Ülkemizin önde gelen hüsn-i hat sanatkârlarından, Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatih Özkafa ile sanat yolculuğu özelinde bir e-mülakat gerçekleştirdik.
Fatih Bey evvelemirde sanatla, estetikle yolunuz nasıl ve ne zaman kesişti?
Sanata meyil fıtratınızda varsa bir gün mutlaka açığa çıkar. Bazıları bu potansiyelin üzerine gidip onu geliştirirler, bazıları ise çeşitli sebeplerle bunu köreltmek durumunda kalırlar. Küçük yaşlarımdan beri sanatın her türlüsüne, bilhassa resim ve güzel yazıya karşı alâkam olmuştu. Sistematik bir sanat eğitimi almaya başlamak ise üniversite öğrenciliğimiz esnasında nasip oldu.
Hüsn-i hat sanatı, gündeminize ne zaman ve hangi mülahazalarla dâhil oldu?
Kamu Yönetimi Bölümü’nde öğrenciyken Kültür Bakanlığı tarafından Yazma Eserler Kütüphanesi’nde hüsn-i hat dersi verileceğini öğrendim. Açılan her resim sergisini gezdiğimi bilen bir arkadaşım bende sanata karşı yoğun bir ilgi olduğunu görünce böyle bir kurstan beni haberdar etmişti. Çok zamandır içimde ukde olduğu için bu fırsatı değerlendirmek istedim. Buraya kaydolarak 1994 yılından itibaren Hocam Hüseyin Öksüz’den meşk etmeye başladım.
Hüsn-i hat serencamınızı bidayetinden günümüze kadar özetlemenizi istirham ediyorum.
Rık’a hattıyla derslere başlayıp sırasıyla sülüs, nesih, divanî, celî divanî ve ta’lik meşklerini de tamamladım. Rık’a, divanî, celî divanî gibi yazı çeşitlerinde icazet geleneği olmadığından sülüs-nesih icazetnâmesi (2002) ve ayrıca ta’lik icazetnâmesi (2022) aldım. Muhakkak, reyhanî, icâze gibi yazı nevileri ise zamanımızda pek meşk edilmediği için eski örneklerden faydalanarak kendi kendime çalıştığım yazı türleri olmuştur. Aldığım ilk icâzet ile son icazet arasında 20 yıl kadar fark var. Çünkü diğer yazı çeşitleriyle eser vermeye başladıktan sonra yoğun bir çalışma dönemine girmiş olduk. Hem sergiler, yarışmalar hem akademik çalışmaların yoğunluğu, ta’lik meşklerimin uzun bir zamana yayılmasına yol açtı. İlginçtir; henüz ta’lik icâzetnamesi almadan katıldığım uluslararası yarışmada celî ta’lik dalında üçüncülük ödülü almıştım.
Bârekallah…
Bu da bir cilve oldu. Aslında diğer yarışmalarda sülüs ve muhakkak yazı türlerinde de muhtelif ödüller nasip olmuştu...
Zamanla bizim talebelerimiz de yarışmalara katılmaya başladılar. Biz muhtelif uluslararası ve ulusal yarışmalarda jüri üyeliği yapmaya başladık. Tabi böyle bir durumda artık yarışmacı olmak uygun düşmeyecekti. Bu yüzden, uzun bir süre önce hat yarışmalarına katılmayı bıraktık. Şimdi ise öğrencilerimizi teşvik ediyoruz.
Âlâ keyfiyet… Kendisinden sülüs-nesih yazı nevilerinden mücaz olduğunuz Hüseyin Öksüz 21’inci yüzyıl Türk hat sanatında nerede ve nasıl konumlandırılmalıdır?
Hocam Hüseyin Öksüz, hem bu sanata yaptığı büyük hizmetlerle hem de müstesna ve mütevazı kişiliğiyle hepimizin gönlünde mümtaz bir mevkidedir. Sanat hayatı boyunca eser vermekten ve talebe yetiştirmekten bir an olsun vazgeçmemiştir. Sağlık durumunun elverişsiz olduğu dönemlerde bile derslere mümkün mertebe devam etmiştir.
Üstadın pek çok hususiyeti olmakla birlikte, birine nazar etmenizi istirham ediyorum.
Onun önemli bir özelliği de her yazı çeşidinde eser verebilmesidir. Zamanında, IRCICA tarafından düzenlenen ilk yarışmalarda muhtelif yazı nevilerinde birincilik vs. pek çok ödül almıştır. Celî sülüs, sülüs, nesih, celî divanî, divanî, celî ta’lik, rık’a, kûfî, yani belli başlı bütün yazı türleriyle sayısız eser vermiştir. Yetiştirdiği talebelerin de bu sanattaki mevkileri herkesçe malumdur.
