AYŞE ÖZKAN ANKARA’YI ÇİNİ RENGİNE BOYUYOR

AYŞE ÖZKAN ANKARA’YI ÇİNİ RENGİNE BOYUYOR

Ankara’da Hacı Bayram Veli Camii vardır. Anadolu bozkırının orta yerinde Hemedanlı Mehmed Usta’nın kesme taş, mermer ve ahşabı işleyerek ihlâsla inşa ettiği kadim camii… Bir de Çini Ustası Ayşe Özkan vardır Ankara’da.

Keçiören’de çini yapar; Hacı Bayram Camii’nin kâh minaresi, kâh mihrabı, kâh cevizden oyma minberi ve kâh da mütemadiyen açık ve keskin Kur’an seslerinin yankılandığı duvarları firuze ve turkuaz renkli çinilere dönüşür onun elinde.

Camii haziresine gölgeleri düşen serviler ve yaprakları ve dahi türbeyi bekleyen kumruların naif kanatları Ayşe Usta’nın çarkında yoğurula yoğurula kimi zaman tabağa, kimi zaman nara, kimi zaman da hayat ağacına dönüşür. Kırmızıya, laciverte, turkuaza boyanan eserlere dikkatlice baktığınızda ilk gördüğünüz şey aşk olur. Hacı Bayram Veli Hazretleri’nin Ankara’ya taşıdığı aşk neşesi… Eserlere dokunduğunuzda ise Şeyh Bayram-ı Veli’nin -Fatih Sultan Mehmed Han’ın babası- İkinci Sultan Murad Han’a dillendirdiği nasihati işitecek gibi olursunuz:  “…ilim sahiplerine hürmet et. Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster. Halka yaklaş, fasıklardan uzaklaş, iyilerle düşüp kalk.” Biz dahi mezkûr avaza kulak vererek soluğu Ayşe Usta’nın Keçiören Belediyesi Estergon Kültür Merkezi’ndeki atölyesinde aldık. Kendisiyle içinden çini, sanat, estetik ve Ankara’daki sanat ortamı geçen sohbetlere râm olduk.

 

HAYATI KEŞFETMEYE ÇALIŞARAK YAŞIYOR

Sanat gibi hayat da bir keşif; mükaşefe sanatı. Bu bağlamda çinici Ayşe Özkan, kendini tanıtmaya, nerede, nasıl doğup yaşadığımdan ziyade bu soruya "Hayatı keşfetmeye çalışarak yaşadım, yaşıyorum." diye cevap vererek başlıyor ve konuşmasına şu cümlelerle devam ediyor: “Okumak ve resmetmek beni yerimde saatlerce durduran iki unsur. 5 yaşında okumayı öğrendim ve o günlerden bugünlere kitaplar vazgeçilmez dostlarım oldu... Anneannem ve dedemle yaşadığım ilkokul yıllarımda dedemin bana kitap almaya yetişemediğini ve kırtasiyeyle anlaşıp “Okuyup getirsin okumadığı ile değiştirsin.” dediğini hatırlıyorum. Okumak ve resim yapmak hariç hareketli bir çocuk olduğumdan beni bir köşede sessiz sakin görmek isteyen akrabanın, eşin dostun ellerinden hediye kitap ve boyalar eksik olmazdı ziyaretlerinde. Ortaokul ve lise yıllarında başladığım suluboya ve yağlıboya resim merakım yirmili yaşlarda ‘Bunlar bana yetmiyor.’ gerekçesiyle bitti.”

 

“BİR GÜN TOPRAĞA DOKUNDUM, O DOKUNUŞ YENİ BİR BAŞLANGIÇTI.”

El dekoru fayans, cam, ahşap vs. malzemeler üzerine de çalıştıktan sonra –ki bazıları profesyonel çalışmalardı– farklı ticari alanlarda çalıştım. Aynı yıllarda kütüphanemizde bulunan el yazması Kuran-ı Kerim’lerin süslemeleri de ilgimi çekiyor ve onları kuru boyalarla kâğıt üzerinde taklit etmeye çalışıyordum. ‘Nasıl yapılır?’ merakı içimde büyümüşken Kültür Bakanlığı tezhip kursları ile geleneksele adım atmış oldum. Tezhip çalışırken yıllar içerisinde hat, minyatür, ebru, kat'ı gibi sanatlardan da denemelerim oldu. Şimdi yaptığım sanatı tanımlarken kullandığım gibi "Bir gün toprağa dokundum. O dokunuş yeni bir başlangıçtı...”

