AYŞE ÖZKAN: İYİ BİR ÇİNİCİ ÇOK OKUMALI, ARAŞTIRMA YAPMALI…

AYŞE ÖZKAN: İYİ BİR ÇİNİCİ ÇOK OKUMALI, ARAŞTIRMA YAPMALI…

 

Ülkemizin önde gelen çini sanatçılarından Ayşe Özkan ile çini sanatı yolculuğu ve çinicilik üzerine konuştuk.

 

Ayşe Hanım sizi tanıyabilir miyiz?

Nerede, nasıl doğup yaşadığımdan ziyade bu soruya "Hayatı keşfetmeye çalışarak yaşadım, yaşıyorum" diye cevap vererek başlamak istiyorum kendimi tanıtmaya...

Çini sanatını varoluşsal amacına yatkın görüyorum, “fırça ve renk” ikilisiyle, “insana” ahenkli deyişler bırakarak, yeni projelerle eserler vermeye çalışıyorum.

İnsanın gördüklerine karşı tahammülü zorlaşınca, dilimi susturup, fırçamı işlemeye, kendimi “renk, ışık, motif “ eğitimine sokmak istedim. Ailemde neler gördüm neler. Bunlardan birisi elyazması Kuran-ı Kerim’di. Kenarlarındaki tezhip/ içindeki renkler beni çok etkilemişti. Kütahya Çini Ustaları  da benim için en iyi izleklerdi. “Toprak- yanmak-pişmek” eylemlerinin hepsini ruhuma çok yakın buldum. İnsan yolculuğuna içindeki yürüyen kuşları da katmazsa, evrenin ışıkları söner. Ben de sanatın bu dalıyla, tüm ışıklarımı yakabilme yolundayım”

 

“Pişmek hiç te kolay değildir.’” diyorum.  Çini ile insan arasındaki bağlantıyı da şöyle ifade ediyorum“ İnsan da Çini de topraktan. İkisi de sırdan müteşekkil/oluşmuş. İnsanın da badireleri vardır. Çini de insan gibi ateşle sınanır. Dünyada /fırında ya çatlar/yok olur/ kül olursunuz ya da tam tavında pişmeyle, ruhunuzun motifi ölümsüzlüğe doğru gider.”

 

Günümüzde karanlıklar çağı diye adlandırılan her şeyin endüstrisi olan bir çağda, güzele ulaşmak için kendimi sanatın hizmetine adadım.

Çiniciliğe nasıl başladınız?

Bir yüzük taşının peşinde iz sürmek diyebilirim çiniye başlama nedenime... Benim için mavi hayattaki en itici renkti. Kendimi bildiğim yaşlardan itibaren mavinin birçok tonu beni rahatsız etmiştir. Eşya ve kıyafet olarak hiç tercih etmedim. Ve mavi rengi, birçoklarının tersine umudun değil, boş umutların rengi olarak değerlendirdim. Böylesi bir maviden uzak hayat kurmuş iken,  turkuaz renkli üzerinde Allah lafzı olan bir gümüş bir yüzük beni bugünlere taşıdı. Tezhip çalışıyorken, toprağa dokundum ve çini ile hemhal oluşum bitmez bir serüvene dönüştü. Halen mavi sevmem, çinideki mavi, lacivert, turkuvaz  hariç...

Çini sizde neyi çağrıştırıyor?

Çini bir estetik keşif kaynağı benim için. Zengin kültürümüzün estetiğinin, ruhuma yansıyıp saf beyaz üstünde renklere dönüşmesi.

Toprakla; suyla haşir-neşir oluyorsunuz. Hava, toprak ve su. Enasır-ı erbaadan üçü... Bir de buna ateşi de eklemeliyiz tabiî ki. Aşağı yukarı insanın yaradılışına benzer bir terkip. Bu terkipten çanak, çömlek, tabak ve sanat ve estetik adına güzel nesneler ortaya çıkıyor. Bu bağlamda çini insana ne öğretiyor?