Hüseyin Öksüz hocanın hat sanatımız için ürettiği katma değerler için de büyükçe bir paragraf açalım…
Hocamızın en mühim hizmetlerinden biri, İstanbul’da Eczacılık tahsili yaptıktan sonra Konya’ya dönerek, İstanbul’da iken Hâmid Aytaç’tan meşk ettiği hat sanatını memleketinde icra etmesi ve talebe yetiştirmesidir. Böylece Anadolu’nun ortasında bu sanatın en güzel şekilde uygulanmasını sağlamıştır. Eğer hocamız İstanbul’da kalmış olsaydı bugün Konya ve çevresinde belki de bu kadar hattat yetişemeyecekti. Kadim bir başkent, onun himmetleriyle bu sanatın İstanbul’dan sonraki önemli merkezlerinden biri haline geldi.
Hocanız gibi hüsn-i hat sanatının hemen her nev’inde eser veriyorsunuz… İcazetten sonra hüsn-i hat sanatı vadisinde kat ettiğiniz mesafelere, eserler ve talebeleriniz bağlamında müşfik bir nazar edelim…
Meşhur bir söz vardır: “aşk olmadan meşk olmaz” derler; fakat ben bu cümleyi, aşk ve meşk kelimelerinin yerlerini değiştirerek de söylüyorum.
PROF. ÖZKAFA: MEŞK OLMADAN AŞK OLMAZ.
“meşk olmadan aşk olmaz.” İnsan, daha evvel ilgilenmediği bir konuyla meşgul olmaya başlarsa o konuya yönelik bir aşk da zamanla ortaya çıkıyor. Bu, ilim için de sanat için de geçerli. Yeni bir yazı türünü meşk ettiğiniz vakit onu da sevmeye başlıyorsunuz. Yani yaşamadıkça, emek ve eser vermedikçe kolay kolay muhabbet hâsıl olmuyor. Bütün yazı türlerini çok seviyorum. Yeter ki hakkı verilerek yazılsın.
GÜZEL OLMAYAN YAZI YOKTUR, GÜZEL YAZILAMAMIŞ YAZI VARDIR.
Dolayısıyla, güzel olmayan yazı çeşidi yoktur; güzel yazılamamış yazı vardır. Çünkü hat sanatının güzelliği fıtrîdir. Onu kaidelerine göre yazarsanız zaten güzel olacaktır. Bununla birlikte sanatın sonu da yok elbette. Her bir yazı çeşidi ömürlük... Şu da var ki, muhtelif yazı çeşitlerine vukûfiyetiniz varsa farklı taleplere karşılık verme, özgün kompozisyonlar deneme konusunda daha rahat olabiliyorsunuz. Yani her yazı türü yepyeni perspektiflere, alternatif çözümlere imkân veriyor. Ayrıca öğrencilerin yetenekleri de farklı farklı olduğundan, onlar için en uygun yazı türü hangisiyse onu meşk etmek gibi bir avantajı oluyor.
Hattat ne için yazar/yazmalıdır?
Yapılan her işte ilk ve son gaye Hakk’ın rızasını kazanmak olmalı elbette ama hissiyat ile gayret dengesini sağlam kurmak lazım. Sanatın esrarına ulaşmak öyle kolay bir iş değildir. Bu yolda muvaffakiyet için çok çetin mücadeleler vermek lazımdır.
FATİH ÖZKAFA: KELÂM-I İLAHÎ YAZMANIN CİDDİ MES’ULİYETLERİ VARDIR.
Kelâm-ı ilahî yazıyor olmanın yüklediği ciddi mes’uliyetler vardır. Sadece yazdığımız ibarenin kutsiyetine sığınıp da sanatın icaplarını bihakkın ifa etmekten imtina edersek ortaya çıkan şeye tam manasıyla sanat eseri diyemeyiz. Sanat, araştırma, çalışma, emek ve titizlik ister. Yerinde saymakla değil, sürekli ilerlemekle olur. Sanatçıyı bekleyen en büyük tehlikelerden biri, aslında ilk bakışta olumlu gibi görünen piyasa ilgisidir. Bir sanatçı, eserine rahatlıkla müşteri bulabilecek bir noktaya geldiğinde ilerlemesini durdurabiliyor, hatta bazen gerileme bile oluyor artan taleple birlikte. Artık o ne yapsa hoş görülüyor. Herkes sanatın inceliklerini derinlemesine bilemeyeceği için harf bünyelerindeki birtakım problemler ve istif sorunları, koleksiyonerlerin dikkatini çekmeyebiliyor. Sanatçı da nasıl olsa talep görüyorum diyerek eskisi kadar titizlenmiyor.
