Yazı sanatı ustası İbrahim Kuş ile dünden bugüne yazı çalışmaları ve ma’kılî yazılar üzerine bir e-mülakat gerçekleştirdik.
İbrahim Ethem Gören: Sanat gündeminize ne zaman girdi?
Hattat İbrahim Kuş: Çocukluğum fırça ve boyaların olduğu bir atölyenin içinde geçti. Aslen emekli bir ordu mensubu olan babam, Silahlı Kuvvetlerdeki görevinin öncesi ve sonrasında şimdiki ismiyle açık hava reklamcılığı olan “tabela ressamlığı” yapmıştı. Aynı zamanda tuval üzerine yaptığı yağlı boya birçok resmi de bulunmaktaydı. Çocukluğum, Onun emeklilik yıllarına rastlar. Dolayısıyla fırça ve boya arasında yaşanmış bir çocukluğun beni sanata yönlendirmiş olduğunu söyleyebilirim.
Sanat çalışmalarınızı Isparta’da icra ediyorsunuz. “Isparta’da geleneksel sanatlar eğitim ve icrası” denildiğinden hangi kurumlar ve şahıslar öne çıkar?
Isparta’da gerek geleneksel ve gerekse modern sanatlar anlamında oluşmuş bir sanat anlayışının olduğunu söyleyemem. Klasik bir taşra şehri olan Isparta’da, Belediye ve Halk Eğitim Merkezi tarafından verilen kursların yanı sıra Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü’nde verilen eğitimin dışında bir eğitim mecraı bulunmuyor. Gerek şahsım ve gerekse diğer hocalarımızın münferit olarak geleneksel yöntemlerle verdikleri eğitimleri bundan hariç tutuyorum. Genellikle başka şehirlerden eğitim almak için gelen gençler içerisinde yazı öğrenmek isteyenler, üniversite eğitimlerinin bitimini müteakip memleketlerine dönerken ya bu işi bırakıyorlar ya da çok azı devam ediyor.
Hattat Âdem Sakal hocadan klasik usulde meşk ederek icazet aldınız. Meşk ve icazet süreçleriniz için büyükçe bir paragraf açalım.
Daha önce de söylediğim gibi babam yazı yazarken onu seyreder, büyük yazıların içlerini doldururdum. Sonraları harf çizerek, çizdiklerimi babama gösterir, akabinde babamın beğendiği harflerin kontürlerini çekmeye çalışırdım. Sonrasında çocukluğumun geçtiği Eğirdir gölü kenarındaki kamışlıklardan temin ettiğim kamışları keserek yazı yazmaya çalıştım. Nitekim 1994 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik bölümünde lisans eğitimime başladım. Adem Sakal Hoca o zaman bizim Sanat Tarihi derslerimize giriyordu. Derslerden hariç zamanlarda yanına giderdim. Hoca, odasında meşk yapar, ben de büyük bir ilgiyle onu seyrederdim. Sonraları yazı yazmak istediğimi hoca ile paylaştım ve “Rabbi yessir” meşki ile meşk etmeye başladık. Solak olmam, uzun bir müddet kalemi kavrama ve yazıyı hakkıyla yazmam hususunda beni zorlamıştır. Çok sonraları diğer hattat arkadaşların aksine kalem ucunu sola keserek daha rahat yazmaya başladım. Yazı, lisans eğitimimin sonunda İstanbul’da grafik tasarımcı olarak çalıştığım ve askerlik yaptığım yıllarda akamete uğramışsa da Üniversite’de göreve başladığım dönemde hoca ile irtibatımız devam etti. Bu zaman zarfında hocayla birlikte eski üstatların yazılarını mütalaa ederek özellikle sülüs, nesih, divanî ve celî divanî yazılarla ile ilgili bilgim genişledi. Takribi 29 yıllık bu serüvene hâlen devam ediyoruz.
Âlâ… Üniversitede grafik tasarım eğitimi aldınız. Grafik tasarımdan yazı mecraına hangi mülahazalarla geçtiniz?
