MEHMET ÜNAL İLE MÛSİKİ SERENCAMI ÜZERİNE…
Mehmet Ünal ülkemizin mühim mûsiki simalarından biri. Rebab sazıyla özel bir teşrik-i mesaisi olan Mehmet Ünal aynı zamanda mâhir bir lutiye olarak birbirinden âlâ keyfiyeti haiz mûsiki aletleri imal ediyor. Mehmet Ünal ile musiki yolculuğu ve rebab sazı üretimi üzerine bir e-sohbet gerçekleştirdik.
Mehmet Bey sizi tanıyabilir miyiz?
İsmim Mehmet Ünal, Ankara doğumluyum, ama aslen Kayseriliyim. Çocukluğum daha çok bahçelerde ağaç tepelerinde geçti. Gençliğimde birçok spor dalıyla ilgilendim.
Bu alanda nelerle meşgul oldunuz?
İlk olarak tekvandoyla başlayan spor hayatım kikbox, karate ve aikido ile devam etti. Üniversite yıllarında kürek sporuna başladım ve takım olduğum ikiz kardeşimle birlikte çok sayıda madalya kazandık.
Biraz da ailenizden bahseder misiniz?
Tabii ki… Dedemden bahsedeyim dilerseniz…
Hay hay…
Dedemin mesleği marangozluktu. Babam da doktor olabilmek için üniversiteyi okurken gençliğinde inşaatlarda el oyması küpeşte işi yapmıştı ve bu şekilde doktor olabilmişti.
Marangozluk aile mesleğiniz bir nevi…
Evet… Aile mesleğimiz olan marangozluğa ben de babamın teşviki ile evimin mutfak işlerini yaparak başladım.
Daha sonra…
Daha sonra bu meşgalem rebab enstrümanını yapmama vesile olmuştur.
Biraz da çekirdek ailenizi konuşalım…
Evliyim, bir kız, bir erkek çocuğum var. İstanbul boğazında çektiğim kürek sebebiyle boğaza karşı ayrı bir sevgim vardır. Doğa ve deniz tutkum hayatım boyunca benle beraber olmuştur.
Ne güzel… Mûsiki ile nasıl tanıştınız? Mûsikide karar kılmanızda hangi amiller rol oynadı?
Müziğe küçük yaşlarda başladım.
İlk çaldığınız enstrüman?
İlk çaldığım enstrüman ilkokulda babamın yolunu takip edip çaldığım keman enstrümanı olmuştur. Daha çocukken balkonlara çıkıp şarkılar okurdum, elime aldığım her sazı çalardım. Bu sebeple babam beni ortaokuldan konservatuara yazdırmayı uygun buldu.
MEHMET ÜNAL: BABAM İLK MÛSİKİ HOCAMDIR.
Mûsiki yolculuğunuzda ustalarınız, hocalarınız kimlerdir?
Mûsiki yolculuğumda ilk hocam babamdır. Kendisi ud ile keman çalar. Sesi de taş plak gibi gür ve namelidir. Ben de babamın yolunda bu yola baş koydum. Daha sonra bana yol gösteren birçok hocam oldu. Konservatuarda Tanbur hocalarım Sadün Aksüt, Necip Gürses, Hakan Talu ve en son olarak klasik uslûb aldığım Abdi Coşkun hocam olmuştur. Bunun dışında Alaaddin Yavaşca hocamdan meşk dersleri, Erol Sayan hocamdan repertuar, Hurşit Ungay hocamdan ritim, Cengiz Ünal ve Göksel Baykut hocalarımmdan Solfej nazariyat dersleri, Nail Yavuzoğlu hocamdan Batı müziği ve armoni kontrpuan dersleri, Mustafa Demirkaya hocamdan da halk müziği repertuarı dersleri aldım. Üniversitede ayrıca Sadün Aksüt hocamdan yaylı tanbur dersi de aldım. Yüksek lisansımı yaparken tanıştığım çok değerli Prof. Dr. Ahmet Hakkı Turabi hocam ise hem müzikal hem de öğretmenlik yapma yolunda bana büyük ışık tutmuştur.