SANATTA DERİNLEŞENLER ASLA “OLDUM” DEMEZ.
Hâlbuki ilimde derinleşenler nasıl ki aslında cehaletlerinin daha da arttığına inanıyorlarsa sanatta ilerleyenler de dipsiz bir kuyuya düştüklerini fark edince asla “oldum” diyemezler.
YAZMANIN MOTİVASYONU BİZATİHÎ KENDİSİDİR.
Yazı sanatkârının ana motivasyonu?
Hattatın en büyük motivasyonu yazmanın bizatihî kendisidir. Motivasyonu başka şeylerde arayanlar, başkalarının teşvikiyle yazanlar tam manasıyla bu işin zevkine varmış sayılmazlar. Sanatkâr, eser vermeden duramayan kişidir. Eserlerim daha çok değerlensin diyerek az eser verenler, bu yüzden çoğu zaman yazıdan uzak kalabilenler bana göre hakiki ve klasik manada sanatçı değil, “modern” ve profesyonel zihniyete sahip kişilerdir. Gerçek bir sanatçının şöhret, maddiyat, teşvik, destek, himaye gibi kaygıları olmamalıdır. Tabi bunu söylemesi kolay ama yapması zordur.
Günümüzde hat sanatının bulunduğu mevkii icmalen değerlendirmenizi istirham ediyorum…
Günümüzde hat sanatı bilhassa Türkiye’de yeniden toparlanma dönemine girerek büyük bir mesafe kat’etmiştir. Son 20-30 yılda çok sayıda hattat yetişmiş ve yetişmeye devam etmektedir. Dolayısıyla hat eseri sayısında olağanüstü bir artış söz konusudur; ancak bunların hepsinin çok nitelikli olması elbette beklenemez. Her işin tabiatı böyle olduğu için bu durum yadırganamaz.
ÖZKAFA: KALİTE DAİMA AZINLIKTA OLMUŞTUR.
Kalite daima azınlıkta olmuştur. Mamafih bazı yazı çeşitlerine yoğun bir ilgi varken bazı yazı türleri ne yazık ki ihmal edilmektedir. Gösterişli bir yazı olup piyasada çokça rağbet gören ve ekonomik getirisi de daha yüksek olan yazı türü celî sülüs olduğu için birçok hattat bu sahada eser vermeye yoğunlaşmış durumdadır. Tabi cami mimarisinde de en çok tercih edilen yazı çeşidinin celî sülüs olması bu alanı beslemektedir. Hal böyleyken, sülüs, nesih, divanî, celî divanî, ta’lik gibi diğer yazı türleri nispeten ihmal edilmektedir. Bu da hat sanatının belli dallarında daha hızlı ilerlemeye ve daha çok eser verilmesine sebep olurken belli dallardaki gelişmenin daha yavaş olmasına yol açmaktadır.
Gelinen noktada yahut mevzide yazı sanatının önünde duran fırsatlar/ tehditler/tahditler nelerdir?
Son çeyrek asırda hat koleksiyoneri sayısında bir artış olmuştur ama hattat sayısındaki artışa paralel bir oranda değildir.
Sebebi nedir sizce?
Bunun birçok sebebi var. Her şeyden önce “muhafazakâr” kesimde kökleşmiş bir vaziyette sanata karşı genel olarak mesafeli bir tutum söz konusudur. Bu anlayışı kırmak öyle kolay bir iş değildir. Sanatın nerdeyse her türlüsü zaman kaybı, sanat eserine verilen para ise israf sayılır. Yine bu kesimin kültürel gelişimi ekonomik yükselişi oranında hızlı olamamıştır. Koleksiyonerliğe sonradan merak saranların önemli bir kısmı, aileden gelen bir görgüyle değil zamanla katıldığı ortamlardan etkilenip özenerek bu işe girişmiş durumdadır. Bunların tutarlı ve sağlam bir koleksiyoner bilinciyle tercihte bulunmaları için henüz çok erken. Sanata hakiki bir tutkuyla bağlanarak eser satın almak, üstelik daima doğru eserlere yatırım yapmak öyle kolay kolay elde edilen bir kazanım değildir.
SANATKÂRLAR ALIŞ-VERİŞ ÂDÂBINI BİLEN KİŞİLER OLMALIDIR.
