Prof. Dr. Aydın Gülan ülkemizin önde gelen hukuk adamlarından biri. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı olan Prof. Gülan aynı zamanda sanatkâr bir şahsiyet. Mustafa Düzgünman merhumdan kadim ebru sanatımızın inceliklerini öğrenen Aydın Gülan geleneksel sanatlarımızın hemen her veçhesine yönelik söyleyecek sözü olan bir münevver.
Aydın Gülan Hoca ile küçük bir müze mahiyetindeki İstanbul Üniversitesi’ndeki odasında sanat yolculuğu üzerine hasbihal ettik.
Aydın Hocam geleneksel sanatlar gönlünüze nasıl ve ne zaman düştü? Süleymaniye Kütüphanesi’nde İslam Seçen Hoca’dan cilt sanatının inceliklerini öğrenmeye başladığınızı biliyoruz. Süreç nasıl gelişti ve ilerledi?
Efendim teşrifiniz için teşekkür ederim.
Nazik kabulünüz için müteşekkirim Aydın Bey.
Müsaadenizle okuyuculara farklı bir kanaat vermemek için bir kaç hususa işaret edeyim: Bir, buyurduğunuz gibi "önde gelen hukuk adamlarından biri" değilim, yüzlercesi olan öğretim üyelerinden biriyim; iki "idare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı" olmam iyisi olduğu için değil, fakültemizdeki kıdemlilerinden biri olmam hasebiyle; üç, sanatkâr sayılır mıyım emin değilim, sanatı seven ve sanatın besleyiciliğinden faydalanmaya çalışan bir insanım.
Sorunuza gelince, 1979 yılında geleneksel sanatlarla ilgilenmeye başladım. Galatasaray Lisesi’ndeydim. Tevfik Sulu, Erhan Erken, Fikri Kançal gibi bendenizden yaşça büyük ve fakat bendenizle aynı yıllarda lisede olan, milli kültüre bağlı ağabeyler vasıtasıyla daha yaşlı Galatasaray Lisesi mezunlarıyla tanışmaya başladım. Bunlar arasında Prof. Dr. Ahmet Haluk Dursun, Prof. Dr. Vahdettin Ergin, Haldun Lengerlioğlu (unvan taşıyan tanıdığım birçok insandan çok daha üstün tarih, edebiyat bilgisi ve denemesi olan bir insandır), Prof. Dr. Şafak Karslıoğlu, Fatih Özdir gibi nispeten yakın kuşaklar, derken daha kıdemli kuşaktan gazeteci/yazar/sanatkâr Mehmed Şevket Eygi Bey’le tanıştım. Onun yanına daha sık gitmeye başladım, üniversite öğrenciliğimde de onun Bedir Yayınevi’nde yarı zamanlı çalışmaya başladım. Bu vesileyle Ziyad Ebuzziya bey, Necip Fazıl Bey, Enderun Kitapevi camiası rahmetli İsmail Özdoğan, Prof. Dr. İsmail Erünsal, rahmetli Ali İhsan Yurt, matematikçi Cengiz Bey ve Allah onlardan razı olsun bir çok kültür insanını gördüm, sohbetlerini dinledim, istifade ettim.
İsimlerini andığınız üstadlara rahmet olsun. Gündemlerinde neler olurdu?
Hep kültür ve sanat konularından konuşurlardı. Günlük siyaset gündemlerinde önemli bir yer tutmazdı. Gazeteci olup günlük siyaset hakkında görüşlerini yazanlar dahi, bu tür ortamlarda hep kadim kültür konularını paylaşırlardı. Bahsettikleri hususlar hep kendi medeniyetimizle bağlantıyı kuran, devamlılığı sağlayan bilgiler, yaklaşımlardı. Bu hususlar sürekli olarak gündemlerinde olan konulardı.
