DÜNDEN BUGÜNE BUGÜNDEN YARINA MİNYATÜR SANATI
Günümüzün önemli sanatçılarından Gülçin Anmaç ile dünden bugüne bugünden yarına minyatür sanatı üzerine konuştuk.
Minyatür sanatımızın duayen isimlerinden Gülçin Anmaç, tezhip ve minyatür sanatlarında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “Somut Olmayan Kültürel Miras Taşıyıcısı ve Geleneksel Türk El Sanatları Sanatkârı” unvanlarını haiz.
Anmaç tezhip çalışmalarına 1994 yılında Cahide Keskiner ile başlamış. Akabinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Cahide Keskiner başkanlığında düzenlediği Topkapı Sarayı Geleneksel Türk Süsleme Sanatları Kursu’nu 2002 yılında başarıyla bitirmiş. Sanatkâr aynı sene minyatür çalışmalarına Nusret Çolpan ile devam etmiş. Sanatçı, Nusret Çolpan’ın 2008 yılındaki vefâtına kadar atölyesinde, nakışhanesinde ve farklı mekânlarda sanat üretimi aktiviteleri ile eğitimlerinde hocasıyla beraber çalışmış.
Minyatür sanatçısı Gülçin Anmaç geleneksel sanatlarda kendi yolunu ve üslubunu oluşturmuş ustalardan biri. İstanbul’da yaşayan sanatkâr, bir yandan minyatür geleneğine yeni eserler ve isimler kazandırmanın heyecanını yaşarken, diğer yandan da sanatını tüm estetik birikimiyle birlikte yarınlara taşımaya gayret ediyor. Bu bağlamda bir yandan çiziyor, boyuyor, nakşediyor, yazıyor; diğer yandan da öğrenci yetiştiriyor, sergi açıyor; hâl ve kâl lisanıyla talebelerine emsal teşkil etmeye çalışıyor.
Sanatkâr ile minyatür çalışmaları, hocaları ve sanata bakışı üzerine sohbet ettik.
Geleneksel sanatlara yönelik ilginiz nasıl gelişti?
Resim ve sanata her zaman ilgim vardı ve üniversite eğitimim sırasında, aynı zamanda resim dersleri almaya başladım. Ama yağlıboya çalışmalarını çok detaylı ve ince yapınca, hocamın önerisi geleneksel sanatlar ile ilgili çalışabileceğim şeklinde oldu. O güne kadar hiç bilgi sahibi olmadığım bir dünyanın kapıları böylece önümde açıldı. Tarihle ve kültürümüzle sarmalanmış bu dünya, benim merkezime, bendeniz bu dünyanın derinliğine yerleştim ve minyatür sanatını incelerken bu sanatımıza hayran oldum.
Minyatür sanatında sizi ne/neler etkiledi?
Minyatürde beni ilk etkileyen renklerin özgürlüğüdür. Minyatür önce nakkaşını ve sonra seyredenini sonsuz bir masal dünyasının içine sürükler.
Bu noktada renklerin yeri neresidir?
Renk; atların mavisi, yerin pembesi, bulutun yeşili, suyun gümüşü, gökyüzünün altın halidir, yani gerçekte olmadığı gibidir. Öncesinde renklerimiz tüm parlaklığı ve netliği ile yerleşir zemine ve onları sınırlayacak iyice görünür kılacak, saracak çizgilerini bekler.
Peki, çizgiler, nesneler ve figürler…
Çizgiler elimizde olan tek boyut verme unsurudur. İnceli, kalınlı yani bizim dilimizde nüanslı tahrir olarak çektiğimiz çizgiler, hem derinliği, hem kalınlığı, hem de hacmi verebildiğimiz tek unsurumuzdur. Minyatürlerde genelde bütün konulara kuşbakışı bakılır ama objeler önden görülür ve nesneler birbirinden bağımsız olarak ele alınıp, her biri en iyi anlatılacak şekilde çizilir.
Minyatür sanatına nasıl başladınız? Hocanız/hocalarınız kimdir? Kaç yıldır bu sanatla meşgul oluyorsunuz?