Sanatçılar arasında da başarıyı ve şöhreti sindirememiş gençlerin varlığı, sanat piyasasına yakınlarda girenleri bezdirebilmektedir. İyi bir sanatçı aynı zamanda an’anevî esnaflık kaidelerini, müşteri ilişkilerini iyi bilen, adetâ loncada terbiye almış bir ticaret ahlâkına sahip olmalıdır. Bunu söylerken, günümüzde maalesef olumsuz bir anlam kazanmış olan “tüccar” kelimesini kasdetmiyorum tabi. Esasen iyi bir tüccar, evvelâ müşterisinin iyiliğini düşünen kişidir. Onun müşteriden yana tavır alması uzun vadede zaten kendi menfaatinedir. Dolayısıyla sanatçıların aynı zamanda alış-veriş âdâbını bilen kişiler olmaları gerekir.
SANATKÂR, POPÜLİST KAYGILARLA ESER VERMEMELİDİR.
Sanatçıları bekleyen bir diğer tehlike, popülist kaygılarla eser vermektir. Böyle çalışmalara eser demek bile abestir ama günümüzde abuk sabuk birtakım denemeler, zevki incelmemiş kitlelere hitap edebildiği için rağbet görebiliyor. Sanatçılar da ekonomik beklentilerle böyle şeylere heves edebiliyorlar zaman zaman.
Mushaf kitâbetinden levha üretimine evrilen günümüz hat sanatı dünyasında yazının esas fonksiyonu diyebileceğimiz Mushaf kitabeti sizce ihmal ediliyor mu?
Bu konu, devrimizin en büyük yaralarındandır. Piyasaya Mushaf adı altında sürülen ama estetik bakımdan hepsi ayrı birer facia olan o kadar çok neşriyat var ki… Yayıncılar işin sadece ekonomik boyutunu düşünüyor genellikle. Halkımıza da zaten kadim nesih hattını kötüleye kötüleye hattat yazısı yerine bilgisayar fontunu allayıp pullayarak sundular. Şimdi “hattat yazısı” denince “okunaksız yazı” anlaşılıyor. Bundan daha vahim bir şey olabilir mi? Tabi bunun birçok sebebi var.
GÜZEL NESİH YAZANLARIN SAYISI AZALDI.
Eski hattatların yazıları baskıdan baskıya defaatle çoğaltılarak iyice bozuldu. Osmanlı imlasına ve Kur’an’ın diline aşina olan eski insanlar için hattatların yazılarını okumak zor değildi. Yeni hattatlardan ise, zamanın ihtiyaçlarını göz önüne alarak güzel nesih yazan pek azaldı. İyi bir hattata Mushaf yazdırmak hem maddeten hem de zaman bakımından külfetli bir iş olduğu için yayıncılar bilgisayar dizgisini tercih eder hale geldiler. Tanıdığım birçok koleksiyonere ısrarla tavsiye ettiğim halde henüz bir hattata Mushaf sipariş vermeyi göze alanına rastlamadım. Hâlbuki birkaç yıl dediğiniz ne çabuk geçer… Bir de bakmışsınız, zevkle okuyacağınız ve torunlarınıza miras bırakacağınız güzel bir yazma Mushafınız olmuş! Hâlbuki mesele otomobilin son modelini almaya gelince harcadığımız milyonlar hiç gözümüze batmaz!
Geride kalan otuz-otuz beş yıla yakından bakıldığında hattatların bir araya gelmelerinde, meşklerini birbirlerine göstermelerinde, istif/kompozisyon, yazı âlet ve edevatıyla ilgili tecrübe paylaşmalarında nisbeten ketum davrandıklarını söyleyebiliriz. Son cümleye, hattatlar arasında belirli grupların oluştuğunu, bir grupta yer alan sanatkârların diğer grupların sanat aktivitelerinden geri durduklarını da net bir şekilde ifade edebiliriz. Bu bağlamda müessesleri arasında bulunduğunuz Hat Sanatı Atölyesi “yazı camiası” nezdinde bir nevi sığınma sahnesi oldu. Atölye’nin tesis amaçlarını ve hizmetlerini de teşrih masasına yatıralım…
Hat sanatının hor görüldüğü yıllarda ekalliyet psikolojisiyle hattatlar birbirleriyle daha sıkı bir münasebet içindelerdi. Son çeyrek asırda hat sanatına rağbetin artması elbette bu sanatın ihyası ve gelişmesi bakımından birçok fayda getirmekle birlikte hattatlar arasında birtakım hizipleşmelere de yol açtı. Bazı hocalar adeta bağımsızlıklarını ilan ederek herkesten ayrı bir grup kurdu. Bu gruplardan bazıları, camiadaki nerdeyse bütün hattatları dışlayacak raddede klikleşti. “Bu sanatı aslına en uygun şekilde ancak biz icra ediyoruz, diğerlerinin yaptıkları sanattan sayılmaz” şeklinde gülünç iddiaları hararetle savunur oldular. Asıl ilginç olanı, onların bu hezeyanlarına birçok kişinin inanmasıydı.
