3 Mart 1916/Cuma
Cuma bugün, Cuma, bayram; Müslümanların bayramı... Her Cuma olduğu gibi bugün de ruhumu sevinç kapladı; Kürsüsüne çıkıp cemaatimle hasbıhal edeceğim camime Cuma vaktinden saatler önce geldim. Cemaatime Riyâzü`s-Salihîn’den hadis-i şerifler okudum. Hutbede insanın önce kendi nefsine sonra da muhataplarına vaaz etmesinin lüzumundan bahsettim... Dün gece, bugünkü sohbetime mevzu olan 'Iz nefseke evvelen sümme ız`in-nâse/Önce kendi nefsine vaaz et, sonra da insanlara nasihatte bulun' manasındaki hadis-i şerifin ibaresini celi talik kalemiyle defâatle meşk ettim.
13 Kasım 1918/Çarşamba
Bugün kasvetli bir hava hâkim Üsküdar’a. Sabah namazı vaktinden bilitibar inmekte olan bereket yağmuru henüz dindi.
Ebru teknemi açtım. Battal ve akabinde hatip ebruları yaptım. Boyalarım azalmış. Bir miktar boya almam lazım, hazırlanıp iskeleye indim. Yolcu beklemekte olan ilk kayığa binerek Sirkeci’ye geçtim.
Sirkeci, bugün her zamankinden daha bir telâşlı; İnsanlar, kadınlar bir yerlere kaçışıp duruyor, ecnebi askerler kaçışanların peşinden koşuyor. Şirket-i Hayriye’nin biletçisine keyfiyeti sorduğumda Mondros Mütarekesi mucibince 60 kadar Fransız ve İngiliz zırhlısıyla 4 bine yakın düşman askerinin İstanbul’u işgal ettiğini söyledi.
Heyhat, bu ne hazin manzara! Asitane meydanlarında haçlı neferleri cirit atıyor. 5 asırdır Osmanlıya payitahtlık eden İstanbul ve İstanbullular ilk defa esaretle tanışıyor; Rabbim müstahaklarını versin, defolup gitsinler bir an önce. Âmin.
Sirkeci’ye gelmiş bulunduk amma buraları tekin değil; ecnebi askerler halkı tedhiş ediyor. Müslümanların halet-i ruhiyelerine büyük bir korku hâkim… Böyle bir ortamda ebru boyalarıyla ne işim olabilir, ama geldik bir kere!
Telâş içinde Mısır Çarşısı’nda, Hikmet Efendi’nin dükkânında aradığım boyaları buldum. En güzel toprak boyalar ve diyar-ı Hind’den gelen her nevi tabii boya var burada. Lahor cividi, sülyen, zırnık ve lök ile birlikte Gülbahar toprağı aldıktan sonra yine alelacele, Şirket-i Hayriye vapurunun saatini beklemeden kayığa binerek Sirkeci’den Üsküdar’a geçtim. Geçtim geçmesine ama Sirkeci Meydanı’ndaki o manzara gözlerimin üzerinden gitmiyor. Birazdan buralara da gelir elin gâvurunun leşkeri!
6 Ekim 1923/Cumartesi
Birkaç yıllık esaret ömrümü törpüledi… Günler ay, aylar yıl oldu. Nihayet Ümmet-i Muhammed’in evlatlarının duaları karşılık buldu.
Sabah Ajansı, işgal kuvvetlerinin İstanbul’u terk edeceğini bildirdi. Hemen şükür secdesine vardım. Evimin bahçesine çıkarak boğazı en güzel gören yere iskemlemi koydum. Evet, yanlış görmüyordum, teheccüd vakitlerinde yaptığım içten dualar kabul olmuş olmalıydı. 5 yıldır Kabataş ve Beşiktaş rıhtımlarında demir atmış vaziyette olan düşman zırhlıları İstanbul boğazını terk ediyor.
