MURAT KILIÇ İLE RESİM ÇALIŞMALARI ÜZERİNE...

MURAT KILIÇ İLE RESİM ÇALIŞMALARI ÜZERİNE…

Ülkemizin önde gelen koleksiyon yöneticilerinden Murat Kılıç aynı zamanda mahir bir ressam. Sanatkâr Murat Kılıç ile fırçasının ucunda beliren birbirinden güzel resim çalışmaları üzerine ilgiyle okuyacağınızı düşündüğümüz bir e-mülakat gerçekleştirdik.

Hasbihalimize iki soruyla birden başlayalım: Murat Bey sizi tanıyabilir miyiz?  Sanat ve estetik gündeminize nasıl ve ne zaman dâhil oldu?

1976 Erzincan doğumluyum. Bildiğiniz gibi asıl profesyonel faaliyet alanım sanat koleksiyonlarının yönetimi. Fakat şu anki profesyonel çalışmalarımın başlangıcı çocukluğuma dayanıyor. Babam elektrik mühendisiydi. İyi bir akademik eğitimden geçerek edineceğim bir meslek yanında, mutlaka ikinci bir meslek sahibi olmamı ve “koluma bir altın bilezik daha takmamı” çok istiyordu. Malumunuzdur bu tür şeyler eskiden çok önemliydi. Aileler çocuklarını yalnızca okutmakla yetinmezler ve “dünyanın bin bir türlü hali var” diye düşünerek mutlaka ikinci bir meslek sahibi olmalarını da arzulardı. Ben de yedi yaşımdan itibaren babamın ve annemin teşviki ile okuldan arta kalan tüm zamanlarımda ortanca amcamın tabela atölyesinde çalışmaya, meslek öğrenmeye ve harçlığımı çıkarmaya başladım. Boya ve fırçayla ilk tanışmam bu atölyede oldu.

“BÜYÜK AMCAM RESSAMDI”

Büyük amcam da ressamdı, resimle ilgili ilk temel resim tekniklerini ise ondan öğrendim. Dolayısıyla sanatla meşguliyetim gerek fırça, boya ve gerekse temel teknikler noktasında usta-çırak ilişkisi içerisinde daha küçücük bir çocukken başladı. Geçen yıllar içerisinde de şekillenerek profesyonel anlamda bir işe dönüşmesi yanında; ailem ve dostlarımla geçirdiğim zamanlar dışındaki tüm zamanımı alan bir hobi, bir meşguliyet haline de geldi. Lisansüstü eğitimim de dâhil olmak üzere tüm akademik eğitimim işletme ve pazarlama üzerinedir. Fakat çocukluğumdan beri sanatla olan bu meşguliyetim, akademik bilgilerle de birleşince farklı ve kendine has bir çizgiye oturdu ve severek yaptığım bir iş haline geldi. Bu iş daha çok sanatçıların eserlerini koleksiyonlarla buluşturmak şeklinde tezahür etse de, şimdilerde hobi olarak yaptığım resimler de çok kıymetli koleksiyonerlerimiz ve Nişantaşı’nda faaliyet gösteren bir sanat galerisi tarafından da talep edilmeye başlanınca, bu alanda da çalışma yapmak ve eser üretmek de benim için ikinci bir faaliyet alanı haline geldi.

Kurucusu ve yöneticisi olduğum Amber Sanat Danışmanlık çatısı altında, kurumsal anlamda sanat eserlerinden müteşekkil koleksiyonları tüm süreçleriyle birlikte yönetirken, sanat ve estetik sürekli gündemimizde. Bu yönetim süreci dâhilinde, ülkemizin kültür sanat dünyasında kazandırdığımız her eser, her yeni koleksiyon ya da koleksiyoner bu gündemimizi mütemadiyen canlı tutuyor.

Tepe Edebiyat Sanat dergisini yayınladığımız yıllarda -bundan 30 yıl önce- ressam İlhami Atalay’a “sanat ve estetik ruhun derinliklerinde beraberdir.” Bu hususta neler düşünüyorsunuz?” şeklinde bir sual tevcih etmiştim. Aynı soruya sizden de cevap istirham ediyorum.

