Abdullah Oğuzhanoğlu ülkemizin önde gelen kalemişi sanatkârlarından biri. Yurtiçinde ve yurtdışında pek çok sivil ve dini mimari yapının kalemişi tezyinatını ve projesini hayata geçiren Abdullah Oğuzhanoğlu usta ile kalemişi sanatı ve çalışmaları özelinde bir e-mülakat gerçekleştirdik.
İbrahim Ethem Gören: Abdullah Bey sizi tanımak isteriz?
Abdullah Oğuzhanoğlu: 1975 tarihinde Kahramanmaraş’ta doğdum. Sanatla iç içe olan bir ailenin içerisinde büyüdüm. Çocukluğum ve lise yıllarım Kahramanmaraş’ta geçti.
Geleneksel sanatlarla ilk irtibatınız nasıl başladı?
Yüksek öğrenimden sonra tekrar Kahramanmaraş’a dönemedim. Edirne ve Erzurum gibi memleketin iki uç noktasında üniversite eğitimimi tamamladım. Trakya Üniversitesi Duvar Süsleme Sanatları, Atatürk Üniversitesi Geleneksel Türk El Sanatları Tezhip Ana Sanat dalını okudum.
Tekâmülünüze katkı sağlayan hocalarınızı da hayırla yâd edelim…
Eğitim hayatım heyecanım ve beni düzgün yönlendiren bazı hocalarımın katkısıyla teorik ve uygulamalı olarak iç içe geçti. Edirne’de okurken Mehtap hocamızın ve Hülya hocamızın katkılarıyla akademik müfredatın dışına da çıkarak Türkiye’nin birçok şehrine beni araştırmalara gönderdiler. Bu araştırmalar esnasında bilgi dağarcığımızı ve sanat terbiyemizi kazandık. Araştırmalarımız sadece geleneksel değildi. Doğu ve Batı sanatını iç içe sentezledik diyebilirim bu okulda. Lakin bölüm isminden dolayı kapandı gitti.
Neden?
Duvar Süsleme Sanatları ismi insanlara pek hoş gelmedi sanırım. Fakat isminden öte içeriği harika bir okuldu.
Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Tezhip Ana Sanat dalı eğitiminizin ardından hangi âmillerle kalemişine yöneldiniz?
İstanbul Cihangir Camii’nin restorasyonunu yaparken Ustam Emin Koz şu cümleyi sarf etti:
“Bu mesleği yani kalemişini yapacak mısın?” “Evet Usta” dedim. “O zaman tezhip okuyacaksın. Başarının anahtarı tasarımdadır. Eğer tasarım yapamazsan işçi olursun” diyerek beni Güzel Sanatlar Fakültesi okumaya yönlendirdi ve kendimi Erzurum Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okurken buldum.
PROF BERK: ABDULLAH SEN İSTANBUL’DA OLMALISIN!
Ailemin desteği hiçbir zaman arkamdan eksik olmadı. Ve okulumu bitirdikten sonra kıymetli hocam Prof. Dr. Süleyman Berk’in büyük desteği ve “sen İstanbul’da olmalısın” zorlamaları ile sanat hayatıma başladım.
Bu alanda kimlerden destek gördünüz?
Sanat hayatımın en büyük destekçileri başta eşim Esra hanımefendi… Ve ondan sonra kıymetli hocam Prof. Dr. Süleyman Berk’tir. Süleyman hocamız 25 yıldır hiçbir zaman elini üzerimden çekmedi. Daima desteğini hissettirdi. İSMEK, Zeytinburnu Kültür Sanat Merkezi gibi yerlerde beraber mesai yaptık. Birçok alanda birlikte çalıştık. “Bir hoca insana ancak bu kadar dokunur” diyebiliriz.
“Kalemişi sanatı” denildiğinde okuyucularımız ne/neler anlamalı?
Kalemişi sanatı denildiğinde okuyucularımız sadece camileri, sarayları ve sivil mimari unsurlarını değil bir süsleme alanını algılamalı. Camilerimizdeki tavan, kubbe ve duvar süslemelerinin genel adıdır kalemişi. Lakin dönemlere göre isimler almış, klasik, Barok, Rokoko kalemişi, ahşap üzeri kalemişi, tuval üzeri kalemişi gibi kullanıldığı alan ve teknik ile isimlendirilmiştir.
