Prof. Dr. Faruk Taşkale ülkemizin önde gelen tezhip hocalarından biri. İlk gençlik yıllarında resim ve karakalem çalışmalarıyla estetik merakını gidermeye çalışan Taşkale, 1980 yılında tezyîni sanatlara adım atmış. Bu tarihte Topkapı Sarayı Kültür Bakanlığı Türk Süsleme Sanatları Kursu’nda tezhip sanatıyla taşıyan Faruk Taşkale burada tezhip sanatının duayen isimlerinden Cahide Keskiner, Melek Antel, Birsen Gökçe ve Semih İrteş’ten tezhip sanatının inceliklerini öğrenmiş. Taşkale’nin hocaları Melek Antel ve Birsen Gökçe geçtiğimiz yıllarda vefat etmişti. Hocaların hocası Cahide Keskiner ise 14 Kasım 2018 Perşembe günü ebediyet âlemine sırlandı. Merhumelere talebeleri Faruk Taşkale mülakatı vesilesiyle rahmet niyaz ediyorum.
Emin Barın Hoca’nın Çemberlitaş’taki atölyesinde Perşembe günleri düzenlenen sohbetlere katılma imkânı bulan Faruk Taşkale’yi Emin Barın, müzehhibe Rikkat Kunt ile tanıştırmış. Bu tanışıklık, yakın dönem tezhip sanatımızın en mühim simalarından Rikkat Kunt’un son talebesi (Rikkat Kunt’un deyişiyle: Tekne kazıntısı) unvanına sahip olacak olan Faruk Taşkale’yi –tabir yerindeyse- Türk tezyîni sanatlarının kara sevdalı âşığı haline getirmiş.
Osmanlı ile Cumhuriyet Türkiyesi arasında geleneksel sanatlarda köprü vazifesi üstlenen Hamit Aytaç, Rikkat Kunt, Emin Barın, Süheyl Ünver, Ali Alparslan ve Kerim Silivrili gibi üstadlarla tanışarak feyz alan Faruk Taşkale 1989 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları Tezhip Anasanat Dalı’nda araştırma görevlisi olarak akademi camiasına dâhil olmuş. 1991 yılında Prof. Kerim Silivrili danışmanlığında “Tezhip Sanatı ve Rikkat Kunt” konulu çalışması ile Yüksek Lisans programını; 1994 yılında ise Prof. İlhami Turan rehberliğinde “Tezhip Sanatının Kullanım Alanları” konulu çalışması ile doktora-sanatta yeterlilik programını tamamlamış. 1996 yılında Yrd. Doç., 2000’de Doç., 2006’da ise Prof. olmuş. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü’nde 2006-2008 tarihleri arasında başkan yardımcılığı görevini üstlenmiş olan Prof. Dr. Faruk Taşkale, 1996 yılından bu yana aynı üniversitede, Tezhip Ana Sanat Dalı Başkanı, Üçüncü Dönem Bölüm Başkanı ve Öğretim Üyesi olarak görev yapıyor.
MSGSÜ’de bir yandan lisans, yüksek lisans ve sanatta yeterlik programlarında tezhip tasarım, serbest tasarım, natüralist üslupta çiçekler, diploma ve tezhip sanatı tarihi derslerine girerek tezyini sanatlarımıza yeni ustalar kazandıran Prof. Taşkale, diğer yandan birbirinden âlâ tezhip levhalarına imza atarak Rikkat Kunt’un yolundan emin adımlarla ilerliyor.
Hocaların hocası Prof. Dr. Faruk Taşkale ile öznesinde tezhip sanatı olan bir sohbet gerçekleştirdik.
Geleneksel sanatlar gündeminize nasıl ve ne zaman girdi?
Tezhip sanatıyla ilk tanışmam 1980 yılında oldu. Dostum Hüseyin Gündüz’ün teşvik ve yönlendirmeleriyle Topkapı Sarayı Tezhip Atölyesi’ne devam etmeye başladım. Aynı zamanda üniversitedeki eğitimimi başarıyla sürdürüyordum. Yoğun üniversite eğitimim arasında çok sıcak, sevimli bir ortam; dinlendirici olduğu kadar son derece keyifli bir uğraş edinmiştim. Üniversitede gözde bir öğrenci olduğum için hocalarım ve arkadaşlarım çalışmalarımı yakından takip ediyorlar ve hayranlık duyuyorlardı. Atölyedeki hocalarım Cahide Keskiner, Melek Antel, Semih İrteş, Birsen Gökçe ve arkadaşlarım Mamure Öz, Nilüfer Kurfeyz, Nermin Bezmen ve Meral Güney ile çok keyifli ve kendimi huzur içinde hissettiğim bir süreç başlamıştı. Cumartesi günlerini sabırsızlıkla bekler olmuştum. Topkapı Sarayı’nın mistik atmosferi içerisinde bir atölyemiz, arada bir atölyemizi ziyaret eden Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver, hattat Bekir Pekten, Hasan Çelebi ve Hüseyin Gündüz ile her şey yolunda gidiyordu.
Topkapı Sarayı’nda neler öğrendiniz?
Murakka germeyi, kâğıt boyayıp âharlamayı, altın ezmeyi, desen tasarım ve renklendirmeyi öğrendim sarayda.
Başka neler yaptınız?
Bazen Topkapı Sarayı Müzesi’nde ve kütüphanesinde bulunan el yazmalarını incelerdik. Bu çok önemli bir deneyimdi.
Bu deneyimde dikkatinizi neler çekti?
III. Ahmet Yemiş Odası’ndaki çiçek ve yemiş resimleri adeta büyülemişti beni ve çoğunu orijinal boyutlarıyla murakkaa üzerine çalışmıştım. İkinci sene yılsonu sergimizde ilk çalışmam olan bir kıt’a, Japon bir koleksiyoner tarafından satın alınmıştı. Aynı sergide IBM, III. Ahmet Yeşim Odası’ndan esinlenerek yaptığım “Vazoda Güller” isimli çalışmamı satın almış ve çiçeklerle ilgili bir koleksiyon siparişi vermişti…
Çalışmalarımın sanatsever koleksiyonerler tarafından beğenilip takdir edilmesi, evlerini ve bürolarını süslemesi gurur verici ve teşvik edici bir durumdu. Duyguların boyalar ile ifade edilmesi ve başkalarıyla paylaşılması olağanüstü bir duyguydu. Resim çalışmalarımı ilerletmeyi düşündüğüm bir dönemde, başlangıçta yalın bir sevgi ve ilgiyle başladığım tezhip sanatı gelecekte tüm yaşantımı etkilemişti…
ASLINDA GÖNLÜMDE SANAT YATIYORDU…
İngiliz Dili ve Edebiyatı tahsili gördünüz. Hangi sâiklerle alan değiştirdiniz?
Aslında gönlümde sanat yatıyordu. Üniversite eğitimim boyunca da hep sanatla ilgilendim. Üniversite hayatımda mutlu bir öğrenciydim. Çünkü başarılı, çalışkan, sorumluluklarının bilincinde olan ve azimli bir öğrenciydim. Diğer taraftan sanatla uğraşmak ağır bir bölümde okurken beni rahatlatan ve belki de okulda başarılı olmama yardımcı olan bir etkendi.
Öğrencilik yıllarınızda sanat size neler kattı?