Bu soruya nasıl cevap verirsem vereyim kıymetli ressam İlhami Atalay hocamızın söylediklerinin yanında çok zayıf kalacaktır. Zira sanat ve estetik ile ilgili ne bilgilerimin ne de tecrübemin kıymetli hocamızın bilgi ve tecrübeleri karşısında bir kıymet-i harbiyesi yoktur.

“SANATÇI DOĞULUR”

Naçizane bir iki kelâm etmek gerekiyorsa eğer; insanlar sanatçı olmazlar, sanatçı doğarlar. Bu, sizin ruhunuza İlâhi Kudret tarafından ruhunuz yaratılırken yüklenen bir program gibidir. Bu program zaman içerisinde bir vesile ile ruhunuzun derinliklerinde çalışmaya başlar. Önce böyle bir yeteneğinizin olduğunu keşfedersiniz, sonra (eğer şanslıysanız) bu yeteneklerinizi geliştirebileceğiniz bir ortamda bu yeteneklerinizi, alacağınız eğitim ve öğretimle geliştirirsiniz. Ama işin temelinde bu kavramların ruhunuzun derinliklerinde saklı olması vardır. Aksi halde hangi sanat dalıyla uğraşırsanız uğraşın ruhsuz eserler ortaya çıkar.

Dünya sanat tarihine bir göz attığınızda; yüzlerce hatta binlerce yıldır ayakta kalan eserlerin, onları üreten sanatkârların tüm benlikleriyle, ruhlarının derinliklerinden gelen sanatsal ve estetik bakışlarını katarak ürettikleri eserler olduklarını görürsünüz. Bunu, Mimar Sinan’ın Süleymaniye’sini dolaştığınızda da Da Vinci’nin Mona Lisa’sına baktığınızda da Beethoven’in Ayışığı Sonatı’nı dinlediğinizde de Sami Efendi’nin harika bir ta’lik istifine baktığınızda da bu ruhu ve bu sanatsal ve estetik bakış açısını hemen fark edersiniz. Sanatçı da bu ruhtan beslenerek eser üretebilir ancak.

Resim çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Resim çalışmalarım az önce de bahsettiğim gibi daha çok bir hobi şeklinde başladığım çalışmalardı. Zaten sanat koleksiyonları alanında yaptığım çalışmalar nedeniyle çok kıymetli sanatçılarımızla, atölyelerle, sanat galerileriyle ve özellikle sanat eserleriyle sürekli haşir-neşir olmam dolayısıyla sayısını hatırlayamadığım kadar çok sanat eseri görme imkânı buldum. Zaten resme karşı çocukluktan gelen bir yeteneğim ve ilgim vardı ve temel teknik bilgilere sahiptim. İşlerimden arta kalan çok kısıtlı zaman aralıklarında özellikle ilgi duyduğum konularda ve tekniklerde eserler üreten sanatçıların eserlerini taramaya başlamıştım. Daha sonra bu eserlerle ilgili teknik bilgi ve malzeme arayışına girdim. Bu konularda bana temel desen tekniği konusunda oldukça önemli desteklerde bulunan, hatta doksanlı yıllarda kendisinden kısa süreli de olsa dersler aldığım, arkadaşım, ağabeyim ressam Prof. Dr. Mehmet Kavukçu ile; malzeme bilgisi ve çalışma teknikleri konusunda halen kıymetli bilgilerinden faydalandığım, danıştığım yine çok kıymetli bir ağabeyim olan ressam Cemal Toy’un da adını zikretmeden geçemeyeceğim. Onlardan edindiğim bilgiler doğrultusunda bir çalışma yöntemi/tekniği belirleyerek hobi olarak başladığım çalışmalarımı geliştirmeyi ve temalı çalışmalar yapmayı amaçlıyorum.

“20 yıl fırçayı elime almadım” diyorsunuz. Fırçanız mı size küsmüştü, siz mi fırçayı küsmüştünüz, ne olmuştu?