MÛSİKİMİZİN EN TEMEL ÖĞRETME METODU MEŞKTİR.
Geleneksel sanatlarda olduğu gibi mûsikide de usta-çırak ilişkisi, eser geçme, meşk olmazsa olmazları oluşturuyor. Bu husustaki kanaatlerinizi dinlemek isteriz…
Meşk, mûsikimizin en temel öğrenme metodudur. Batı müziğinde bu iş teknik nota yazımlarına aktarılmıştır. Bununla birlikte Tük mûsikisinde bu metot yeterli gelmemektedir. Mûsikimizin her bir sesin, her bir notasının ustadan çırağa, hocadan öğrenciye aktarılması gerekmektedir. Temel metod ve nazariyat kitapları olsa da hoca olmadan bunların bir anlamı kalmamaktadır. Bununla beraber nota olmadan sadece ezberle öğretmeyi de uygun bulmamaktayım. Günümüzde dimağlar o kadar gerekli-gereksiz bilgiyle dolu ki sadece meşk ve ezberle öğrenim neredeyse imkânsız hale gelmiş ve bir yardımcıya ihtiyaç duyulmuştur. Nota işte burada devreye girip öğrenimi kolaylaştırmaktadır. Ama notanın sadece yardımcı bir unsur olduğunu unutmamak gerekir. Nâmelerdeki her bir çarpma her makamın özelliğini oluşturan ve içinde kullanılan perdeler bir usta olmadan öğrenciye aktarılamaz.
İcra ettiğiniz mûsikîyi nasıl tanımlıyorsunuz?
Allah rızası için yapılan ve ruha dokunan, kulağa hoş gelen her ses benim mûsikimdir.
Bu tarifte hangi anahtar kelimeler öne çıkıyor?
Allah için yapılan sanat.
Musikide ne/neler arıyorsunuz?
Mûsiki evvelemirde içinde sanat içermeli, kulağa hoş gelmeli, dinleyenin hem ruhunu beslemeli hem de mutlu etmeli. İnsanın sadece nefsini besleyen, ruhuna dokunmayan müziğe mûsiki diyemem. Benim yaptığım mûsiki her bir notasında Allah demeli ve onu hatırlatmalı, bu insanın kendini en güzel ifade şeklidir.
Aradıklarınızı bulabildiniz mi?
Elhamdülillah, Rabbim her zaman aradığımı değil benim için en güzel olanı nasip etti. Mûsiki konusunda en büyük isteğimin öğrenci yetiştirmek olduğunu sonradan fark etsem de çok önceden bu yola girmiştim. Aynı şekilde bir ağaca ses verebilmek, onunla müzik çalındığını bilmek benim için baha biçilmez değerde kıymetli. Yetiştirdiğim öğrencilerin hayatlarına dokunduğumu bilmek, onların mutlu olmalarında bir katkım olduğunu bilmek de benim için en büyük mutluluk. Yani evet, ne aradığımı bilmesem de aradıklarımı buldum.
“REBAB SAZININ YERİ BAŞKADIR.”
Yaylı tanbur, keman ve rebab sazlarındaki teşrik-i mesainiz için de büyükçe bir paragraf açalım…
Yaylı sazlara özellikle bir ilgim olduğu doğrudur. Bu sazlar kalbimde başköşededirler ama hepsinin yeri de ayrıdır. Yaylı tanburla daha çok sanat müziği çalmayı severim. Keman ile klasik batı müziği ve fasıllar çalmayı severim. Rebab sazımla ise kalbimi dinlendirmeyi, onunla konuşmayı, tasavvufî sohbetler yapmayı severim. Hepsinin yeri ayrı, evet, ama rebab sazımın yeri bende başkadır.