Sanatla uğraşırken ruhumu dinlendiriyor, tüm kaygılardan uzaklaşıp yeniliyordum kendimi ve derslerime daha azimle sarılıyordum. Dolayısıyla okul eğitimim ve sanatla meşgul olmam iç içeydi. Birbirini etkileyen iki unsurdu. Üniversitede hocalarım Faruk Toktamış, Utku Çoşkunoğlu, Betül Driker hayrandı çalışmalarıma. Hatta bir firmanın düzenlediği bir etkinlikte çalışmalarımdan oluşan bir sergiye gelip hayranlıklarını belirtmişlerdi. Yabancı dil bana tüm kapıları açan bir anahtar gibi oldu. Çünkü akademik kariyerim sırasında benden, önce yabancı dil istendi. Yabancı dili verdikten sonra sanat alanımla ilgilenildi. Bu durum maalesef sanat alanında da kariyer yapmak isteyenler için halen geçerli… Sonuç olarak ben bir daldan başka bir dala geçiş yapmış olarak düşünmüyorum kendimi. İki dal da birbirine sarmal gibi benim için.
İlk tezhip eğitiminizi Kültür Bakanlığı Topkapı Sarayı Geleneksel Türk Sanatları kursunda aldığınızı biliyoruz. Hâlen tezhip sanatımıza hizmet etmekte olan kursun, tezyini sanatlarımızdaki yerine dair neler söylemek istersiniz?
Kursun şu andaki işleyişi hakkında bilgi sahibi değilim. Ancak benim başladığım dönemde kıymetli hocaların eşliğinde eğitim görülüyordu. Sık sık müze kütüphanesindeki eserleri canlı görme ve etüt etme şansımız vardı. Kursa devam eden arkadaşları birbirlerine çalışmaları konusunda yardımcı olurdu. Ayrıca geleneksel yıl sonu sergilerimiz olurdu.
Osmanlı Cihan Devleti’nin sarayında çalışmak halet-i ruhiyenize nasıl yansıyordu?
Saray içerisinde bir atölyede çalışmak manevi anlamda son derece etkileyici ve motive ediciydi. Sık sık günümüzde önemli bir yeri olan hattatlarımız atölyeye gelip ziyaret ederlerdi. Günümüzde başarılı bir şekilde tezhip sanatına hizmet eden kişilerin bir kısmı bu atölyeden mezun olmuş kişilerdir. Topkapı Sarayı Geleneksel Türk Sanatları kursu tezhip sanatı açısından önemli bir yere sahipti.
‘EMİN BARIN İLE TANIŞMAM SANAT HAYATIMDA DÖNÜM NOKTASI OLDU’
Üniversiteden mezun olduğunuz yıllarda Emin Barın Atölyesi’ndeki Perşembe sohbetlerine katıldınız. Sohbetlerin müdavimleri kimlerdi? Neler konuşulurdu?
1983 yılında Prof. Emin Barın ile tanışmam sanat yaşantımda bir dönüm noktası olmuştu. Hüseyin Gündüz o zamanlar üniversiteden mezun olmuş ve Emin Barın Hoca’nın Çemberlitaş’taki “Barın Yazı ve Cilt Atölyesi”nde asistanlığını yapıyordu. Emin hocanın benimle tanışmak istediğini ve atölyesine davet ettiğini söylediğinde çok heyecanlanmıştım.
EMİN BARIN ATÖLYESİ AKADEMİ GİBİYDİ…
Emin Barın hocanın Çemberlitaş’taki atölyesinde yapılan vazgeçilmez perşembe toplantılarından çok yararlandım. Önemli tarihçiler, sanatkâr ve koleksiyonerler; Mithat Sertoğlu, Şevket Rado, Safiyettin Pınar, Mahmud Öncü, Hasan Çelebi, Ethem Çalışkan, İlhami Turan, İslam Seçen, Hüseyin Gündüz, Savaş Çevik gibi sanatla uğraşan birçok kişinin daimi bulunmaya çalıştığı bu atölye; adeta bir akademi gibiydi. Sanatla ilgili her türlü sohbet ve bilgi alışverişinin yapıldığı Perşembe toplantıları yurtiçi ve yurtdışından gelen; sanatın her dalı ile uğraşan tüm sanatçı ve sanatseverlere açıktı. Onlarca eser gördüm ve dokundum burada. 1987 yılında vefâtına kadar, Emin Barın hocanın Geleneksel Türk Sanatları ve restorasyonu çalışmalarına katıldım. Bu atölyede sanat ve güncel olaylar üzerine hararetli sohbetler ve eleştiriler yapılırdı. Tabii sıcak çaylar, tatlılar sohbetleri tatlandırırdı. Akşama doğru müdavimler teker teker dağılırdı. Atölyeden en son biz çıkardık. Emin Barın Hocamız Gayrettepe’de yaşadığı için Hüseyin Gündüz ve beni Beşiktaş’ta bıraktıktan sonra yonura devam ederdi.
Emin Barın Atölyesi sanat sohbetlerinin irfanımız için ürettiği katma değerler nelerdir?
Barın Yazı ve Cilt Atölyesi’nin kültürümüze katkıları çok mühimdir. Sanat sohbet ve paylaşımlarının entelektüel boyutta yapıldığı bir ortamdı. Entelektüel bilgilerin paylaşılmasının yanı sıra restorasyona ihtiyacı olan eserler restore edilip koruma altına alınırdı. Ailesinden kalma eserleri değerlendirmek isteyenler ilgili koleksiyonerlere yönlendirilirdi.
RİKKAT KURT, TEZHİP SANATIMIZDA MÜSTESNA BİR YERE SAHİPTİR.
Tezhip sanatının son büyük temsilcilerinden Rikkat Kunt'tan tezhip sanatının inceliklere vâkıf oldunuz. Yüksek lisans tezinize konu olan bir sualle devam edelim. Tezhip sanatımızda Rikkat Kunt’un yeri neresidir?
Fatma Rikkat Kunt tezhip sanatımızda müstesna bir yere sahiptir. Rikkat Kunt uğraştığı sanat dallarında kendine has bir tarz ortaya koymuştur.
Rikkat Kunt tezhip tarzının özelikleri nelerdir?
Rikkat Kunt’un tarzı, klasik üsluplar doğrultusunda, yazının giysisi olarak ifade ettiği tezhibin yazının önüne geçmeyecek; yazı ile yarışmayacak düzeyde olması şeklinde bir anlayış ile sade, ince, gözü yormayacak bir tarzdı.
TEZHİP SABIR İSTEYEN BİR UĞRAŞTIR.
Tezhip sabır isteyen bir uğraştır. Rikkat Hanım, tezhip yaparken asla sıkılacak bir duygu içerisinde olmadığını; böyle hissettiğinde çalışmayı bırakıp başka işlerle uğraştığını ve gözlerini dinlendirmek için uzun uzun yeşil ağaçlara ve uzaklara baktığını ifade ederdi.
Rikkat Hanım’ın öğrencilerine armağan ettiği en önemli haslet nedir?
Rikkat Kunt’un biz talebelerine ve tezhip camiasına verdiği en mühim özellik; geleneksel sanatların temelinde yatan güzelin, güzelliğin insan ruhuna nüfuz etmesi, bu güzelliği yansıtması ve başkaları ile paylaşılması gerektiği duygusudur. Zira, Rikkat Kunt kendisi bu özelliklere sahip bir insandı ve ruhunda biriktirdiği güzelliği cömertçe paylaşmaktan imtina etmezdi. Dahası bu özelliğini çalışmalarına da yansıtırdı. Rikkat Kunt gerek görüntüsüyle, gerek ses tonuyla, gerekse paylaşımlarıyla ve bilgisini aktarımıyla son derece nazik ve cömert bir hanımefendiydi. Sabırlıydı… Talebelerinin gözleri kapalı motif çizebilecek kadar motif ve kompozisyon bilgisine sahip olmaları gerektiğini ifade ederdi.