Aslında fırçayı elime almadığım 20 yıllık sürede, farklı alanlarda çalışmalar yaptım. Üniversiteden mezun olduktan sonra bir dönem finans piyasasında ve THY’de beyaz yakalı bir çalışan ve orta düzey bir yönetici olarak hayatıma devam ettim. Fakat daha çok ticari noktada, sanat piyasasından hiç kopmadım. Her ne kadar fırça elimde olmasa da fırçası elinden hiç düşmeyen sanatkârlarımız ile sürekli beraberdim. Hem kurumsal piyasadaki ve hem de sanat piyasasındaki bu yoğun çalışma dönemi içerisinde pek fırçayı elime almaya ve resim yapmaya zamanım olmuyordu açıkçası. Ama yine de ömrünüzün 35 yılı sanat ile iç içe geçmişse ve temel bazı yetenekleri haizseniz, siz fırçaya boyaya küsseniz de onlar size küsmüyorlar ve bir gün mutlaka rüyalarınıza girmeye başlıyorlar. Benim de yapmak istediğim bazı çalışmalar vardı. Fakat uzun zamandır fırçaya-boyaya dokunmadığımdan dolayı, ‘yapmak istediğim çalışmaları yapabilir miyim, acaba elim durmuş mudur?’ endişesi de vardı. Normal çalışma temposunda zaman bulamadığım bu çalışmaları pandemi döneminde yapmak kısmet oldu. Kısa sürede ihtiyaç duyduğum malzemeleri ve konuları bir araya getirdim, sıraya koydum ve çalışmaya başladım.

Resim çalışmalarınıza “yeniden” John Frederick Lewis'in "Dağ Yolundan İstanbul'a Bakış" isimli 1838 tarihli resmini karakalem ve suluboya ile çalışarak başladınız. Bu eseri hangi saiklerde tercih ettiniz?

Az önce bahsettiğim süreç içerisinde ilk deneme çalışmam, sizin de belirttiğiniz gibi John Frederick Lewis'in "Dağ Yolundan İstanbul'a Bakış" isimli 1838 tarihli resmi oldu. Ben uzun yıllardır, özellikle 18. ve 19.yy oryantalist ressamların çalışmalarını çok yakından takip ediyorum. J. F. Lewis, 19.yy’ın önemli oryantalistlerinden biridir. Özellikle dönemin Osmanlı coğrafyasında dolaşmış ve o dönemleri oldukça detaylı ve kendine has bir teknik ile çoğu zaman suluboya ve karakalem çalışmalar ile resmetmiştir. Eserleri önemli koleksiyonlarda bulunmakta ve çok yüksek bedellerle satılmaktadır. Daha önceleri çok sayıda eserini de incelemiştim. Dolayısıyla bu noktada arşivimde ilk gözüme kestirdiğim ve kendimi denemek için çalışmaya başladığım ilk eser bu eser oldu. Çalıştıkça motivasyonum yükseldi, zira sevdiğim bir sanatçının eserini tekraren çalışırken, elimin durmadığını da gördüm. Böylece sonraki çalışmaları yapmak için daha çok çalışmak üzere kendimi hazırladım.

Şimdiki zamanda dağ yolundan İstanbul’a baktığınızda pencerenizden neler görüyorsunuz?

Maalesef hepimizin gördüğü o gri manzarayı görüyorum. Resimde gördüğünüz gibi bir manzaradan gele gele, şimdi binalar arasından gökyüzünü dahi göremediğimiz bir İstanbul manzarasına geldik. Evlâtlarımız, gelecek nesillerimiz adına kaygı verici bir durum. Şehrin sosyo-kültürel dokusu maalesef yıllar içerisinde çok değişti. Ecdattan kalan İstanbul şehir kültürü, bizi kapitalizmin toplumlara bir dayatması ve yaşam kültürü haline gelen metropol yaşamına mecbur bıraktı. Payitahtın gerçek bir şehir olduğu dönemleri de ancak böyle sanat eserlerine bakarak görmek mümkün hale geldi. Dolayısıyla sanatın, aslında bize bu tür güzellikleri de yaşatan ve “demek ki böyle de olabiliyormuş, aslında böyle daha güzelmiş” diyebileceğimiz pencereler açan bir yönünü de görmüş oluyoruz.