MEHMET ÜNAL: REBAB SAZI YOLDAŞIM OLMUŞTUR.
Bana bir arkadaş, bir yoldaş olmuştur, duygularımı ifade etmek için kelimelerim olmuştur. Son cümleye mızraplı tanbur sazımızı da eklemek isterim, benim için mızraplı sazların içinde en kıymetlisidir. Zamanla neden böyle olduğunu düşündüğümde yaylı bir saza çok benzediği için olduğunu fark ettim. Mızraplı tanburun sesi mızrabı vurduktan sonra hemen bitmez, inlemeye devam eder. Bu sebeptendir ona da olan aşkım...
Buradan, az önce değindiğiniz rebaba geçelim dilerseniz. Rebab ile hususi bir yakınlığınız var. ‘Rebabi Mehmet Ünal’ olarak tanınıyorsunuz? Buraya nasıl geldiniz?
Bu hikâyenin ilk başlangıcı benim için biraz hüzünlüdür. Eğitime ilk başladığım yıllarda bana bir enstrüman getirdiler. Ben inceledim, siyah renkli, çok eski bir saz. “Üzerinde ne perde var ne başka bir şey?” dedim ve ekledim: “Bu nasıl bir saz? Götürün çalınmaz bu!” Sonradan, çok ah ettim. Oysa bilmem kaç yıllık olan eski bir saz bana neler anlatırdı neler! Daha sonra başka öğrencilerim yeni yapılmış bir rebab getirdiler, “hocam, bunu bize öğretin” dediler. Ben de “önce ben bir inceleyim” dedim. O zamanın rebab yapım ustasından bir adet aldım ve günde 8 saat, bir hafta çalıştım ve baktım ki yaylı tanbur ile aynı çalınma prensibine, aynı metoda sahip. Sadece perdesiz olması sebebiyle teknik çalışmayı daha çok yapmak gerekiyor. Bundan sonra rebab öğretmeye başladım. Bunu orkestralar ve belgeseller takip edince Rebabi Mehmet oldum. Ama bir müzisyen olarak hiçbir zaman meşhur olmak istemedim. Karşıma fırsatlar çıksa da aslında hep kaçtım. İnsan nefsi için en tehlikelisi meşhur olmak olduğunu düşünürüm.
REBAB TÜRKLERİN İLK YAYLI ÇALGISIDIR
Rebab nedir? Rebabi kimdir?
Rebab Türklerin ilk yaylı çalgısıdır. Uzun yıllar Selçuklu’da ve Osmanlı’da Mevlevihanelerde çalınmıştır. Daha çok bir Mevlevi sazıdır diyebiliriz. Bilinen en klasik yaylı sazımızdır. Rebab sazını çalana rebabi denilir.
Rebabın yolu tasavvuf ile, Mevlevîlik’le nasıl kesismiş?
Rivayetlere göre rebab Hz. Mevlana Hazretleri ile Anadolu’ya gelmiştir. Yani Mevlevilik’le birlikte doğmuştur denebilir. Bundan sonrada dini vazifesini hiçbir zaman bırakmamış ve Mevleviliğin en aranan sazlarından olmuştur. Osmanlı’nın son dönemlerinde unutulmuş ve yerini kemana ve klasik kemençeye bırakmıştır. Cumhuriyet’ten sonra ise ilk önceleri kemançe türü rebablar ve daha sonraları da klasik rebablar çalınmaya başlanmıştır.
Rebab sazını elinize alıp da atalar sazının gönül dilinden sesler işitilmeye başladığınızda neler hissediyorsunuz?
Rebab, insanın kalbinde Allah kelâmını konuşur. Onun kelimelere ihtiyacı yoktur, lisanı müzik olsa da ne dediği, her lisandan insan tarafından çok rahat bir şekilde anlaşılır. İnsana bir huzur, rahatlama ve bir miktar da hüzün verir.