Uygulama alanlarına da kısaca değinelim…
Uygulama Alanları… Az önce de bahsettiğimiz gibi camiler, köşkler, saraylar, yalılar, aklınıza gelecek dini ve sivil mimari örnekler haricinde ahşap üzeri kalemişi olarak ve ayrıca yazma eserlerin tezyininde de kullanılmıştır. Özellikle ahşap üzeri Hilye-i Şeriflerde çok kullanılmıştır.
Sanatınızın anahtar kelimelerini ve zanaat yönünü de konuşalım…
Sanatımızda genel olarak iki fasıl vardır. İlki “kalemkârlık” yani kalemişi yapan zanaatkâr anlamına gelir. Diğeri ise “nakkaşlık”tır. Nakkaşlık, herkese nasip olmayan bir merhaledir. Nakkaş, uygulamanın yanında tasarım da yapar. Hatta nakkaş tasarımı yapar, kalemkârlar uygular. Günümüzde sanat eseri niteliğinde eserler yok denecek kadar az çıkıyor. Belki komik şartlar, belki eğitimsizlik ya da her ikisi…
Hangi malzemeleri kullanıyorsunuz? Genellikle tercih ettiğiniz desenler?
Günümüzde malzeme çeşitliliği oldukça fazla ve kaliteli ekipmanlar ve boyalar üretilmekte. Lakin restorasyon işin içine girdiğinde döneminde kullanan malzemelerle çalışmak durumundayız. Günümüzde halen doğan malzemeler elde etmek mümkün. Tercih ettiğimiz desenlere gelince klasik desenler mecbur kalmadıkça vazgeçilmezimdir. Çünkü klasik desenler bir kültürün taşıyıcısıdır.
Sanat eseri denilmeye seza bir kalemişi eseri hangi hususiyetleri haiz olmalıdır?
Sanat eseri denilmeye layık eserler dışarıdan müdahale olmadan üretilen eserlerdir. Lakin çağımızın bir hastalığı olan herkesin her şey hakkında söz sahibi olma egosu, bilinçsiz dernekler tarafından yapılan camilerin tezyinatı maalesef “ben böyle istiyorum” anlayışıyla iç içe geçmiş durumda. Haliyle devlet eliyle ya da bilinçli sponsorlar tarafından yaptırılan nitelikli eserler oluşturmak daha da mümkün olmakta.
Kalemişi tezyinatı yaptığınız sivil ve dini mimari eserleri için de büyükçe bir paragraf açalım…
Kalemişi tezyinatını yaptığımız sivil ve dini mimari pek çok eser olmuştur. Bu eserlerin başlıcalarını saymak gerekirse: Edirne Karaağaç Tren Garı, Edirne Eski Camii, Edirne Üç Şerefeli Camii, İstanbul Cihangir Camii, Aziz Mahmud Hüdayi Camii ve türbesi, Şehit Sokollu Mehmet Paşa Camii, Fethipaşa korusundaki köşkler. Mahmut Paşa Camii, Ertuğrul Tekke Camii, Kasımpaşa Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Bahriye Nazırlığı binası, Türkmenistan Aşkabad Parlamento binası restorasyonu, Antalya Akdeniz Üniversitesi Camii ile birlikte daha birçok irili ufaklı eserlere imza attık. “İmza attık” diyorum çünkü kalemişi kollektif çalışma gerektiren bir sanattır.
Yurtiçinde ve yurtdışında kalemişi projelerine imza attığınız pek çok dini ve sivil mimari eserin kalemişi uygulamasına atıf yaptınız. Tüm çalışmalarınızın kendine has bir hikâyesi olmakla birlikte sanatkâr gönlünüzde nisbeten daha derin izler bırakan bir çalışmanızın hikâyesini dinlemek isteriz…
Kadırga Şehit Sokollu Mehmet Paşa Camii çok önemlidir. Benim için ayrı bir camii olması, Türk süsleme sanatlarının birçok tekniğini içinde barındıran bir eser olması ve insanı büyüleyen yapısı… 17 Ağustos depremini bu camide yaşamamamıza rağmen depremi hiç hissetmememiz ve her tarafın sallanışını izlememiz hiç unutamayacağım bir anıdır.
Cami tezyinatını hizmetlerinizi de konuşalım… Cami tezyinatı alanına nasıl dâhil oldunuz?