Ayşe Özkan’ın Keçiören Belediyesi Estergon Kalesi Kültür Merkezi’ndeki çini atölyesinde, yardımcısı Tamay Karadeniz’in de hazır bulunduğu bir ortamda yaptığımız hasbihalde tuttuğum notları sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

RENKLERİ DÜŞÜNÜYOR

Renkleri düşünüyor. Baktığı zaman renklerin uyumunu görüyor. Uhrevi bir heyecana kapılıyor. Renkler onun için aşk…

Yeşilde hayatı, canlılığı arıyor.  Hayat ve canlılık herkes için olduğu gibi onun için de her şey. Hiçbir şey olmazsa ağaçlara, ağaçların yapraklarındaki yeşile bakıyor. Evinin de yeşilin bol olduğu yerlerde olmasını önemsiyor. Moru da seviyor. Erguvan rengi olduğu için. Mor için hayatın rengi; bir adım öte çiğdem çiçeklerinin rengi, menekşelerin rengi, erkenden açan zambak çiçeğinin rengi…

 

ESERLERİNDE TOPRAK BOYALARI KULLANIYOR

Toprak boyaları kullanıyor. Bazılarını kendi yapıyor, özellikle turkuazı ve yeşili... Yapmak ve denemek istediği epeyce renk, boya var; bunlar için zamanı yetmiyor, Allah’ın kendisi için zaman içerisinde zaman yaratmasını murad ediyor. Boyalar üzerinde çalışması, etüt ve planlamalarda bulunmayı çok seviyor, artık eski diye tabir ve tarif edilen Türk boyalarını, özlemini çektikleri ihtişamlı günlerine kavuşturmanın hayaliyle yaşıyor, Türkiye’nin hemen her yerinden toprak örnekleri topluyor, kimyagerlere danışıyor.

Göztaşı ve kukravitten turkuazı elde ediyor. Boya yapmak için mutlaka açık havaya ihtiyaç var. Açık havada nefesine karıştırmadan göztaşını yıkayıp yoğuruyor, yuğup yıkıyor… Yıkaya yıkaya, yoğura yoğura duru ve berrak bir hale getiriyor. Tıpkı sanatkâr dedelerimizin pak gönül evleri gibi. Boya iyice berrak hale gelince kurutuyor. Akabinde çini çamuruyla karıştırıyor. Yeşil yapmak istediğinde sarı toz oksitle karıştırıyor. Sarı oksitle temas eden turkuaz hemen yeşile dönüşüveriyor.

 

ESERİN ANLAMI OLUR; ANLAM YOKSA ESER DE OLMAZ

Sanatçıya göre “eser” yüzyıllarca kalacak bir ayak izidir. Tasarlamak ve hayal arasındaki gidiş gelişler sonucunda insanın bir çeşit kendini resmetmesidir eser.

Ona göre çizip boyadığı, inşa ettiği her şey eser değil kuşkusuz. İmkânlar dünyasında bir sürü alet edevat kullanarak ortaya eklektik bir şeyler çıkarmak Ayşe Özkan’a göre zor değil. Geleneksel sanatlarla uğraşan kişilerin de kendilerini toplumun geçmişinden mücerret kılmaları bahsolunamaz.

Özkan’ın muhayyilesi, bir tasarıma başlı başına değer katabiliyor. Son cümle net bir keyfiyet; bir adım öte bir hüküm cümlesi. Çünkü sanatçı içinden geçtiği dünyayı bir başka gözle tartıyor, bir başka gözle keşfediyor. Mezkur keşfin tetiklediği bir muhayyilesi ve o muhayyilenin beslediği bir tasarımı var. Ortaya koyduğu ürünü sıradan bir şey olmaktan çıkarıp onu bir “eser” olarak takdim edebilmesi için; özgünlük, emek, dikkat, istisnai yönelim ve onun içine giydirilmiş, yedirilmiş bir anlam gerekiyor. Söz konusu anlam ve dahi cemiyetin sızıları Özkan’ın eserlerini bitamamiha kuşatıyor. Çünkü onun bir derdi var. Hiç şüphesiz dert yoksa anlam yok, anlam yoksa “eser” yok.