Mûsikinin yanında Osmanlı mimarisi, eski eser restorasyonu, kalemişi ve hüsn-i hat sanatlarıyla da ilgisiniz. Bu alanlardaki çalışmalarınızı da öğrenmek isteriz.
Sanatın bu yönüne yatkınlığım iki taraflı, dede mesleğinden geliyor sanırım. Babamın babası marangoz, annemin babası ise mermer ustasıydı. Ben iki mesleği de aldım. Üniversite okurken yaz aylarında camilerin kalem işi ve oyma işlerini yapan ünlü bir mermercinin yanında sadece bu mesleği öğrenmek için çıraklık yaptım. Zor bir iş. Bir gün atölyede oyma yaparken diğer gün inşaatta boyum kadar mermerleri taşımak zorunda kalıyordum. Ama bana çok şey katmıştır. Sanatımın çoğunu oradan aldım. Bunun dışında iç mimarlık okudum. Aslında bunları yapmamdaki temel sebep mûsikiden helâl para kazanmanın zorluğu idi. Rabbim daha sonra tekrar bizi bu yola koydu ve “yürü ya kulum” dedi. Öğretmenliğe başlayınca hayatımın mânâsını bulduğumu anladım.
Talebe yetiştiriyor musunuz?
Evet… Binlerce talebem var. Hem kolejlerde hem özel hem eğitim kurumlarında çok sayıda talebem var. Bununla birlikte “çırağım” diyebileceğim çok az talebem oldu. Benim için gerçek talebe benim dediklerimi harfiyen yapan, eski Osmanlı terbiyesini almış, bıkıp usanmadan çalışabilecek bir talebe… Haliyle bu çok zor oluyor. Ama neyse ki az da olsa böyle talebelerim oldu. Bunların yanında her sene yüzlerce insanın kalbine mûsiki aşkını işlemeye ve onlara bu yolda az da olsa bir şeyler katmaya çalışıyorum.
Pandemi sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Pandemi süreci aslında insanların daha çok mûsikiye vakit ayırabileceği bir zaman olmalıydı. Bunu yapan öğrencilerim de oldu. Ama çoğu insan psikolojik olarak çöktüğü için hiçbir şey yapmak istemedi. Bu süreçte çok sayıda yeni öğrencim de oldu. Hemen hemen tüm derslerimi online olarak veriyorum.
Çevrimiçi eğitimlerde sonuç alabildiniz mi?
Bazen ilk tutuş, yay çekme biraz zorlasa da genel olarak çok başarılı sonuçlar aldım. Türkiye’nin her yerinden öğrencilerim oldu. İnsanlar daha önce korkuyorlardı ama süreç uzadıkça meseleye olması gerektiği gibi eğilmeye başladılar.
İçerisinde bulunduğunuz mûsiki toplulukları, grupları ve icralarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?
2006-2007 yıllarında İBB Kent Orkestrası’nda Keman ve Tanbur sanatçısı olarak çalıştım. 2005 yılında İSMEK nezdinde tanbur branşını açtım. Daha sonra yine bu kurum bünyesinde rebab sazının eğitimini vermeye başladım. Kavacık İSMEK kursuna uzun yıllar Türk Sanat Müziği Korosu çalıştırdım. Kadıköy Hasanpaşa İSMEK’te ise 2010 yılından beri Tasavvuf Korosu çalıştırmaktayım.