Cami tezyinatına daha önce de değindiğim gibi üniversite yıllarında başlayıp o yıllardan sonra fiili olarak devam ettim. Yaz dönemlerinde camilerde, çalıştığım yerlerde kalarak bu işleri öğrenebildim.
“ÖĞRENCİLERİMİZ GURUMUMUZ OLDU.”
Camii tezyinatına hizmetlerim ise ortalama 25 yıldır kalemişi alanınca çalışabilecek öğrenciler yetiştirdim. Yetiştirdiğim öğrenciler birçok eserlere imzalar attılar. Uluslararası yarışmalarda dereceler elde ettiler. Haliyle bu da bizim gururumuz oldu.
‘Cami tezyinatı’ denildiğinde bu terkibin içerisine neler girer?
Cami tezyinatı, birçok alanın belli bir uyum ve ahenk içinde yapıya karakter vermesidir. Bu alanlar hat, kalemişi, çini, malakârî, kündekârî, Edirnekârî, mermer, sedef kakma, ahşap oyma, revizen avizeler ve halı gibi birçok alanın birlikte vücut bulduğu bir tezyin grubu olur.
Cami tezyinatında kalemişinin yeri nerede konumlanır?
Tezyinat içerisinde kalemişinin kendine has bir yeri ve alanı vardır. Bu alanı hat sanatı ile paylaşır. Hatta hat sanatı ile kalemişi tezhip gibi birbirinden ayrılamazlar. Kalemişi tezyini sanatlarda en çok alana sahip olan sanatımızdır. Kubbeler, mahfil katları, duvarlar, son cemaat kısımları, revaklı, kubbeli avlular müezzin mahfili gibi ve hünkâr mahfili gibi alanlar kalemişinin alanlarıdır.
Camilerimizdeki kalemişi uygulamalarını ve dahi restorasyon çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her alanda olduğu gibi kalemişinde de iyi ve kötü vardır. Lakin, bunu değerlendirirken birçok konuyu ele almak lazım. Haliyle bazı durumlarda çok iyi ustalardan dahi düşük kalitede iş alırsınız. Zamanın şartları bazen bunu ister istemez gerektiriyor. Ama hakkı verilen işler ise, hakkıyla yapılır ve güzel sonuçlar alırsınız.
Eline fırçayı alan kubbeye nasıl yol buluyor? Restorasyon projelerinde görev alan kalemkârların eğitim ve tecrübeleri ne kadar yeterli? Bu sahada bir denetimsizlik söz konusu mu?
Evet, eline fırçayı alan kubbenin yolunu tutabiliyor. Her meslekte olduğu gibi kalemişinde de bu hastalık mevcut. Sebebi ise usta-çırak ilişkisinin; meslekî ahlâk ve terbiyenin maalesef kaybolması…
Şu anda neler yapıyorsunuz?
Şu anda eşim Esra hanımla birlikte tezhip ve kalemişi çalışmalarımızı yürütüyoruz. Tasarımlarını tamamlamak üzere olduğumuz Levent Barbaros Hayrettin Paşa Camii’nin ahşap üzeri kalemişlerine başlayacağız yakın zamanda.
Levent’te Büyükdere Caddesi üzerinde 20 bin metrekare alan üzerinde inşa edilen Barbaros Hayrettin Paşa Camii’ndeki çalışmalarınıza da değinelim… Caminin kalemişi tezyinat/uygulama projesini teşrih masasına yatıralım…
Levent camiinin tasarımları esasen Mustafa Çelebi tarafından yapılmakta olup orada da ciddi bir tezyin grubu var. Bizler ise kendi alanımızdan sorumlu olup ahşap üzeri kalemişi kısmının ve çıtakârî kısmının tasarımını yapıyoruz. Tabii üslup farkı olmasın, uyum ve ahenk birliği olsun diye Mustafa Çelebi hocamla da istişare ederek ilerliyoruz.
Eşiniz Esra Hanım da tezhip ve kalemişi camiamızın mühim simaları arasında yer alıyor. Birlikte dirlik içinde çalışmanın püf noktalarını öğrenmek isteriz...
Biz eşimle birlikte 1997 yılından beri yani 25 yıldır aynı masada çalışıyor aynı esere Abdullah ve Esra imzasını atıyoruz. Bu o kadar kolay olmadı. Ama başarmanın yolunu zaman içerisinde tecrübe ederek öğreniyorsunuz. Bir esere iki gözün bakarak tasarım yapması, işçilikte ve tasarımdaki eksik ya da hatayı tespit etmesi açısından bulunmaz bir nimet olarak görüyorum. Kısacası eşimle çalışmak harika bir duygu. Püf noktası şu: Sevdiğiniz ve sevildiğiniz, saydığınız ve saygı gördüğünüz bir insanla masaya oturun. O zaman o masa size her işte başarı ve mutluluk getirir.
