığınızla orantılı değerlendirmenizi tavsiye ederim. Yani fırça tekniği veya boya tonundan ziyade baktığınızda hissettiğiniz ruhtan yola çıkarak çözümleme yapabiliriz. Sinema ve diziler üzerine yazdığım bir eleştiride sanatın boşaltıcı değil doldurucu olması gerektiğini söylemiştim. O eserimle göz göze geldiğiniz andan itibaren daha karmaşık ve sinir bozucu düşünceler zihninize nüfuz etmişse işte benim numaram bu.

Bir eserinizin hikâyesini dinlemek isterim…

Tutkulu bir aşkı konu edinen bir eserim olmadı, olmayacak da… Nitekim romantize edilen mesnetsizliklere zaten sıkça rastlıyoruz. Özel olarak yaşanmışlıklar üzerine yaptığım resimlerim oluyor, onları da gizliyorum kimsenin görmesi mümkün değil.  Hmmm hangi resmi anlatsak!

Nasıl yapalım?

Şöyle yapalım! Bir resimden ziyade, çalıştığım desenler üzerinden konuşalım…

Hay hay… Söz sizde… Hasbihalin başında konuşmayı çok sevdiğinizi söylememiş miydiniz?

Mesela küplerle dışavurumcu bir tarz oluşturdum, küp deyince hemencecik kübizmle bağlantı kuranlar olmasa bari.

Bu deseni başrole koyduğum resim tarzımda yüzlerce küp sırt sırta veriyor. Bir kübün altı farklı yüzeyi aynı uzay içerisindeki değişken kombinasyonlarla rastgele gibi görünen algoritmik dizilimler, nihayetinde ana resmi oluşturuyor.

Yan yana sıralanmış yeknesak bireyler olmaktan çıkıyor küpler ve bu küplere yüklediğim karakterler de tıpkı DNA sarmalı gibi sonsuz yaşam tarzı ve dünya görüşü üretiyor. Nesilden nesle 6 kuşak birbirinin aynısı olarak tekrar eden büyük aileleri pek meraka layık ve okumaya değer bulmayız.

Şimdi kurgulayıversem mesela sosyal demokrat bir çiftin çocuğu hilafeti benimseyip bambaşka yerlere aksa belki aile içi sorunlar yaşanacak ama dışarıdan gözlemlediğinizde iç dinamiklerin yerinde oynaması bile görsel estetiğe dönüşür. Benzer şekilde örnekleme fantezisine devam ederken medrese geleneğinden gelen ailenin bir bireyi dünyanın öbür ucunda bir Rock yıldızının kuyruğuna takılınca elbette ahlâkî paradigmalar silbaştan yazılıyor ama bilhassa çağdaş sanatın bizzat değerleri muhafaza etmek gibi bir kaygısı yok. Değerlerinizi yaşatmak istiyorsanız batıya konsolosluklar önünde bayrak yakmak yerine satranç masasına oturup sinemada, resimde, heykelde, tiyatroda vb. her mecrada 'rakibin silahıyla silahlanmalısınız' İşte benim resmime dalıp bu karmaşık küpleri takip ederseniz yolunuz ikinci Yalta Konferansı’na çıkar.

Çalışmalarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdilik yurtiçinde birkaç müzayede evi ve sanat galerisiyle ortak hareket etmekteyim. Galiba iki üç yıl önce ilk solo sergimi gerçekleştirmiştim Nişantaşı'nda.

Eserlerimin teşhirini çoğunlukla şahsi web sitelerim üzerinden icra ediyorum.

Abstract.istanbul internet sitesi Londra’da yaşayan bir çalışma arkadaşımın kontrolünde ve soyutresim.com da İstanbul merkezli 4-5 kişilik art dealer ekibimle devam ediyor.

Cumhuriyet resim ekolünden kimlerden etkilendiniz?

Aliye Berger, Fikret Mualla, Nuri İyem, İbrahim Çallı, Fikret Otyam, Erol Akyavaş, Faruk Cimok, Hamit Görele... Her biri muazzam…   

Şahıslardan daha önemli olanı devlet politikası olarak 60'lar ve 70'ler boyunca edebiyat çevrelerinde olduğu gibi pentürde de birçok ismin Paris'e gönderilmesi.

“DÜNYANIN MERKEZİNİ PARİS’TEN, NEWYORK’TAN TEKRAR İSTANBUL’A TAŞIMALIYIZ.”

Zamanında Da Vinci gibi onca hezarfen, Osmanlı padişahlarına proje sunmak için sıraya girmiş. Ne yapıp edip dünyanın merkezini tekrar Paris'ten, Newyork’tan İstanbul'a taşımalı. Ne yapacağımı biliyorum da onlar duymasın diye altyazı geçiyorum.  