Bugüne, hususi bir mana yüklemek lazım. Ta’lik kalemimle ale’lacele 'Gel keyfim gel' istifi yaptım. Ve hemen, akşamdan hazır bulunan teknemin başına geçtim. O esnada 5 yıl önce düşman zırhlılarının İstanbul’a geldiği gün aldığım lök boyası aklıma düştü. Bu boyayı kullanarak ebru zemini yaptım, yazıyı akkâse olarak ebruya aktardım ve düşmanların gidişine kahve zevkini ekledim. Bir yandan kahvemi yudumlarken diğer yandan da boğazdaki tarihi aynı seyre daldım. O esnada yarısını içtiğim kahve fincanı elimden sıyrılarak kurumakta olan akkase ebrusunun üzerine düştü. Vardır bir hikmeti elbet. Bilahare teberrüken “Gel keyfim gel” yazılı ebrusundan 8-10 adet daha tekneden çıkarmaya muvaffak kılındım.
11 Aralık 1960/Pazar
Bugün Okmeydanı’na gittim. Üç yıldır üzerinde çalıştığım Osmanlı yayını ve oklarımı deneyeceğim inşallah. Hemen her gidişimde yaptığım gibi meydana giderken destûr istedim pîrim Şeyh Hamdulla’tan. 'Ya Hakk' diyerek usûlen birkaç atış yaptım. Dün gece bağadan kestiğim zihgir, parmağımı bir miktar acıtmış olsa da atışlarım fena olmasa gerektir!
İkindi vakti yaklaşıyor. Biraz spor olsun mülahazasıyla vakit namazını kılmak için aşağılara doğru, Piyale Paşa Camii’ne yürüdüm. İmamın arkasındaki yedinci kişiydim.
Namaz sonrasında İmam Efendi’yle tanıştık. İsmi, Adnan’mış. Okçular Tekkesi’nin kalıntılarına arada bir göz atması ricasında bulundum. Tekrar Okçular Tekkesi’ne çıktım. Tozkoparan İskender’in menzil taşının kalıbını çıkardım. Ankaribuzzamanda bu ibareyi yazma imkânı bulurum inşallah: 'Sahib’ül-menzî l-i fi’l-meydan/Ellezî ismuhû Tozkoparan'
Okçular Tekkesi muhitinde gecekonduların istilası hız kazanmış. Tabiri caizse topraktan mantar gibi gecekondu bitiyor. Şehremaneti uyuyor mu? İki ay önce Ekim ayında buralara geldiğimde tesbit ettiğim pek çok menzil taşının yerinde şimdi bacasından duman tütmekte olan gecekondular var. Cânım menzil taşlarının bazıları evlerin bahçelerindeki derme-çatma lavaboların altına destek sadedinden konulmuş bazıları da merdiven basamağı yapılmış...
Âsâr-ı Atika Cemiyeti âzalarını sözlü ve yazılı olarak kaç defa uyardım ama sesimiz ne hikmetse işitilmiyor! Ben hattatım, kemankeşim, buraları, kemankeşâna vakfedilmiş husûsi bir arazidir. Okmeyanı’nın tekrar asıl sahipleri okçulara tahsis edilmesi, şâgil gecekonducuların behemehâl yıkılması mülahazasıyla açtığım davanın günü yaklaşıyor. Mahkeme reisine keyfiyeti detaylıca arz edeceğim inşaAllah.
14 Mart 1962/Çarşamba
Sabah namazını kıldırıp cemaat dağıldıktan sonra kürsünün yanına oturup günlük evrâdımla meşgul oldum. Bir müddet manevi gıdalarla telezzüz ettikten sonra Üsküdar iskelesine vardım. Orada, âvâzı çıktığı kadar, 'Sirkeci, Sirkeci; Sirkeci(ye son bir kişi' diye bağıran adamın kayığına binerek karşıya geçtim;
Sahaflara gideceğim, vakit erken, belki Muzaffer Efendi gelmemiştir mülahazasıyla Hattat Hamid’e uğradım, hâl hatır sordum, hasbıhal ettik. 'Neler yazıyorsun şu sıralar?' der demez biri celî sülüs, diğeri ta’lik olmak üzere iki istif çıkardı.
