PROF. DR. SÜLEYMAN BERK İLE AYASOFYA CAMİİ YAZILARI ÜZERİNE…
İstanbul’un fethinin en önemli sembollerinden biri olan Ayasofya Camii, 86 yıllık fasılanın ardından 24 Temmuz 2020 Cuma günü aslî hüviyetine kavuştu. Osmanlı Cihan Devleti asırlarında payitahtın protokol camii olan Ayasofya, zaman içerisinde Türk hat sanatının en mühim eserlerine de ev sahipliği yapmaya başlamıştır. Müze sürecinde ibadethanede bulunan her biri diğerinden âlâ keyfiyeti hâiz pek çok hüsn-i hat levhası depolara/müzelere kaldırılmıştı.
Bu yazımızın öznesinde Ayasofya Camii’nin hüsn-i hat levhaları var. Konuyu ülkemizin önde gelen yazı üstadlarından Prof. Dr. Süleyman Berk ile teşrih masasına yatırdık.
Süleyman Bey, Ayasofya bir camiden öte camia, külliye idi. Söze buradan başlayalım dilerseniz.
Sohbetin başında önemli bir meseleye temas ettiniz. Ayasofya evvelemirde Müslümanların gözbebeği bir mâbeddir. İstanbul’un fethinden itibaren günden güne gelişerek hemen her dönemi temsil eden medresesi, imâreti, dillere destan kütüphânesi ve şadırvanıyla günümüze kadar sağlam bir şekilde gelmiştir.
Konumuza; Ayasofya’nın yazılarına gelelim. 19. yüzyılda yapılan restorasyon sürecine değinir misiniz?
Sultan Abdülmecid Han döneminde Ayasofya’da kapsamlı bir restorasyon yapılmış bu süreçte kubbeye Hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından Nur Suresi’nin 35’inci ayet-i kerimesi yazılmıştır. Tarihî mabedin duvarlarına da devâsa büyüklükteki “Cami takımı” levhalarının asılmasıyla birlikte tarihin en gözde eserlerini barındıran bir ibâdethâne hüviyetini kazanmıştır.
Caminin ana harîmindeki yazılar için neler söylemek istersiniz?
Ayasofya Camii ana harîminde hat sanatı bakımından çok önemli levha ve yazılar bulunmaktadır. Zaman içerisinde bunların bir kısmı yerlerinden kaldırılsa da kalabilenler göz kamaştırıcı güzellik ve özelliktedir. Ayasofya Camii’nin dünyaca meşhur yazılarını, ana kubbede bulunan celî sülüs yazı ve harîmin çeşitli yerlerinde asılı halde olan “cami takımı” denen levhalar ve yazılar oluşturmaktadır.
Tekrar ana kubbeye dönelim…
Ayasofya’nın ana kubbesinde, Nur sûresi 35. âyetin bir kısmı yer almaktadır. Kubbede yazılı olan âyetin meâli şöyledir: “Allah göklerin ve yerin Nûr’udur. O’nun nûru, içinde ışık bulunan bir kandil yuvasına benzer. O ışık bir cam içindedir, cam ise, sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır; bu, ne yalnız doğuda ve ne de yalnız batıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır”.
PROF. BERK: AYASOFYA CAMİİ’NİN KUBBE YAZISI TEK KELİMEYLE MUHTEŞEMDİR!
Ana kubbedeki yazı Hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi (1801-1876) tarafından yazılmıştır ve tek kelimeyle şâheserdir.
Mezkûr yazının satır ve harf kalınlıkları ne kadar?
Kubbede müdevver kuşak olarak bulunan yazının satır kalınlığı 3.13 metredir. Yazının harf kalınlığı ise 15 cm’dir.
Zeminden 55 metre yükseklikteki kubbedeki yazıların büyüklükleri nasıl ve ne zaman tesbit edilmiştir?
1997 ve 2001 tarihlerinde tamir için kurulan iskeleye çıkarak, bizzat yaptığım ölçümlerle elde ettiğim sonuçtur!
