PROF. DR. AHMET HAKKI TURABİ: MÛSİKÎ SERENCAMIMIZ HİÇ BİTMEZ
Prof. Dr. Ahmet Hakkı Turabi: Mûsikî bizim ibadetimizden aldığımız feyzin, bereketin kat be kat ziyadeleşmesini sağlayan önemli yardımcı unsurlardan biridir.
8 Mayıs Cuma günü Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk Din Mûsikîsi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Hakkı Turabi ile mûsikî dolu bir sohbet gerçekleştirdik. Sanat Danışmanımız, Boğaziçi Yöneticiler Vakfı Müdürü İbrahim Ethem Gören’in moderatörlüğünde Boğaziçi Yöneticiler Vakfı nezdinde düzenlenen ‘Mûsikî, Hayat ve Ramazan” başlıklı programa Genel Müdür Yardımcılarımız Aslan Demir ve Ahmet Albayrak ile birlikte Özel Bankacılık Grup Müdürümüz Ali Bağatır, Operasyon Grup Müdürümüz Selman Ortaköy, Hazine Pazarlama Müdürümüz Selman Bayoğlu, Kurumsal İletişim Müdürümüz Emre Memiş ve Finansal Kurumlar Krediler Yöneticisi Orhan Koyuncu’nun yanı sıra çok sayıda Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi ve mezunu iştirak etti.
TURABİ: MÎSİKÎ SERENCAMI ‘ELEST BEZMİ’NDE BAŞLAR…
Ülkemizin önde gelen otorite mûsikî şahsiyetlerinden, hocaların hocası Ahmet Hakkı Turabi bütün insanların mûsikî serencamının ‘elest bezmi’nde başladığı bilgisini paylaştı. Yazımızın başında Ahmet Hakkı Turabi’nin mûsikî eğitimine dair büyükçe bir parantez açmakta fayda mülahaza ediyoruz.
Ahmet Hakkı Turabi’nin ilk mûsikî eğitimi doğduğu ‘bereketli topraklar’da Amasya Gümüşhacıköy’de başlamış. Kâdirî Meşâyıhından “Keçeci Hoca” ismiyle bilinen cennetmekân dedesi Mehmet Turabi’nin (ö. 1976) oldukça zengin bir dînî mûsikî repertuarına sahip olduğu biliniyor. Keçeci Hoca’nın haşyetullahtan yufka gibi incelmiş gönül diliyle okuduğu ilahilerin -Uşşak İlahi “Aşk-ı nigâr kandedir”, Segâh İlahi “Mest ü hayrânım” (Söz: Ahmed Kuddûsî Hz.), Hüzzam İlahi “Demedim mi?” (Söz: Ahmed Sûzî Hz.-kayıtları hâlâ dinleyenleri ötelere ve ötelerin ötesine taşıyor. (Mezkûr eserler torunu Ahmet Hakkı Turabi tarafından “Amasya İlahileri-I” ve “Turabi İlahiler” isimli albümlerde seslendirilmiştir.)
Amasya Mûsikî Cemiyeti mensuplarından olan Ahmet Hakkı Turabi Hoca’nın rahmetli babası Mehmet Ali Turabi’nin (ö. 2014) de, hayrülhalefi mahdumu üzerinde hatırı sayılır mûsikî tesirinden söz edebiliriz. Mûsikî kabiliyetinin yanı sıra Allah vergisi, oldukça güzel bir sese de sahip olan Mehmet Ali Turabi’nin zengin bir şarkı repertuarına sahip olduğu ehlince malum.
AHMET HAKKI TURABİ, TÜRK MÜZİĞİ ZEVKİNİ DÎNÎ YÖNDEN DEDESİNDEN, ŞARKI YÖNÜNÜNDEN DE BABASINDAN KESBETTİ.
Mehmet Ali Turabi, oğlu Ahmet Hakkı’ya çocukluğundan itibaren gerek radyodan ve de gerekse getirttiği kasetçalardan dönemin yeni çıkan kasetlerini dinleterek mûsikî kulağının gelişmesine öncülük etmiş. Böylelikle Ahmet Hakkı Turabi, Türk Müziği zevkini dînî yönden dedesinden, şarkı yönünden de babasından tevarüs etmiş. Valideleri ise başta Ramazan-ı Şerif aylarına mahsus olmak üzere yerel ilahileri mütemadiyen evladına okumuş.
Ahmet Hakkı Turabi, ilkokul öğretmeni Abdülkadir Yörük’ten de pek çok millî marşı ve kahramanlık türkülerini öğrenmiş. Muhatabımız, Gümüşhacıköy İmam Hatip Lisesi’ne adım atar atmaz kendini saygıdeğer hocası Mehmet Özden’in kurduğu ve yönettiği ilahi korosunun tam orta yerinde bularak 7 yıllık İHL tahsili boyunca hocasından birbirinden âlâ eserleri meşk etmiş.