Eski çağ filozoflarından Thales, varlığın ana maddesinin su olduğunu iddia eder, Herakles ise; - "Evrendeki her varlık değişmiş ateşten ibarettir" der. Dinimizde ise ''Allah insanı pişmiş çamura benzeyen balçıktan yarattı. ''(Âli İmrân 19) ayet-i kerimesi ve bunu destekleyen ayetler bize yaratılışın en önemli bilgisini verir. Elbette ateş eklenecek bu unsurlara... Farklı anlamlarla baktığımızda insanın ruhi olgunluğa ulaşmasına sebeptir ateş... Yanmaktır... Çininin geçtiği aşamalar düşünülünce akledenler için bu benzerlik sanatı değerli kılan en önemli unsurdur.

Çinide ne arıyorsunuz?

Çinide, çininin en güzel örneklerini arıyorum. Selçuklu, Osmanlı çiniciliğinin havasını, neşesini ve duyuşlarını arıyorum. Söz konusu duyuşları bundan sonra yapılacak çinilerde duymak, yaşamak ve görmek istiyorum.

Bir duvar tabağı duvara asılıncaya kadar hangi aşamalardan geçer?

Tabaklar elle çark üzerinde şekillendirilebildiği gibi, kalıplara çini çamurunu basmak suretiyle de  yapılmaktadır.  Bu aşamalardan sonra kurutulup astarlanıp, 1000 derecede pişirilirler. Ve biz nakkaşlar tabağı ya da başka bir çini malzemeyi elimize aldığımızda astarı pürüzsüz hale getirmek için zımparalarız. Sonra nemli bez ile tozunu alıp üzerine ölçüsüne göre hazırladığımız deseni kömür tozu yardımıyla silkeleriz. Artık iş fırçanın maharetine kalmıştır: Tahrir çekilir, boya yapılır ve sırça çekildikten sonra üzerine yaklaşık 14 saat kadar ateş ile imtihanı başlar... Ya yanacak, ya pişip olacaktır...

Bu bağlamda iyi bir çini de bulunması gereken hususiyetler nelerdir?

Sır parlak ve pürüzsüz, renkler tahrirlerin dışına akmamış olmalı. Lacivert renk dalgasız, kırmızılar dolgun olmalı...

İYİ BİR ÇİNİCİ ÇOK OKUMALI VE ARAŞTIRMA YAPMALI

Peki, iyi bir çinici olmak için neler yapılmalı?

Çini ile uğraşmak, ayrıca bir okulda okumaktır. Evvela usta-çırak ilişkisine girmeden, kişinin tarih bilgisi olmalı. Daha sonra elverişli bir usta/öğretmen edinmeli ki “Ellerin Dili” gözükebilsin. Ha burada hoca mı öğrenciyi seçmeli- çırak mı ustayı bulmalı ? konusu uzun. Lakin, gelen de veren de “özellikli” olmalı. Elbette birbirini bulunca insan, teslimiyet-sabır-kararlılık” ve dahi” üretkenlik” gösterebilmeli. İstikrar, ne büyük işler meydana getiririr bir bilseniz. Dünyanın yerinde durmayışına bakıpta, insanın durağanlaşmasını hiçbir zaman anlayamıyorum.

Bu meyanda siz neler yaptınız?

Bu bağlamda İstanbul’da Çelebi gibi sırt çantamı ve fotoğraf makinamı yanıma alarak yıllarca dolaştım. Nerde bir kaynak bulduysam, kitap bulduysam aldım, okudum. Bu anlamda iyi bir arşive sahibim.

Çini atölyesi kurmak için ne(ler)  gerekiyor?

Bir okul atölyesi gibi düşünürsek çok fazla malzeme gerekli. Bunları tek tek saymaya gerek yok sanırım.  En önemli malzeme bence sanatkârın fırçası ve kabiliyeti...

MOR HAYATIN RENGİDİR…

Çinide renk nerede durur?