Lisans eğitimim esnasında yazı tasarımı, tipografi gibi birçok branş dersleri almıştık. Bilindiği üzere yazı tasarımının grafik sanatında önemli bir yeri bulunuyor. Dolayısıyla yazıdan hiç kopmadım. Fakat modern tipografi ile klasik yöntemler kullanılarak yazılan kaligrafi ve hüsn-i hat meşkleri arasında ciddi manada farklar bulunuyor. Dolayısıyla klasik tarzda üretilen her türden sanatsal yazıların üretimi modern yazı ile ayrışıyor. Bilgisayarla tasarlanan grafik ürünlerin haricinde her gün yazı ile meşgul oldum. Yazı masama oturmadığım bir gün yok denecek kadar azdır. Yazı, benim hayatımda o kadar önemli bir yer tutmaktadır ki yüksek lisans ve doktora araştırmalarımı Ma’kıli ve Kûfî yazılar üzerine yaptım. Bu bakımdan yazı, benim için yemek-içmek gibi bir şey.
Dünden bugüne yazı çalışmalarınızı özetlemenizi istirham ediyorum…
Başta da söylediğim gibi ilk olarak kaligrafi sanatına ilgi duydum. 90’lı yılların başında yazı yazmak için kestiğim kamış kalemler ince olduğundan çok çabuk kırılıyordu. Fakat bunun beni yıldırdığını pek söyleyemem. İlk yazdıklarım çok güzel yazılar olmasa da yazılarımın, etrafımdaki insanlar tarafından beğeniliyor olması beni yazıya daha çok bağlamıştır. Akabinde lisans eğitimim sırasında aldığımız yazı tasarımı derslerinde de yazı yazmaya devam ettik. Bu yıllarda hüsn-i hat ile tanışmış olmamla birlikte yazı artık hayatımın önemli bir kısmını teşkil etmiş oldu. Klasik yazılarla uzun bir zaman uğraştıktan sonra Ma’kılî ve Kûfî yazıya yöneldim. Artık sülüs ya da divanî bir yazı ile ilgili sipariş gelmesi halinde yazıyorum. Geri kalan kısımda hep Ma’kıli yazı var…
Projeleriniz, katıldığınız sergiler/etkinlikler?
Malum olduğu üzere sergiler bir sanatçının eserlerini sanatseverlerle, takipçileriyle buluşturduğu önemli yerler. Akademik sergiler başta olmak üzere yurtiçinde küçük-büyük 30’dan fazla karma sergiye katıldım.
İlk şahsî serginiz…
İlk kişisel sergimi bu yıl içerisinde Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk hazinesine ev sahipliği yapmış olan Ankara’da ASBÜ Hazine Müzesi’nde açtım.
Sözün bu yerinde konferanslarınıza da değinelim…
Ağırlıklı Almanya’da olmak üzere yurtdışında ve yurtiçinde Türk-İslâm yazı sanatları ve kaligrafi konferansları ile workshop'lar yaptım. Özellikle yurtdışında yaptığım konferanslar orada yaşayan Türk vatandaşlarımız tarafından büyük ilgi gördü. Her ne kadar dünyayı saran pandemi sonrasında yurtdışı etkinlikleri akamete uğramışsa da birtakım ülkelerden gelen bazı teklifler var. Yine Türk-İslâm sanatını konferans ve eğitimlerle ülkemizin dışına taşımaya devam edeceğiz.
İnşallah… Şimdiki zamanda yazı bağlamında neler yapıyorsunuz?
Akademik çalışmalarımın dışında kalan zamanımın büyük bir kısmı atölyemde eser üretmekle geçiyor. Önceleri kâğıt üzerine yapmış olduğum tasarımlarımı, son dönemde tuval üzerine aktardım. Büyük ebatlarda çalıştığım yazı tasarımlarının akrilik ve yağlı boya kullanarak daha özgün bir biçimde ifade edildiğini düşünüyorum. Kâğıt üzerinde kullanılan malzemelerin sınırlandırıcı etkisine karşı tuval üzerinde daha geniş yelpazede nitelendirilebilecek malzemeler kullanılarak üretilebiliyor olması, yazının soyut ifade gücünü daha çok ortaya çıkarıyor. Yazının resimsel yönü yine resmin malzemeleriyle bütünleşiyor. Yeni dönem yazı sanatı izleyicisi klasik eserlerden ziyade bu plastik ögelerle bezenmiş eserlere daha çok ilgi duyuyor. Aynı zamanda ahşap üzerine konumlandırılmış üç boyutlu enstalasyonlar yazı ile gerçek hayattaki yaşanmışlıkları hatırlatıyor bizlere.