ÜLKEMİZİN EN MÜHİM KANUN İCRACILARINDAN BİRİ…
En büyük hayali kanun çalmak olan Ahmet Hakkı Turabi çocukluğunda ve ilk gençlik yıllarında bu hayalini gerçekleştiremese de aradan geçen 30 yılın ardından ülkemizin en mühim kanun icracılarından biri olmuş.
Kelâmın bu yerinde Prof. Dr. Ahmet Hakkı Turabi’nin avazına kulak verelim: “Biz bu yalancı âlemde hiçbir zaman duyamayacağımız bir sesi orada duyduk. Cenabı Allah’ın “Elestü bi Rabbiküm?” hitabına muhatap olduk. Allah dostlarının insanı “Hz. İnsan” olarak ifade etmelerinin en önemli sebebi budur. Öyle bir “Hz. İnsan” ki Cenab-ı Allah’ın hitabına, O’nun sesiyle muhatap olmuştur. İşte burada duyabileceğimiz en güzel sesle muhatap oluşumuzla mûsikî serencamımız başlar. Dünyevî olarak mûsikî ile hemhal olmamız ise aslında dedemizden gelmektedir.”
İNSANIN MÛSİKÎ İLE SERENCAMI HİÇ BİTMEZ.
İmam hatip lisesindeki ilahi tecrübeleri ve akabindeki ilahiyat fakültesi eğitiminin yanı sıra önemli üstatlardan eğitim alarak müzik eğitimine devam eden Ahmet Hakkı Turabi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni dereceyle bitirdikten sonra İslam Tarihi alanında çalışacakken mûsikîye olan yeteneği sebebiyle Türk Din Mûsikîsi Anabilim Dalı’nda araştırma görevlisi olarak hizmete başlamış. Bu cümleler Prof. Dr. Turabi’ye ait: “İnsanın mûsikî ile serencamı hiç bitmez. Çünkü bir ezanla merhaba dediğimiz hayata yine başka bir dini mûsikî formu olan salât-ı selâmlarla elveda deriz. Ve bir ezan ile bir salânın arasına sığacak kısa ömrümüz boyunca 7-24 ana mevzuu ses olan ve sesin güzelliklerini araştıran bir ilim dalı olan mûsikî ilmiyle muhatap olmuşuzdur ve bu halen de böyle devam eder. Aslında hayatın her anında bir ses, bir müzikle hemhal durumdayızdır.”
Mûsikîmizin tarihsel gelişimi ile kendi öz sanatlarımız, kültürümüz ve hayatımızdaki yerini mütâlaa ettiğimiz sohbette Ahmet Hakkı Turabi Hoca, “Türk din mûsikîsi denilince ne anlamamız gerekiyor?” şeklindeki sualimizi şöylece cevapladı:
Dini mûsikî denilince zaten adı üzerinde mîsikînin dini ritüellerde kullanılış şeklini anlıyoruz. Camilerimizde yapılan bütün sesli uygulamalara dini mûsikî diyoruz. Veya insan-ı kâmil yetiştirme kurumu olan tekkelerde sesli olarak yapılan her türlü icraya da dini mûsikî diyoruz.
MÛSİKÎ İBADETLERDEKİ NEŞEYİ ZİYADELEŞTİRİR.
İnsanlar Hz. Âdem’den beri ibadetlerinde mûsikî ilmini muhakkak kullanmışlardır. Bundaki tek amaç şudur: Zaten Cenab-ı Allah’ın huzuruna çıkma bu ihlâs ve samimiyet içinde olan bir müminin cevheri de ruhânî olan mûsikî ile bu ihlâsını artırmaktan başka murad yoktur. Yani mûsikî ilmi, özellikle “dini mûsikî” asırlardır formlar halinde günümüze gelmiş olan dini mûsikîmizdeki maksat sadece bir müminin Cenab-ı Allah’a olan takvâsını, ihlâsını ziyadeleştirme amacına matuf olmaktan başka bir durum değildir. Maksat eğlenmek, keyiflenmek değildir. Sadece ibadetteki neşeyi ziyadeleştirmektir.”
BYV’nin hasbihalinde üniversite hocası olması hasebiyle pek çok kıymetli öğrenci yetiştirmiş ve halen de yetiştirmekte olan Prof. Dr. Ahmet Hakkı Turabi’den ilahiyat ve İslami ilimler fakültelerinde Türk Din Mûsikîsi adı altındaki derslerde ne tür eğitimler verildiğini ve ders içeriklerini öğrenme fırsatını da bulduk.