Şimdi, bu zamandan geriye baktığımda şöyle değerlendiriyorum; birçoğu bir şekilde kendilerine kalmış olan çok değerli bir "emaneti muhafaza etme ve aktarma" gayreti içindeydi. Haksız ve ağır bir saldırıya uğramış bir medeniyetin kültür boyutunu muhafazaya ve zamanı geldiğinde tekrar hayata geçeceği zaman için devamlılığını sağlamaya çalışıyorlardı. Adeta tekrar bir "ateş" haline gelebilmesi için, ellerindeki "kor" parçasının o halini korumaya, onu söndürmemeye çalışıyorlardı.
Bu şekilde hissettiğim yaklaşım bendenizi etkiledi. Nerede ölmeye yatmış, muhafaza edeni azalmış bir kültür konumuz var ise onunla ilgilenmeye beni sevk etti. Mehmed Şevket Eygi Bey, kültür sanat konularında çalışmaları hep teşvik ederdi. Hâlâ ediyor. Hepsi rahmeti Rahmana kavuşmuş Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre, Nezih Uzel…
Süleymaniye Kütüphanesi’nde çalışırken tanıştığım Nuri Arlasez (bu isimlerin hepsi Galatasaray Lisesi mezunları) ve Sahaflardaki kitapçı Necati Bey, Süleymaniye Kütüphanesi’nin Müdürü Muammer Ülker Bey hep böyle insanlardı. Teşvik ettiler, hediye ettiler, emaneti canlı tutmaya çalıştılar.
Onlar sayesinde milli kültür ve sanat konuları gönlüme düştü.
Önce Cilt sanatına merak salmışsınız. Şimdi ise yapmıyorsunuz. Cit sanatına devam edememenizin özel bir sebebi var mıydı?
Kitaba merakım vardı. Yazmaların cildi bendenizi kendine çekti. Merak ettim. O yıllarda klasik Türk cilt sanatı ölmekte idi. Güncel ciltçilik de işsiz kalmıştı. Kitap sevenler azalmış, kitap sevenlerden kendine özgü cilt yaptıranlar daha da azalmıştı. O tarihlerde sadece fasikül halinde aydan aya çıkan ansiklopediler dolayısıyla ciltçiye müracaat ediliyordu. Şimdi bu da kalmadı.
Cilt sanatına işe nasıl başladınız?
Önce güncel, sıradan cilt yapımında çalışmaya başladım. Süleymaniye Kütüphanesi’nin kitap hastanesi kısmına kabul edilene kadar Cağaloğlu'nda güncel cilt ustası Osman Bey’in yanına girdim. Allah rahmet eylesin, gördüğüm en iyi insanlardan biriydi. Yanında çok yaşlı Hüseyin Amca ve iki akıl hastası olan Çetin ve Metin'i bir de bendenizi istihdam ediyordu. Bendeniz cilt öğrenmek için girmiştim, para istemiyordum. Cilde rağbet azalmaya başlamıştı. Pek fazla kazanamıyordu. Ona rağmen bendenize zorla haftalık veriyordu. Diğer üç kişiye de bakıyordu. Orada gördüğüm her bir çalışan bir "âlem" idi. Asıl ciltçi Osman Amca gibiler bu medeniyet "kalb"lerinde, "kor"unu söndürmeden, muhafaza ettiler, varlıklarıyla düşünen, akledene tutacak mayayı topluma çaldılar. Kendinin farkına varmaz maya vazifesi gördüler, görüyorlar. Sessiz, seyircisiz, görücüye ve satılığa çıkmamış, alkış ve müşterisi olmayan gerçek "sanat" onların kalbinde yaşadı, korundu, ifade edebilecekler için duygu oldu, çağladı, zamanlar aşan bir niteliği taşıdı.