Renkler benim için bir nevi aşk meselesi… Yeşilde hayatı, canlılığı arıyorum.  Hayat ve canlılık herkes için olduğu gibi benim için de her şey. Hiçbir şey olmazsa ağaçlara, ağaçların yapraklarındaki yeşile bakıyorum. Evimin ve atölyemin yeşilin bol olduğu yerlerde olmasını önemsiyorum. Moru da seviyorum. Mor hayatın rengi; bir adım öte, erkenden açan zambak çiçeğinin, leylakların rengi…

Pekiyi boyalarınız…

Toprak boyaları kullanıyorum. Bazılarını kendi yapıyorum, özellikle turkuazı ve yeşili... Yapmak ve denemek istediğim epeyce renk, boya var; bunlar için zamanım yetmiyor, Allah zaman ve imkan nasip ederse  boyalar üzerinde çalışmayı, etüt ve planlamalarda bulunmayı çok seviyorum, artık eski diye tabir ve tarif edilen Türk boyalarını, özlemini çektikleri ihtişamlı günlerine kavuşturmanın zamanıdır. Türkiye’nin hemen her yerinden toprak örnekleri topluyorum, gerektiğinde kimyagerlere danışıyorum.

Osmanlı çini ustalarının özellikle tercih ettikleri renkler nelerdi?

Kırmızı, yeşil, lacivert ve turkuvaz. Şu anda geleneksel yöntemleri kullanarak yeşil ve turkuaz renklerini elde edebiliyorum. Kırmızı için de denemelerim var. Türkiye’nin muhtelif yörelerinden demir oranı yüksek toprakları temin ediyorum.

Sanatınızı Ankara'da icra ediyorsunuz? Ankaralıların ilgisi nasıl?

Sanatınızı hangi şehirde yaptığınızın değil, ne kadar bu işe gönül verdiğinizin önemi var bence. Yaptığınız sanata ne kadar enerji harcıyorsanız o kadarı size geri dönüyor.  Başkent yerine doğuda bir şehirde olsam da çok değişen bir şey olmazdı diye düşünüyorum.

Ankaralıların ilgisinden memnunum. Giderek de arttığını düşünüyor ve gözlemliyorum. Ders almak isteyenlerin başvurularıda gösteriyor ki ilgi gittikçe artıyor.  Ayrıca Büyükelçiliklerden ve Ankara’da farklı nedenlerle bulunan yabancılar da atölyemin konuk öğrencileri oluyorlar.

SANAT ÖĞRETMEK ZOR ZANAAT!

Öğrenci de yetiştiriyorsunuz o zaman...

Evet öğrenci yetiştiriyorum. 10 yıldır istikrarlı olarak devam edenler artık belli seviyelerdeler. Bu yıl açtığımız öğrenci sergimizden aldığımız geri dönüşler de hepimizi çok mutlu etti. Zor zanaat sanat öğretmek. Geleneksel sanatların iyi tarafı kurallı çizimlere dayalı sanatlar olmaları. Bu da öğretmeyi ve öğrenmeyi kolaylaştıran bir unsur.

Çinicilik nasıl bir süreç? Ne kadarlık bir zamanda eskilerin "Efradını cami ayarını mani" dedikleri tarzda çini ustası olunabilir?

Ben, 5-10-30 yılda iyi çinici olunur gibi bir kesinlik ifade eden cümle kuramam. Buna da inanmıyorum zaten. Bazen bilerek ya da bilmeyerek de gereksiz olanları sanatımızın içine dâhil edebiliyoruz. Tam bir safiyet ne mümkün...

"Ben çini sanatkârıyım" diyebilmek için hangi hususiyetleri haiz olmak lazım gelir?

Benim son zamanlarda sıkça düşündüğüm,  her seferinde daha da kafamı karıştıran soru: Sanatçı olmak... Bu unvanı, bize kim verebilir, kendimiz mi, bir kurum mu, halk mı?

Sanırım, zaman, ancak sanatçı unvanını, bize getirecek unsur. Bu konu çok da beni sarıp sarmalasın istemiyorum, ben bu sanata gönül vermiş bir işçiyim... Aşkla çalışıyorum, çalışacağım. Çini potasında erimek benim işim, gücüm yettiği yere kadar...

Size göre eser nedir?