Minyatüre hemen başlayamadım. Bu sanata ilk adımımı Cahide Keskiner Hocamın atölyesine attım ama ilk olarak tezhip öğrenmem gerektiği anlatıldı bana. Bence bu doğru bir düşüncedir. Tezhip sanatı, desen bilgisi ve bu sanatların gelişimini anlamak açısından çok önemlidir. Çok titiz bir hocaydı, örneğin neredeyse bir yıl karakalem desen çalıştım ama bu gayret, kendi deseninizi çizebilmeyi getiriyor aynı zamanda. Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Cahide Hocamın düzenlediği Geleneksel Türk Süsleme Sanatları Kursu’nu bitirdim ve sonrasında Nusret Çolpan Hocam ile minyatür çalışmalarıma devam ettim. Neredeyse yirmi beş yıldır bu sanat, hem içerisinde kaybolmamı ve hem de nefes almamı sağlayan bir meşguliyet oldu. Bu yolda benim büyük şansım, iki kıymetli hocam Cahide Keskiner ve Nusret Çolpan’dır.
ÖZ SANATLARIMIZIN İKİ DUAYENİ: CAHİDE KESKİNER VE NUSRET ÇOLPAN
Hocalarınıza değinir misiniz?
Cahide Keskiner Hanım çok titiz bir hocaydı, örneğin, neredeyse bir yıl karakalem desen çalıştım ama bu gayret, kendi deseninizi çizebilmeyi getiriyor aynı zamanda. Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Cahide Hocamın düzenlediği Geleneksel Türk Süsleme Sanatları Kursu’nu bitirdim ve sonrasında Nusret Çolpan Hocam ile minyatür çalışmalarıma devam ettim. Neredeyse yirmi küsur yıldır bu sanat, hem içerisinde kaybolmamı ve hem de nefes almamı sağlayan bir meşguliyet oldu. Bu yolda benim büyük şansım, iki kıymetli hocam Cahide Keskiner ve Nusret Çolpan’dır.
Nusret Çolpan isminin anılması sizde nasıl bir çağrışıma sebebiyet veriyor?
Benim için çok şey ifade ediyor. Minyatür sanatının, sindirilmesi kolay olmayan bir matematiği, kendi doğruları vardır. Hocam bunu çözmüş nadir kişilerdendir. Ders vermeye başladığı anda hocamın derslerine başladım ve toplam altı yıl süren hocalığı boyunca, çok yoğun çalışan, üreten bir öğrencisi olmaya gayret ettim. Nusret Hocamın vefatına kadar atölyesinde, farklı mekânlarda sanat aktiviteleri ile eğitimlerinde beraber çalıştım. İlk üç yıl kadar bir süre sanatımız ile ilgili yorumlarını ve çizimdeki çözümlerini anlamakta çok zorlandım, ondan sonra her şey benim için daha anlaşılır oldu ve söyledikleri yerini bulur oldu. Bizim işlerde çok sayıda ama kaliteli iş üretmek önemli, çünkü her bir çalışma bir ders niteliğinde size yol aldırır ve öğrenmek hiç bitmez. Kendisi, geniş vizyonu, özgün kompozisyonları, farklı materyaller üzerinde yaptığı çalışmaları ile bu sanat için önemli bir mihenk taşıdır. Erken yaşta aramızdan ayrılmış olması, özellikle bizim sanatımızın yol alışı için çok önemli bir kayıptır.
Minyatürde ekollerden bahseder misiniz?
Nusret Hocam vefat ettiği zaman, çok ünlü sayılan hocalarımızdan birisi “Hocanız öldü ve O’nun tarzı bitmiştir, böyle bir ekol yoktur” demişti. Sanatta, sanatçının ve özgün eserlerinin kabul edildiği noktanın görülebilmesi için uzun bir zaman aralığı gereklidir. Yani hiç birimiz yaşadığımız zaman aralığında bunu göremeyiz, bizim ürettiklerimizin bir ekol olarak değerlendirilmesi daha uzun bir zaman aralığında gerçekleşecektir.
İçinde yaşadığımız an bulanık bir su gibidir, durulduğuna ve gerçek değerlerin ortaya çıkmasına biz şahit olamayacağız. Bu yüzden yer, mevki ve güç edinen, “ben oldum” diyen, çevresi geniş ve sanatı kabul görmüş gözüken her kimse, aslında yüzyıl sonra bambaşka şekilde anılabilir; özgün hiçbir eser meydana getirmeyen, süslemeciliğin dışına çıkamayan, ürettikleri kopya olan, sadece işçiliğe dayanan veya sanatı adına sağlam bir söz bırakmayan ve olası bunlar gibi yorumlar.
İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ DURUMU GELECEK ANLAMLANDIRACAK
Biz içinde olduğumuz durumu anlamlandıramayız, gelecek bunu yapacak ve biz zaten bunu göremeyeceğiz. Bu yüzden an itibarıyla yapılan tüm didişme, sahiplenme ve ötekileştirmeler bana çok anlamsız gözükmekte.
Osmanlı-Türk minyatürünün özellikleri nelerdir?
Osmanlı minyatür sanatı, yaygın olarak ilk önce kitap resimleme sanatı olarak kabul görmüş ve metni açıklayıcı, destekleyici olarak yüzyıllar boyunca yazma eserlerde kullanılmıştır. Kuvvetli bir anlatıma ve kendisine özgü bir estetik yapıya sahip olan bu sanat, asırlar boyunca değişik kültürler ve çeşitli üsluplar altında gelişimini sürdürmüştür.
Türk minyatür sanatında hayal ürünü olmayan, gözleme ve belgelemeye dayalı olan çalışmalar sık görülür. Her şey doğru çizilirken aynen çizilmekten kaçınılmış, soyutlama büyük bir uyum içerisinde kullanılmıştır. Mimari unsurlar da aynı çerçevede, farklı yönlerden bakılarak ve iç, dış mekânlar bir arada gösterilerek çizilir. Figürler boyutsuz, derinlik vermeden nakşedilir. Her şey, çizgiyle belirtilerek en ince ayrıntısına kadar işlenerek, renkler net ve temiz bir akıtma tekniği ile boyanır. Yüzyıllar içerisinde hep var olmuş bu sanat şüphesiz farklı dönemler, nakkaşlar ve teknikler geçirmiştir.
MİNYATÜR ANI İSPAT EDEN BELGELERDİR
Osmanlıdan günümüze tevarüs eden pek çok minyatür var. Bunlar minyatür mü? Belge mi? Sanat eseri mi? Yahut ne?
Aslında hepsi diyebiliriz. Matrakçı Nasuh’un topografik minyatür çalışmaları bize mekânların özelliklerini, şehrin yerleşimlerini, mimari yapılarını, doğal bitki örtüsünü gösterir. Örneğin Surname-i Hümayun, Nakkaş Osman tarafından minyatürleri yapılan bir eserdir ve Şehzade Mehmet’in elli iki gün süren sünnet düğünü nedeniyle yapılan geçit törenleri anlatılmaktadır. Levnî tarafından minyatürleri yapılan Surname-i Vehbî isimli eser ise, diğer Surname’den iki yüz yıl sonra nakşedilmiştir. Bu iki eser sayesinde eğlenceler, şenlikler, figürler ile dönemin giyim ve diğer özelliklerini, saray geleneğini, gündelik hayat okumalarını minyatürler sayesinde görsel olarak yapabilmekte ve hatta dönemleri bile karşılaştırabilmekteyiz. Böyle birçok örnek sayabiliriz ki kitapların içinde görsel birer belge olarak anı ispat eden minyatürlerdir ve aynı zamanda hem tarihî bir belge, hem döneminin sosyal yaşamını aksettiren bir anlatım aracı, hem nakkaşın elinden özgün bir sanat eseridir.
‘Minyatürde perspektif olur mu olmaz mı?’ tartışması var. Bu konuda da düşüncelerinizi öğrenmek isterim.
Bu sanatı gerçekleştirirken nakkaş, yaptığı her çizimde doğayı, canlıları birebir ve aynen kopyalamaktan özellikle kaçınır, belli oranlarda da onları stilize eder, gölge ve derinlik kullanmadan anlatmak istediğini resmeder. Bu anlayışın ardındaki ince düşünce; yeni şeyler yaratmış olmak düşüncesinden kaçınarak bir şeyleri anlatabilmek için yaratılmışları aynen olmamak şartıyla resmetmektir. Ben bu sanatın özünü oluşturan ince düşünceye yaptığım her çalışmada elimden geldiğince uymaya çalıştım.