Celi talik istifte iki satıra dizdiği âlâ yazıdaki ibareyi defterime şöylece not ettim:
Celâliyle zâhir olsa bu da geçer be yâ hû
Cemâliyle âyân olsa 'bu da geçer' de yâ hû
Celî sülüs istifte ise Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin ism-i şeriflerini Yâ Hazret-i Pîr Şeyh Seyyid Sultân Abdülkâdir Geylânî şeklinde yazmış, lakin henüz tashihini tamamlamamış. Yazıları, mûtebâran-ı tüccardan Hacı Nazif Efendi sipariş etmiş.
Nazif Efendi, İstanbul’da sanatkârın hamisi… İmam hatip mekteplerinin açılışına ön ayak olan İlim Yayma Cemiyeti’nin kurucularından Nazif Bey’in zevceleri Müşerref Hanım’la birlikte kızları Melike, Sütude, Nükhet, Güzide ve Nuriye ile gelini Mesude hanımefendiler de evlerine haftada bir gelen Nazif Bey’in hac arkadaşı Mustafa Halim Efendi’den 10 yıldır hat meşk ediyor.
Hamid kardeşim, hanın çaycısında 'Bize çay getir bakalım evladım' dedikten sonra Konyalı lokantasından aldığım börekleri afiyetle yedik.
Hamid Bey müstesna bir kâbiliyet vesselâm; Sülüs kalemiyle ta’lik kalemi müsabaka halinde.
(…)
Sahaflara, Sami Efendi`nin ve softa meşklerinden istifade ettiğim Filibeli’nin birkaçm eşkini getirmiş ihtiyaç sahibi birileri. Hocamın ve Filibeli`nin yazılarıyla birlikte aynı yerden akâid ve usûl-ü fıkha dair iki yazma kitap daha aldım çok şükür,
Sahaflar çarşısı yedi numarada Muzaffer Efendi’nin irfan mektebine vardığımda dükkân-ı hikemde yine bir sohbet meclisi kurulmuştu. Muzaffer Efendi her zamanki gibi kitap satıyor görünerek hakikate uyandırma gayretkeşliğini gösteriyordu, hâliyle, sesiyle, nefesiyle…
Bu kez yanında Fen Fakültesi’nden üç delikanlı vardı. Onlara, 'Zâhirimiz halk ile bâtınımız Hakk ile' düsturuna yönelik velûd izahatta bulunuyordu,
Gençler gittikten sonra epeyce sohbet ettik. İlk üstadı Sâmi Saruhânî el-Uşşâki Hazretlerinin ismini celî ta’lik olarak yazmamı istedi. 'Başımın üstüne' derken, 'Yalnız bu kez bedelini alacaksın Üstadım' dedi. 'Pek âlâ' diyerek ücret bahsini hemen kapattım.
24 Ocak 1963/Perşembe
Bizim Ali, Londra’dan postayla bir koli göndermiş. Postacıya bir miktar bahşiş verdikten sonra gelen koliyi açtığımda içinden mektupla birlikte gül kataloğu çıktı. Ne kadar sevindim anlatamam. Çok bahtiyar, memnun ve mesrûr oldum.
(…)
Ali hakikaten kalender bir delikanlı. Kibar bir insan, İstanbul Beyefendisi; Onu çok seviyorum. Adam, insan, eli, gözü, gönlü ve ruhu bağlı. Ta’likte yolumu biiznillah o devam ettirecek. Medreset’ül-Hattâtîn’de Hasan Tal’at hocamın ve sonrasında Sami Efendi Hazretleri’nin tarif ettiği, Hz. Ali’nin de meşhur sözünde işaret buyurduğu hattat timsali olmak işte böyle bir keyfiyet olsa gerektir... Umudum Ali’de.