 

“OSMANLI ÇİNİ USTALARI EN ÇOK KIRMIZIYI, YEŞİLİ, LACİVERDİ VE TURKUAZI TERCİH EDERDİ.”

Osmanlı ustalarının en çok kırmızıyı, yeşili, laciverti ve turkuazı tercih ettiklerini Ayşe Özkan’dan öğreniyoruz. Özkan, şu anda geleneksel yöntemleri kullanarak yeşil ve turkuaz renklerini elde edebiliyor. Kırmızı için de denemeleri var, Türkiye’nin muhtelif yörelerinden demir oranı yüksek toprakları temin ediyor. Özellikle Kızılcahamam’dan kırmızı renkli toprak alıyor.

 

GEÇMİŞİN DESENLERİNE SEVDALI

Kufi harflerden yeni yazı biçimleri geliştirmeyi planlayıp deneyen sanatkâr, Rumilerin, Hatayilerin ve dahi geçmişteki tüm desenlerin kendine hitap ettiğini belirtiyor.

 

HAFTADA İKİ GÜN DERS VERİYOR

Hafta içinde ve hafta sonlarında öğrencilerine dersler veriyor. Hafta sonu grubunda doktordan mühendise, psikologdan mali müşavire kadar hemen hemen her meslek gurubundan öğrencileri var.

Sanatta; sanatın olmazsa olmaz yapı taşları kadar -belki onlardan da ileride- usulün önemli olduğunu belirten sanatkâr, öğrencilerine kendine hiçbir bilgi kırıntısı bırakmadan öğrendiği her şeyi aktarıyor; bununla birlikte öğrencilerinden arzu ettiği karşılığı, öğrenme isteğini bekliyor.

 

İYİ BİR ÇİNİCİ ÇOK OKUMALI VE ARAŞTIRMA YAPMALI

Ona göre iyi bir çinici çok araştırma yapmalı, okumalı, sanatları tanıyıp sezmeli. Yine ona göre iyi bir çinici olmak için Osmanlı ve Selçuklu saraylarındaki çinileri etraflıca incelemeli, tarihlerini okumalı; bu süreçte bir müddet sonra bir yerde bir çini deseni gördüğünde “Bu falanca camidedir/türbededir.” diyebilmeli. Bu bağlamda Ayşe Özkan İstanbul’a kendi ifadesiyle Çelebi gibi sırt çantasını ve fotoğraf makinasını yanına alarak yıllarca dolaşmış.

 

AMATÖR RUHLA PROFESYONELCE İŞLER ÇIKARTIYOR

Sanatkâr Özkan, çinicilik sanatını meslek olarak görmüyor; gönülden, can-ı gönülden bağlı. Bu cümleden hareketle amatör ruhla profesyonel eserler ortaya çıkarıyor. Farklı sır teknikleri üzerinde yeni renk ve boyalarla özgün desen tasarımları kurgulamanın gayreti içerisinde bulunuyor. Amatör ruhla profesyonelce işler çıkartıyor.

 

ANKARA’NIN SANAT ORTAMI SÜHULETLİ

Özkan’ın penceresinden bakıldığında Ankara’da çok yırtıcı bir ortam yok, durağan bir yer Ankara. “İstanbul’dan bu yönüyle de ayrılan Ankara’da sanatkârlar birbirlerine karşı müsamahakâr davranabiliyor. İstanbul’daki gibi birbirlerinin elindeki ekmeğe göz dikmiyor, herkes nasibini bekliyor ve kısmetine düşene rıza gösteriyor.  Ankara’da hemen herkes de ben bu işi/sanatı icra ediyorum ve önüme bakıyorum havası hâkim.”