İNSANLIKLARI SANATLARININ ÖNÜNDEYDİ…
Süleymaniye Kütüphanesi’nde cilt kursu açılınca rahmetli müdürü Muammer Ülker Beyefendi bendenizi de kabul etti. Kurs, normalde kütüphanelerde çalışan devlet memurları için açılmıştı. Ama Muammer Bey yetkisini kullanarak bendenizi de kabul etti. İslam Seçen Hoca’nın öğrencisi olduk. Kitap sahifelerinin tamirinde de Saadet Hanım'dan ve Bilge Hanım'dan çok istifade ettim. Onlar hem çok ehil ve sanatkâr kimselerdi, hem de insanlıkları sanatlarının önündeydi. Rafet Bey de İslam Bey’den sonra gelen ustalardandı. Mehmet Ali Kunduracı ve sonraları vefat eden İbrahim Bey de kitap hastanesinin çalışanlarıydı. Çok yardımsever insanlardı, hukuk fakültesi birinci sınıfındaydım, bendenize kol kanat gerdiler, yardım ettiler, her merak ettiğimi öğretmeye çalıştılar. Kıymetli kitapları güvenip tamir için verdiler. İslam Bey hâlâ bu sanatı göstermeye devam ediyor. Kitap hastanesinde de yeni fedakâr, vefakar çalışanlar var. Kuşaklar değişiyor, hizmeti devam ediyor.
Kütüphanenin müdürü Muammer Bey için de bir paragraf açalım dilersiniz.
Muammer Bey, bir kaç dil bilen, sanattan anlayan kültürlü bir müdürdü. Devrin birçok simasını Süleymaniye Kütüphanesi’ne çekiyordu.
Süheyl Ünver Bey, Süleymaniye Kütüphanesi’nde her hafta bir gün ders yapıyordu ama nasibim yokmuş ondan yararlanamadım. Nuri Arlasez Bey’le Süleymaniye Kütüphanesi’nde tanıştım. O da Galatasaray Lisesi mezunuydu. Bu ortak nokta bendenize ilgi göstermesine vesile oldu. Düşündüğü gibi yaşayabilmek, yaşadığı için düşünmemek için Hukuk Fakültesi son sınıfında iken fakülteyi terk etmiş, sanat eserlerini ve kitapları toplamaya başlamıştı. Çöpten bir medeniyetin kitap ve sanat servetini topladığını belirtirdi. Tam bir medeniyet ve kültür bilinci ve emaneti muhafaza gayreti vardı. Onun bağışladıklarıyla İRCİCA’da ve Süleymaniye Kütüphanesi’nde bölüm açılmıştı. Şimdilerde hakkında "Nuri Arlasez'in Saklı Hayatı" isimli bir kitap var.
Kütüphanede neler öğrendiniz?
Burada çalışırken şiraze örmeyi, kitap tamirini, klasik cilt yapmayı öğrenirken kitap yan kâğıdı olarak kullanılan ebrûları gördüm. Öğrenmek istedim. Bir tek ustası kaldığını, onun da öğrenci kabul etmediğini söylediler. Bu hususlar, ebrûnun kendisinden daha cazipti. Mustafa Düzgünman'a gitmeye ve öğrenci olmamı kabul etmesini sağlamaya niyetlendim.
MUSTAFA DÜZGÜNMAN BİRKAÇ KUŞAKTIR ÜSKÜDARLIYDI
Düzgünman Üstad ile nasıl tanıştınız?
Mustafa Düzgünman, bir kaç kuşaktır Üsküdarlıydı. Babam da, bendeniz de Üsküdar doğumluyduk. Düzgünman'ın kızı Yasemin ile Paşakapısı İlkokulu’nda dönem arkadaşıydık. Ailesini ailem tanıyordu. Bu referanslarımı kullanarak kabul edileceğimi düşünüyordum. Ahmet Yüksel Özemre'nin hakkında kitap yazarak tanıttığı o dükkâna gittim. Şimdi kuyumcu olan, ufak bir dükkân. Niyetimi söyledim. Nerede okuduğumu sordu, ellerini göster dedi, gösterdim.