Mesela…
“Eshab-ı Kehf” isimli eserimde mukaddes saydığımız yedi kişi ve bir köpeğin sığındıkları ve uyuya kaldıkları mağara tasviriyle isimlerini kare Ma’kıli bir tasarımla özdeşleşmiş olması aslında bilindik bir hikâyeyi tekrar zihinlerde canlandırmaya çalışıyor.
Grafik tasarım bilgi ve tecrübelerinizin yazılarınız için ürettiği katma değer için de bir bahis açalım…
Aktif olarak 25 yıldır yaptığım grafik tasarım bilgi ve tecrübemin tasarladığım eserler üzerinde önemli bir etkisi var. Yazdığım yazılarda istif ve kompozisyon oluşturma konusunda bu tecrübemin, işlerimi çok kolaylaştırdığını düşünüyorum. Grafik bir yazı olan ma’kılî yazı türünde 250’den fazla tasarımım var. Özellikle kompleks bir ma’kıli tasarımda harflerin anatomileri, lekelerin yoğunluğu, çizgi düzenleri ve tasarım bütünlüğü bakımından bakıldığında grafik bilgim bana çok yardımcı oluyor. Ürettiğim eserlerimi görenlerin bunu hissettiğini düşünüyorum.
Yazıda neler arıyorsunuz?
Efendim, yazı ihtiva ettiği mana bakımından başlı başına net bir ifade aracıdır. Yazı öbekleri veya harflerin bağımsızca serpiştirildiği tasarımlar yaparak anlaşılmasının seyirciye bırakıldığı tasarımlar yapmaya çalışıyorum. Klasik tarzda ürettiğim ma’kılî ve kûfî tasarımları bu anlayıştan ayrı tutuyorum. Zira onlar da diğer yazılar gibi mânalarını kendi içlerinde taşımaktalar.
Aradıklarınızı ne kadar buldunuz?
Arayışlarımız devam ediyor, insan ömrünün kısa olduğu düşünülürse de ömrümün sonuna kadar bu arayışa devam edeceğimi zannediyorum…
Sülüs, divanî, celî divanî, kûfi derken hangi mülahazalarla ma’kılî yazıda karar kıldınız?
Yaklaşık 2008 yılına kadar klasik yazı türleriyle meşgul iken, Prof. Emin Barın hocanın “modern” olarak nitelendirdiği ma’kılî ve kûfî kompozisyonlar ilgimi çekmekteydi. Bir-iki kelimeden oluşan küçük kompozisyonları farklı dörtgen formlar içerisinde denemeye başladım. İlk önce eski üstatların diğer yazı türleriyle yazmış olduğu bilinen yazı metinlerin tümünü ma’kılî olarak tekrar yazdım.
Tasarımlarınızın alameti farikası?
Yaptığım tasarımların en önemli hususiyeti ma’kılî yazı kurallarının tümüyle uygulanmış olmasıdır. Bu süreçte diğer yazı üsluplarıyla da eser üretmeye devam ettim. Fakat çalışmalarımı ağırlıklı olarak ma’kılî yazıya kaydırmıştım. Akabinde Kur’ân-ı Kerîm’deki küçük sûreler başta olmak üzere yaptığım tasarımlar için uzun metinler seçmeye çalıştım.
Uzun metinli tasarımlarınız…
En uzun metinli tasarımım 41 satırdan oluşan Osmanlıca İstiklal Marşı’dır. Bu çalışma 10 kıtadan oluşan İstiklal Marşı’nın satırların birbirine yedirilerek alt alta dizilmesinden oluşturulmuş bir tasarım olup satır nizamıyla oluşturulmuş kompleks tasarımlarımdan biridir. Hedeflerim arasında daha uzun metinler ihtiva eden sûre-i celîleleri yazmak var.
