Esra Oğuzhanoğlu bu toprakların usta şahsiyetlerinden biri. Sanatçı, bir taraftan atölye çalışmalarıyla tezhip, kalemişi ve minyatür sanat nevilerinde her biri diğerinden âlâ keyfiyeti haiz eserler üretirken diğer taraftan da öz sanatlarımızı yeni nesillere öğretmekle meşgul oluyor.
Esra Oğuzhanoğlu ile sanat çalışmaları özelinde bir e-mülakat gerçekleştirdik.
İbrahim Ethem Gören: Esra Hanım okuyucularımıza kendinizi nasıl tanıtırsınız?
Esra Oğuzhanoğlu: 1979 doğumluyum. Aslen Rizeliyim. Çocukluğumdan beri resme karşı çok ilgim vardı. Sanırım bu genlerimizde olan bir durum ki; dedem, dayım, annem onlar da resme çok kabiliyetli insanlardır.
Sanat ve estetikle ilk irtibatınız…
İlkokulda daima yarışmalara katılır, sevdiğim insanlara resimler yapar kendilerine hediye ederdim. Boyalar, fırçalar yaşamımın bütün evresinde her daim benimleydiler.
Güzel Sanatlar Fakültesi tahsiline hangi mülâhazalarla adım attınız?
Bir memur çocuğu olarak büyüdüm ve tüm gayretlerim bir devlet kadrosuna girip hayatıma devam etmeye yönelikti. Sanatla iç içe olmama rağmen akademik olarak yeteneğimi profesyonel mânâda ilerletmeyi düşünmemiştim. Fakat ailem tayin sebebiyle Erzurum’a yerleşince oradaki çevremde güzel sanatlar fakültesine giden arkadaşlarım oldu. Bir anda ben de “neden olmasın!” dedim, sevdiğim ve istediğim bir şeyleri yapmalıydım hayatımda. O yıl Erzurum’da güzel sanatlar fakültesinin yetenek sınavına büyük bir gayretle hazırlandım. Dolu dolu bir çalışma döneminden sonra emeklerimin karşılığını nihayetinde almıştım. Artık ‘güzel sanatlar’daydım.
Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin ülkemizin sanat irfanı için ürettiği katma değere dair neler söylemek istersiniz?
Her şeyden önce Atatürk Üniversitesi benim için ve sanatım için atılmış çok büyük bir adım oldu. Kendimi keşfetmemde sanata farklı açıdan bakabilme yeteneğini öğreten hocalarımızın katkıları oldu. Okulumuz Türkiye’de Geleneksel Türk El Sanatları alanında Türkiye’nin öncü okullarından olup buradan mezun olup rüştünü ispat etmiş birçok arkadaşımız vardır.
Mezuniyetinizin ardından bugüne kadar sanat ve estetikle geçen çeyrek asrı özetlemenizi istirham ediyorum.
Hiç sormayın! Hem çok güzel hem de bir o kadar da gurur vericiydi. Fakat sizlere bu cümleyi kurabilmek yazıldığı gibi kolay olmadı. Üniversiteden hocamız olan sayın Prof. Dr. Süleyman Berk hocamızın çok kıymetli desteğiyle İstanbul’da sanat ve çalışma hayatımıza başladık.
Eşimle sınıf arkadaşıydık. Mezun olup evlendikten sonra İstanbul’da İSMEK’te çalışmaya başladım. Aynı zamanda atölyemizde siparişler ve sergi çalışmalarımıza devam ettik. Yıllar içerisinde Klasik Türk Sanatları Vakfı, Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi gibi kurumlarda görev aldım.
2004 yılında eşimle birlikte kurduğumuz Mavi Portakal Sanat Atölyesi’ni 2015 yılında kurumsal bir firma haline getirerek, sadece tezhip değil; kalemişi ve restorasyonu da içine alan bir yapıya dönüştürdük. Çünkü bunu yıllar içerisinde bir gereklilik olarak gördük, alandaki yetersizlikler ve ihtiyaçlar bizi bu alana yöneltti.
1999 yılından bu yana sayısız Hilye-i Şerif ve levhaların yanı sıra birçok tarihi eser restorasyonu ve yeni eserlerin tezyinatına katkı sağladım.
Şimdi neler yapıyorsunuz? Gündeminizde neler var?
Hâlâ tezhip çalışmalarına devam ediyorum, fırsat buldukça sulu boya çalışmaları da yapıyorum. Farklı arayışları seviyorum… Bunun yanında çeşitli materyaller üzerinde resim çalışmalarım oluyor. Bunu tamamen hobi amaçlı yapıyorum. Kendimi yine sanatla dinlendiriyorum diyebiliriz.
Yakın zamanda başlayacağımız Levent Barbaros Hayrettin Paşa Camii’nin desen ve atölye çalışmaları için büyük bir gayret içindeyiz, şu anda eşimle birlikte bu alanda mesai sarf ediyoruz.
Tezhip, minyatür ve kalemişi alanlarında eser üretiyorsunuz. Öz sanatlarımızda neler arıyorsunuz?