DÜZGÜNMAN: SEN BU ELLERLE EBRÛ YAPAMAZSIN
Sen bu ellerle ebrû yapamazsın, git mektebine ağırlık ver dedi. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü, ayrıldım. Ama ertesi gün tekrar gittim. Sabah dükkân açılmadan önündeydim. Öğle saatlerinde beş saat kadar eve gider, sonra tekrar gelirmiş. Dükkân içinde sabah tezgâhın önünde müşteriler tarafında, öğleden sonra da, tezgâhın arkasında, dükkân çalışanları kısmında oturdum; genelde sessizce, sabırla, kararlılıkla.
MUSTAFA DÜZGÜNMAN: PAZAR GÜNÜ EVE GEL
Sonra kabul edildim ve pazar günü eve gel denildi. Böyle başladı. Pazar günleri aile apartmanının bodrum katında, hoca, bendeniz, kimi zaman sohbet için gelen birisi demiryolcu Hüdai Bey ve diğeri ismini hatırlayamadığım lokantacı bir bey olmak üzere iki sohbet misafiri, Düzgünman, bendeniz ve ebrû.
EBRÛ CİLT SANATINA OLAN İLGİMİN ÖNÜNE GEÇTİ
Ebrû cilt sanatına olan ilgimin önüne geçti. Esrarlı bir biçimde Mustafa Düzgünman da öne cilt çalışmış ve fakat ebrûda karar kılmıştı. Hocası ve dayısı Necmeddin Okyay hezarfenmiş. Böylelikle cilt sanatından, henüz olgunlaşmadan, ebrûya kaymış oldum.
Elinizde üstadların cilt kalıplarının, şemselerin, köşebentlerin olduğunu biliyoruz. Bunları nasıl değerlendirdiniz?
Düzgünman, hocasından gelen çok kıymetli yüze yakın kalıp ve diğer cilt yapımında kullanılan âletleri bendenize verdi. Onlardan gördüğüm emanet fikri kapsamında bunların fiilen kullanımda olması için Ali Kunduracıoğlu'na emaneten verdim.
GÜLAN: DÜZGÜNMAN ÜSTAD’IN EMANETLERİNİ KORUMAYA KARARLIYIM
Şimdi bir kaç kez söyledim, henüz alamadım. Ama kararlıyım ondan alıp, emaneti koruyacak ve ruhuna uygun kullanacak başkalarına da "emaneten" vermek üzere alacağım.
Eminim, sadece para odaklı çalışmayan, bu sanatın gelişmesi için insan yetiştirmeyi esas alan, medeniyete hizmet bilinci taşıyanları bulup desteklemek kapsamında bir vazife olarak görüyorum.
Böylesi değerli kalıpları emaneten de olsa rahle şerikiniz Ali Kunduracıoğlu’na vermiş olmanız büyük bir özveri. Kalıplar şimdi ne durumda?
Özveri olarak görmüyorum. Vazife olarak görüyorum. Ancak ondan geri almayı da artık bir vazife olarak görüyorum. Kendisine emanet verilen Ali Bey, kalıpların şimdiki durumları hakkında henüz bir bilgi vermedi.
Cilt sanatına başladığınız dönemde İstanbul’da hatta, ebruda, tezhipte hangi hocalar öğrenci hizmetinde bulunuyordu?
Rikkat Kunt Hanımefendi vefat etmemişti. Hattat Hamid Bey yaşıyordu. Hasan Çelebi lutfedip dini nikâhımı kıymıştı. Ali Alparslan Bey önemli bir bilim insanı ve hattattı. Mehmed Şevket Eygi Bey ebrû yapıyordu. Hikmet Barutçugil başlamıştı.
Kaç yıl ders aldınız? Hocanızla aranızda sürüp giden ebru tedrisatı süreçlerine değinir misiniz?