Acarkent Mûsiki Topluluğu ile Göksu Mûsiki Topluluğu’nda ve Kubbealtı Mûsiki Derneği’nin saz heyetlerinde bulundum. İstanbul Turizm Şenliği’nde, Beykoz’un çeşitli meydanlarında, kaymakamlıkların ve çeşitli derneklerin düzenledikleri etkinliklerde, TOFD Beykoz şubesinin açılışında ve pek çok etkinliklerinde bulundum. 5. Uluslararası Beykoz Kültür ve Folklor Festivali’nde, Ramazan Mahalle şenliklerinde, Küçükçekmece belediyesinin Göl Şenlikleri’nde, Sarıyer Kilyos’ta başarılı öğrenciler için yapılan kamplarda kendi grubum olan Grup İstanbul ve Grup Esya olarak yer aldım. Ayrıca Esya Gurubu’yla batı müziği ve çok sesli T.S.M. çalışmaları da yaptım. 2008-2012 yılları arasında Özel Boğazhisar Koleji Eğitim kurumlarında, 2013-2014 yılları arsında Çekmeköy Çınar Koleji’nde, 2015-2016 yıllarında Final Lisesi’nde, 2016-2017 yıllarında ise özel İnci ve Atlas liselerinde müzik öğretmenliği yaptım.
Yurt dışında Ukrayna, Danimarka, Fas, Sudan, Viyana, Dubai ve Bulgaristan gibi birçok ülkede hem tanbur, yaylı tanbur hem de rebab enstrümanıyla Mevlevî âyinleri icrasında bulundum. Güney Kore’de ise Türkiye’yi rebab ve keman sazlarımızla temsil ettim. Ayrıca yurt içinde de çokça konser ve Mevlevî ayinlerine katıldım.
Grup Yakarış ile Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda rebab sazımızla ‘Birlikte Yaşamak Konseri’ ve ilahi konserleri verdim. Ayrıca TRT’de Ramazan ayında yayınlanması için Mehmet Kemiksiz ile keman ve rebab sazımızla programlara katıldım. Böylece klasik rebabı tanıtmak için önemli bir adım daha atmış oldum. Atölyemde TRT ve daha birçok kanal rebab imalatıyla ilgili belgeel çekimleri yaptı. Prof. Ahmet Hakkı Turabi hocamın Şifahane albümünde mızraplı tanburumla ve Muhteşem Yüzyıl dizisinde Sema âyini yapılan bölümde rebabımla eşlik ettim. Diriliş Ertuğrul’un rebab ile müziklerini çaldım ve Kurtlar Vadisi dizisinde “Hayretteyim” ilahisi okunan bölümünde diziye rebab çalarak katıldım. TRT Avaz, rebab imalatı belgeseli çekmiştir. UNESCO Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması sözleşmesi çerçevesinde Mehmet Ünal olarak Kültür Bakanlığı rebab imalat ustası ve Kültür Bakanlığı sanatçısı olarak kabul ve tespit edildim.
Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?
Sizin gibi değerli insanlar olmasa sanatçılar seslerini duyuramazlar ve dahi klasik sanatlarımız yeni nesillere aktarılamaz. Rabbim bu uğraşlarınızda sizlere güç kuvvet versin inşallah. Elmasın değerini elmas anlatamaz ancak bir sarraf onu değerli kılabilir.
İlginiz için teşekkür ediyorum. Son olarak okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?
Her insan Klasik Osmanlı sanatlarından en az birini icra etmeli… Ayrıca kendisi kadar evlatları için de bu imkânı sağlamalıdır. Hüsn-i hat, mûsiki, okçuluk, tezhip, ağaç oyma ve benzerleri olabilir.
Günümüzde sadece okul okuyarak, sadece bilgi sahip olunarak zihinleri dolu, ruhları boş insanlar yetişiyor. İnsanların yarısı maalesef boş bir şekilde yetişmektedir. Sadece bilgi verildiğinde bu bilginin yükten başka bir faydası olmamaktadır. Osmanlı’da bu böyle değildi. Elinde sanatı olmayan âlim yoktu. Umarım yeni nesil âlimlerimiz kendini her dalda yetiştiren insanlar olurlar.
ÖNÜMÜZDEKİ HAFTA: USTASIYLA REBAB SAZI İMALATI ÜZERİNE…
İbrahim Ethem Gören-23.03.2021