Tezhip sanatı ile ilgili paylaşımları dışında, çayımızı içip kurabiyelerimizi yerken farklı konularda sohbet etmeyi çok severdi. Ayrılış zamanı geldiğinde talebe ve ziyaretçilerini kapıya kadar uğurlayan bir nezaketi vardı. Hele, intizamla katlayıp koyduğu desen cilbentlerini itina ile açıp desenlerinden bizlere hediye ettiği vakit en keyif aldığımız anlardandı.
RİKKAT KUNT, İSMİYLE MÜSEMMA ZARİF, GÜZEL GÖNÜLLÜ BİR İNSANDI.
Rikkat Kunt’un ahlâkî vasıflarına değinir misiniz?
Rikkat Kunt, ismiyle müsemma, zarif, ince, güzel Türkçesiyle sohbet ettiği kişileri etkileyen, aynı zamanda iyi bir dinleyici kişiliğe sahip, cömert, güzel gönüllü ve inançlı bir insandı. Rikkat Kunt Hocanın en mümeyyiz hususiyeti son derece nazik ve cömert olmasıydı. 1978’di sanırım; Hattat Hüseyin Gündüz ile birlikte bir zer-endûd tuğra ve Şefik Efendi’nin celî sülüs bir levhasına ne yapılabilir diye Rikkat Hocamı Beylerbeyindeki evinde ziyaret ettik. Henüz aktif olarak tezhiple iştigal etmeye başlamamıştım. Rikkat Hanım’ı ilk defa görüyordum. Bizi çok samimi ve güleryüzle karşıladı. İki levhaya ne gibi bir tezyinat yapacağından bahsetti. Çok keyifle ayrıldık evden. Bir süre sonra levhaları almak için tekrar o muhteşem atmosferi olan evdeydik. İki levhayı da çok güzel bir şekilde tezyin etmişti. Biz, Hüseyin Bey ile utana sıkıla borcumuzu sorduğumuzda: “Bir borcunuz yok. Ben bu dünyadan göç ettikten sonra arkamdan üç İhlâs, bir Fatiha okursunuz ödeşiriz” demişti. Allah rahmet etsin, kaç bin İhlas, Fatiha okudum bilemem… Bu alışkanlık oldu bende, her gün okuyorum, o muhterem Rikkat Kunt ve diğer hocalarım için…
TEZHİBİN KLASİK TANIMI ALTINLA SÜSLEMEKTİR.
Buradan, müsaadenizle tezhip sanatına geçelim. Temel bir soru! Lakin henüz tanışmamış olan okuyucularımızın bilgisine sunalım… Tezhip sanatı nedir, nasıl yapılır, hangi malzemeler kullanılır?
Arapça “zeheb” altın kelimesinden gelen tezhip (tezhib) sanatının klasik tanımı altınlamak, altınla süslemektir. Tezhip çeşitli renklerde altın ve su bazlı boyalarla dini, edebi ve ilmi el yazması kitapları, hat (yazı) levha ve albümlerini, ferman, tuğra ve kitap kaplarını ve kullanım eşyalarını süsleme sanatıdır.
Bu naif sanatın malzemelerine de değinir misiniz?
Boya ve altın ana malzemelerdir. Tezhip sanatında kullanılan boyalar çeşitli renklerde su bazlı guaj ve sulu boyalar, akrilik ve plaka boyalardır. Altın ise ezilip çeşitli merhalelerden geçtikten sonra fırça marifetiyle -boya gibi uygulanan alandan çıkmaması için- jelatinli su ile birlikte kullanılır.
RİKKAT KUNT: TEZHİP YAZININ GİYSİSİDİR.
Kullanım alanlarını da istirham edelim…
Hay hay. Klasik kullanım alanında en önde gelen işlevi yazı süslemesi olan ve Rikkat Kunt’un tabiriyle yazının giysisi olarak kabul edilen tezhip sanatında süsleme öğeleri olarak stilize edilmiş bitkisel motifler, hatailer, hayvansal motifler, rumiler, bulutlar ve geometrik öğeler kullanılmaktadır.
ALTIN VE LACİVERT TEZHİBİN VASZGEÇİLMEZ İKİ UNSURUDUR.
Değişen beğeni ve ekollere rağmen zenginliği, güneşi temsil eden altın ile gökyüzünü temsil eden lacivert her dönemde vazgeçilmez iki unsur olmuştur. Tezhiplenmiş esere müzehhep eser, tezhip sanatı ile uğraşan erkek sanatçıya müzehhip, kadın sanatçıya müzehhibe ya da her ikisine birden tezhip sanatçısı adı verilir. Günümüzde ise klasik uygulama alanlarının yanısıra stilize edilmiş motifler ile bir hikâyesi olan, kendi başına müstakil bir yazıyı süslemek-tezyin etmek kaygısından uzak serbest tasarımlar yapılmakta ve çok anlamlı, güzel tasarımlar üretilmektedir.
Tezhip sanatında kullanılan malzemeler az önce de bahsettiğim gibi su bazlı boyalar ve altın, altını parlatmaya yarayan zer-mühre, aherlenmiş, yani kullanıma hazır hale getirilmiş kâğıtlar, ince uçlu samur firçalar, eskiz kâğıtları ve cetvel, pergel, trilin gibi malzemeler ve diğer yardımcı öğelerdir.
Klasik bir tezhip çalışması nasıl yıpılır?
Klasik tezyinatta tezhiplenecek yazıya veya alana uygun tasarım yapıldıktan sonra desen, uygulanacak alana aktarılır, çizilir. Aktarım işleminden sonra altınlanacak alanlar altınlanır, parlatılacak kısımlar mührelenir. Daha sonra çiçekler renklendirilir. Renklendirme aşamasını takiben tüm motifler tahrirlenir yani motif kenarlarına siyah boya ile kontür çekilir ve en son, çoğunlukla motifler dışında kalan zemin ( boşluklar) lacivert renk ile doldurulur.
Levha özelinde soracak olursak iyi bir tezhip eseri hangi hususiyetleri haiz olmalıdır?
Osmanlı İmparatorluğu’nda matbaanın yoğun olarak kullanılmaya başlanması ile birlikte kitap yazımı, işlevini büyük ölçüde kaybetmiştir. Hat sanatkârları sanatlarını daha çok, ayet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri, güzel sözleri ve şiirleri ihtiva eden, duvarlara asılacak şekilde tasarlanan levhalar, hilyeler ve kıt’alar yazmak şeklinde icra etmişlerdir. Dolayısıyla tezhib sanatı da bu yönde gelişmiştir.
Levha, kıt’a ve hilyelerde, iç bölümler ve küçük alanlar klasik tarzda; dış bordürler çoğunlukla lacivert, bordo, kahve, yeşil ve siyah tonlu zemin rengi üzerine altın ile halkârî tarzda tezyin edilmiştir. Bazen dış bordürlerin de klasik tarzda tezhiplendiği görülür. İyi bir levha tezyinatı için levhanın yazıldığı yazı çeşidi, metnin içeriği, yazının kompozisyonu ve eğer levha geçmiş dönemlerde hazırlanmış ise dönemin tezhip özellikleri son derece önemlidir.
Levhalar duvarlara asılacak şekilde tasarlandığı için tezyinat da en az 1-2 metre uzaklıktan takip edilecek ölçü ve özelliklerde olmalıdır. Kitap tezyinatı gibi 25-30 cm.den farkedilecek kadar ince olması gereksiz olabilir.
OSMANLI ASIRLARINDA 15. YÜZYILIN İLK YARISINDA HERAT VE ŞİRAZ ÜSLUPLARI ETKİLİ OLMUŞTUR.