Açıkçası geçmişten asla kopamam, klasiğe bağlıyım diyebilirim. Bu nedenle öğretilerimin temelinde klasik üsluptan sapmadan bir şeyleri başarmak vardır; tabii ki geçmişe bağlı, geleceğe heyecanlı bir bakış açısıyla. Kalıplara sığmayıp, kabuğunu kırmış, klasik kaidelerle sağlam bir vücut bulmuş bir sanat üslubu arayışındayım.
ESRA OĞUZHANOĞLU: SANAT, HER ESERLE YENİDEN ŞEKİLLENEN BİR ALANDIR.
Aradıklarınızın ne kadarını buldunuz?
Sanatsal manada belli bir yol alımı söyleyebilirim, fakat yol çok uzun ve bu yolda ilerliyorum. Bu sonu olmayan bir sanat serüveni. Her geçen günün size kattıklarıyla gelişen, her eserle yeniden şekillenen bir alandır sanat.
Tezhipte yeni arayışlar nezdinizde hangi karşılıkları buluyor?
Tezhip benim nezdimde sadece murakka’ üzerine yapılan bir sanat değil; ‘yerine göre ahşap üzeri bir hilye yerine, göre tuval üzerine nakşedilmiş dekoratif bir süsleme, yerine göre mimari bir alana bezenmiş kalemişi’ diyebilirim.
Tezhip sanatına kendinizden hangi yorumları kattınız?
Unutulmaya yüz tutmuş, eğitim sisteminde de karşılaşmadığımız ahşap üzeri tezyinat üzerinde yoğunlaşmaya çalıştım. Tezhip çalışmalarımı, bir kalemişi tekniği olan rölyef kabartma kullanarak zenginleştirmeye çalıştım.
Asırlar sonrasına sarkaçlanacak bir tezhip eserini nasıl tarif ve tavsif edersiniz?
Öncelikle asırlar sonrasına kalabilecek bir eserin, bu hedefe yönelik kaliteli ve dayanıklı malzemeler kullanılarak yapımına başlanmalıdır. Bu aşamadan sonra ise sanatçının üslubu, zevk anlayışı, desen ve renk bütünlüğü, kullanılan teknik ve işçiliğin kalitesi bir eseri sonraki nesillere taşır.
Minyatür sanatı çalışmalarınız için de bir paragraf açalım…
Minyatür, üniversitede severek çalıştığım bir alandı. Birçok Levni minyatürlerim, şukûfelerim ve kişiye özel çalışmalarım oldu. Sonrasında İSMEK ve Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi’nde minyatür eğitmenliği yaptım. Geçmişte de çokça örneklerini gördüğümüz gibi ben de çalışmış olduğum eserlerde tezhip ve minyatürü bir arada kullanarak daha etkili bir anlatım dili yakaladığıma inanıyorum.
Ve kalemişi… Bu alandaki çalışmalarınıza göz atalım…
Kalemişi ile eşim vasıtasıyla tanıştım. Bir müzehhibe olarak diyebilirim ki; kalemişi, tezhipteki gibi geleneksel motifler kullanılarak yapılsa da bazı sanatçı arkadaşlarımızın dediği gibi tezhibin kabaca yapılmış hali değildir.
OĞUZHANOĞLU: KALEMİŞİ ÇOK ÖZEL BİR SANAT ALANIDIR.
Kalemişi tasarımın farklı bir bakış açısıyla dizayn edildiği renk ve desenlerin perspektif ve mesafeye göre orantılandığı, motiflerin büyümesiyle detaylanan çok özel, farklı bir sanat alanıdır.
Kalemişinin tezhipten çok farklı bir icrası vardır. Küçük bir murakk’adan büyük bir mekâna geçiş yapıyorsunuz, haliyle kullandığınız materyaller ve kullanım teknikleri değişmek zorunda…
Kalemişini bir süre deneyimledikten sonra benim için alışması zor olmadı. Bu alanda da çalışmalarıma severek devam ediyorum.
Günümüz kalemişi uygulamalarında kadın sanatçılarımız ne kadar etkin?
Üniversitelerimizde el sanatları ve restorasyon bölüm sayılarının artmasıyla birlikte kalemişi ve restorasyon sektöründe çalışan bayan elemanların sayısı da bir hayli arttı. Bunun yanında kendi derslerimizde yetiştirdiğimiz öğrencilerimiz de gerek bizimle gerekse farklı firmalarla çalışmalarına devam etmektedir. Özellikle bu derslerde kadın katılımcıların oldukça fazla olduğunu belirtmek isterim. Özellikle sanat eseri restorasyonu alanında kadın çalışan oranının erkeklerden fazla olduğunu söyleyebilirim.
Hangi mekânlarda kalemişleri yaptınız?
Türkmenistan Parlamento binası, İstanbul Kuzey Deniz Saha Komutanlığı, Bahriye Nazırlığı binası, Aziz Mahmut Hüdai Türbesi, Akdeniz Üniversitesi Camii, İstanbul Firuzağa Camii, Mahmut Paşa Camii, Gebze Arap Çeşme Camii, Giresun Müftüoğlu Feyzullah Efendi Camii ve Rize Gülbahar Hatun Camii gibi ülkemizde ve yurt dışında çeşitli eserlerde çalışmalarda bulundum. Halen de bu çalışmalara devam etmekteyim.