 

PEK ÇOK KARMA SERGİYE KATILMIŞ

Muhatabımız sanat yaşamında şimdiye kadar pek çok karma sergiye katılmış. Ankara’da açtığı ilk kişisel sergisi sanatseverlerden oldukça rağbet görmüş. 2009 yılının Nisan ayında açtığı ilk sergisinde 108 parça çini eserinin tamamına yakını alıcı bulmuş. Özkan bu ilgiyi Ankaralının öz sanatlarımıza yıllar yılı duyduğu hasretle ve o tarihe kadar Ankara’da böylesi bir serginin açılmamış olmasıyla telif ediyor. Hatta hiç tanımadığı insanlar, sanatseverler sergi mekânı Ankara Vakıf Eserleri Müzesi’nin kapısını aşındırarak yeni sergilerin açılması yönünde ricalarda bulunmuş.

Anladığım kadarıyla Ankaralılar 2009 yılındaki sergide Ayşe Özkan’ın renklerine de vurulmuş. Sanatkâr çini uygulamalarında Türk insanının irfan ve zevkine uygun desenlere; Yahyalı halısındaki gibi canlı renklere yer vermiş.

 

BİR ESERİ TAMAMLADIĞINDA DİĞERİNİ TASARLAYARAK DİNLENİYOR

Ayşe Özkan, üzerinde çalıştığı bir eseri bitirir bitirmez elinin emeğini karşısına koyuyor. Eserlerini bazen beğeniyor, bazen de “Daha iyisini yapabilirdim.” diyor. Yeni çıkan bir eserini çok beğenen biri olduysa hediye ediyor. Çünkü o şair Bahaeddin Karakoç’un, “Dost yoluna bütün varımız sebil/Verdikçe dolar bizim boş testilerimiz/Duru sabah pınarımda kuş uyanışlı/Ve sevda bakışlı halimizi bilenler bilir/Havuzlara sığmaz dağıttığımız iksir” mısralarına gönlünü ve ruhunu kaptırmış bir hâl insanı.

 

AYŞE ÖZKAN’IN HAYAT AĞACININ HİKÂYESİ

Hemen her sanatkârın özenerek yaptığı çalışmaları arasında gönlünün hususi mahfillerinde taht kuran eserleri vardır. Ayşe Özkan’ın gönlünün eseri ise ‘hayat ağacı’.  Çiniden hassas bir nezaketle imal edilen hayat ağacının kökleri tarih öncesinde, dalları ve çiçekleri ise şimdilerde… Ayşe Sultan, türlü türlü manalar yüklemiş hayat ağacına. Hayat ağacı tüm kadim kültür ve medeniyetler için önemli. Farklı anlamların iç içe geçtiği bir kutlu ağaç. Onun için huzur demek hayat ağacı. İç dünyasıyla baş başa kalabilmesi için bir ağaç gölgesine sığınmak gibi; hayatın keşmekeşinde bir ana kucağına sığınma sahnesi gibi…

Sanatkâr çalışırken bazen kendiyle kavga ediyor, bazen de dingin bir halet-i ruhiyeye bürünüyor. Hayat ağacı çalışması geçmişe yolculuk yapması gibi… Çok eskiden neler hissederdi insanoğlu bu deseni taşlara kazırken, çiniye yerleştirirken? Tüm bunları aklından geçirirken şöyle bir arkasına yaslanıp fırçayı bıraktığında kendini yüksek dallardan düşmüş gibi hissediyor; bir illüzyon gibi... Üzerinden gökkuşağı geçen bir Hayat ağacı, işte bu Ayşe Özkan’ın hayat ağacı’nın hikâyesi. Sivas’taki Gök Medrese’nin duvarlarında görüp gönlünü kaptırdığı hayat ağacı onun için çok şey ifade ediyor, bu eser Estergon Kalesi Kültür Merkezi’ne gelen çini sevdalılarına sanatın evrensel diliyle “Merhaba” diyor.