MİNYATÜRDE PERSPEKTİFİN OLMAMASI EKSİKLİK DEĞİLDİR
Minyatür sanatında perspektif olmaması bir eksiklik değil bilakis artı bir durumdur. Bu bize, bir konunun tam ve gerçekçi olarak anlatılmasını mümkün kılar iken, resmin masalsı ve naif yönünün her zaman korumasını sağlar. Eğer özgün bir kompozisyon oluştururken minyatürün sağlam matematiğini hâlâ anlayamadıysanız, uygulamaya yansıması hiç kolay bir konu olmayan perspektif kullanmamak sadece çözümsüzlük getirir. Ama minyatür okumalarını kendi içinizde aşabildiyseniz, perspektif kullanmamak size yepyeni bir pencere açar ve sanat o noktadan sonra başlar. Perspektife bağlı kalmamak, bütün ayrıntıyı olduğu gibi yansıtabilme üstünlüğü sağlıyor. Ayrıca artık çağdaş bakış, bir objeyi olduğu gibi görmeme şeklinde ve bu zaten minyatür bakışıdır.
Türk minyatürü ile İran minyatürü arasında ne tür belirgin farklar ve benzerlikler vardır?
Geçmiş yüzyıllarda ülke sınırlarını ve yönetimlerini günümüz gibi düşünmemek gerekir. Yüzyıllar boyunca, sürekli kültür ve nüfus hareketi ve sınır değişiklikleri yaşanmıştır. Ülkemizde bir dönem tarih içerisinde yaşanmış olan gelenekli sanatlarımız ile oluşmuş kopukluk günümüzde hızla kapanmakta ve bu sanatların eğitimine ulaşabilme kolaylığı sayesinde icracıların sayısı giderek artmaktadır. İran minyatür sanatı geleneğinde ve eğitiminde böyle bir kopukluk yaşanmamıştır. İran minyatürü bizim minyatürümüzde kullanılan belgeleme geleneğinden farklı olarak, minyatürlerde şiir, efsane ve hikâyeleri çok sık kullanmıştır. Eserler daha girift, yoğun işçilikli, ayrıntılı ve tezhip ile çevrilidir. Perspektif, gerçekçi gözüken figürler ve gölgeleme rahatlıkla kullanılır.
TÜRK MİNYATÜRLERİ SADE VE GERÇEKÇİDİR
Festivallerde tanıştığım İranlı sanatçılar, birkaç nesildir bu işi yapan ailelerden gelmektedirler. Her bir sanatçı çok iyi suluboya ve diğer boyama tekniklerini kullanabilmektedir. Ama bu sanatçılarda sanatın tekrarları çok fazla görülmektedir. Bizim minyatür sanatımız her zaman daha sade ve gerçekçi olmuştur. İki değişik kültür birbirinden daha aşağı veya üstün olarak kıyaslanamaz, kendi doğruları içerisinde şartları ve gelişimleri, kabul görmeleri farklıdır. Özellikle figür çalışmalarında, ülkemizde bazı günümüz sanatçıları İran etkisi taşımakta ve eleştiri almaktadır. Bu bir kişisel tercihtir.
Tarihte kendinize örnek aldığınız bir minyatür ustası var mı?
Rey seramiklerin yalın güzelliğini, Varka ve Gülşah’ın naifliğini, Mehmed Siyah Kalem figürlerinin çok sert olan gerçekçiliğini, Şehname ve Surname minyatürlerini, Kelile ve Dimne hikâyelerindeki doğa tasvirleri,niMatrakçı Nasuh’un şehir betimlemelerini, Nigârî’nin figürlerini, Nakkaş Osman’ın hikayeciliğini, Levnî’nin renklerini, Nakkaş Hasan’ın meleklerinin canlılığını ve bir çok şeyi örnek almışımdır kendime… Her birinin minyatürlerini görmek, benim gönlümde bir mutluluk nedenidir.
MİNYATÜRDE İÇİMDEN GEÇEN HİKÂYELERİ RESMEDİYORUM
Hayranı olduğum çok sanatçı var ve ayrıca bunlar sadece minyatür sanatından değiller. Sanatın bizimle ilgili olan bölümü bile yüzlerce yılı ve çok geniş bir coğrafyayı kapsıyor. Büyük savaşların, sayısız göçlerin yaşandığı bu topraklarda kültür ve sanatta sürekli etkileşim ve değişim içerisinde olmuş. Çalışma konularımı seçip resmederken tek istediğim, içimden dökülen hikâyeleri en iyi şekilde anlatabilmek. Sanat çoklu beslenmelerle zengin meyvelerini verebiliyor, az önce arz ettiğim her bir sanatçı ile eserlerinin ve daha nicelerinin üzerimde hakkı vardır.
Minyatür konularını nereden alır? Sadece tarihi konular mı var? Güncele değinmez mi minyatür sanatçısı?