Tezhip sanatının Baba Nakkaş’tan, Karamemi’den günümüze gelinceye kadar olan serencamını, dönemler, ekoller bağlamında kısaca özetleyebilir misiniz?
15. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı tezhip sanatında Herat ve Şiraz üslupları etkili olmuştur. Osmanlı tezhib sanatının bir ekol niteliğini yansıtan ilk örnekleri Fatih Sultan Mehmed döneminde görülür. Hatâyî ve rûmî motiflerinin büyük bir ustalıkla kullanıldığı 15. yüzyılda tezhipte büyük bir gelişme başlar. Bu gelişmede sanata ve sanatkâra büyük önem veren Fatih Sultan Mehmet’in önemli bir rolü vardır. Fatih Sultan Mehmed ve veziri Mahmud Paşa adına hazırlanan birçok eser, TSMK ve Süleymaniye Kütüphanesi olmak üzere çeşitli müze ve kütüphanelerde bulunmaktadır.
15. YÜZYIL TEZYİNATINDA ANA RENKLER LACİVERT VE MAVİDİR.
Dönemin tezhibinde ana renkler altın, lacivert ve mavidir. Bu renklere ek olarak siyah, beyaz, bordo ve küf yeşili küçük alanlarda zemin renkleri olarak kullanılmıştır. 16. yüzyıldan itibaren tezhip sanatımızın vazgeçilmez bir tarzı olan “Halkâri” örneklerine, bu dönemde az olmakla birlikte rastlanır. Fatih Sultan Mehmed için hazırlanan “Tezkiret’ül Kurtûbi”, dönemin altın ile çalışılıp siyah ile tahrirlenmiş halkâri örneklerine sahip önemli bir eserdir (S.K. Fatih Ktp. 2671 mülk).
15. YÜZYILIN EN ÖNEMLİ MÜZEHHİBİ BABA NAKKAŞ’TIR.
15. yüzyılın en önemli müzehhibi Fatih Sultan Mehmet’in sarayında kurulmuş nakışhanenin baş nakkaşı olan Özbek asıllı Baba Nakkaş’tır. Fatih döneminde Amasya’da görülen, şekil ve motifler bakımından tipik Fatih devri özelliği taşıyan “zer ender zer” tarzında renkler canlı, motifler ince ve zariftir.
16’INCI YÜZYILDA TEZHİB SANATINDA BÜYÜK GELİŞMELER YAŞANDI.
16. yüzyıl başlarında II. Bâyezid döneminde Osmanlı tezhib sanatında büyük bir gelişme başlar.
Bahsettiğiniz inkişâfın sebeplerine değinir misiniz?
Tabii ki. Bu gelişmenin iki önemli nedeni vardır. İran ve Tebriz’den gelip, saray nakkaşları arasına katılan müzehhipler Osmanlı tezhib sanatının gelişiminde önemli rol oynamışlardır. II. Bâyezid devri tezhip sanatındaki gelişmede etkili olan diğer neden de; Şeyh Hamdullâh (Ö. 1520) gibi Türk hat sanatına yön vermiş bir sanatkârın yetişmiş olmasıdır. II. Bâyezid’in, Şeyh Hamdullâh ve sanatına olan hayranlığı ve ilgisi, Şeyh Hamdullâh’ın yazdığı Kur’ân-ı Kerîm’lerin büyük bir özenle tezhiplenmesine neden olmuştur. Bu eserlerin başında; İÜK. 6662’de kayıtlı olan ve Hasan bin Abdullah tarafından tezhip edilen Mushaf ve TSMK. 913 YY.’de kayıtlı bulunan mushaf gelir.
Bu dönem tezhibinin belli başlı unsurları nelerdir?
II. Bâyezid dönemi tezhibinde rûmî ve hatâyî motifleri son derece incelmiş ve çeşitlenmiş; bulut motifleri de kullanılmaya başlanmıştır. Dönemin en önemli müzehhibi Hasan bin Abdullah’dır.
YAVUZ SULTAN SELİM DÖNEMİNDE TEZHİP SANATIMIZ YENİ BOYUTLAR KAZANMIŞTIR.
16. yüzyıl’ın başlarında Osmanlı tezhip sanatında yeni akımlar, Yavuz Sultan Selim’in 1514 yılında Tebriz seferinden sonra son Timurlu Sultanı Bediü’z Zaman Mirza ve yanındaki Heratlı sanatkârları İstanbul’a göndermesiyle başlar. Yavuz Sultan Selim, Tebriz’den başka sanatkârları da getirmiştir. Farklı çevrelerden gelen, değişik beğeni ve bilgiye sahip bu sanatkârların çalışmaları sonucunda Osmanlı tezhip sanatı yeni boyutlar kazanmıştır.
KÂNÛNÎ DÖNENİ TEZHİB SANATININ ALTIN ÇAĞI…
Kânûnî döneminde bu alanda neler yaşanmıştır?
Kânûnî Sultan Süleyman dönemi birçok yeni üslubun ve tekniğin uygulandığı son derece zengin bir dönemdir. Kânûnî döneminde diğer sanat dallarında olduğu gibi tezhip sanatında da altın dönem başlar. Klasik motif ve tekniklerin büyük bir ustalıkla kullanılmasının yanısıra, dönemin en önemli müzehhibi “Karamemi” ile lâle, gül, karanfil, sümbül, servi ağacı ve bahar dalı gibi birçok bahçe çiçek ve bitkilerinin yarı stilize olarak tezhip sanatında ilk kez kullanıldığı bu döneme tezhip sanatında “Klasik Dönem” adı verilir. Kânûnî Sultan Süleyman’ın “Muhibbî” mahlasıyla yazdığı şiirleri içeren ve Karamemi tarafından tezhiplenmiş olan “Muhibbî Divanı”nın tezyinatında da lâle, gül, karanfil, sümbül gibi çiçekler; bulut, rûmî ve hatâyî motifleri çoğunlukla “Şikaf halkârî” tarzında renklendirilmiş olarak kullanılmıştır (İÜK. T.5467). Karamemi’nin diğer önemli bir eseri de 16. Yüzyıl’ın önemli bir hattatı Ahmed Karahisârî’nin (Ö.1556), 1546 tarihli Kur’ân-ı Kerîm’e yaptığı tezyinattır (TSM. Y.B.5417). Bu muhteşem eserin “serlevha” tezhibinin bahar açmış ağaçlar ile değerlendirilmiş yan panoları adeta Karamemi’nin imzası gibidir. Türk tezhip sanatında “saz yolu” üslubu da Kânûnî döneminde ortaya çıkmış ve etkin olmuştur. ‘Saz yolu’nun ana motifleri, zenginleştirilmiş ve yeni formlar kazandırılmış hatâyî çiçek ve tomurcuklarıyla sivri uçlu, çok dilimli ve kıvrımlı, birbirini delip geçen hançerî yapraklardır. Saz yolu üslubunu ortaya çıkaran Tebriz asıllı ve Karamemi’nin hocası Şah Kulu’dur. Tezhip sanatında Şiraz üslubundan geliştirilmiş olarak kabul edebileceğimiz “Haliç işi” tarzı da ilk kez Osmanlı tezhibine Karamemi tarafından tanıtılmıştır.
17’İNCİ YÜZYIL… HİLYE YAZIMI VE TEZHİBİ DÖNEMİ…
17’inci yüzyıl tezhip sanatına neler kattı?