Ressam Frederick başta olmak üzere pek çok batılı ressam tuvallerinin öznesine doğu medeniyetinden akisler yansıtıyor. Sizce oryantalist ressamlar medeniyetimizde ne/neler arıyor?

Sanatçılar çok eskiden beri doğu sanatı ve batı sanatını karşılaştırarak birinin mutlaka diğerine karşı üstün olduğunu ispat etmeye çalışmışlar. Her dönemin sanatçıları, kendilerine özgü tekniklerle yaşadıkları dönemi, kendi medeniyetlerini ve diğer medeniyetleri resmetmişlerdir. Fakat özellikle batılı sanatçılar, doğu medeniyetini her zaman kendilerine karşı olarak görseler dahi, bu medeniyetten ve bu medeniyetin sembollerinden de beslenmişlerdir. Resim sanatı tarihine oryantalizm olarak geçen ekole mensup sanatçıların tamamı, Osmanlı coğrafyası içerisinde yer alan doğu medeniyetine ait birçok önemli şehri gezmiş, buralarda yaşamış ve bu coğrafyadaki yaşama ve olaylara dair birbirinden değerli eserler üretmişlerdir. Bu eserlere dikkatli bir şekilde baktığınızda batılı oryantalistlerin resimlerindeki konular, mekânlar, karakterler, kıyafetler, aksesuarlar, silahlar, yapılar, renkler ve hatta seçtikleri resim tekniklerinde bile doğu medeniyetine duydukları hayranlığı fark edebilirsiniz. Avrupa’da meleklerin cinsiyeti tartışılırken, özellikle Osmanlı coğrafyasında bilim, sanat ve edebiyat zirve yapmıştı. Biraz daha doğuda Çin, Pers ve Hint medeniyetleri, binlerce yıllık kültürel ve sanatsal derinliğe sahipti. Avrupa önce haçlı seferleri ile, daha sonraları ise Rönesans döneminde coğrafi keşiflerle (doğu medeniyetleri başta olmak üzere) diğer medeniyetleri tanımaya ve kültür transferi yapmaya başladı. Ortaçağ’da siyasi ve ekonomik gücü elinde tutan kilisenin verdiği siparişlere uygun şekilde resim yapmak mecburiyetinde kalan dünyaca ünlü birçok batılı ressamın ekolünden gelen sanatçılar, Rönesans sonrasında medeniyetin gerçek kaynağı olan doğuya yönelmiş ve hayran oldukları bu medeniyetleri ve bu medeniyetlere dair tüm sembolleri en güzel tekniklerle resimlemişler ve oryantalizm ismindeki bu akımın doğmasına sebep olmuşlardır. Hatta bazıları, yaşadıkları bölgelerdeki insanların giydikleri kıyafetleri giymeye başlamış ve seyahatlerinden sonra ülkelerine döndüklerinde bu kıyafetleri giymeye devam etmişler, aynı kıyafetleri taşıyan tasvirler yapmışlardır. Bizde ise resim sanatının dini gerekçelerle yasaklandığı dönemlerde, Fatih Sultan Mehmed Han gibi bir cihan padişahı, İtalya’dan ressamlar getirterek kendi portresini yaptırmıştır. Leonardo Da Vinci gibi bir dâhi bile, İstanbul’a gelmek ve Galata Köprüsü’nü yapmak istemiş, hatta yine Fatih Sultan Mehmed Han’a konuyla ilgili bir de mektup yazmıştır. Bu da gösteriyor ki bilimin, sanatın ve medeniyetin merkezi durumunda olan İstanbul o dönemde batılı sanatçıları da cezbetmiştir.

Tıpkıbasım uzmanlık alanlarınızdan biri. John Frederick Lewis özelinde olduğu gibi pek çok ressamın çalışmaları tıpkıbasım yapılarak sanatseverlerini ilgisine bunuluyor. Tıpkıbasım nedir? Sanat camiasında tıpkıbasımın yerini nasıl ve nerede konumlandırırsınız?