Ma'kılî, çok bilinen ve sıklıkla tercih edilen yazı nevilerinin arasında yer almıyor. Dolayısıyla “Ma’kılî yazı nedir ve hangi dönemde ortaya çıkmıştır?” şeklinde bir suali zatıâlinize tevcih edebiliriz.
Günümüze kadar ulaşan en eski Ma’kılî yazı örneği, Afganistan’ın Gazne şehrinde bulunan Gazneli hükümdarı Sultan III. Mes’ud 1098-1115) döneminde dikilen minare üzerindeki kare tasarımlı ma’kılî yazılardır. Her ne kadar bazı kaynak kitaplarımızda cahiliye dönemi yazılarına Ma’kılî dendiği ile ilgili bazı bilgiler bulunsa da bunlar doğru değildir. Zira elimizde o dönemle ilgili bir örnek bulunmamaktadır.
Makılî yazılar Gaznelilerden sonra İlhanlı, Timurlu, Memlükler, Selçuklular ve Osmanlıların ilk dönemlerine kadar Türklerin yaşadığı bölgelerdeki mimari eserlerde görülmektedir. Ma’kıli yazı Osmanlılarda, Fatih dönemine kadar az da olsa kullanılmış, Şeyh Hamdullah’la birlikte diğer yazı türlerinin kemâle ermesinden dolayı bu yazı terk edilmiştir. Abdülhamid Han döneminde yapılmış bazı eserlerde yeniden görülen ma’kılî yazı örnekleri, 20. yüzyılda Prof. Emin Barın’la yeniden canlanmıştır.
İBRAHİM KUŞ: MA’KILÎ TÜRK YAZISIDIR.
Ma’kılî yazının yazıldığı en ihtişamlı dönem Timurlu dönemidir. Dönem eserlerine bakıldığında hemen hemen bütün mimari eserlerde kullanılmış olduğu görülmektedir. Birbirine eklenerek yapılan ve yüzeylerin tamamen kaplandığı açık tip tasarımlar günümüze kadar yapılmış en iyi ma’kılî tasarımlardır. Ma’kılî yazı Türkler tarafından keşfedilmiş iki yazıdan biridir. Dolayısıyla Ma’kılî yazı için bir Türk yazısıdır denilebilir.
Sözün bu yerinde ma'kılî yazının özelliklerini konuşalım…
Ma’kılî yazı, diğer yazı türlerine göre daha katı kurallı bir yazı türüdür. Harfler ve aralarındaki boşluklar birbirine eşittir. Harfleri oluşturan çizgiler birbirine paralel olarak kesişen çizgilerden oluşmakta olup yazıda hiçbir yuvarlaklık bulunmamaktadır. Geometrik bir yazı olduğundan dolayı harflerin okunurluğu zordur. Malum olduğu üzere bir yazıyı okuyabilmek için ihtisas gereklidir. Bu bakımdan harflerin anatomileri bozulmadan yazılmaya çalışılmalıdır.
Ma'kılî yazının kûfî yazı türünden farkı?
Ma’kılî ve kûfî yazı birbirinden ayrı dönemlerde çıkmış iki farklı yazı türüdür. Ma’kılî yazı, kûfî yazının bir kolu gibi algılanmakla birlikte bu yanlış anlayış temelde yabancı araştırmacıların literatürde “Square Kufic (Kare Kûfî)” olarak isimlendirmelerinden kaynaklanmaktadır.
Bu bilginin kaynağına da nazar edelim…
Fransa’nın Mısır’ı işgal ettiği 1798 yılında Mısır’a gelen J. J. Marcel, Memlüklerden kalma mimari eser üzerindeki ma’kılî yazıları görmüş, 1833’te yayınladığı araştırma makalesinde bu yazının dörtgen kûfî olduğuna inandığını yazmıştır. Sonraki araştırmacılar bu terminolojiyi benimsemiştir. Hâlbuki ma’kılî yazı Mısır’da “Hatt-ı Murabba” olarak anılıyordu. Bu yanlış isimlendirmeden dolayı ma’kılî yazı kûfî yazıyla birlikte anılmış ve maalesef ülkemize yeni döneme gelene kadar birçok kaynak bu isimlendirmeyi kullanmıştır.