Bu durumda nasıl bir kalem tahayyül etmeliyiz? Âyet-i celîle kalem ile mi yazılmıştır?
İbrahim Ethem Bey, takdir edersiniz ki bu cesâmetteki bir yazıyı kalemle yazmanın imkânı yoktur.
Peki, nasıl yazılmıştır?
Malumunuz üzere hüsn-i hat sanatında eskiden doğrudan kalemle yazılamayacak büyüklükteki böylesi yazılar, evvelâ kalemle yazılabilecek küçüklükte yazılır. Daha sonra, kareleme metoduyla istenen büyüklükte, kalemle çizme suretiyle, parça parça kalıplar olarak hazırlanırdı. Kalıptan da nakkaşlar marifetiyle kubbeye nakşedilirdi.
Cami takımları da aynı metodla yazılmış olmalı bu durumda…
Elbette… Ana mekânın uygun yerlerine asılmış olan ve “Cami takımı” denilen levhalar (Allah, Muhammed, Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin), bugün dünyanın bilinen en büyük hüsn-i hat levhalarıdır. Levhaların çapı 7.5 metre olup, yazıların kalem kalınlığı 35 cm’dir.
Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin gelenek üzere Hüseyin levhasına ne türden bir ketebe koymayı muvafık görmüş?
Hz. Hüseyin levhasının altında istifli, gâyet güzel şu ibâre yazılıdır: “Ketebehu’l-hâc es-Seyyid Mustafa İzzet İmâmu’s-sânî li emîri’l-mü’minîn Abdülmecîd Han. 1265.”
Ayasofya kubbe ve cami takımı yazılarının Türk hat sanatında nerede konumlanır?
Hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin Ayasofya’da, birer ibda’ eseri olan levhaları ve kubbe yazısı, gerçekten muhteşem denmeye lâyıktır. Harfler, onca irilik ve kalınlıklarına rağmen tenâsüb bakımından mükemmel, gâyet metin ve azametlidir. Kazasker’in yazı sanatı bakımından celî sülüs üstadı Hattat Mustafa Râkım Efendi (1758- 1826)’ye tâbi oluşu, özellikle kubbe yazısında açıkça görülmektedir.
Bilindiği gibi hat sanatında harfler büyüdükçe, harfin tenâsübünün sağlanması zorlaşmaktadır. Harflerin büyümesi ve yazı alanının ihâtasının zorluğu gibi sebepler, yazının estetik kusurlarını da beraberinde getirmektedir. Harflerin cılız kalmaması yahut aşırı küt olmamasının sağlanması büyük mahâret ister. Levhanın asıldığı yahut yazının bulunduğu yerden mükemmel görünebilmesinin sağlanması da, işin püf noktasını teşkil etmektedir.
Hattat Kazasker Mustafa İzzet’in Ayasofya Camii’nde bulunan kubbe yazısı ve levhaları, onca büyüklüklerine rağmen, mekânla büyük bir uyum içerisindedir. Özellikle levhalar, mekân içerisinde kolye zarâfetiyle asılı durmaktadırlar.
Az önceki sorunuzda ketebeden bahsetmiştik. Tekrar oraya gelelim. Kazasker’in Ayasofya Camii yazıları h. 1265/1849 tarihlidir.
M. 1849 yakın bir tarih. Daha önceki yıllara/asırlarda camiyi tenvir eden ve gravürlerden âşina olduğumuz yazı takımlarına ne/neler olmuş?
Ana harîmde bugün bulunan kubbe yazısı ve levhalardan önce Hattat Teknecizâde İbrahim Efendi’nin hattı olan yazı ve “Cami takımı” levhalarının da köşeli levhalar şeklinde olduğu kaynaklarda kayıtlıdır. Eski gravürlerde de bu durum görülmektedir. Sultan Abdülmecid döneminde yapılan restorasyonda kubbe yazısı yenilenmiş, eski levhalar da kaldırılarak yerlerine Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılan bugünkü levhalar asılmıştır.