Bana göre “eser” yüzyıllarca kalacak bir ayak izidir. Tasarlamak ve hayal arasındaki gidiş gelişler sonucunda insanın bir çeşit kendini resmetmesidir eser.

Sanatkârların çizip boyadıkları, inşa ettikleri her şey eser değildir kuşkusuz. İmkânlar dünyasında bir sürü alet edevat kullanarak ortaya eklektik bir şeyler çıkarmak zor değil. Geleneksel sanatlarla uğraşan kişilerin kendilerini toplumun geçmişinden mücerret kılmaları bahsolunamaz.

Gerçek sanatkârların muhayyileleri bir tasarıma başlı başına değer katabilir. Çünkü sanatçı içinden geçtiği dünyayı bir başka gözle tartıyor, bir başka gözle keşfediyor. Mezkûr keşfin tetiklediği bir muhayyilesi ve o muhayyilenin beslediği bir tasarımı var. Ortaya koyduğu ürünü sıradan bir şey olmaktan çıkarıp onu bir “eser” olarak takdim edebilmesi için; özgünlük, emek, dikkat, istisnai yönelim ve onun içine giydirilmiş, yedirilmiş bir anlam gerekiyor. Söz konusu anlam ve dahi cemiyetin sızılarını ta ihata eder. Çünkü sanatçının bir derdi olmalı. Hiç şüphesiz dert yoksa anlam yok, anlam yoksa “eser” yoktur.

VE HAYATA ĞACI…

Hemen her sanatkârın özenerek yaptığı çalışmaları arasında gönlünün hususi mahfillerinde taht kuran eserleri vardır. Sanırım sizin gönlünüzün eseri de ‘hayat ağacı’. Bu eserinizin hikâyesini, daha doğrusu vakıasını özetler misiniz?

Çiniden hassas bir nezaketle imal edilen hayat ağacının kökleri tarih öncesinde, dalları ve çiçekleri ise şimdilerde… Türlü türlü manalar yükledim hayat ağacına. Hayat ağacı tüm kadim kültür ve medeniyetler için önemli. Farklı anlamların iç içe geçtiği bir kutlu ağaç. Benim için huzur demek hayat ağacı. İç dünyamla baş başa kalabilmem için bir ağaç gölgesine sığınmak gibi; hayatın keşmekeşinde bir ana kucağına sığınma sahnesi gibi…

Hayat ağacı çalışması geçmişe yolculuk yapması gibi… Çok eskiden neler hissederdi insanoğlu bu deseni taşlara kazırken, çiniye yerleştirirken? Tüm bunları aklımdan geçirirken şöyle bir koltuğuma yaslanıp fırçayı bıraktığında kendimi yüksek dallardan düşmüş gibi hissediyorum; bir illüzyon gibi... Üzerinden gökkuşağı geçen bir Hayat ağacı, işte bu ‘hayat ağacı’mın hikâyesi. Sivas’taki Gök Medrese’nin duvarlarında görüp gönlümü kaptırdığım hayat ağacı çok şey ifade ediyor.

Çini ustalarımız iyi bir eğitim sürecinden geçiyor mu?

Çinicilerin genel manada iyi bir eğitimleri yok, gözlerini çinici ailelerinin yanında açmışlar. Genel olarak elleri, ustalıkları iyi ama desen bilgileri yok denecek kadar az. Dolayısıyla klasik çiniyi bozuyorlar. Bu insanların ciddi anlamda eğitim almaları gerekiyor. Ama maalesef Kapalıçarşı’da bu türden çiniler alıcı buluyor. Bunlar geçmişte hiç olmayan, duruluktan uzak, karman çorman, baktıkça insanın ruhunu daraltan örnekler. Oysa iyi bir esere baktıkça bakasınız gelir, gözler eserin içinde, renklerin arasında dinlenir.

Muhtelif kurs merkezlerinde ve hızlandırılmış atölye çalışmalarındaki çini eğitimleri için neler söylemek istersiniz?