Bahse konu bu iki yazı, geometrik temelli olmakla birlikte yazım ve dizilim bakımından birbirinden farklıdır. Ma’kılî yazıda tüm çizgiler birbirlerine paralel olarak (yatay/dikey) birbirini keserken, kûfî yazıda birçok harf yuvarlatılmış çizgilerden oluşmaktadır. Aynı zamanda kûfî yazı yatay eksenli bir yazıdır. Ma’kılî yazı ise istif edilmeye müsait olup satır yazısı olarak görülen örnekler çok azdır.
Ma'kılî yazının kullanım alanlarına da değinelim. Hangi tür eserlerde sıklıkla görülür?
Ma’kılî yazı, genellikle anıt yazılar olarak kullanılmış bir yazı türüdür. Dolayısıyla mimari eserler üzerinde görülmüştür. Orta Asya’nın abidevî mimari eserlerinde sıklıkla görülmektedir. Ülkemizde ise Selçuklulardan kalma mimari eserler üzerinde görülmektedir. Kâğıt üzerine yapılmış ilk ma’kılî yazı tasarımı Ahmed Karahisârî’ye aittir. Yakın dönemde ise Prof. Emin Barın, ma’kılî yazıyı kağıt üzerinde tasarlamış, mimari bir süsleme ögesi olan ma’kılî yazı, yeni dönemde bir sanat eseri olarak da tasarlanmaya başlamıştır.
Ma'kılî yazının modern kullanım alanlarını da konuşalım dilerseniz.
Efendim, gelişen teknolojinin de yardımıyla bu yazı türü farklı şekillerde üretilebiliyor artık. Gerek sanat eseri ve gerekse çeşitli baskı, üretim teknikleri kullanılarak bilgisayarın da yardımıyla birçok obje ve aksesuar olarak da karşımıza çıkabiliyor. Bunların sanat eseri olup olmadığı tartışma konusu olmakla birlikte geniş bir kullanım alanını hâiz olduğu söylenilebilir. Mesela son dönemde kitap tutkunları tarafından benden en çok istenen ma’kılî tasarımlar, bir imza olarak kullanılmak istenen kaşe mühür tasarımları, ma’kılî yazının ne kadar sevildiği buradan da malum olsa gerektir.
Ma'kılî yazıda kullanılan malzemeler ve araçlar?
Ma’kılî yazı, kalem ile yazılan yazı türlerinden olmayıp yapma kufi türevleri gibi çizilerek tasarlandığından bir grafik yazı olarak algılanmıştır. Bu bakımdan daha önce tasarlanmış bir yazı, herhangi bir yüzey üzerine geçirilerek klasik boyama usulleri kullanılarak yüzeye uygulanır. Burada hiçbir sınırlama olmaksızın her türlü sanat üretim tekniği kullanılarak bir eser meydana getirilebilir.
Ma'kılî yazıda geometri ne kadar önemli?
Bu yazı, çizgilerden oluşan geometrik bir yazı türüdür. Bilinen formları kare veya dikdörtgen olarak tasarlanan ma’kılî yazının asimetrik olarak yapılan, modern olarak adlandırılan tasarımları da bulunuyor. Burada mümkün mertebe geometrisini bozmadan bir tasarım yapmalı. Zira mânâsı derin olan bir yazı dahi olsa gerçekten zayıf duruyor.
Sizce “eser” denilmeye seza bir ma’kılî yazı levhası hangi hususiyetleri hâiz olmalıdır?
Efendim, yazının her türü için bahsedilebilecek hususiyetler ma’kılî yazı için de geçerli… Bundan ayrı olarak yazının okunabilir olabilmesi için harflerin net ve anlaşılır şekilde yazılması gerekiyor. Kimi zaman tasarımı tamamlayabilmek için sündürülmüş, anatomisi bozulmuş birçok harf anlaşılabilirlikten çok uzak tasarım görülüyor.