SÖZDE ÜSTADLAR!
Talebelerinin katılmak istedikleri sergiler veya yarışmalar şöyle dursun, selam verecekleri kişilere varıncaya kadar kota uygulayan sözde üstadlar türedi! Bana göre bu gibi aşırı müdahaleler gelişmenin önündeki en büyük engellerdir ve başkaları üzerindeki hocalık haklarını bu derece istismara kadar götürebilenler hakiki manada üstad değil, kendi egosunu tatmine çalışan mütekebbir, ama küçük insanlardır. Gerçekten yüksek bir zihne ve vizyona sahip olan bir kişi, şunun bunun her türlü tercihinde müessir olmak için kafa yormaya fırsat bulamaz. Böylelerine iradelerini teslim edenler ise kendi zihinlerini kullanmayı öğrenemedikleri için asla büyük sanatçı olamazlar.
FATİH ÖZKAFA: SANAT ZİHİN VE ZEKÂ İŞİDİR. YÜKSEK SANAT ESERLERİ HÜR ZİHİNLERDEN ZUHUR EDER.
Çünkü sanat her şeyden önce zihin ve zekâ işidir. İnce işçilikle “taklidî” seviyede birtakım eserler ortaya koyabilirsiniz; ama yüksek sanat eserleri veya şaheserler, üstün vasıflarla mücehhez hür zihinlerden zuhur eder.
Bizde hat sanatının dinî temeli çok güçlü olduğu için hattatlar bunu nerdeyse bir ibadet gibi telakki eder. Aslında öyledir de… Fakat meselenin bir de yüksek sanat boyutu olduğu hakikatini ihmal etmemek lazım. Taklitten tahkike geçebilmek için çokça araştırmak, okumak, hür düşünebilmek ve düşüncelerini kuvveden fiile aktarabilmek lazım. İradesini bir başkasına teslim edenlerden bunu bekleyemeyiz.
Hiçbir sanat dalıyla meşgul olmak için hiç kimsenin kota uygulaması söz konusu olamaz; her tabakadan insan da hat sanatıyla elbette meşgul olup kendi çapında çalışmalar yapabilir. Bununla birlikte bir sanat dalını hakkıyla temsil edebilen, herkese iyi örnek olmaya çalışan havas zümresi de mutlaka olmalıdır. Bir sanat dalı için en büyük tehlike, onunla iştigal edenlerin avamlaşması ve sığ görüşlü olmasıdır. Bu camianın itibarına en büyük zararı verenler “biz en doğrusunu yapıyoruz, diğerleri bu sanatı yozlaştırıyor” diyenlerdir.
Kamu Yönetimi’nde lisans ve İşletme alanında yüksek lisans dereceniz var. Doktoradan itibaren Sanat Tarihi’ne yöneldiniz. Akabinde ise ikinci üniversite olarak Felsefe tahsiliniz var. Bu tercihlerin arka planını zatıâlinizden dinleyelim…
Estağfirullah. Genel olarak sanata çocukluktan beri merakım olmakla birlikte, hat dersleri almaya, lisans öğrenciliğim esnasında başladım. Yüksek lisans yıllarımda ilk hat icazetnâmemi aldıktan sonra akademik çalışmalarımı hat sanatı alanında sürdürmeye karar verdim ve farklı branş mezuniyeti sebebiyle, bir yıl süren Sanat Tarihi Anabilim Dalı hazırlık eğitiminden sonra bu alanda doktoraya başladım. Felsefeye de epeyden beri ilgi duyduğum için nihayet doçentlikten sonra ikinci üniversite olarak İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde 4 yıllık lisans eğitimi alma imkânı buldum. Kırkından sonra yeni bir öğrencilik dönemi daha geçirmiş olmakla birlikte çok şükür “yüksek onur derecesi” alarak bu bölümden 2021 yılında mezun oldum. Bu sırada “Ya Hazret-i Pîr: Türk Hat Sanatında Tasavvuf Önderleri” isimli kitabımız için de yoğun bir şekilde çalışıyorduk. Ayrıca İlahiyat Fakültesi’nde esas hocalık vazifemiz olan lisans, yüksek lisans ve doktora derslerine de giriyorduk tabi.