Bu ekolde Bedri Rahmi’yi ve Abidin Dino’yu nerede ve nasıl konumlandırıyorsunuz?

Aynı döneme şahitlik eden çoğu sanatçı gibi toplumcu olmaları hasebiyle hususi severim. Ayrıca edebiyata sağladıkları katkı da beni çok yönlü sanat idealimde perçinlediği için bir kez daha severim.

Dünyanın en büyük ressamları olarak hafızalarda yer tutan Picasso gibi isimlerin Abidin Dino gibi kıymetli sanatçılarımız ile bazen politik, bazen sanatsal münazaralarda bulunmuş olması hem pahabiçilemez uluslararası ilişkiler kurmak hem de dünyayı yakalama zırvalığını bırakıp eşgüdümlü simultane icraatlar ortaya koymak için büyük fırsat.  

Devrim Erbil, Ergin İnan, Kemal Önsoy, Ahmet Güneştekin gibi usta ressamları dikkatle izlediğinizi biliyoruz. Bu izlenimler tuvallerinize nasıl ve ne kadar yansıyor?

Devrim Hoca ve Ergin Hoca Akademi’de neredeyse yarım asrı devirmiş iki ulu çınar...

80 yaşında halen sanat ortaya koyan bu büyük isimler maalesef hiçbir sanatsal değer taşımayan tüketim bağımlısı, marka düşkünü vasat dizi oyuncuları kadar bile bilinmiyor.

“DEĞİŞECEK HER ŞEY… BİZLER DEĞİŞİMİN, İNKİŞÂFIN PARÇALARI OLACAĞIZ.”

Değişecek her şey… Ve bizler bu değişimin, inkişâfın parçaları olacağız.

Kemal Önsoy, tarzıyla ve tekniğiyle batıda kendinden söz ettiriyor, benimsediğim bazı benzer teknikleri ve mütevazı yaşamı kendisini takip etmemi sağlıyor.

Güneştekin de renkleri ve üslubuyla yurt dışında en çok sergi açan, rekoru elinde bulunduran isim...

Sohbetlerimizden birinde İstanbul’un kaotik atmosferinin sizi dışavurumculuğa yönelttiğinden söz etmiştiniz. Bu konu sanırım bir suali hak ediyor…

Evrendeki en küçük şey atom ve evrende elde edilebilen en büyük güç bu atomun parçalanması. Bunun üzerine çokça düşünürüm, bu bize insanoğlunun ve kendisine sunulan nimetlerin potansiyelini anlatıyor. Şöyle bir not düşeyim eski yazılarımdan.

Tabii ki, lütfen…

“Atom kendini parçalamaz. Bilen zerreyi bilir.”

Bir insan, hayatın seyri esnasında nerede, nasıl konumlanacağına kendisi karar veriyor ki bu kader anlayışımızda Yaradan’ın bize ikram ettiği en büyük nimet, aynı zamanda yük.

Fikrî manada savunmacı anlayışı oldum olası sevemedim. Topyekûn taarruzculuğa aidiyet hissetmekteyim. Dışavurumcu resim, kendi değerlerimizi geleneksel yöntemlerin dışına çıkarak sahneye koyma alternatiflerimden biri haline geldi.

“Aziz İstanbul” bizlere hem suç, cinayet, talanın hem de fazilet, ihsan, erdemin meyvelerini aynı tepside sunuyorsa tepsiyle beraber masayı da devirmeye karar verdim. İsterseniz ihbar edin, isterseniz oturup izleyin.     

Ahşap, metal, cam, taş, sedef, midye kabuğu vb. malzemelerden bir takım terkipler, ürünler oluşturuyorsunuz. Bu bağlamdaki çalışmalarınıza değinir misiniz?

İzmir'de endüstriyel dikiş makinaları imal eden arkadaşım Bayram’ın da, Kapalıçarşı’da kuyumcu arkadaşım Mehmet’in de, Çağlayan’da ahşap oymacılık sanatını devam ettiren arkadaşım Ensar’ın da, Eyüp’te pantograf tezgâhları bulunan arkadaşım İlker’in de ve daha birçok yerin atıklarını kurcaladıktan sonra Arap sabunu veya deterjan her ne varsa bir güzel temizlenip atölyeme taşırım ganimetleri…

“ATIK KAVRAMINA İNANMIYORUM…”

Atık kavramına inanmıyorum. Geri dönüşümünü sağlayacak zeka ve vizyon olmadığında elimizde kalan malzemelere atık diyoruz.