Nakkaşlar dini konulardan yöneticilerin yaşam biçimlerine; şehir tasvirlerinden önemli olaylara kadar birçok konuyu işlemişler. Osmanlı minyatürlerinin çoğunda günlük yaşam anlatılır; padişahın seferleri, gezilen şehirler, şehzadelerin sünnet düğünleri, av partileri resmedilmiştir. Bizim minyatür sanatı geleneğimizde tarihi belgeleme üzerine yapılan çalışmalar daha yaygındır. Fotoğrafın olmadığı bu zamanlarda yapılan iş çok önemlidir ve kayıtların doğru olmasına çok dikkat edilmiştir.
YAŞADIĞIMIZ DÖNEM ESTETİK DÖNEM DEĞİL
“Neden günümüzde geçmişi çalışmak daha çok tercih ediliyor?” sorusuna şöyle cevap verebilirim. Çünkü yaşadığımız dönem estetik bir dönem değil, her şey ve herkes birbirine benziyor. Neredeyse eski yerleşimlere ait özellikler olmasa tüm şehirler birbirine benzeyecek, her yerde aynı giyim, araba ve diğer bezer şeyler kullanmakta… Hayatımıza güzellik katan doğal unsurları yok ettik ve eski hikâyelerin, sevdaların, yaşanmışlıkların derinliği bu zamanlarda yok ne yazık ki.
Günümüzü ve yaşadığımız dönemi ben kendi adıma genellikle şehirler olarak çalışıyorum. Bu estetik yoksunluk, şehrin sadece beton ve çatıdan oluşan bazı bölgelerini çalışırken beni de çok zorluyor. Ama zamansız minyatürler her zaman doğa minyatürleridir ve kendi adıma en çok doğa çalışmayı severim.
MİNYATÜR SANATINDA FABRİKASYON TEKNİĞİNE DAYALI ÜRETİME GİRİLDİ
Türkiye’de minyatür sanatında ve yeni tasarımlarda görünen sorunlar nelerdir?
Günümüzün şartları; çok hızlı yaşama, çabucak tüketme, az emek verme, kolay yol alma üzerinden işliyor. Bizim gelenekli sanatlarımıza ve aslında insan ruhuna çok aykırı bu durumun yıpratıcılığını yaşıyoruz. Sanat üretimi bu hızlı tüketime cevap vermek için, fabrikasyon tekniklere ve kopyacılığa dayalı bir üretime girdi. Zeminde airbrush ile hazır şablonların kullanıldığı ve çok az bir köşesine işlerin yapıldığı, bu yüzden algıda kopukluğun ve fabrikasyon hissinin baskın geldiği işleri çok görür olduk.
MİNYATÜRDE KALICI ESER ORTAYA KOYABİLMEK İÇİN DEMLENMEK VE DERİNLEŞMEK GEREKİR
Minyatürde konu sıkıntısı mı var? Kataloglara basılanlara bakıyoruz, yarışmalara katılan, ödül alan minyatürlere bakıyoruz neredeyse hepsi birbirinin kopyası? Boğaz, gemiler, Topkapı Sarayı, sultanlar alıp başını gidiyor? Bu açmaz nasıl aşılacak?
Teknik her zaman mükemmel bir şekilde öğrenilip uygulanır. Ama özgün eserler üretmek daha farklı artılar ister. Çok okuyup araştırmadıkça ve “Bu işi niye yapıyorum?”un cevabını dürüst bir şekilde vermedikçe kendi yolunuz oluşmaz. Konu sıkıntısı hiçbir zaman olmaz ve dediğiniz unsurların birçok insan tarafından sayısızca tekrar edilmesinin tek bir cevabı olabilir: kolaycılık. Özgün eserler oluşturmak çileli, uzun bir yoldur ve ulaşabileceğiniz karşılık belirsizdir. Çok çalışmak, sebat etmek, anlamak ve bilinçlenmek gerekir. Ben çok çalışmama ve Cahide Hocamdan iyi bir alt yapıya sahip olmama rağmen, ilk üç yıl Nusret Hocamın çiziminde kullandığı çözümlerini anlayamadım. Hemen olabilen bir iş değil, demlenmek ve derinleşmek gerekiyor.
Minyatür sanatımızın ilerlemesi için bireysel başarılar yeterli değildir. Çoklu çabalar gerekir, bu yüzden farklı tarzı olanların zenginliği ve üretimi ile sanat yol alacaktır. Geriye kimden ne kalacağını ve sanat tarihi içerisinde kimlerin kabul göreceğini zaten zaman belirleyecek.