(…)
Kitabı detaylıca inceledikten, fotoğraf karelerinde olsa da güllerle epeyce vakit geçirdikten sonra Ali’nin geçen sene geldiğinde hediye ederken, 'Arada bakıp talebenizi hatırlarsınız' dediği 'Hüve’l-Hayy’ül-Bâkî’ ta’lik hattını, yazı masamın arkasındaki duvarda asılı bulunduğu yerden alarak bir kez daha inceledim.
Ali’nin istifini, kalbi gibi pırıl pırıl olan gül kataloğunun üzerine koydum ve gönlüme o anda düşen hissiyatı not defterime rik’a kalemiyle şöylece çiziktirdim:
Güllerin karşımda her an solmadan durmaktadır/Hem temâşâsiyle gönlüm şâdüman olmaktadır.
Eski bağçem hâtıra geldikçe dîdem hûn olur/Şimdi gül tasvirleriyle geçmişi anmaktadır.
(…)
Evet, hasret ve hararetle gül tasvirlerinde geçmişi anıyorum. Ama ne fayda! 'Geçmiş' ve 'dün', Toygartepesi`ndeki gülfidanlarım ve keder arkadaşları bağrı yanık bülbüllerle birlikte mazide kaldı. Mazi yüreğimde hicran; Şimdi, yeni bir ümitle bugüne ve istikbale bakma zamanı.
İbrahim Ethem Gören/10.10.2023 Yazı No: 371
Notlar: 12 yıl önce gönlüme düşen ve daha önce yayınladığım bu yazıyı Hezarfen Necmeddin Efendi’nin yaşanmışlıklarından, tarihi vakıa ve vesikalardan yola çıkarak kaleme aldım. Okuduğunuz yazı, kurgusu hakikate yaslanan sanatkâr hikâyelerinin üçüncüsüdür. Bu seri devam edecek inşallah.
Yazıda film karesi içinde kullanılan Ali Alparslan merhum imzalı mektupları bir müzayededen almıştım. İki adet mektubun içeriğini Prof. Dr. Ali Alparslan üzerine çalışma yapan dostlarımızla paylaşabilirim. Hamid Aytaç Bey’in yukarıda zikredilen celî sülüs yazısını fakire hediye eden Cennetmekân Hacı Nazif Efendi’nin torunu Vildan Çomu Hanımefendi’yle manevi torunu Hüseyin Nuri Çomu Beyefendi’ye, yazımızın galeri kısmında üç adedi akkâse, ikisi çiçekli ebrular olmak üzere koleksiyonundaki beş ebrunun görselini kullanmamıza müsaade eden iş adamı, koleksiyoner İsmail İnci Beyefendi’ye ve Necmeddin Efendi’yi soyadından mülhem, ok ve yayıyla temaşa ettiğimiz nadir fotoğrafı yayınlamamıza muvafakat veren Sülüs Hattatı Ceyhun Oydem Beyefendi’ye huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
Necmeddin Efendi’nin gül bahçelerine duyduğu özlemi içli ifadelerle dile getirdiği yukarıda zikrettiğimiz mısralar, bilahare Çinuçen Tanrıkorur tarafından Nikrîz; Niyazi Sayın tarafından da Şevkefzâ makamında bestelenmiştir. Aşağıdaki linki açarak merhum İbrahim Benlioğlu üstadın latif sesine kulak verdiğinizde 1960’lı yılların Üsküdar’ına gideceksiniz.
Bu vesileyle geçmiş hattatlarımızın, bahusus Hamid Bey’in, Müşerref Hanım’ın, Necmeddin Efendi’nin. 'Tilmîzi Necmeddin' Ali Alparslan’ın, Muzaffer Efendi’nin, Hacı Nazif Çelebi’nin ve İbrahim Benlioğlu’nun ervâhına Fatihalar okuyalım.