Yine bu esnada gelen profesörlük kadrosu için hazırladığımız akademik başvuru dosyasının oldukça meşakkatli ve teferruatlı prosedürü için çalışmaktaydık. Yani her şey üst üste geldi. Bütün bunlara rağmen, Allah’a sonsuz şükürler olsun, hat sanatına hiçbir zaman ara vermeden eser vermeye devam ettim. Gecem, gündüzüm, hafta sonum, gezmem tozmam nerdeyse yoktu. Bu tempoya alıştıktan sonra insan birazcık boş kalacak olsa rahatsızlanıyor. Kendimi ait hissetmediğim bir yerde bulunmak zorunda kalırsam “vaktim boşa geçiyor” endişesiyle bende bir panik atak meydana geliyor. Çok gergin ve stresli oluyorum böyle zamanlarda. Bir an evvel oradan kurtulup çalışma masama kavuşmak istiyorum.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü Türk İslam Sanatları Tarihi Anabilim Dalı’nda İslam-Türk sanat irfanına dair hangi hizmetler veriliyor?
Bölümümüzde hat, tezhip, ebru, cilt gibi sanat dallarında da eser veren akademisyenler mevcut. Türk-İslam Sanatları Tarihi ve İslam Mimarisi üzerine teorik dersler olduğu gibi uygulamalı sanat dersleri ve atölyeleri de var. Yani İlahiyat Fakültesi içinde bir nevi Güzel Sanatlar Fakültesi gibi bir bölüm burası. Ayrıca 2020 yılında İslam Sanatları Tarihi Derneği’ni kurduk Anabilim Dalı hocalarımızla birlikte.
Dernek nezdinde neler yapıyorsunuz?
Bu dernek, Türkiye’deki bütün üniversitelerin İlahiyat Fakülteleri bünyesindeki Türk-İslam Sanatları Tarihi Anabilim Dalı öğretim elemanlarının muvafakatiyle kuruldu. Üç yıldır acizane başkanlığını yürütüyoruz ve pek çok faaliyet gerçekleştirdik. Çeşitli şehirlere sanat tarihi gezileri, yıllık akademik sanat tarihi seminerleri, konferans ve söyleşi programları tertip ettik.
Talebeleriniz sizden hangi dersleri alıyor?
Teorik ders olarak lisansta Türk-İslam Sanatları Tarihi, Geleneksel Türk Sanatları, yüksek lisans ve doktorada ise Klasik Osmanlı Mimarisinde Hat Sanatı, Hat Sanatında Ekoller, Geç Dönem Osmanlı Mimarisinde Hat Sanatı, Kitabelerin Estetik Tahlili gibi dersler alıyorlar. Uygulama derslerimizde ve atölyelerde ise sülüs, nesih, rık’a, ta’lik, divanî, celî divanî ve ma’kılî gibi dersler veriyoruz öğrencinin durumuna göre.
Atölye ve ‘Akademi’ çalışmalarınızı da konuşalım…
Millî Saraylar İdaresi Başkanlığı’nın Yıldız Şale’deki Klasik Türk Sanatları Merkezi’nde ve Albaraka Sanat Akademisi’nin Marmara İlahiyat Kültür Merkezi’nde hüsn-i hat derslerini yürütmeye devam ediyoruz. Şu ana kadar her iki atölyemizden de farklı yazı dallarında icâzet alan öğrencilerimiz oldu. Bazıları ise icâzete çok yaklaştılar. Bunun haricinde, İlahiyat Fakültesi bünyesinde de sülüs, nesih, rık’a gibi dönemlik hat derslerimiz var. Türk İslam Sanatları Tarihi ile alâkalı teorik derslerin haricinde. Bunlara da devam ediyoruz. Ayrıca yüksek lisans ve doktora dersleriyle tez danışmanlıkları var. Bütün bu resmî vazifelerimiz haricinde kendi çalışmalarımız var ki bunlar iki koldan ilerliyor. Bir kısmı kitap, makale gibi akademik türden çalışmalar, diğer kısmı ise eser verme kabîlinden hat çalışmaları… Şahsen her bir iş kolu için dengeli zaman ayırmaya özen gösteriyorum. Tabi bunu ne kadar başardığımı bilemem…
Var olunuz… Ve kitaplarınız… Türkiye Yazarlar Birliği’nden ödüllü Yâ Hazret-i Pîr: Türk Hat Sanatında Tasavvuf Önderleri isimli kitabınız tasavvuf önderlerinin sanat ve estetik yönlerine ışık tutan mühim bir çalışma. Sanatkâr postnişinler ve birbirinden âlâ keyfiyeti hâiz yazıları gündeminize hangi mülahazalarla dâhil oldu?