Minyatür-resim ilişkisi üzerine neler söylemek istersiniz?
Minyatür zaten bir resim sanatıdır ve başlangıçta yazma eserlerdeki konuların detaylı bir çalışma ile süslenerek resimler ile açıklanması amacıyla kullanılmıştır ve yapılırken gelenekli sanatların teknik kurallarına uyulur. Eski kaynaklarımız, kitap resmi için “Nakış resim”, “Tasvir sanatı”; minyatür yapan için de ‘resim yapan, ressam’ anlamında “Nakkaş”, “Musavvir” demiştir. Şahsen “Minyatür” terimini kullanmaktan çok hoşlanmıyorum ama dilimize ve belleğimize bu şekilde yerleşmiştir. Minyatür sanatı az önce belirttiğimiz felsefesi ve kendi içindeki kompozisyon kuralları ile boyama tekniklerinin farklılıklarından dolayı resim sanatından ayrı bir alana yerleşir. Minyatürde perspektif, derinlik, gölgeleme kullanılmaz ama boyutsuzluk elbise desenleri, saç ve sakal, mekânda bulunan ayrıntılar, ağaç yaprakları veya yerdeki bitkiler gibi ayrıntıların zenginliği ile aşılır.
YAZMA ESERLERİN SAYFALARININ KOPARTILARAK ÜZERLERİNE MİNYATÜR YAPILMASI BENİ ÇOK RAHATSIZ EDİYOR
“Piyasa işi” veya “Kapalıçarşı işi” denilen minyatürler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Genellikle el yazması veya matbu eski kitapların (ki matbu eser bile olsa, eski kitaplar çok değerlidir) sayfaları koparılarak, bunların üzerine şablon desenler ile seri ve çok kaliteli olmayan turistik amaçlı işler üretiliyor. Hatta bu kitaplardan arda kalan ciltler üzerine minyatürler yerleştiriliyor ve sanat eseri olarak sergileniyor. Ben yapmadım ve bunu yapmamak, ekonomik olarak ayakta kalmak, sanatıma devam edebilmek için sanatla ilgisi olmayan işime aralıksız devam ettim. Ama minyatür yapan çoğu kişi piyasa işi yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir. Bu işlerde beni çok rahatsız eden ve uzak durmama neden olan esas konu şudur; eski kitapların parçalanması, sayfalarının koparılarak zemin kâğıdı olarak kullanılması.
TEZHİP VE MİNYATÜR İKİ AYRI SANAT DALIDIR
Minyatürle tezhip tezhiple minyatür birbirine yaklaşıp iç içe mi giriyor? Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Gelenekli sanatların mantığını, kurallarını, desenleri ve özgün kompozisyon oluşturmayı ilk olarak tezhip eğitimi ile öğrenmek bence önemlidir. Aynı zamanda bu sanat ile başlayarak el maharetinizi geliştirirsiniz. Örneğin ben bu noktada öğrendiğim desen bilgimi daha sonra takı ve çini alanındaki çalışmalarımda çok kullandım.
Ama tezhip ve minyatür iki ayrı sanat dalıdır. Kendi doğruları ve amaçları farklıdır. Ben bu iki sanatı beraber kullanmayı biraz kolaycılık olarak görüyorum ve yapılan işler ne yazık ki kolaj görüntüsünden kurtulamıyor. Minyatürde özgün ve net bir bakış getirilemediği zaman, ilk bakıldığında çalışmada gelenekli sanat düşüncesini uyandırmak için altın, tezhip, tuğra gibi örneklerle desteklemek yaygın bir davranış oldu. Minyatürün konusu gerektirdiği için desenler kullanılır, mesela mimarisinin taş deseninde, kumaşının işinde veya hat kullanılır. Örneğin bir gazel, hat ile yazılır ve kenar hikâyesi minyatür ile yapılır. Ana kompozisyon başka sanatlarla oluşturuluyorsa bunu cevabının iyi verilmiş olması lazım gelir. Ben, her zaman minyatürün tek başına ve tüm ihtişamıyla yerleştiği çalışmaları tercih ederim.
İSLÂM SANATI MANADA DEMLENEREK GERÇEKLİKTEN STİLİZASYONA YÖNELMİŞTİR
Özelde minyatürde genelde sanatta bir çalışma kolayca eser niteliğini kazanabilir mi?