17. yüzyıl başlarında Osmanlı tezhip sanatında klasik üslub devam etmiştir. Ancak daha sonraki yıllarda tezhib sanatında gözle görülür bir duraklama başlar. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren klasik motiflerin bozulduğu ve dikkat çekici bir değişimin gerçekleştiği görülür. Rûmî ve hatâyîler oldukça sade ve işçilik kabadır. Altın ve soluk renklerle yapılan tezhip örneklerine yüzyılın en önemli hattatı ve klasik “hilye” tasarımını geliştiren Hâfız Osman (ö.1698) tarafından yazılmış Kur’ân-ı Kerîm’lerde görülür.
17. yüzyılda levha şeklinde hilye yazım ve tezhiplenmesi başlamıştır. Dönemin en önemli müzehhibi, Hâfız Osman’ın yazdığı Mushafları tezhipleyen Hasan Çelebi’dir. XVIII. yüzyılda Sultan Ahmed’in saltanat yılları tezhip sanatının yeniden canlandığı ve yeni akımların geliştiği bir dönem olmuştur. Bu dönemde tezhip sanatında Batı etkisi görülür. Üçüncü boyutun verildiği gölgeli renklendirmelerle yapılan natüralist tarzdaki çiçekler, çiçek ressamlığı denebilecek bir akımın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Türk çiçek ressamlığında ilk akla gelen isimler, 18. yüzyıl’ın en önemli müzehhibi ve çiçek ressamı Ali Üsküdarî ve Abdullah Buhârî’dir. Yedikuleli Seyyid Abdullah’ın (1670-1731) yazmış olduğu Kur’ân-ı Kerîm’leri tezhiplemekle övünen ve yüzyılın Şahkulu’su olarak da kabul edilen, lâke üstadı Ali Üsküdarî, tezhip ve halkârîlerinde klasik tezhip üslubunu ve saz yolunu sıkça kullanarak yeni bir yorum getirmiştir. Sanatkârın klasik tezhip ve saz yoluyla yaptığı en önemli eserlerden biri, Sultan III. Ahmed’in celî muhakkak hattıyla yazdığı kıt’aları içeren murakkaanın lâke kabı (TSMK. A.3652) ve natüralist tarzda boyadığı çiçekleri içeren albümdür (İÜK.T.5650). Tezhib sanatında Mekke-Medine tasvirleri de bu dönemde görülmeye başlar.
Rokoko ve barok hangi ihtiyaçlara binaen tezhip sanatımıza dâhil olmuştur?
18 yüzyıl başlarında Paris elçisi olan Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin yurda dönmesinden, Fransa Sefâretnâmesi adlı eseriyle Fransa Kralı XV. Louis’nin gönderdiği ve devrin sanat özelliklerini yansıtan hediyeleri Sultan III. Ahmed’e sunmasını takiben rokoko tarzı Osmanlı sanatkârlarını etkisi altına almıştır. Bu tarz, Türk rokokosu adı altında 150 yıldan fazla bir dönem tezhip sanatında etkili olmuş ve sanatkârlar tarafından sevilip benimsenmiştir. Klasik tezhip unsurlarından tamamen farklı olan bu üslup Türk beğeni ve anlayışı doğrultusunda ıslah edilip kullanılmıştır. Özellikle 19. yüzyılda daha etkili olan bu akım, Osmanlı tezhip sanatında yüzyıl boyunca etkili olmuştur.
Rokoko üslubunun karakteristik özellikleri nelerdir?
Rokoko üslubunun en önemli motifleri; iri ve geniş kıvrımlı yapraklar, sepet içinde çiçek buketleri, vazoda çiçekler, güllü girlandlar, kurdela ve fiyonklar, ışın ve zikzaklar, içinden çiçek buketleri çıkan bereket boynuzları, C ve S kıvrımlar, sütun ve perdelerdir. Bu dönemde en fazla kullanılan çiçek gül olmuştur.
GÜL, ROKOKO ÜSLUBUNUN VAZGEÇİLMEZ BİR UNSURUDUR.
Gül; rokoko üslubunun adeta vazgeçilmez bir unsuru olmuştur. Rokoko üslubu Kur’ân-ı Kerîm’lerde, en’am ve benzeri kitaplar ile levha ve kıt’alarda farklı şekillerde kullanılmıştır. Rokoko tezyinat; kitaplarda özellikle sıvama altın zeminler üzerinde sayfa kenarlarına serbestçe yayılmıştır. Çoğu zaman yazı ile tezhibi ayıran cetveller de kullanılmamış, altın zemin üzerine yapılan “iğne perdah” ile altın zemin üzerinde metalik bir etki verilmiştir.
Rokoko üslubu, 19. yüzyılda etkili olmuş; kıt’a, levha ve hilye eserlerinin tezyinatında yaygın bir biçimde kullanılmıştır. Kitaplarda metinden sonraki boşlukların sistemli bir şekilde noktalama ve tarama teknikleri kullanılarak, gül ağırlıklı çiçek ve buketlerle tezhiplenmesine karşın; levhaların dış bordürleri çoğunlukla siyah, lâcivert, füme, koyu yeşil ve bordo renklerle boyanıp, üzerine birkaç renk altın kullanılarak rokoko üslubunda tezyinat yapılmıştır. Dış bordürlerde kompozisyonu oluşturan köşeler genellikle yuvarlak ya da kare bir form oluşturacak şekilde tasarlanmıştır. 19. yüzyılda sık sık karşımıza çıkan “Tekke yazılar”ın tezyinatında rokoko üslubunun unsurları olan sütun, perde, püskül gibi öğeler sıkça kullanılmıştır.
19. yüzyıl’ın en önemli müzehhibi Hezargradlızâde Ahmed Ataullah ve öğrencisi Hüseyin Hüsnü Efendi’dir. Rokoko üslubunda levha tezhiblerinde, Osman Yümni Efendi dışında genellikle müzehhibin imzasına rastlanmaz.
19. yüzyıl sonlarına doğru müzehhipler bir yandan rokoko üslubunda eserler vermeye devam ederken, diğer yandan da klasik özellikler taşıyan tezhipler yapmışlar ve zaman zaman da rokoko ve klasik tezhip özelliklerini oldukça uygun bir şekilde bir arada kullanmışlardır.
19. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan Hüseyin Hüsnü Efendi ve Osman Yümni Efendi (1839-1919); rokoko ve klasik üslupta eserler vermiş müzehhiplerin başında gelirler. Hüseyin Hüsnü Efendi ve Osman Yümnî Efendi’nin eserlerinin rokokodan klasik üsluba geçiş özellikleri taşıdıklarını söylemek doğru olabilir.
KAZASKER MUSTAFA İZZET EFENDİ’NİN HİLYESİ…
Cumhuriyet döneminde sizi etkileyen tezhip eserleri hangileri? Birinin hikâyesine, özelliklerine değinir misiniz?
Cumhuriyet döneminde bence iki önemli eser vücuda getirilmiştir. Fatih Divanı ve Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin muhakkak, sülüs ve nesih hatlarıyla 1291/1874 tarihinde yazıp Muhsin Demironat’ın tezhiplediği 220x120 cm. ölçülerindeki hilye-i şerîfedir.