Tıpkıbasım aslında yeni bir kavram değil, hatta matbaanın bulunmasından sonra çoğunlukla Avrupa’da örneklerine sıkça rastladığımız, orijinal eserlerin çeşitli tekniklerle basılarak çoğaltılması tekniğidir. Önceleri daha çok gravürlerin taş baskı ya da litografi denilen tekniklerle basılması ve çoğaltılması şeklinde başlayan bu süreç, daha sonra günümüzde yüksek teknoloji kullanılarak sanat eserlerinin tüm detayları ile fotoğraflanması ve ardından aynı hassasiyetle ilgili materyallerin üzerine basılması şeklini almıştır. Tarihsel süreçte karşımıza çıkan örneklerde de olduğu gibi tıpkıbasımda temel mantık, bir sanat eserinin orijinaline en yakın şekilde materyaller kullanılarak sınırlı sayıda basılması, eseri üreten sanatçı hayatta ise sanatçı imzalı ve seri numaralı (gerekiyorsa sertifikalı) olarak basılmasıdır. Bunu nadir bir elyazması kitaba da uygulayabilirsiniz, çok ünlü bir ressamın bir tablosuna da. Önemli olan yukarıda belirtilen temel kriterler çerçevesinde çalışılmasıdır.

Biz ana firmamız olan Amber Sanat Danışmanlık bünyesinde Tıpkıbasımlar.Com marka adıyla kurduğumuz sistemimiz içerisinde tıpkıbasım eserler alanında hizmet veriyoruz malumunuz. Bizzat kendi koleksiyonumuzda yer alan veya yönetim hizmeti verdiğimiz koleksiyonlardaki eserlerin tıpkıbasımlarını yapıyoruz. Sanatçılarımıza bu alanda hizmet veriyoruz. Ayrıca dünyanın her yanında yapılan tıpkıbasımları takip ediyoruz ve bu eserleri sanatseverlere ulaştırıyoruz. Tıpkıbasımını kendi yaptığımız eserler için tamamen profesyonel çalışma teknikleri ile dünyaca kabul görmüş sertifikalı ve 300 yıla kadar dayanım süresine sahip boyalar ve tamamen asitsiz kâğıtlar kullanarak, renk uzmanlarımız, eserlerimizi fotoğraflayan profesyonel fotoğraf sanatçılarımız ve tamamen bizim baskı tekniğimize göre düzenlediğimiz baskı makinelerimiz ile müze arşivlemeleri seviyesinin üzerinde kaliteye sahip baskılar yapıyoruz.

Tıpkıbasım eserlerin faydası bağlamında neler söylemek istersiniz?

“TIPKIBASIM ESERLERİN ÜÇ AYRI FAYDASINDAN SÖZ ETMEK MÜMKÜN…”

İbrahim Ethem Bey, tıpkıbasım eserlerin üç ayrı faydasından söz etmek mümkün. Sanatçılarımız açısından faydası; bir kez ürettikleri eserlerini, orijinaline en yakın materyaller ve renklerle birden fazla fakat sınırlı sayıda, yine kendi ıslak imzaları ile üreterek sanatçılarımıza bir eserden birden fazla kez gelir elde etme, eserlerini çok daha fazla insana ulaştırma ve bilinirliğini daha da arttırma imkânı sağlıyoruz.

Sanat eserleri açısında faydası; bir eserin orijinalinin herhangi bir nedenle kaybolması, tamamen yok olması ve kısmen ya da tamamen zarar görmesi gibi durumlarda eserin orijinaline en yakın birer kopyasının da o esere ilişkin bir belge niteliğindeki tıpkıbasımı yoluyla eserin hayatta kalmasını sağlıyoruz. Sanatseverler açısından faydası ise; her bir eseri yüzbinlerce hatta bazen milyonlarca lira değere sahip, müzelerde, özel koleksiyonlarda ya da kütüphanelerde ancak bir vitrinin içerisinde görebilecekleri eserleri, bizzat ellerine alarak sayfalarını çevirebilme, kütüphanelerinde muhafaza etme ya da duvarlarına asma imkânı sağlıyoruz.