Sanat eseri olarak değerlendirdiğimiz çalışmaların kendi döneminde bu payeleri almaları daha nadirdir. Üzerinden geçen onlarca ve yüzlerce yıllık süreçte, taşlar yerine oturduğunda bu eserler ve sahipleri yerlerini bulur.
İslam sanatı ile Batı sanatı arasındaki farklılıklar için neler söylemek istersiniz?
Sanatı, onun gelişme sürecinde beslendiği felsefe ve tarihi ile birlikte ele aldığınız zaman anlayabilir ve daha önemlisi anlamlandırabilirsiniz. İslam sanatına baktığımızda, doğayı olduğu gibi taklit eden realizmden kaçınmak ve nesneleri soyutlaştırarak ifade etmek en önemli özelliktir. Sanatkârlarımız nesne ya da figürleri aynen resmetmek yerine onları yorumlayıp stilize ederek tasvir etmeyi tercih etmiştir. Bu yönü ile İslâm sanatı, manada demlenerek derinden yüzeye, gerçeklikten ise stilizasyona doğru yönelmiştir. Batı sanatında ilerleyiş ise yüzeyde derinliğe ve gerçeğe doğru gelişmiştir.
SANAT RUHLARI BİRLEŞTİREN BİR UNSURDUR
Bir cümleye sanatı sığdırın diyecek olursak cevabınız ne olur?
Sanat gönlü Hakk yolunda olan insanları birleştiren, ruhları besleyen, gönülleri yumuşatan bir unsurdur.
SANATKÂRI RENKLERİN ÖZGÜRLÜĞÜ ETKİLEMİŞ
MİNYATÜRDE İNCE İŞÇİLİK VE AYRINTI ÖNEMLİDİR
Konu olarak önem taşıyan nesne veya figürler bazen daha büyük gösterilir. Minyatürde perspektif, gölge-ışık tamamen yok denilemez ama kısıtlı olarak tercih edilmiştir.
Sanatınızda perspektifin olmayışı işçiliğe nasıl yansıyor?
Minyatürde perspektif olmayışı eksiklik değil, bütün ayrıntıyı olduğu gibi yansıtabilme üstünlüğü sağlamaktadır, çağdaş bakış bir objeyi olduğu gibi görmeme şeklindedir ki bu da minyatür bakışıdır. Minyatür sanatının derinliğini oluşturan asıl unsur perspektif değil, ince işçilik ve ayrıntıların zenginliğidir.
Çalışmalarınızda motivasyon nerelerde duruyor?
Çalışmalarım eğer dış destekle ve motivasyon beklentisiyle olsa, sanat hayatıma bir gün devam edemezdim, onlarca defa bırakmıştım, çünkü sayısız engel her zaman karşılaştığım bir durumdu. Bundan dolayı öğrencilerime hiçbir engelin size set vurmasına izin vermeyin derim.
Minyatür sevdalılarına nasıl bir masaj iletmek istersiniz?
İYİ NİYET VE GAYRET ENİNDE SONUNDA KARŞILIĞINI BULUR
Az uyuyun, az konuşun, çok disiplinli olun, sadeleşerek zenginleşin, sebat ile çalışın. En önemlisi kimin ne dediğine değil sadece kendi işinize bakın, bu ülkenin üretene ve işini iyi yapana ihtiyacı var. Ne yaşarsanız yaşayın, olumlu bakın, güçlü kalın, elinizde olan şartlarınızla yılmadan devam edin, hep yeni şeyler öğrenin ve üretin, iyi niyet ve gayret eninde sonunda karşılığını bulur.
Gülçin Anmaç
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni ve Kadir Has Üniversitesi Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Lisans Programını tezli olarak bitirmiştir. Cahide Keskiner’den tezhip, minyatür ve Nusret Çolpan’dan minyatür eğitimi almıştır. Yüzün üzerinde sergiye katılmış ve çalışmaları elliden fazla kitapta basılmıştır. Çeşitli projeler, kitap, berat, afiş, ambalaj, ödül, takı, büyük ebatlı duvar çini pano, animasyon ve belgeseller için minyatür çalışmaları ile desen tasarımları yapmıştır. Farklı kurumlarda minyatür dersleri vermekte ve kendi atölyesinde sanat çalışmalarını sürdürmektedir.
Mülakat: İbrahim Ethem Gören
Fotoğraf: Ahmet Bilal Arslan