Hat dehası, bestekar, neyzen ve devlet adamı olan Kazasker Mustafa İzzet Efendi çeşitli boyutlarda birçok hilye yazmıştır. Bu hilyelerden biri de Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin baş eserlerinden birisi sayılan hilye-i şerîfedir. Hilye-i şerîfe gerek yazısı gerekse tezyinatıyla 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl Cumhuriyet döneminin en önemli eserlerinin başında gelir. Muhsin Demironat, bu hilye-i şerîfenin tezyinatında rûmî, bulut ve hatâyî motiflerini büyük bir ustalıkla kullanmıştır. Hilye’nin göbek ve koltuk tezhiplerinde tam ve yarım şemseler ile köşebentlerde zemin rengi olarak altını, diğer alanlarda ise lâcivert rengini tercih etmiştir. Beyn-es sütûr tezyinatı için bulut ve hatâyî motiflerini, hilâl için hatâyî motiflerini kullanan sanatkâr, dış pervaz için hatâyî motiflerinden oluşan muhteşem bir tasarımla sanatının zirvesine ulaşmıştır. Cümle bitimlerine yapılan dairevi noktalar ise gerek işçilik gerekse motif açısından son derece dikkate şâyândır. Hilye, tezhiplenmesi için Mısırlı bir kişi tarafından Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer’e teslim edilmiş. Ancak bir daha ne aranıp ne sorulmuş. İsmail Hakkı Altunbezer’in hastalanıp yatağa düşmesi nedeniyle Sami Ozan isminde bir iş adamı hilyeyi satın alıp kime tezhipleteceğini Hakkı Bey’e sorar ve bu hilyeyi ancak Muhsin Demironat tezhipler tavsiyesini alınca hilye, Muhsin Demironat’a teslim edilir. Muhsin Demironat bu muhteşem tezyinatı iki buçuk yılı aşkın bir zamanda tamamlamıştır. Hilye bugün Zeki Cemal Özen Koleksiyonu’nda bulunmaktadır.
GÜZEL SANATLAR AKADEMİSİ 20. YÜZYILDA TEZHİP SANATININ MERKEZİ KONUMUNDADIR
Tezhip sanatıyla önceki yüzyıllarda genel olarak hat levha ve albümleri, fermanlar, tuğralar ve cilt kapaklarını süslenmiş. Günümüzde yazı süslemesiyle birlikte özgün tezyinat tasarımlarında da kullanılıyor. Tezhipte yeni tasarım uygulamalarına yönelik neler düşünüyorsunuz?
20. yüzyıl Cumhuriyet döneminde tezhip sanatındaki gelişmelerin merkezi “Güzel Sanatlar Akademisi” olmuştur ve bu gelenek hâlen devam etmektedir. 2000’li yıllardan itibaren klasik özelliklerden yola çıkarak yeni arayışlar içerisinde çalışmalar yapılmaktadır. Bu, sanatın gelişimi için kaçınılmazdır. Aynı kalıpların tekrarı sanatın gelişimini engellediği kadar müzehhipleri de yormaktadır. Son on yıldan itibaren XIII. yüzyıldan günümüze, farklı üslupların bilinçli bir şekilde incelenip bazı öğelerin bir arada ya da geliştirilmiş olarak tasarlanıp uygulanması, farklı çalışmaların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Tezhip sanatında serbest ve özgün tasarımlar; formlar ve renk geçişleri; kâğıt renklerinde renk geçişleri ve efektler; doğal ve yapay öğelerin kullanılması; bazen bir konunun işlenmesi, gelecekte ortaya çıkabilecek yeni tarz ya da üslupların prototiplerini oluşturmaları açısından önemlidir. Bu bağlamda sanatkârların motif, desen, kompozisyon, tasarım ilkeleri, renk uyumu, teknolojinin imkânlarını abartıdan uzak yerinde kullanmak ve yazıyla uyum gibi özellikleri göz önünde bulundurmaları gerekmektedir.
Üniversitelerin, atölyelerin, meslek edindirme kurs merkezlerinin Türk tezyini sanatlarına yönelik müfredatları, programları yeterli mi?
Üniversiteler ile özel atölyeleri ve meslek edindirme kurs merkezlerini bir arada değerlendirmek doğru değildir. Üniversitelerin eğitim programları genelde birbirine benzer. Kendi bulunduğum kurum adına koşuşacak olursam program ve müfredat yeterli ve dallarında çok kıymetli hocalarla eğitim ve öğretim sürdürülmektedir. Ülkemizde güzel çalışmalar yapan sanatçıların çoğunluğunun ve bu merkezlerde eğitim veren hocaların çoğunun MSGSÜ Geleneksel Türk Sanatları Bölümünden mezun olmaları bunun en güzel kanıtıdır. Güzel bir sonuç için iyi ve yeterli bir program olması gerektiğinin yanısıra bu programları yönetebilecek, sanatkâr ruhu ile çalışabilecek, öğrenciye bilgi ve becerilerini titizlik ve ciddiyet içerisinde aktarabilecek eğitmenlerin olması çok mühim. Bazen bazı kurs ve merkezlerde kendisi henüz yeterli olmayan ve ne yazık ki yaptığı hatalı çalışmaları sosyal medyada paylaşan eğitmenlerin olmasını hayret ve şaşkınlıkla izliyorum.
KURUMLAR ÜNİVERSİTELER İLE İŞ BİRLİĞİ YAPMALI
Geliştirmek için neler yapılabilir?
Programları ve programları uygulayabilecek elemanları yetiştirmek için kurumların üniversiteler ile işbirliği yapmaları gerektiği düşüncesindeyim.
Tezhip sanatkârlarımız sanatlarını geliştirme ve ileriye götürmeye yönelik neler yapıyor/yapmalı?
Tezhip sanatını etkileyen nedenlerin başında kültürel etkileşim ve değişimler, sosyal ve ekonomik nedenler, yöneticilerin sanata bakış açıları, sanatkârların tekrardan kaçınma; kendilerini ifade edebilme arzusu ve yeni arayışlar içinde olmaları gelir. Dolayısıyla bu nedenler, diğer sanat kollarında olduğu gibi, geleneksel sanatlar içerisinde önemli bir yer tutan tezhip sanatında da, farklı üslupların ve tarzların doğuşunda ve tezhip sanatının gelişiminde etkili olmuşlardır. Bazı tarz ve üsluplar değişen beğeni ve istekler doğrultusunda her dönem etkili olmuşlar; bazıları ise bir süre etkin olduktan sonra zayıflayıp önemlerini kaybetmişlerdir. 16. yüzyılda Saz Yolu ile Şahkulu ve yarı natüralist bahçe çiçek ve motifleriyle Karamemi; 18. yüzyılda natüralist üslüpla Ali Üsküdarî; 19. yüzyılda Barok üslüpla Hezargradlı Zâde Ahmed Ataullah dönemlerinin modernistleri olmuşlar ve tanıttıkları üsluplar tüm sanat dallarını etkilemiştir. 20. yüzyıl Cumhuriyet dönemi tezhip sanatındaki gelişme, Muhsin Demironat ve Rikkat Kunt ile gerçekleşmiştir. Her iki sanatkâr da müze ve kütüphanelerde bulunan klasik eserleri incelemiş ve gözleme dayalı bir şekilde klasik üslupta eserler vermişlerdir.
SERBEST TASARIM YAPAN SANATKÂRLAR KLASİĞİ ÖZÜMSEMELİ
Günümüz için de bir paragraf açalım dilerseniz…
Tabii ki… Günümüzde tezhip sanatı klasik ve serbest tasarımlar olarak iki şekilde icra edilmektedir. Klasik tasarımlar klasik formda yazılan yazılar için zorunludur. Bu bağlamda, tezhip, yazının elbisesi ve süsüdür. Tezhip olmadan yazı eksik sayılır. Yazı, klasik kurallar, motif ve desenler, klasik renkler ve uygulamalar doğrultusunda tezhiplenir. Tezyinat yapılırken yazının içeriği, yazı çeşidi ve yazının ebadı da göz ardı edilmemelidir.