İnancımın gereği olarak evrende var olan her şeyi bir enerji kaynağı olarak değerlendirmekteyim.

Meselâ…

Misalen, kış mevsiminde şiddetli esen rüzgâr bazen felaketlere sebep oluyorsa bu büyük enerji türünü emerek elektrik üreten sistemler oldukça yaygınlaşıyor. Yaz mevsiminde kenti kahreden yakıcı güneşi yaygınlaşan panellerle elektriğe dönüştürüyoruz. Potansiyel varsa çözüm mutlaktır ve en değerli hazine potansiyeli görebilmektir, tıpkı soyut resimde olduğu gibi. Heykeller de contemporary art yörüngesinde bazen daha mekanik, bazen daha minimal hallere bürünmeye başladı, nerede o barok dönemin ihtişamlı heykelleri diyenler çıksa da...

Bu durumda sanatın özüne gelelim…

İbrahim Ethem Bey, sanatın özü düşüncedir, fikirdir ve bunun üzerine inşa edilir. Bu sebeptendir ki yola dökülen yapraklar da, kırılan dal parçaları da sanata hizmet edebilir, yeter ki iyi düşünülmüş süreçlerden geçsin.

Atölyemde Antalya’dan getirdiğim limon ağacının kuruyan gövdesinden Belgrad ormanından gelen kütüklere, Kilyos’tan getirdiğim salyangoz kabuklarından deniz taşlarına kadar doğanın imzası niteliğinde birçok nesneye dikkat kesilip masada ‘neye dönüşüceğiz?’ tavrıyla inceledikten sonra bir de ben imza atıyorum.      

Sanatseverler size ve çalışmalarınıza nasıl ulaşabilir?

Soyutresim.com, abstract.istanbul, istanbulcontemporary.com, instagram.com/soyutcu, facebook.com/soyutcu

Senaryolarınız için de bir paragraf açalım dilerseniz.

Geceleri üretmeyi, çalışmayı daha verimli buluyorum zira sessizlik dünya nimetlerinin belki de en kıymetlisi...

Herkes uyurken uyanık olmak övünülecek bir şey değil, herkes uyanıkken uyuyorsan, bu da politik bir mesaj olarak kalsın bir köşede.

İzmir’den İstanbul’a koltuğumun altında birkaç senaryoyla gelmiştim 14 yıl önce. Asırlık mimari yapıları incelerken Anadolu’da büyülenen ve Şam’a, Bağdat’a ve Beyrut’a uzanan bir hikâyeydi ilki. Binaların belgelerine ulaştıkça, birkaç eski kitapta ipuçları buldukça karmaşıklaşan Selçuklu ve Endülüs’ün tek bir kesişme anına endekslenmiş bir serüven.

Bir diğer senaryo ‘Spekülatör’ ismiyle iki saati aşkın aksiyon bağımlısı olacağınız, siz hareketliliğe kapılıp olayları takip ederken ruhunuzda Itrî’nin besteleri vuku bulmuş olacak.

Günümüz beyaz yakalı insanını sarsacak bir diğer senaryo da benliğiniz ve idealleriniz arasında çapraz ateşe maruz kalacaksınız.

Zaman aktıkça ve insan olarak demlendikçe peyderpey izleyeceğiz, acelesi olan gündelikçi absürt sinemaya devam etsin. 

Hasbihalimizi mesajınızla noktalamak isterim…

Materyalizm ve rasyonalizm en büyük kitlesini ülkemizde oluşturdu bana kalırsa.

Çok albüm sattı diye bir şarkıcıyı, gişede iyi kazandı diye bir yapımcıyı, ünlüymüş diye bir tatlıcıyı tercih etmem.

Çok tercih edileni tercih etmek kalabalıklara karışmanın ve yanlışa düşmenin en popüler yolu.

Her ne gözümüze sokuluyorsa başımızı çevirip başka yönlere göz atmak bize hakikati yakalamak için fırsat verir.

En parlak şey güneştir ve başımızı kaldırıp dakikalarca güneşe bakarsak mis gibi kör oluruz. Ülkemizde ve dünyada gözümüze sokulan parlak ışık işte tam da bu noktada bizleri kör etmek içindir.

Başımızı eğip biraz da toprağa, ağaca, karıncaya, yaprağa bakmalı!

Kalın sağlıcakla lakin kalmayın seyirle, devinen kavgada...

 

İbrahim Ethem Gören-25.08.2020

 

{name}
{content}
+
-
{name}
{content}
+
-

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

SİZİ ARAMAMIZI İSTER MİSİNİZ?

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

BİZ SİZİ ARAYALIM

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.