HEPİMİZ MÛSİKÎNİN İÇİNDEYİZ.
Ahmet Hakkı Turabi’nin mûsikî ve hayat birlikteliğine dair tetebbuatına kısaca göz atalım: “Hepimiz mûsikînin içindeyiz. Her müziğin ait olduğu bir kültür vardır. Dolayısıyla hiçbir müzik bize sadece ses olarak gelmez. Müzik aynı zamanda bünyesinde barındırdığı yani ait olduğu kültürün, medeniyetin inancıyla, itikadıyla birlikte gelir. Giyecek kültürüyle gelir, yiyecek kültürüyle, oturuşuyla gelir. Dinlediğimiz müziklere dikkat etmemiz gerekir. İhvan-ı Safa Müzik Risalesi’nin girişinde “müziğin cevheri rûhânîdir” denilmektedir. Diğer sanatların cevheri rûhânî değildir. Bundan dolayı müzik doğrudan ruha hitap etmektedir.”
Prof. Turabi “Tekkeler cemiyetimizden çekilince tasavvufun pek çok neş’esiyle birlikte tasavvuf musikisi de büyük ölçüde tarihin nisyan karanlığına sırlandı. Tekke mûsikîsi insanlarımızın gönül evlerinde nasıl yansıyordu?” şeklindeki sorumuza da tarihi nitelikte bir cevapla mukabelede bulundu.
KAPANAN SADECE MEKÂNLARDIR. YOL KAPANMAMIŞTIR.
Kapanan sadece mekânlardır. Yol kapanmamıştır, yol devam eder. Yol Hz. Resulullah (sav)’den itibaren devam etmektedir ve kıyamete kadar da devam edecektir. Çünkü bu bir eğitim sürecidir. Tasavvuf, insan-ı kâmili yetiştirme, olgun insanı yetiştirme yollarından bir tanesidir. Mesela rahatsızlandığımızda hastaneye gideriz ve diyelim ki gözümüzden rahatsızız bunun için cildiyeye gitmeyiz. İlgili birime gideriz. Dolayısıyla nasıl farklı farklı tabiatlarda insanlarımız var ise, bunlar var oldukça farklı farklı insan-ı kâmil yetiştirme metotlarımız da olacaktır.
ZİKRULLAH NEŞESİ KIYAMETE KADAR DEVAM EDECEKTİR.
Ve biz şunu görüyoruz: Kıyamete kadar devam edecek bir zikrullah neşesi vardır. Cenab-ı Allah buyuruyor ki “Beni zikredin ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, küfranı nimette bulunmayın.” Küfranı nimette bulunmak Cenab-ı Allah’a karşı işleyeceğimiz en büyük günahlardan biridir. O’nun verdiği bir nimeti inkâr etmek veya o nimeti önemsememek veya o nimeti onun emrettiği yolda kullanmamak da en büyük şükürsüzlüktür.
Cenab-ı Allah, gönderdiği kitabın tek bir harfinin bile kıyamete kadar değiştirilemeyeceğini söylüyorsa demek ki Allah’ın zikri de kıyamete kadar bitmeyecektir. Kıyamete kadar Allah’ın bu ayetine muhatap olan insanların zikri devam edecektir.
Marmara Üniversitesi Din Mûsikîsi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Hakkı Turabi’nin Ramazan ve mûsikî münasebetine dair mülahazaları şöyle:
Hayatımızın her aşamasında, bir günümüzde bizimle beraber devam eden ses ilmi dediğimiz mûsikî faaliyeti Ramazan’da çok daha yoğun bir hale gelir. Çünkü Ramazan’da bir mümin normal yaşantısından daha yoğun bir şekilde ibadet, zühd, takva duyguları çerçevesindedir ve Ramazan bizim için rahmetle başlayan ve mağfiretle biten aydır. Ve bizim en uyanık olmamız gereken aydır. Bu ayı Cenab-ı Allah’ın açılan rahmet ve mağfiret kapılarından istifade etmeden bitirmememiz gerekiyor.
TURABİ: AMASYA’DA SAHURA TEMCİT DERİZ.
Mûsikî bizim ibadetimizde zaten aldığımız feyzin, bereketin kat be kat ziyadeleşmesini sağlayan önemli yardımcı unsurlardan biridir. Dolayısıyla Ramazan’da daha yoğun olmamız çerçevesinde mûsikîyi de daha yoğun kullanmamız gayet normaldir. Mesela Amasya’da biz sahura temcit deriz. Temcit diye dini mûsikî formumuz vardır. Temcit sahura insanları kaldırmak üzere Cenab-ı Allah’ı öven ifadelerin yer aldığı Arapça veya Türkçe duaların minareden müezzin tarafından okunmasıdır. Müminleri sahura, yani seher vaktine hazırlar. Sahur yapılır, peşinden münacaat gelir. Yeni bir güne başlanırken bu münacaat vesilesiyle Allah’a dua edilmiş olur.