Kazasker’in yazıları da aynı kaderi paylaşmış.
Maalesef... Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılan levhalar, yazıldıkları 1848 yılından 1935 yılına kadar yerlerinde kalmış, bu tarihte ise yerlerinden indirilerek kaderlerine, daha doğrusu –sizin ifadenizle- kederlerine terkedilmişlerdir. Büyüklüklerinden dolayı levhalar kapılardan dışarı çıkarılamadığından, içeride indirildikleri yere duvara dayalı olarak neredeyse on beş yıl öylece bırakılmıştır. Bu levhalar, 1948 yılı sonunda tekrar eski yerlerine asılmıştır.
Yazıların tekrar eski yerlerine asılması hususuna hasbihalimizin sonuna doğru değiniriz… İbadethânenin mihrabında, minber civarında ve duvarlardaki yazılar ile birlikte hattat padişahların da ketebe koyduğu hüsn-i hat levhaları için de büyükçe bir paragraf açalım dilerseniz.
Nasıl arzu ederseniz… Ayasofya Camii mihrab sofasında, minberin bulunduğu sağ kısımda, duvar üzerinde hâlâ yerlerinde duran sırasıyla şu levhalar bulunmaktadır: En üstte devasa büyüklükte, celî sülüs hat ve zerendûd olarak hazırlanmış bir levha asılıdır. Levhanın ibâresi şöyledir: “Lâilâhe illallâh Huve Rabbî ve Rabbi’l-âlemin. Muhammed Nebiyyun sallahu aleyhi ve sellem”. Bu yazının altında gâyet sanatlı ve istifli bir imza bulunmaktadır ki ibâresi şöyledir: “Ketebehu Mahmud bin Abdulmecîd han”. Sultan II. Mahmud, hattat padişahlarımızdandır ve yazı sanatında, Hattat Mustafa Râkım Efendi’nin talebesidir.
“KETEBEHU MAHMÛD B. ABDULHAMÎD HAN”
Aynı duvarın ikinci sırasında, celî sülüs hatla ve zerendûd olarak hazırlanmış bir dua levhası yer almaktadır. “Subhânallâhi ve bihamdihi subhânallâhi’l-azîm”. Duanın sonunda, bir önceki levhadaki imzanın benzeri yer almaktadır: “Ketebehu Mahmûd b. Abdulhamîd Han”. Bu levhanın altında, üçüncü sırada yine bir başka hattat padişahımızın yazdığı levha yer almaktadır: “Re’su’l-hikmeti mehâfetullah”. Levhanın sol alt köşesinde gayet güzel stilize edilmiş hattat imzası konulmuştur. “Ahmed b. Mehmed”. Bu levha, en fazla levha yazmış olan hattat padişahlarımızdan Sultan III. Ahmed tarafından yazılmıştır.
Aynı duvarın en alt kısmında dördüncü levha, bir başka hattat padişahımız Sultan II. Mustafa’ya aittir. Padişahın, şehzâdeliğinde yazdığı levhadır. Levhanın üst sağ ve sol kısmında Ahzab suresinin 56. âyeti yer almaktadır. “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber Muhammed’i överler; Ey inananlar! Siz de Onu övün, Ona salat ve selam getirin”. Levhanın ana kısmında celî muhakkak hat ile besmele yazılıdır. Sol alt kısımda bulunan imzanın ibaresi şöyledir: “Sevvedehu’l-fakîru’l- hakîr derviş Mustafa Âl-i Osman b. Muhammed hân-ı gâzi gafarallahu zunûbehu ve setere uyûbehû Âmîn, 1105”.