Tıpkıbasımlara talep hangi seviyede?

Bir süredir bu tür eserlerin tıpkıbasımlarının üretilmesi ile birlikte talep de buna paralel şekilde arttı. Biz de gelen bu memnuniyet verici talepler doğrultusunda, tıpkıbasım eserlerimizi dünyanın her köşesine; Avusturalya’dan Norveç’e, ABD’ye, Körfez Ülkeleri’ne kadar birçok ülkeye bu eserleri güvenle ulaştırıyoruz. Sanatçılarımız da bu alanda çalışmalarını arttırmış durumdalar açıkçası. Özellikle eserleri yüksek fiyatlarla satılan sanatçılarımızın eserlerinin tıpkıbasımları da bu eserlere sahip olmak isteyen fakat bu kadar yüksek bütçelere sahip olmayan sanatseverler için önemli bir fırsat haline geldi. Diğer yandan sanatın da toplumsal anlamda tabana yayılması, toplumun genelinde sanatsal ve estetik bir bakış açısı oluşturulması ve yeni sanatçıların ortaya çıkması anlamında da tıpkıbasım eserlerin üretilmesinin çok kritik bir önemi haiz olduğunu düşünüyorum.

Sanatçılarımız için de hareketli ve yeni bir pazar oluştu doğrusu. Bu noktada biz de sanata, sanatçılarımıza ve sanatseverlere destek olmak için var gücümüzle çalışmaya devam ediyoruz.

Tekrar resim çalışmalarınıza gelelim dilerseniz. Ne tür resimler yapıyorsunuz? Hangi teknikleri kullanıyorsunuz?

Az önce de belirttiğim gibi, daha çok oryantalistlerin yaptığı çalışmalar benim ilgi alanıma giriyor ve bu alanda resimler yapmayı tercih ediyorum. Medeniyetimizin önemli sembollerinden oluşan kompozisyonlar şeklinde natürmortlar da yapmayı planlıyorum örneğin. Bunun için çok araştırıyorum ve sürekli benzer çalışmaları gözden geçiriyorum. Yaptığım ilk çalışmalar benim için daha sonra yapmayı planladığım resim çalışmaları için birer başlangıç niteliğinde aslında.

Resim yapmaya başlamadan önce, resmin konusu ile ilgili düşünürken, kullanacağım teknikle ilgili de düşünüyor ve bilgi topluyorum. Belirlediğim konuyu tuvale/kâğıda en iyi şekilde aktarabileceğim tekniği belirlemekle başlıyorum. Bu tekniklerle ilgili en başarılı isimlerin eserlerini gözden geçiriyorum, tanıdıklarım ile iletişime geçip birinci ağızdan bilgiler alıyorum. Malzememin, planladığım teknik için yeterli olup olmadığını kontrol ediyorum ve eksikleri gideriyorum. Tabiri caizse kumaşı kırk kez ölçüp bir kez biçiyorum. Ardından bismillah diyerek çalışmaya başlıyorum. Kendimi teknik konuda çok fazla sınırlamıyorum açıkçası. Suluboya ile daha güzel olacağını düşündüğüm bir resmi suluboya ile yapıyorum, yağlıboya ile yaparsam daha güzel olur diyorsam yağlıboya ile çalışıyorum. Her tekniğin kendine has zorlukları ve fakat keyifli tarafları da var. Ben hangisinden keyif alıyorsam o tekniği kullanıyorum.

Başarılı bir sulu boya uygulamasının püf noktalarına değinir misiniz?