Halk Eğitim Merkezleri’nde ve belediye kurslarında alelacele ortaya çıkartılan çinileri görmek istemiyorum, görmeye tahammül edemiyorum. Çini bisküvi üzerine ayakkabı modeli çizmişler. Ayakkabı modelli çini olur mu? Çininin üzerine Uzakdoğu motifleri işlenir mi?

Öncelikle Halk Eğitim Merkezleri’ndeki geleneksel sanatlar eğitimleri kontrol altına alınmalıdır. Çini çini gibi, tezhip tezhip gibi, ebru ebru gibi, hüsn-i hat hüsn-i hat gibi icra edilmelidir. Öz sanatlarımızın tarihi ve geleneği de usul ve erkânıyla birlikte anlatılmalıdır. Bunlar tarihte en iyi bir şekilde tatbik edilmiş; örnekleri karşımızda duruyor. İyi örnekler var. Mezkûr iyi örnekleri geliştirmeliyiz. Geliştirmek; bozmak, yozlaştırmak demek değildir. Geliştirmek ihya etmek demektir. Geliştirmek; klasik olan muhafaza edilerek üzerine yeni bir şeyler konularak yeni tasarımlara yelken açmak demektir.

OSMANLI ÇİNİCİLİĞİNDE İMZA OLAYI YOK

Günümüz sanatkârları eserlerine imzalarını koyuyor. Bu keyfiyet Osmanlı çiniciliğinde nasıldı?

Osmanlı çiniciliğinde imza olayı yok ya da çok az. Çinici sanatkâr ecdadımız eserlerine imza atmamış. Restorasyonlarda bazen çinilerin arkalarında ‘Amel-i Ali’, ‘Amel-i Ahmet’ kabilinden imzalara rastlansa da bu durum oldukça nadir bir keyfiyet.

Bu durumu nasıl açıklıyorsunuz?

Bu durumu Saray Nakkaşhanesi’nde hazırlanan desenlerin, İznik ustalarına gönderilmesine bağlıyorum. Malum olduğu üzere Nakkaşhane’de müştereken yapılan çalışmalara imza konulmuyor. İznikli çini ustaları da bu noktada Saray Nakkaşhanesi’nin emeğine saygı ve hürmet gösteriyor. Belki de çini ustasının toprakla hemhal oluşunun getirdiği tevazu…

TÜRKİYE'DE ÇİNİCİLİK MAALESEF VAHİM DURUMDA

Türkiye'de çinicilik ne durumda?

Türkiye'de çinicilik maalesef vahim durumda. Bir bütün olarak yapılmayan Ar-ge çalışmaları birbirine yön veremiyor. Boya ayrı, çamur ayrı, sır ayrı, alt yapı ayrı, derken, ateşten çıkan ürün hava şartlarına çabuk pes ediyor. Sır çatlağı dediğimiz sorun en belirgin sorun olarak ortaya çıkıyor. Alt yapıda kalsiyum oranının fazlalığı, kuartz oranının azlığı malzemeyi ucuz hale getirirken aynı zamanda da değersizleştiriyor.

Ülkemizde çiniciliğin sorunları nelerdir? Ya da herhangi bir sorunu var mıdır?

Sorunlar elbette var üzerinde durulmazsa yok olabilecek bir sanattan bahsediyoruz aslında.

Alt yapıda yetişen eleman eksikliği, bir bütün olarak laboratuvar çalışmalarının yapılmayışı, gelenekselden yetişen ustaların akademilerde değerlendirilmeyişi gibi sorunları sayabilirim başlıcaları olarak...

İznik çinisi nedir? Ne değildir? Hediyelik eşya satan yerlerde raflardan İznik çinileri dökülüyor! İznik çinisinin alamet-i farikası nedir? Teknik olarak günümüzde İznik çinisi yapmak imkân dâhilinde midir?

Ben çiniyi saray ve halk çinileri diye ayırıyorum. Saray çinileri de kuartz oranı yüksek, taş diye adlandırdığımız çiniler. İznik diye bilinen çinilerde sarayın maddi desteği var, desenler saray nakkaşları tarafından çiziliyor, fırçalar samur, boyalar kaliteli. Samur fırçanın özelliğinden çizimler nüanslı... Bir yanda halkın kullandığı eşek kılından yapılmış fırçalar, hayatın zor yanlarının sert çizgilerle çiniye nakşolunuşu...