“HASBİYALLAHU VAHDEHÛ”
Mihrab sofasında, hünkâr mahfilinin bulunduğu sol duvarda, üç adet levha bulunmaktadır. Bunlardan ikisi celî ta’lik, birisi ise celî sülüs’tür. En üstte asılı olan levha celî sülüs hat ile yazılmıştır ve hattat imzası ve tarihi yoktur. Levhanın ibaresi şöyledir: “Allahumme edhilna’l-cennete bi-şefâati Muhammedin aleyhisselâm”. Bu levhanın sağ alt kısmında celî ta’lik hat ve zerendûd olarak hazırlanmış bir levha bulunmaktadır. “Hasbiyallahu vahdehû” ibaresinin yazılı olduğu levhanın imza satırında da şunlar yazılıdır: “Ketebehû abd’u-dâi Mehmed Es’ad Yesâri gufirelehû, 1212”. Bu levhanın yanında, sol tarafta, yine celî ta’lik hat ve zerendûd ile hazırlanmış bir levha bulunmaktadır ki ibâresi şöyledir: “Bârekallahu teâlâ”. Levhanın altındaki imza satırı şöyledir: Ketebehû Veliyüddin seterallahu ‘uyûbehû”.
Cami 1934 yılında müzeye çevrildiğinde yazıların akıbeti ne olmuş?
Ayasofya Camii’nde, zamanında ana mekânda bulunan birçok kıymetli hüsn-i hat levhası caminin müzeye tahvilinden sonra, depoya veya müzeye kaldırılmıştır. Ayasofya Camii’nin eski resimleri tedkik edildiğinde, duvarlarda çeşitli levhaların varlığı açık bir şekilde görülmektedir. Bu levhalardan tespit edilebilenlerden üçü, Sultan Ahmed Camii’ne nakledilmiş ve oraya asılmışlardır. Bugün bu levhalar hâlâ orada asılı bulunmaktadır. Hattat Yesârizâde Mustafa İzzet Efendi’ye ait celî ta’lik bir levha ise, İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’ne nakledilmiştir.
Bu levhalardan, Hattat Hüseyin Abdurrauf Bey’e ait iki levha, Sultan Ahmed Camii sağ kısmında asılıdır. Bunlardan biri celî sülüs hat ile ve beyzî olarak istif edilmiştir. Bu levhada: “Ey Muhammed! Kullarıma benim bağışlayan, merhamet eden olduğumu haber ver” anlamında Hicr sûresi 49. âyetin ilk kısmı yazılıdır. Hattat imzası olarak: “Ketebehû Abdurraûf an hulefâ-i âmedi-i dîvân-ı hümâyun gafarallahu zunûbehû âmîn, 1323” ibâresi yer almaktadır. Aynı hattata ait diğer levha, celî ta’likle ve zerendûd olarak hazırlanmıştır. Bu levhada; “Her hikmetli işe o gecede hükmedilir” meâlinde Duhân sûresi 4. âyeti yazılmıştır. Hattat imzası olarak; “Ketebehû Abdurraûf an hulefâ-i âmedi-i dîvân-ı hümâyun gafarallâhu zunûbehû ve zunûbe ebeveyhimâ tahrîren li sene 1322” ibaresi yer almaktadır.
“KEŞEFE’D-DUC Bİ CEMÂLİHΔ
Yine Ayasofya Camii’nden getirilen ve Hattat Hulûsi Efendi’ye ait zerendûd celî talîk levha, camiin sol kısım duvarı üzerinde asılıdır. Bu levhada “Keşefe’d-ducâ bi cemâlihî, sallû aleyhi ve âlihi: Cemâli ile karanlıkları aydınlattı, O’na ve âilesine duâ edin” yazmaktadır. “Nemekahu’l-fakîr Hulûsî tilmîzi Sâmi gafarallahû zunûbehumâ, 1340”. Bu üç levha haricinde Hattat Yesârizâde Mustafa İzzet Efendi’ye ait zerendûd celî talîk levha, müezzin mahfili bitişiğinde duvarda asılı idi. Bu levha bugün İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde bulunmaktadır. Bunun dışında birçok levha Ayasofya Camii deposuna kaldırılmıştır.