Eski eser restorasyonu alanında önemli hizmetleriniz söz konusu. Bu alana nasıl dâhil oldunuz? Yaptığınız çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz?
Evlendikten sonra eşim Abdullah Oğuzhanoğlu ile birlikte başladım. Kendisi sektörün içindeydi, aynı branş mezunu olduğum için ben de dahil oldum. Yaptığımız çalışmalar arasında kitap restorasyonları, hat ve tezhipli levha restorasyonları, çeşme, kitabe, türbe ve cami gibi mimari yapılar da bulunmaktadır.
Koleksiyonerler, müzeler, ilgili kurum ve kuruluşlar envanterlerindeki sanat eserlerinin restorasyon ve konservasyon süreçlerinde nelere dikkat etmeli?
Eserlerin, gerekli sayılan koruma ilkeleri doğrultusunda atılacak ilk adım; nitelikli bir araştırma ve belgeleme ile eserin durumunun tespitidir. Bundan sonraki aşama ise esere nasıl müdahale edileceğidir. Tesbitten yola çıkarak alanında mahir restoratörler ve uygun malzemelerle çalışmalara başlanır. Çalışmalar ise mutlaka düzenli aralıklarla alanında uzman kontrolörlerce denetlenmelidir.
Atölye çalışmalarınıza da değinelim…
1998 yılından beri hiç bitmeyen, sürekli kendini yenileyen aynı zamanda edindiğimiz tecrübeleri “bilgiyi ve tecrübeyi saklamadan” paylaşmayı düstur edinmiş bir atölye geleneğimiz vardır. Uzun bir dönem atölyemizde çalışmalarımızı sürdürdük. Daha sonra çocuklarımızın doğmasıyla birlikte evimizin bir odasını atölye olarak kullanmaya başladık. Atölye çalışmalarımız aktif olarak devam etmektedir.
Sanat sevdalıları size nasıl ulaşabilir?
Bizlere mavi-portakal@hotmail.com mail adresinden ulaşabilirler.
Eşiniz Abdullah Oğuzhanoğlu ile birlikte imza attığınız onlarca eserden birine odaklanalım…
Sorunuza istinaden, Hazine Bakanımız Sayın Nurettin Nebati beyefendi vasıtasıyla Uluslararası Kudüs Platformunda Sayın Cumhur Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a hediye edilen Kudüs isimli özel çalışmama değinebilirim. Çok emek sarf ettiğimiz, ciddi bir alt yapısı ve felsefesi olan bir eserdi. Mânâsı ve mâneviyâtı hasebiyle de bizde derin bir iz bırakan eserimizdir.
Yurtiçinde ve yurtdışında pek çok yerde sergi açtınız. Sergi süreçlerinizde sizde iz bırakan bir hatıranızı dinlemek isteriz…
Yıllar önce Beyoğlu Sanat Galerisi’nde kişisel sergimizi açmıştık. Açılıştan saatler sonra kapı girişinin önüne belediye tarafından bir tamirat için açılan kocaman bir çukur sayesinde sergimizde birkaç gün kimseyi misafir edemedik. Bizler bile zor şartlarda içeri girebiliyorduk. Zaman zaman üzücü gibi görünen olaylar hatıralarımıza karışınca gülümseten bir hale dönüşüyor.
Pek çok kurumun düzenlediği geleneksel sanatlar yarışmalarının değerlendirme kurulunda görev yapıyorsunuz? Yarışmalar gerçekten teşvik edici oluyor mu? Yahut amacına ne kadar hizmet ediyor?
Elbette ki yarışmaların teşvik edici olması, verilen ödüllerle orantılıdır. Bu yarışmaların sayılarının artmasıyla sanatseverlerin dikkatini çekiyor ve de nitelikli sanat eserlerinin ortaya çıkmasını sağlıyorsunuz. Rekabetin yapıcı etkisi olarak da çıtayı her daim yükseltmeye devam eden bir sanat anlayışına meydan veriyorsunuz.
Hasbihalimize ilave etmek istediğiniz konular nelerdir?
Son olarak… Klasik sanatlarımızı geçmişten günümüze taşıyabilmek adına sadece sanatçı yetiştirmek yetmez. Esasen, sanattan anlayan, estetik ve sanat zevki gelişmiş, güzel bakıp güzel gören bir nesil yetiştirmemiz lazım... Bunun için de savaşmamız gerekmekte… Bunu da ancak eğitimin temelinden başlayıp bütün kademelerine yayarak ciddi bir bilinç içerisinde uygulayarak yapabiliriz.
Unutmayalım, ya da bilelim ki; sanat bir milletin medeniyete attığı imzadır.
Teşekkür ediyorum Esra Hanım.
Ben de teşekkür ediyorum İbrahim Ethem Bey.
İbrahim Ethem Gören-18.08.2022/Yazı No: 310