Kıymetli ressam ağabeyim Cemal Toy hocamın da söylediği gibi; temel yetenekler ve yetkinlikler bir tarafa, her zaman en kaliteli malzeme ile çalışmalısınız. Kâğıt, boya, fırça hepsi çok kaliteli olmalı. Tekniğe hâkim olmanız tabii ki temel ve yeter şart, fakat iyi malzeme kullanmazsanız yaptığınız işten beklediğiniz sonucu alamazsınız. Tabii ki bu demek değidir ki iyi malzeme kullanıyorsanız mutlaka iyi eserler üretirsiniz. Ama taktir edersiniz ki sanat eserlerinde görsellik ön plandadır. Suluboya özellikle çok dikkatli çalışılması gereken bir teknik. Zira kağıda fırçayla bıraktığınız renk bıraktığınız yerde kalır, kurudukça rengi birkaç ton açılır ve hata yaptığınızda (yağlıboyada olduğu gibi) üzerini kapatmanız, tekrar yeni bir renkle boyamanız ya da düzeltmeniz mümkün olmaz. Üzerinde uzun sürelerle çalıştığınız bir eser, yanlış bir fırça darbesi ile birdenbire çöp olabilir.

Pandemi sürecinde az önce de bahsettiğiniz gibi tuval ve boyaya daha fazla zaman ayırdınız. Bu dönemde neler çıktı elinizden?

Pandemi süreci tüm dünya ve ülkemiz açısından çok zorlu bir süreç şeklinde geçti ve sürüyor. Özellikle evde kaldığımız iki aylık süre zarfında, aslında ofisimdeki ve galerimdeki normal mesaime evimde devam ederken, evde olmam dolayısıyla normal zamanda trafikte geçirdiğim süreleri resim çalışmalarıma ayırma fırsatı buldum. Bu ölü ve verimsiz zamanlar birdenbire verimli ve eser üretebildiğim zamanlar haline dönüştü. Bu süreçteki ilk çalışmam bir deneme niteliğinde olacak şekilde, John Frederick Lewis'in "Dağ Yolundan İstanbul'a Bakış" isimli 1838 tarihli resmini yeniden çalışmak oldu. Ardından, Bursa Mudanya’da zaman zaman gittiğimde önünde geçtiğim ve her defasında çok beğenerek baktığım bir tarihi Bursa evini suluboya ile çalıştım. Zamanım el verdikçe planlı şekilde devam ettim ve Hz .Mevlânâ’nın türbesinin bir bölümünü tuval üzerine yağlıboya şeklinde çalıştım. O günlerde Nişantaşı’nda bir sanat galerisi sahibi arkadaşım ile otururken, sohbet arasında galerimdeki eserlerin fotoğraflarını gösterirken bu eseri de gösterdim, tablonun arkasını da bana kendi ismiyle imzalatarak benden aldı ve evine götürüp astı. Yine sokağa çıkma yasakları sırasında evde çalışırken Anthony Quinn’in başrolünde oynadığı “Çöl Aslanı Ömer Muhtar” isimli filmini izlerken bir sahne çok dikkatimi çekti ve o sahneyi resmetmeye karar verdim.

Güzel bir Arap atı üzerinde, yerel kıyafetler içerisinde, elinde İtalyan işgalcilere karşı savaşırken kullandığı mavzeri olduğu halde bir sahneyi kâğıda aktardım ve suluboya ile çalıştım. Çok değer verdiğim bir koleksiyoner ağabeyim, hem eski Bursa evi resmini ve hem de Ömer Muhtar konulu bu resmimi benden aldı. Yine aynı dönemde kıymetli bir koleksiyonerden “acaba güzel bir Sultan II. Abdülhamid Han portresi bulabilir miyiz?” şeklinde bir talep gelince, kendisine herhangi bir bilgi vermeden oturup birkaç hafta çalışarak bir Sultan II. Abdülhamid Han portresi yaptım. Kendisine önce eserin fotoğraflarını sonra kendisini gönderdiğimde çok şaşırdı ve büyük bir memnuniyetle eseri alarak koleksiyonuna ekledi. Hülâsa, pandemi döneminde yaptığım resim çalışmalarımın hepsi (böyle bir amaçla çalışmış olmamama rağmen) kıymetli koleksiyonlarda yerlerini aldı.

Portrelerden tarihi konaklara kadar pek çok farklı imge/nesne tuvalinize yansıyor. Üzerinde çalışacağınız konuları nasıl belirliyorsunuz?