HATTAT KUŞ: MA’KILÎ YAZIDA TEŞRİFAT ÇOK ÖNEMLİ.
Kimi zaman tasarımı tamamlayabilmek için sündürülmüş, anatomisi bozulmuş birçok harf, tasarımı anlaşılabilirlikten çıkarıyor. Kimi zaman bu yazılardaki harfler tanınamadığı için okunmakta zorluk çekiliyor. Teşrifat çok önemli. Bilindik bir metin yazılmamış ise kelimelerin okunurluğu teşrifata bağlı… Yine ma’kılî yazıda nokta kullanımı ve noktanın doğru yerlerde konumlandırılması çok önemli.
Araplar, noktasız yazıyor diye bazı tasarımlarda tasarıma sığmadığı için noktaların bazılarının yazılıp bazıların yazılmadığı örnekler görüyoruz. Hâlbuki Arap sanatçılar noktayı ya hiç kullanmıyorlar ya da hepsini eksizsiz olarak koyuyorlar. Kendi alfabelerini noktasız okuyabiliyorlar, ama biz de durum aynı değil.
Bir eserinizin hikâyesini istirham ediyorum…
Efendim, malum olduğu üzre Hilye-i Şerîfe, Efendimize (sav) olan edeb, saygı, sevgi ve hasretin bir nişanesi olarak Türkler tarafından çok sevilmiştir. Gördüğümüz hilyeler birbirine çok yakın tasarımlarla yapılmış ve aynı zamanda bu şekilde de kabul görmüş tasarımlardır. Ben de tamamıyla ma’kılî yazıdan oluşan bir Hilye-i Şerîfe tasarlamak istedim. İlk bakışta hilye olduğunun anlaşılabilmesi için bilinen formda olması gerekiyordu. Bu düşünceden hareketle yaptığım Hilye-i Şerîfe, klasik formlu bir Hilye-i Şerîfe olmuştur.
Başakşehir Belediyesi nezdinde 25 Haziran 2023 Perşembe günü sanatseverlerin irfanına arz edilen Yazıyorum sergisi için ürettiğiniz “14’lü elifler”den müteşekkil eserinizi temâşâ edince gönlüme Diyarbakırlı Said Paşa’nın “Müstakim ol Hazreti Allah utandırmaz seni” şeklindeki mısra-ı bercestesi düştü… Evvelen, bu eserinizi; saniyen Başakşehir’den cümle âleme ilettiği mesajı teşrih masasına yatıralım.
Efendim, “elif gibi dik” anlayışıyla negatif-pozitif 15-14 elif’ten oluşan bu kardeş iki eser, aslında siyah-beyaz renkler içerisinde konumlandırılmış, sınırların içerisinde dik durabilmeyi amaçlamış, aslında sınır gibi görülen çizgilerin içerisinde sınırların zorlanabileceği, imkânsız gibi görülen birçok şeyin mümkün olabileceği metaforu ile tasarlanan bir eser. Son zamanlarda tasarım ve tuvale aktarma sürecinde en çok keyif aldığım eserlerimden biridir diyebilirim.
Barekâllah. Sohbetimize sizin ilave etmek istediğiniz hususlar…
Son dönemlerde ma’kılî yazıya karşı ciddi bir ilgi olduğu görülüyor. Bununla birlikte birçok tasarımın hayata geçirildiğini görüyoruz. Maalesef okunamayan, yazının kurallarının ihlâl edildiği, harf anatomilerinin bozuk olduğu birçok tasarım da söz konusu. Ma’kılî, her ne kadar özgün bir tasarım dilini yansıtsa da bir o kadar da kurallı bir yazı türü. Bu zaviyeden bakıldığında geleceğe güzel eserler bırakmak gerektiği kanaatindeyim.
Son olarak okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?
Bütün okuyucularınıza selam, sevgi ve muhabbetlerimi arz ediyorum.
İlginiz için teşekkür ediyorum.
Ben teşekkür ederim efendim…
İbrahim Ethem Gören/03.07.2023-Yazı No: 357