Serbest tasarımlar, sanatkârların duygu ve birikimleri doğrultusunda kendilerini ifade etmeleri şeklinde ortaya çıkar. Serbest tasarım yapan bir sanatkârın mutlaka iyi bir klasik tasarım bilgisine hâkim olması gerekir. 20. yüzyılın sonlarından itibaren, farklı üslupların bilinçli bir şekilde incelenip, bazı öğelerin bir arada ya da geliştirilmiş olarak tasarlanıp uygulanması, farklı çalışmaların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Tezhip sanatında kompozisyon, motif ve renklerdeki tekrar, adeta birbirinin kopyası görünümündeki çalışmaların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Klasik eğitimi almış, klasik tezhip üsluplarını ve kuralları özümsemiş bir sanatçının yeni ve farklı yorumlar yapması yadırganmamalı ve desteklenmelidir. Amaç sadece tezhip sanatını yaşatma gibi kısır bir düşünce olmamalı. Sanat yaşıyor ve yeni gelişmelere açık bir olgudur.
Okulunuzda durum nasıl?
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Geleneksel Türk Sanatları Bölümü’nde “Serbest Tasarım” dersinde öğrenciler aldıkları klasik eğitimden sonra, tüm bilgi ve becerilerini kullanarak form, desen ve renkte tamamen özgür bir şekilde neler yapabilecekleri konusunda yönlendirilmektedirler. Bu bağlamda çok ilginç ve estetik tasarımlar ortaya çıkmaktadır. Serbest Tasarım dersinde yapılan çalışmalar birçok sanatçıyı etkilemiş ve bu yeni akıma paralel çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Öğrencilerin ve birçok sanatçının sergilerinde görülen özgün ve serbest yorumlar, tezhip sanatında başlayan yeni bir akımın prototipleridir. Bu akım tezhip sanatının gelişimi açısından kaçınılmaz ve zorunludur. Bu bağlamda sanatkârların motif, desen, kompozisyon, tasarım ilkeleri, renk uyumu, teknolojinin imkânlarını yerinde kullanmak ve yazıyla uyum gibi özellikleri dikkate almaları gerekmektedir.
‘ELİF’İN, ‘VAV’IN ESTETİK CAZİBESİ RESSAMLARA İLHAM KAYNAĞI OLMAKTADIR
Resim, heykel, müzik, hat, tezhip, ebru, çini gibi sanatlar bir bütünün parçalarıdır ve zaman zaman birlikte yürümektedir. Geleneksel motifleri ve yazıyı, özellikle 1980 yıllarından itibaren etkin bir biçimde eserlerinde kullanan Erol Akyavaş, Adnan Çoker ve Ergin İnan bu konuda ön plana çıkmış ve ilgiyle takip edilen ressamlarımızdandır. Bir Besmelenin, Lafza-i Celâl’ in, bir vav veya elif harfinin mistik ve estetik cazibesi heykeltıraşlara ve ressamlara ilham kaynağı olabilmekte ve üç boyutlu olarak metal, ahşap ya da camdan yapılmış eserler görebilmekteyiz.
Fırçanızın ucunda beliren bir eserinize değinir misiniz?
Tezhip sanatının temelinde yatan güzeli idrak ederek yaptığım çalışmalarımı severek uyguladım. Tezhiple uğraşmak benim için dinlendirici ve yönlendirici oldu hep. Hiçbir zaman başkalarına beğendirme düşüncem olmadı. Öncelikle duygularımı ifade edebilmeli, keyif almalı, kendim beğenmeli ve güzeli yansıtabilmeliydim. Sonuç bana huzur vermeliydi. Bu bağlamda uçuşan, üzerinde karınca, böcek olan güller ve Hüseyin Gündüz’ün yazdığı renk geçişli çiçekler ile tezyin ettiğim “Ah Minel Aşk” ve “Yâ Vedûd”, en dokunan çalışmalarım arasındadır.
Bahsettiğiniz eserleriniz nerede bulunuyor?
Bu iki çalışmam da Sadberk Hanım Müzesi’nde bulunmaktadır.
Duygularınızı bir nevi boyalarla ifade ediyorsunuz. Renkler, boyalar size lisân-ı haliyle ne/neler anlatıyor?
Sanat yaratmak değil, yaratılanı yansıtmaktır. Duygu ve birikimlerimizi boyalar ve asılları aslında tabiatta var olan çiçekler, bulutlar, hayvansal öğeler ve soyut formlar ile ifade ediyoruz. Duygularımızı yansıtırken bile aslında var olandan ilham alıyoruz. Renkler, boyalar, çiçekler ruhumuzu besleyen, iç huzurumuzu dışarı aktarmamıza yarayan birer araçtır.
İlave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?
Uğraştığım sanat ve tarzım ikinci şahıslarda farklı etkiler bırakabilir ancak, benim için aldığım eğitim, kültür birikimim, inançlarım, yaşam biçimim, tabiatın renklerini algılayış şeklim ve duygularım doğrultusunda kendimi ifade edebildiğim bir besin kaynağı, bir ışıktır. Bu konuda önümü görebildiğim ölçüde çalışmalarımı sürdürmekteyim. Tezhip sanatında gelmek istediğim bir nokta, bir son yoktur. Sanatta gelmek istenen bir nokta olabileceğini düşünmüyorum. İnsanın ruh yapısıyla paralel, sonsuza doğru giden, yaşadığımız boyuttan diğer boyuta geçmemizle son bulan bir uğraş; tadına doyamadığımız bir meyvedir. Bu meyvenin besin kaynağı hayal gücü, duygular ve inançtır.
Klasik çalışmalarım dışında özgün tasarımlarımda tezhip sanatında ilk kez uygulanan kâğıt zeminlerinde ve hatayî çiçeklerinde renk geçişleri ve çok renkli uygulamalar, asimetrik kompozisyonlar ve sade, yumuşak renkler dikkati çeker. Gözü ve ruhu yorduğuna inandığım canlı ve parlak renklerden daima kaçınmışımdır. Serbest kompozisyonlar ve bitkisel motifler daima ilgimi çekmiştir. Geometrik motifler, birbirinin tekrarı desen ve zencerekler çok şık görünse de çalışmalarımda çok fazla tercih etmediğim süsleme öğeleridir.
SÜHEYL ÜNVER’İN “ÖĞRENCİ SANATINI HOCASINDAN İLERİ GÖTÜRMELİ” SÖZÜ MÜZEHHİPLER İÇİN İLKE OLMALIDIR.
Çoğumuzun klasik uygulamaları birbirine benzer ve aldığımız eğitime paralel olarak hocalarımızın tarzını yansıtırız. Bir süre sonra bazı kaygılardan uzak, kişisel özelliklerimiz çalışmalarımızda görülmeye başlar. 1983 yılında Süheyl Ünver hocanın doğum günü nedeniyle Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde düzenlenen toplantı sırasında bir konuşma içerisinde “Hocam keşke sizin yarınız kadar olabilsek” dediğimde bana “Çok yanlış bir düşünce, sen benim yarım, senin öğrencin senin yarın olmayı dilerse, sanat geriye gider, yok olur. Sen, sanatı benden ileriye, senin öğrencin senden ileriye götürmeyi düşünecek ki, sanat devam etsin, gelişsin” demişti. Üstadların eserlerini bire bir tekrar etmek ve bununla övünmek, sanatın gelişimini yavaşlatan ve engelleyen en önemli nedendir. Müzehhipler için Süheyl Ünver’in “öğrenci sanatı hocasından ileriye götürmeli” sözü bir ilke olmalıdır.
GÜL, EFENDİMİZİ SEMBOLİZE EDER…
Çalışmalarınızda sıklıkla gülleri görüyoruz. Gülde, güllerde ne arıyorsunuz?