Hacı Nazif Çelebi Merhum’a ve dahi Ekrem Ayverdi’ye rahmet niyaz ederek Ayasofya cami takımı levhalarının tekrar eski yerlerine asılmasını da konuşalım…
İbrahim Ethem Bey, şimdiki zamanda işler kolay; 1948’den bahsediyoruz. O yüksekliğe, o büyüklükteki levhaların asılması büyük mesele. Dönemin hamiyetperver işadamlarından Nazif Çelebi’nin sağladığı maddî imkânlarla Ekrem Hakkı Ayverdi’nin ustalığı birleşince levhalar tekrar yerine asılmıştır. Bu bahiste İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ı da yâd etmek vakıa mutabık olacaktır.
Ayasofya Camii’nin Kazasker tarafından yazılan âbidevî boyuttaki “Cami takımı” levhaların yerlerine asılması hususu, İbnülemin tarafından Son Hattatlar isimli eserde şöyle anlatılmaktadır: “İsm-i Celâlî, ismi Nebevîyi, esâmii çar yar ve Hasaneyni ihtiva eden bu elvahı celile, bir takım kıymet bilmez eşhas tarafından indirilüb bir kenare konulmuş ve bazılarının bazı yerleri zedelenmişdi. Bu hal bizimle beraber diğer erbabı imanı dağdar etdiğinden tekrar asılması içün oğraşdıksa da müveffak olamamışdık. Nihayet Ayasofya Müzesi Müdiri Muzaffer Remazan Beyi teşvik ve teci’ etdiğimde “Para yok, olsa asarım.” demişdi. Öteden beri benimle beraber bu işe sarfı zihn eden yüksek mühendis Ekrem Hakkı ve tüccardan Nazif Beyler, icab eden parayı hasbeten lillah vererek Ekrem Beyin nezareti altında levhalar ta’mir edildi. Yine o zatı ekremin himmetile levhalar, bikeremihilkerim 28 Kanunı sani 1949 (22 rebiulevvel 1368) de elvahı şerife yerlerine asıldı. Ekrem gelüb beni götürdü. Levhaları mahalli kadiminde görünce ağlamağa başladım. Cenabı ekremülekremine hamdü sena ve Ekrem ve Nazif ile Muzaffer’e teşekkür ve dua etdim.
Ta’likden haberi olmıyan İbrahim Alâüddin merhum “Hürriyet” gazetesine Ankara’dan yazdığı mekalede levhaların asılmasına şiddetli bir lisanla lüzum göstererek ibrazı hamiyet etmişdir. Ruhı şâd olsun.”
Ecdad Ayasofya Camii’ne tabir yerindeyse gözü gibi baktı. Onarımlarını vakitlice ikmal etti. Bu bahisle hasbihalimize nihayet verelim…
Hay hay İbrahim Bey. Ayasofya bina olarak çok eski olduğundan Osmanlı döneminde yapılan ciddî restorasyonlarla günümüze kadar sapasağlam gelmesi sağlanmıştır. Son yıllarda da Ayasofya Camii’nde çok ciddî restorasyonlar yapılmıştır. 1934 yılında yıktırılan ve Ali Kuşçu’nun müderris olduğu Ayasofya Medresesi’nin temelleri bulunarak tekrar inşâ olunmuştur. İçeride bulunan bütün levhalar elden geçirilerek sağlamlaştırılmıştır. Yine cami içerisinde bulunan ve dillere destan olan I. Mahmud Kütüphânesi elden geçirilmiştir. Kezâ Ayasofya İmareti de restore edilmiş ve böylelikle Ayasofya Camii bugünlere hazırlanmıştır.
Sonunda, Rabbimizin inâyetiyle sînemizi dağlayan karar kaldırılarak Ayasofya ibâdete açılarak tekrar cami hüviyetini kazanmıştır. Sevincimiz çok büyüktür!
İbrahim Ethem Gören 1 Eylül 2020
Fotoğraflar: Mustafa Yılmaz-Prof. Dr. Süleyman Berk