Asistanlık yıllarımda öncelikle Mevlevîlik ile hat sanatının yakın ilişkisi ilgimi çekmişti. Bu hususta bir tebliğ hazırlayarak bu sahaya adım atmıştım. Sonrasında bu konu, Nakşibendîlik, Bektaşîlik ve diğer diğer tarikatlar ile hat sanatının münasebetleri ekseninde devam etti. Derken bütün tarikat pîrlerinin isimlerinden teşekkül eden hat levhaları üzerine bir kitap hazırlama fikri doğdu. Zaten bu alanlarla ilgili birçok doküman toplamıştım. İyi bir kitap ortaya çıkması için eser fotoğraflarının da çok kaliteli olması gerekiyordu. Bu mesele tabi oldukça yorucu. Gerçi arşivimizde sadece bu konuyla ilgili olarak bile binlerce fotoğraf mevcuttu. Ancak hem yazı kalitesi bakımından hem de baskıya elverişli fotoğraf yönüyle bunları bir tasnife tutmak gerekiyordu. Ayrıca birçok müze ve koleksiyondan da eser fotoğrafı almak icab ediyordu. Dolayısıyla, yaklaşık 4 yıllık hummalı bir çalışmayla bu kitap ortaya çıktı. Kitabın istediğimiz evsafta neşredilmesi için şu anki YÖK Başkanımız, o zamanki Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Erol Özvar Beyefendi, sponsor bulunması ve kitabın kaliteli bir şekilde basılması için büyük gayret sarf etti. Kitabın konsept tasarımını üstlenen Yusuf Ünal da ciddi bir emek verdi. Neticede ortaya böyle bir prestij yayın çıktı ve çok şükür Türkiye Yazarlar Birliği tarafından ödüle lâyık görüldü.
Kitap, Türkiye’deki farklı çevrelerden ve hatta yurt dışından bile çok yoğun bir ilgiye mazhar oldu ama ne yazık ki hattat dostlarımızın birkaçı hariç, hattatlar camiasında genel olarak ya hiç fark edilmedi yahut görmezden gelindi.
“Yâ Hazret-i Pîr: Türk Hat Sanatında Tasavvuf Önderleri” son yıllarda okuduğum, beni heyecanlandıran en mühim sanat kitaplarından biri. Çok istifade ettim. Var olunuz. Yakın zaman önce okuyucularla buluşan Osmanlı’dan Bugüne Hat Sanatı serlevhalı kitabınız bu alandaki benzer çalışmalardan hangi yönleriyle tefrik edilmeli?
Bu kitabı bir prestij yayın olarak değil de daha ziyade lisans ve lisans üstü öğrencileri için bir ders kitabı olarak planladık. Kitapta, hat sanatı ile ilgilenen kimselerin bilmesi gereken tarihî ve teknik konulara, temel bilgilere, ayrıca daha önceki hat kitaplarında temas edilmeyen bazı başlıklara yer verdik. Görsel malzeme ile de mümkün mertebe destekledik ama kitabın asıl maksadı bir hat albümü olmaktan ziyade teorik malumat vermesi idi. Elbette eksikleri, kusurları olmuştur ama şu ana kadar çok büyük bir alâka gördü ve gayet olumlu geri dönüşler aldık. Yayınevinin çok satanlar listesine girdi. Kitabımıza teveccüh gösteren bütün sanatseverlere hususen teşekkür etmek isterim.
“HER İLİM EHLİ, HÜSN-İ HATTI DA MUTLAKA BİLMELİ (1444)”
“Çiçeği burnunda” eseriniz sanatseverlere lisân-ı haliyle neler anlatıyor?
“Hat Sanatı” kitabımız için de daha önceki “Yâ Hazret-i Pîr” adlı kitabımızda olduğu gibi, kadim geleneği yaşatmak adına bir tarih düşürdük: “Her ilim ehli, hüsn-i hattı da mutlaka bilmeli (1444)”. Aslında kitabın bütün muhtevası bu tarih mısraındaki ma’nâya hizmet etmesi maksadıyla meydana getirildi. Hüsn-i hat sanatını merak eden herkesin bilmesi elzem olan tarihçe, meşhur hattatlar, yazı çeşitleri, hat sanatının diğer sanat dallarıyla ilişkisi, mimaride hat sanatı, kitabeler, hat eserlerinde en çok rastlanan ibareler, karalamalar, meşk usûlü, restorasyon sorunları, günümüzde hat sanatı vb. pek çok başlığa yer verildi.