Türk kültüründe önemli bir yer tutan güller, resim, heykel, tezhip, çini gibi güzel sanatların vazgeçilmez bir unsuru olarak karşımıza çıkar. Güller sadece güzel sanatlara değil aynı zamanda edebi eserlere kumaş ve takılara, kullanım eşyalarına ve hatta dini sembollere konu olmuştur. Gül ve gül demetleri tuvallere aktarılmış, Kurân-ı Kerîm’ler, dua kitapları ve levhalar güller ile süslenmiştir. Sevgilinin saçı sümbüle, endamı güle, boyu serviye benzetilmiştir. Evler ve balkonlar, bahçeler ve sokaklar çeşit çeşit, rengarenk güller ile donatılmış, sevilen kişilere sevgi güller ile belirtilmiştir. Uygarlığın var olduğundan bu yana insanların yaşamını süsleyen uluslararası botanik biliminde rosa ismiyle anılan gül, dinimizde olduğu kadar Hristiyanlıkta da son derece itibar görmüş ve baş tacı edilmiştir. Hristiyan inancına göre, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğinde başındaki dikenli taç ve gülün kırmızı renginin onun kanı olduğu inancıyla Meryem Ana’nın gül sevgisi Hristiyan kültüründe gülün dinsel eşyada ve sanat eserlerinde yerini almasını sağlamıştır. Ayrıca beyaz gül Meryem Ana’nın masumiyetinin sembolüdür. İslamiyet’te gülün özel bir yeri vardır. Hz. Muhammed’den (sav) “Kırmızı gül Allah’ın ihtişamının belirtisidir” şeklinde bir hadis nakledilmiştir. Gül, tasavvufta Hz. Muhammed’i temsil eder. Gülün o emsalsiz kokusunu Hz. Muhammed’in terinin kokusundan aldığına inanılır. Yunus Emre “Sordum Sarı Çiçeğe” ismiyle bilinen ilahisinde çiçeklere “gül sizin nenüz olur” diye sorar ve şu cevabı alır: Çiçek ey’dür ey derviş baba, gül Muhammed teridür.
Osmanlıların gülün kokusunun Hz. Muhammed’in yüzünün terinden geldiğine olan inançtan dolayı gül, dîni bir anlam taşımaktadır. Hz. Peygamberin sembolü, sevgilinin yüzü ve endamı olan gül, Osmanlı sanatlarında en yaygın ve sürekli kullanılan çiçek olmuştur. Divan şiirinde, Lâle Devri’nde bile adına en çok rastladığımız gül, sümbül, lâle gibi çiçeklere halk arasında verilen isimdir. Kur’ân-ı Kerîm’lerin sayfa kenarlarındaki aşer, hizip ve secde işaretlerinin adı güldür. Gül, tezhip sanatında, özellikle Hz. Muhammed’in kutsal özelliklerini anlatan hilye-i şerîfelerin tezyinatında bolca kullanılıştır.
Sonuç olarak güllerin yeri bende ayrıdır. Uçuşan yaprakları ile pembe güller; üzerinde uçuşan böcekler ve karıncalar ile beni rahatlatan, dinlendiren, fırçayı elime bağlayan çiçekler olmuştur. Adeta çalışırken görüntüleri ve kokuları ile beni rahatlatmakta ve kış mevsimlerinde dışarıda fırtına ve yoğun bir kar yağışı varken çalışıyor olsam bile kendimi en sevdiğim mevsim olan baharda hissettirmektedir. Türk edebiyatı, sanat ve kültüründe Hz. Peygamberin sembolü olan “gül” çoğu çalışmalarımın konusudur.
Bu alanda bir koleksiyonunuz da vardı…
Evet, gül koleksiyonum natüralist tarzda kendi geliştirdiğim bir teknikle renklendirilmiş güllerden oluşmaktadır. Bu koleksiyonumda zeminler vazgeçilmezim olan renk geçişli kâğıtlardır. Bitkilerin tabii öğeleri olan su damlacıkları, karınca, uğurböceği, örümcek gibi böcekler çoğunlukla çiçek ve yapraklar üzerinde yerlerini almaktadır.
Geleneksel sanatlarımız bugün nerede seyrediyor?
Yüzyıllar boyunca tezhip sanatını etkileyen birçok neden olmuştur. Bu nedenlerin başında kültürel etkileşim ve değişimler, sosyal ve ekonomik nedenler, yöneticilerin sanata bakış açıları, sanatkârların tekrardan kaçınma; kendilerini ifade edebilme arzusu ve yeni arayışlar içinde olmaları gelir. Dolayısıyla bu nedenler diğer sanat kollarında olduğu gibi geleneksel sanatlar içinde önemli bir yer tutan tezhip sanatında da farklı üslupların ve tarzların ortaya çıkmasında ve tezhip sanatının gelişiminde etkili olmuştur.
Hat, tezhip, ebru, minyatür, çini, katı’ gibi sanatlarımız, 20. Yüzyılın sonlarına doğru gerek koleksiyonerler nezdinde ve de gerekse bu sanatlar ile aktif olarak uğraşanların sayısındaki görülmemiş artış ile geçmiş yıllarla karşılaştırıldığında memnun edici bir konumdadır. Geleneksel sanatlar olarak adlandırdığımız görsel sanatlar konusunda, devlet birimleri, özel kurumlar ve özel şahıslar tarafından yapılan nitelikli etkinlikler; yarışmalar, sergiler, sempozyum, kongre ve seminerler son derece önemlidir. Bu etkinlikler, sanatçı ve koleksiyonerlerin dikkatini çekmekte ve onları motive etmektedir. Sanatçılar, daha nitelikli eserler üretip, sergiler açarak bunları sanatseverlerle paylaşmaktadır. Koleksiyonerler, koleksiyonlarında bulunan eserleri ihtiva eden, nitelikli kitaplar yayınlatmakta ve bu eserleri sergileyebilecekleri, sanatseverlerle paylaşabilecekleri özel müzeler açma çalışmaları yapmaktadırlar. Devlet birimlerinin düzenlediği kurslarda, özel atölyelerde, devlet üniversitelerinde ve özel üniversitelerde geleneksel sanatların eğitim ve öğretimi, yapılmakta ve üniversitelerde bu konuda yüksek lisans ve sanatta yeterlik (doktora) düzeyinde programlar açılmaktadır. Yurt dışından değişim programları ile güzel sanatlar; özellikle, tezhip, ebru, hüsn-i hat ve minyatür sanatları eğitimi almak için, ülkemize gelen yabancı öğrenci sayısında da kayda değer bir artış vardır.
GELENEKSEL SANATLARIMIZIN TEMELİNDE GÜZEL YATAR.
Son olarak okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?
Geleneksel sanatlarımızın temelinde güzel yatar. Formlarda, motif ve harflerde bir kaide ve ölçü vardır. Tasarım içerisinde motifler bir düzen ve belirli bir orantı içerisinde yerlerini alır. Bir yazı ve istif içerisinde harfler belirli ölçü ve kaideler içerisinde dizilip anlamlı sözleri oluşturur. Tabiatta var olan düzen gibi… Resim, heykel, müzik gibi dallarda mutluluğu, hüznü, olumsuzlukları yansıtabilirsiniz.
GELENEKSEL SANATLARLA UĞRAŞMAK GÜZEL İNSAN OLMAYI GEREKTİRİR.
Geleneksel sanatlarla uğraşan kişiler uğraştıkları dalın temelinde yatan güzeli, ruhlarında, kişiliklerinde biriktirip güzeli, huzuru, mutluluğu yansıtmalılar ki amaçlarına ulaşmış olsunlar. Tezhiple, yazıyla, ebruyla uğraşmak adeta ibadet gibidir. İyi insan olma yolunda araç gibidir. Geleneksel sanatlarla uğraşmak sabır, sevgi, titizlik ve güzel insan olmayı gerektirir.
İbrahim Ethem Gören