Evet teknik olarak eski çinileri yapmak mümkün fakat, daha önce de söz ettiğim gibi, ciddi çalışmalar yapılmalı. Bir şeyler yarım hâlâ...

İznik çinisi ya da benim saray çinileri diye adlandırdığım çininin en belirleyici özelliği kuartz oranı yüksek, göz akı dediğimiz renkte oluşudur.

Hediyelik eşya satan yerlerde de gördükleriniz maalesef saray çinileri değildir. Bu kadar çok her yerde çini görüyor olmanız da arz-talep meselesidir. Küçük bir parçayı bile ülkelerine götürmekten memnuniyet duyan turistlerin, Türkiye'den hâlâ en çok satın aldıkları hediyelik eşya çinilerdir.

Çiniciliğimiz geçmişin ihtişamını yakalayabilmesi için sanatkârlara düşen görevler nelerdir?

Geçmişin ihtişamını yakalamak elbette mümkün. Bu işe baş koymak lazım, çok çalışmak, eski kaynakları çok iyi araştırmak, denemek ve vazgeçmemek gerek... Rahmetli Faik Kırımlı Hoca gibi... Onun çalışmaları taş çiniyi  yeniden su yüzüne çıkarmıştır. Tekrar rahmetle anıyorum...

Son olarak çini sevdalılarına nasıl bir mesaj vermek istersiniz?

Çini sevdalılarına yolun dik yokuş olduğunu hatırlatmak isterim.  Bu zorlu yolda yürümek sabır işidir. Her aklına esen kalkışmamalıdır. Gelenekseli ileriye taşıyacağına inanan taliplerin çoğalması dileklerimle.

 

AYŞE ÖZKAN

1963 yılında Ankara’da doğan Ayşe ÖZKAN, evli ve üç cocuk annesidir. Tahsil hayatını Ankara'da tamamlamıştır.

20'li yaşlarında tanıştığı geleneksel sanatlar, onu her dalıyla içine çekti. Geleneksel sanatlarda ilk tahsilini, tezhip alanında Kültür Bakanlığı çatısı altında aldı. Ardından, hat, minyatür, ebru ve kaat'ı dersleri aldı. Bu birikimle çiniyle tanışan sanatçı, çinide karar kıldı ve onun için bu sanat, toprağa dokunmakla eşdeğer oldu.

İlk kişisel sergisinin adı ''Toprağa Dokunmak'' olan sanatçı, ilk sergisiyle büyük ilgi gördü.

Yurt içi ve yurt dışında özel koleksiyonlarda eserleri olan sanatçı, replika ve klasik tasarımlar çalışır.

Kültür bakanlığı sanatçısı olan Ayşe ÖZKAN, Kültür Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığının ortak çalışmalarında görev almaktadır.

Geleneksel sanatlardan çininin hak ettiği değeri bulması ve yeniden ihtişamlı günlerine dönmesi için çaba sarfeden sanatçı, geleneksel sanatlar lisesi çini bölümünde okutulacak olan çini müfredatını yazmıştır.

Sanatçı, Keçiören Belediyesinde 6 yıl boyunca sanat danışmanlığı görevini sürdürmüştür.

Cumhurbaşkanımızın eşi Sayın Emine Erdoğan adına, Puşide Projesinin koordinatörü oldu ve 3 yılın sonunda basın tanıtımını gerçekleştirip görevini tamamladı.

Yurt içi ve yurt dışında birçok kişisel ve karma sergi açan sanatçı, Ankara ve İstanbul’da kişisel atölyesinde sanatını ve öğrencilerini büyütmektedir.

 

İbrahim Ethem Gören

{name}
{content}
+
-
{name}
{content}
+
-

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

SİZİ ARAMAMIZI İSTER MİSİNİZ?

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

BİZ SİZİ ARAYALIM

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.