Çalışmalarımı aslında çok önceleri düşünmüş olduğum konular arasından seçiyorum. İlerleyen dönemler için yapmayı düşündüğüm çalışmalar için de konularım aslında hazır. Fakat zaman zaman işim gereği taradığım tüm sanatsal materyaller arasından da belirlediğim bazı konular oluyor ve bunları bilgisayarımda bir klasör içerisinde yazılı ya da görsel olarak tutuyorum ve en uygun zamanda kullanmak üzere bekletiyorum.

Bir sergi düşünceniz var mı?

Açıkçası kendim de bu tür organizasyonlar yaptığım halde sergi yapma fikrim hiç olmadı. Ben kendimi o kadar donanımlı görmüyorum. Neticede ben hayatını bu işten kazanan bir sanatçı ve profesyonel bir ressam değilim. Fakat biraz önce bahsettiğim Hz. Mevlânâ türbesi resmimi alan sanat galerisinin sahibi olan arkadaşım resimlerimi gördükçe bir sergi yapmamız konusunda daha fazla ısrarcı olmaya başladı. Ayrıca resimlerimi koleksiyonlarına katan koleksiyonerler de çalıştığım konuları yakından takip ediyorlar ve yeni çalışmalar talep ediyorlar. Ama tabi sergi meselesi hususen üzerinde çalışılması gereken ayrı bir iş ve ayrı bir meşgale. Mevcut işlerimden zaman bulabilirsem, ömrümüz de yeterse inşallah bu tür faaliyette de bulunmak artık benim için bir zorunluluk haline gelecek gibi görünüyor.

Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?

Gösterdiğiniz alâka nedeniyle çok teşekkür ederim. Pandemi süreci normal bir mecraya girdiğinde çok daha geniş katılımlı ve yeni koleksiyonerleri ve koleksiyoner adaylarını da bilgilendireceğimiz “Sanat Eseri Koleksiyonerliği” konulu yeni bir dizi söyleşi planladık. İnşallah bu faaliyetlerimizle ilgili de tüm sanatseverleri bilgilendirmeyi, ülkemizin kültür-sanat dünyasına yeni bir soluk getirmeyi, sanatımızı ve sanatçılarımızı desteklemeyi, ülkemizden kaçırılarak yurtdışında satılan eserlerimizin, bu konuda bilgi ve farkındalık sahibi koleksiyonerlerimiz eliyle birlikte ülkemizde kalmasını sağlamayı amaçlıyoruz.

“Sanat Eseri Koleksiyonerliği”  serlevhalı dizi söyleşinizi ilgiyle takip edeceğim inşallah. Son olarak okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?

Büyük medeniyetler ancak bilim, kültür ve sanatın birlikte gelişmesi ile mümkündür. Sanata ve sanatçıya verilen destek medeniyetimizi yükseltir, bireyleri ve toplumumuzu geliştirir. Sanatın her dalıyla ilgilenmek bizi millet olarak da birey olarak da diğerlerinden farklı kılar. Özellikle çocuklarımızın sanatla haşir-neşir olması onların hayal güçlerini ve yeni bir şeyler üretme yeteneklerini geliştirir, dünyaya ve olaylara bakışlarını değiştirir. Bu yüzden sanatın her dalı bizim için kıymetlidir ve mutlaka desteklenmelidir ve bu medeniyetimiz için çok önemlidir. Desteklenen sanatçılar Mimar Sinan olur; Süleymaniyeler, Selimiyeler yapar, Kazasker Mustafa İzzet Efendi olur; Ayasofya Camiî’nin o müthiş levhalarını yazar, Osman Hamdi Bey olur; Kaplumbağa Terbiyecisi’ni yapar, ülkemizin ilk müzeleri kurar.

 

 

İbrahim Ethem Gören 04.08.2020

{name}
{content}
+
-
{name}
{content}
+
-

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

SİZİ ARAMAMIZI İSTER MİSİNİZ?

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

BİZ SİZİ ARAYALIM

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.