İş bölümünü nasıl gerçekleştiriyorsunuz?
İş bölümüne gelecek olursak… Cetveller çekildikten, tasarım birlikte yapıldıktan sonra, şu motifler senin bu motifler benim tarzında bir paylaşımla işe başlıyor ve bitiriyoruz. Son zamanlarda bu paylaşımı dahi yapmıyoruz. Kim neresinden tutarsa oradan başlıyor.
Atölye çalışmalarınıza değinir misiniz?
Atölye çalışmalarını evimizdeki bir odamızı atölye yaptık ev ve işi iç içe geçirerek yapıyoruz. Atölyede sadece ikimiz varız. Öğrencilerimizi, derslerde ve şantiye ortamında kontrol ediyoruz.
Çalışmalarınızın alametifarikası nedir?
Çalışmalarımızın kalemişindeki ayırt edici özelliğini şöyle belirtebiliriz. Attığımız her fırça darbesini, çektiğimiz her tahriri, gelecekteki bir genç sanatçıya ilham ve eğitim emaneti olarak bırakmanın titizliği ve sanatın bir toplumun DNAsı olması hassasiyetiyle iş yapıyoruz.
Hocaların hocası Hattat Hüseyin Öksüz’ün sülüs-nesih kaleminden neş’et eden hilye-i şerifesini yol arkadaşınız Esra Hanımla birlikte bezediniz. Bidayetinden nihayetine kadar bu eserin öyküsünü nasıl anlatırsınız?
Evet… Bu eserin başlangıcı on yıldan fazla bir süre öncesine dayanıyor. O zamanlar tasarımını Bursa Ulu Camii müezzin mahfilinin merdivenlerindeki harika bir kalemişi eserden ilham alarak hazırlamıştık. Lakin yarım kalan eseri, arkadaşım Murat Kılıç bir fotoğrafın kenarında görmüş ve beni aradı, “ağabey bu nedir?” diye. Ben de anlatınca “dur, onun yeri var. Ben geliyorum” deyip atladı geldi. Eşim Esra hanımla “hep bu emanetini bekliyor” der dururduk. Demek ki zamanı gelmiş. Eseri bitirdik, hilye-i şerifeyi Hüseyin Öksüz hoca yazdı. Biz “bu eserin içindeki hilyeyi de yapalım, aynı sanatkârların elinden çıksın” mülahazasıyla tezhibini de bitirdik. Şükürler olsun, Efendimizin (sav) sanduka örtüsüyle de taçlandı ortaya sanat eseri niteliğine sahip bir eser çıktı.
Son olarak okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?
Bizlere göçebe bir toplum, at üzerinde gezen, barbar, kıl çadırda yaşayan, çoban, cahil ve ilkel yaftaları yapıştıranların aksine, Tanrı dağlarından Turfan havzasına yerin 110 m. altından 5.100 km. uzunlukta “karez” dediğimiz su kanallarını bir can damarı şeklinde dağıtan, tekstilde, sanatta ve inşaada bu kadar ileri giden 13 milyon nüfuslu bir Uygur şehri kuran atalarımızın kanını ve DNAsını taşıyoruz. Aldığımız emaneti ve medeniyeti geleceğe aktarmak zorundayız.
SANATKÂR OĞUZHANOĞLU: HER İNSAN BİR MEŞGALE BULMALIDIR.
Bu sebeple bilinçli bir toplum yetiştirmek gereklidir. Herkesi sanatçı yetiştiremezsiniz. Ama herkese kendini anlatabilir, kim olduğunu öğretebilir, “nerden geldik, hangi merhalelerle dünya tarihine damga vurduk” bunu anlatmalıyız. O zaman her taşın bir değer ifade ettiği anlaşılır.
Son söz, her insan bir meşgale bulmalıdır. Sanat en güzel meşgalelerdendir, sanatçı olmak değil, sanattan anlamak için kendimize vakit ayırmalıyız.
İlginiz için teşekkür ediyorum.
İbrahim Ethem Gören-11.08.2022/Yazı No: 309