 

MAKUL VE MÜSBET BİR FİYAT POLİTİKASI VAR

Ayşe Özkan’ın makul ve müspet bir fiyat politikası var. O, tıpkı birkaç asır önce Ankara çarşılarını terk ederek uzak diyarlara giden ahiler gibi makul ve edinilebilir fiyatlarla muhataplarına, sanatseverlere hizmet ediyor. İsteyen hemen herkesin bir sergiden eser alabilmesinin yolunu açıyor, sergileri gezip de fiyatların yüksekliğinden alamadığı için bir kenarda gözyaşı dökenlerin mevcudiyetinden de haberdar. Özkan’ın felsefesi insanların beğendiği nesnelere sahip olabilmeleri yönünde. Yine ona göre iyi bir çini örneği hemen herkesin evinde olmalı.

 

SORUNLAR…

Hemen her alanda olduğu gibi çinicilik sanat ve zanaatının da bir takım çözülmesi gereken meseleleri, problemleri var. Bu meyanda ustamızı dinlemeye devam ediyoruz: “Çinicilerin genel manada iyi bir eğitimleri yok, gözlerini çinici ailelerinin yanında açmışlar. Genel olarak elleri, ustalıkları iyi ama desen bilgileri yok denecek kadar az. Dolayısıyla klasik çiniyi bozuyorlar. Bu insanların ciddi anlamda eğitim almaları gerekiyor. Ama maalesef Kapalıçarşı’da bu türden çiniler alıcı buluyor. Bunlar geçmişte hiç olmayan, duruluktan uzak, karman çorman, baktıkça insanın ruhunu daraltan örnekler. Oysa iyi bir esere baktıkça bakasınız gelir, gözler eserin içinde, renklerin arasında dinlenir.”

 

OSMANLI ÇİNİCİLİĞİNDE İMZA OLAYI YOK

Ayşe Özkan tetebbuatına devam ediyor: “Osmanlı çiniciliğinde imza olayı yok ya da çok az. Çinici sanatkâr ecdadımız eserlerine imza atmamış. Restorasyonlarda bazen çinilerin arkalarında ‘Amel-i Ali’, ‘Amel-i Ahmet’ kabilinden imzalara rastlansa da bu durum oldukça nadir bir keyfiyet.”

Ayşe Özkan bu durumu Saray Nakkaşhanesi’nde hazırlanan desenlerin, İznik ustalarına gönderilmesine bağlıyor. Malum olduğu üzere Nakkaşhane’de müştereken yapılan çalışmalara imza konulmuyor. İznikli çini ustaları da bu noktada Saray Nakkaşhanesi’nin emeğine saygı ve hürmet gösteriyor.

 

RÜSTEMPAŞA VE KADIRGA SOKULLU MEHMET PAŞA KÜLLİYESİ’NİN ÇİNİLERİNE MEFTUNİYETİ VAR

Ustamız, Eyüp Sultan Türbesi’nde servi ağacının dibindeki zambağa meftun... Rüstempaşa’daki hayat ağacını ve bahusus Kadırga Sokullu Mehmet Paşa Camii’ndeki çinileri ağır ve oturaklı buluyor.

Bu cümleler ise asar-ı atikamıza gösterdiğimiz naif ilgiyle alakalı! “İnsanlar paraya tamah ediyor olmuşlar. Bunun için tarihimiz, medeniyetimiz, asar-ı atikamız yağmalanıyor, çiniler sökülüyor, bekçiler bile bu tufana kapılmış! Türkiye’nin en önemli çini mirasından birkaç parçayı yerinden söküp alarak ev almanın derdine düşmüş!”

 

ÇİNİCİLİKTE EĞİTİM SORUNU VAR

Ayşe Özkan’a göre sorun eğitimsizlik, şuursuzluk ve tarihimizle aramızdaki bağların kopartılmış olmasında. Duayen çinici “Ümitvâr mısınız?” şeklindeki sorumu şöyle cevapladı: “Akademik ve kültürel gruplaşmalar var. Bir kısım insanlar her şeye yetişmenin ve her bir işi yapmanın telaşına düşmüş. Her şeyi bir takım gruplar yapınca işler birbirini tekrar ediyor. Yeni sanatkârların da haliyle önü kesiliyor; hiç kimsenin önünü açmak, genç sanatkârlara yol vermek istemiyorlar. Genel olarak söyleyecek olursak İstanbul kaynaklı kültürel rantın elden bırakılmak istenmemesi gibi bir sorundan bahsedebiliriz.”