Hasbihalimize sizin ilave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?
Yazanların aynı zamanda okumasını, okuyanların da aynı zamanda yazmalarını ümid ederim. Sadece ilimle meşguliyet, bizi zevk-i selimden mahrum bırakmamalı. Sadece sanatla meşguliyet de akl-ı selimden uzaklaştırmamalı. Eğer bu iki hâssaya birlikte sahip olursak kalb-i selîme ulaşabiliriz inşallah.
Son olarak okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?
Hepsine selam, hürmet ve muhabbetlerimi sunarım. Sizlere de bu zarif mülâkatınız ve latif sualleriniz için çok teşekkür ederim.
İlginiz için teşekkür ediyorum hocam.
PROF. DR. FATİH ÖZKAFA
1974 Konya doğumlu. 1996 yılında Selçuk Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden ve 2021 yılında İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden (yüksek onur derecesiyle) mezun oldu. İlk üniversite eğitimi esnasında, 1994 yılından itibaren Hattat Dr. Hüseyin Öksüz’den hüsn-i hat dersleri almaya başladı. 2002 yılında ise sülüs-nesih dallarında icâzetnâme aldı. Ardından divanî, celî divanî ve ta’lîk yazılarını meşk etti. İşletme Anabilim Dalı’nda yüksek lisansını tamamladıktan sonra farklı branş hazırlık eğitimi alarak Sanat Tarihi Anabilim Dalı’nda doktora eğitimine başladı. 2005 yılında Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü’ne araştırma görevlisi olarak atandı. “İstanbul Selâtin Camilerinin Kuşak Yazıları” başlıklı tezi ile 2008 yılında doktorasını tamamladı.
2009 yılında yardımcı doçent, 2013 yılında doçent, bölüm başkanı ve fakülte yönetim kurulu üyesi oldu. Hat sanatı üzerine muhtelif kitapları, kitap bölümleri ve makaleleri yayımlandı. Yurt dışındaki ve yurt içindeki birçok uluslararası ve ulusal sergiye, sempozyuma, kongreye iştirak etti. Bazı sanat projelerinin küratörlüğünü ve bazı kitapların editörlüğünü yaptı. Ircica ve Albaraka tarafından düzenlenen uluslararası yarışmalarda sülüs, celî ta’lik ve muhakkak gibi muhtelif hat nevilerinde 5 kez uluslararası ödüle lâyık görüldü. Bazı uluslararası yarışmalarda jüri üyeliği yaptı. 2013-2016 yılları arasında Konya Büyükşehir Belediyesi sanat danışmanlığı görevini üstlendi.
2011-2018 yılları arasında iştirak ettiği ve Ramazan aylarında B.A.E. Kültür Bakanlığı organizasyonuyla Dubai’de düzenlenen Uluslararası Mushaf Buluşmaları’nda nesih, sülüs-nesih, muhakkak-sülüs-nesih, muhakkak-reyhanî ve sülüs-ince sülüs gibi muhtelif yazı nevileriyle toplam 6 Kur’an-ı Kerîm cüz’ü yazdı.
2016 yılından itibaren akademik hayatına Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü’nde devam etmeye başladı. Aynı yıl Albaraka Sanat Akademisi’nde hüsn-i hat hocalığına başladı. 2017 yılında, TCCB Millî Saraylar Danışmanlar Komitesi üyeliğine atandı ve Yıldız Şale Köşkü Klasik Türk Sanatları Merkezi’nde hüsn-i hat hocası oldu. Temmuz 2020’de, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü Türk İslam Sanatları Tarihi Anabilim Dalı’nda profesör oldu. 2021’de İslam Sanatları Tarihi Derneği Başkanı oldu. Yurt içindeki ve yurt dışındaki çok sayıda resmî ve özel koleksiyonda hat eserleri bulunmaktadır. Klasik ve modern hat kategorilerinde eserler vermekle birlikte akademik çalışmalarını sürdürmektedir. Felsefe ve İslam sanatlarından başka, edebiyat, fotoğraf, grafik tasarım ve sinema, ilgi alanları arasındadır.
İbrahim Ethem Gören 26.06.2023-Yazı No: 356