Ramazan deyince en çok aklımıza gelen Enderun usulü teravihlerdir. Enderun usulü teravih 20 rekâtlık teravih namazının her 4 rekâtında makam değiştirerek farklı makamda okuma geleneğidir. Adını, Topkapı Sarayı’nda Osmanlı’nın bütün bürokratlarının yetiştiği yüksek mektep olan Enderun’da ilk defa uygulanmış olmasından almıştır. Bu namazlara padişah da katılmaktadır. Müminlerin halifesinin katıldığı namaz tabii ki normalden farklı olacaktır. Çünkü Enderun’da eğitim gören bütün öğrenciler mûsikî eğitimi muhakkak alırlardı. Bu usul bir müddet sonra Enderun’dan çıkıp selâtîn camilerinde de uygulanmaya başlamıştır.”
Ahmet Hakkı Turabi Hoca sohbet aralarında icra ettiği eserlerle ruhlarımızı şenlendirirken, Ali Bağatır’ın “Musiki coğrafya münasebeti”ne dair sorusunu da cevapladı. Tesbih koleksiyoneri Bağatır’dan aldığımız ilhamda hocamıza yönelttiğimiz aşağıdaki sual ve akabinde gelen efradını cami a’yarını mani cevap ile yazımıza nihayet verelim.
Amasya’da pek çok mûsikî üstadı yetişmiş. II. Beyazıt, Çelebi Mehmet ve Korkut, Hızır Ağa, Vardakosta Ahmet Ağa, Amasyalı Şükrüllah, Keçeci Hoca, Kutlu Payaslı, Sadun Aksüt, Mahmut Oğul, Özgen Gürbüz, İrfan Özbakır, Burhan Özbakır, Giriftzen Asım Bey, Asım Kemeroğlu, Mehmet Kemeroğlu, Ahmet Hakkı Turabi, Osman Yıldız, Fatih Koca, Osman Akbaş ve Aslan Demir Amasyalı mûsikî üstadlarından evvelemirde isimlerini zikredebildiklerimiz… Mûsikî ile coğrafya arasında nasıl bir ilişki vardır ki ‘şehzadedeler şehri’nden böylesi üstadlar neş’et etmiştir?
AMASYA ASIRLAR BOYUNCA İLMİN VE SANATIN MERKEZİ OLMUŞTUR.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Amasya, sadece Osmanlı döneminde değil asırlar öncesinden ilmin ve sanatın merkezi olmuştur. Dolayısıyla konuya dönemsel değil coğrafi açıdan açıklık getirmek gerekir. Zira Amasya’nın Milat’tan önce 5000 yılına kadar uzanan oldukça zengin bir tarihi vardır. Tarih boyunca hemen her devletin en önemli merkezi olarak tarih sahnesinde yer alan Amasya, aynı zamanda her devletin ilim adamlarının ve sanatçılarının da tabii olarak yaşadığı ve ilim-sanatlarını idame ettikleri bir coğrafya olmuştur.
İLMİN VE SANATIN MAYALANDIĞI ŞEHİR AMASYA…
İlmin ve sanatın mayalandığı şehir olan Amasya, başta Selçuklu olmak üzere bilhassa Osmanlı döneminde de Anadolu’nun yine ilim ve sanat başkenti olmaya devam etmiştir. Coğrafi konumu ve insanının özellikleri açısından şehzâdeler için mükemmel bir çıraklık mekânı olan Amasya’da on iki Osmanlı şehzadesi görev yapmıştır. Bunlardan beşi tahta çıkamamış ama yedisi tahta çıkmıştır. Şehzadelerle birlikte Amasya’ya gelen şehzadelerimizin ilim ve sanat hocaları, sadece şehzadelerimizi değil aynı zamanda Amasya halkını da eğitmiştir. Bu eğitim ve öğretimin doğal bir sonucu olarak Amasya’da pek çok âlim ve sanatkâr yetişmiştir. İnsanının ilme ve sanata olan duyarlılığı, kabiliyeti ve aşkı da bu duruma verilen en önemli doğal katkıdır.
Hamiş: Nazik ilgi ve teşrifleri için Ahmet Hakkı Turabi Hocamıza ve dahi sohbetimizde yaptıkları değerli icraları için Genel Müdür Yardımcımız Aslan Demir’e ve Amasya’nın, bir adım öte Yeşilırmak havzasının en mühim kültür sanat simalarından Osman Akbaş’a hususen teşekkür ediyorum.
İbrahim Ethem Gören/14.05.2020