 

GELİŞTİRMEK İHYÂ ETMEKTİR

Ayşe Hanım, Halk Eğitim Merkezleri ve belediye kurslarında alelacele ortaya çıkartılan çinileri ise görmek istemiyor, görmeye tahammül edemiyor. Diyor ki “Çini bisküvi üzerine ayakkabı modeli çizmişler. Ayakkabı modelli çini olur mu? Çininin üzerine Uzakdoğu motifleri işlenir mi? Tüm bu olup bitenlerden belediyelerin kültür müdürleri haberdar mı?”

Öncelikle Halk Eğitim Merkezleri’ndeki geleneksel sanatlar eğitimleri kontrol altına alınmalıdır. Çini çini gibi, tezhip tezhip gibi, ebru ebru gibi, hüsn-i hat hüsn-i hat gibi icra edilmelidir. Öz sanatlarımızın tarihi ve geleneği de usul ve erkânıyla birlikte anlatılmalıdır. Bunlar tarihte en iyi bir şekilde tatbik edilmiş; örnekleri karşımızda duruyor. İyi örnekler var. Mezkûr iyi örnekleri geliştirmeliyiz. Geliştirmek; bozmak, dejenere etmek demek değildir. Geliştirmek ihya etmek demektir. Geliştirmek; klasik olan muhafaza edilerek üzerine yeni bir şeyler konularak yeni tasarımlara yelken açmak demektir.

 

ÇİNİDE NE ARIYOR?

Ayşe Özkan, çinide, çininin en güzel örneklerini arıyor. Selçuklu, Osmanlı çiniciliğinin havasını, neşesini ve duyuşlarını arıyor. Söz konusu duyuşları bundan sonra yapılacak çinilerde duymak, yaşamak ve görmek istiyor.

 

ÇİNİNİN TEZKİYE EDİCİ BİR KEYFİYETİ VAR

Çininin sakinleştirici, nefsi tezkiye edici bir yönünün olduğunu da sanatkârdan öğreniyoruz. Özkan, çiniye dokundukça kendi iç âlemine dönmüş, tevazuu artmış, çiniye dokundukça başını daha fazla yere eğer olmuş.

 

EN İYİYE ULAŞMANIN YOLU YOKUŞTUR

Mükemmeliyetçi bir yönü olduğundan başka başka işlere yeni sergilere kanat çırpmayan sanatkâr, çini sevdalılarına önlerindeki yolun dik yokuş olduğunu hatırlatmak istiyor ve söze şöyle devam ediyor: “ Bu zorlu yolda yürürken herkese kolaylıklar diliyorum.”

 

BİZE HEYECAN VERİR BİR PARÇA YEŞİL ÇİNİ

Ayşe Özkan, Keçiören’deki atölyesinde çini çalışırken tüm mevsimleri yaşıyor. Bahçeye bakarken gözleri uzaklara dalıp “Bazı hayatlar aslında çok daha önceleri çakışmalıydı, geç kalmış dostluklara bugünlerden selâm olsun.” diyor.

Feza pilotu yanık Anadolu türküleri söylerken, uçak hızla geçerken köylerin, şehirlerin ve renklerin en güzeli yeşillerin üzerinden, Çini Ustası Ayşe Özkan’ın da içinden şiirler, çini rengine boyanan öyküler geçiyor. Bu satırların yazarı ise Ankara’dan İstanbul’a tatlı bir huzura, memleket şairi Faruk Nafiz Çamlıbel’in mısralarını katık yaparak dönüyor:

 

                                                                                  Sen kubbesinde ince bir mozaik arar da
                                                                                  Gezersin kırk asırlık bir mâbedin içini.
                                                                                  Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda, 
                                                                                  Bize heyecan verir bir parça yeşil çini.

 

İbrahim Ethem Gören

{name}
{content}
+
-
{name}
{content}
+
-

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

SİZİ ARAMAMIZI İSTER MİSİNİZ?

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

BİZ SİZİ ARAYALIM

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.