Düzgünman Hoca'ya beş yıl kadar her pazar günü gittim. 1981 yılında başladı. Bir yıl kadar sadece seyrettim, dinledim. Daha sonra yaptığı ebrûları kurumaları için çubuklardan oluşan kurutma tezgâhlarının üzerine koydum. Boya ezmesine yardım ettim. Öd kullandım. Ebrû kâğıtlarını Cağaloğlu’ndaki kağıtçılardan alıp getirdim. Daha sonraları müsaade etti, onun teknesinde ebrû yaptım, gösterdi, değerlendirdi.
Bir seferinde şimdi Hukuk Fakültesi Dekanı olan Prof. Dr. Abuzer Kendigelen'i de kâğıdı taşımak için yardıma çağırmıştım. Cağaloğlu'ndan kâğıtçıdan aldığımız tabaka kâğıtları, bir matbaanın giyotininde ebrû teknesi boyutu için dörde kestirdikten sonra onunla sırtımıza yüklenip vapurla karşıya geçmiş ve Düzgünman'a götürmüştük. Düzgünman ona teşekkür olarak ebrûlarından vermişti. Hâlâ değerli bir hatıra olarak sakladığını söyler.
AHMET DÜZGÜNMAN DA ÖNEMLİ BİR SANATÇIYDI
Mustafa Düzgünman Hoca'nın ağabeyi Ahmet Düzgünman da önemli bir sanatçıydı. Dışarı açık değildi, tanınmamıştı. Önemli bir klasik saat tamiri ustasıydı. Tespih, hat ve birçok dalda derin bir insandı.
DÜZGÜNMAN HOCA NİYAZI SAYIN’I ÇOK SEVERDİ
Ders aldığınız dönemde ebru talebesi olarak hocanın evine/dükkânına kimler gelirdi?
Ders aldığım dönemde Hocaya başka ebrû talebesi gelmezdi. Daha önce Niyazi Sayın'la birlikte çalışmışlar, o dönem birbirlerine kırgındılar. Düzgünman Hoca, Niyazi Sayın'ı çok sever ve takdir ederdi. Bir askeri öğrenci Sabri Mandıracı da bir dönem çalışmıştı. Benim dönemimin sonuna doğru önce Timuçin Tanarslan'ın kendi başına yaptığı ebrûları görüp çok beğendi ve ona icazet verdi. Daha sonra da Alparslan Babaoğlu ve Fuad Sezer'in ebrûlarını görüp onlara icazet verdi. Alparslan Bey bendenizden sonra, yani icazet aldıktan sonra, gelip giderek beraber de çalışmış.
EBRÛLARIN YAHPILDIĞI BODRUMDA İKİ SIRLI ZİYARETÇİ…
Kimlerle görüşürdü, sürekli görüştüğü arkadaşları kimlerdi?
Ev ortamında rahmetli Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre'yle görüşmelerine şahit oldum. Muhtemelen bayram ziyareti sırasında bendenizin de bulunduğu ziyaret ortamında. Ebrûnun yapıldığı bodrumun ziyaretçileri ise başlıca iki kişiydi. Bunlar Demiryolu çalışanı (galiba Kumkapı İstasyonu şefiydi) Hüdayi Bey ve ismini hatırlayamadığım lokantacı bir bey idi. Tasavvuf konuşmaları yaparlardı. Bendeniz edeben söze karışmazdım.
MUSTAFA DÜZGÜNMAN’IN SARAYDAN ÇIKMA DİLLERE DESTAN BİR TESBİHİ VARDI
Düzgünman Hoca’nın içinde bulunduğu sanat, tasavvuf çevresini ve anlayışını tarif eder misiniz?
Bendeniz zamanında Düzgünman Hoca artık olgunluk dönemindeydi. Yetiştiği dönemdeki sanat çevresi göçmüştü. Çok önemli sanat insanları görmüş, onlardan istifade etmişti. Tespih kolleksiyonu vardı. Saraydan çıkma Horoz Usta’nın bir tesbihi vardı ki dillere destan. Bir bayram ziyaretinde dolaptan çıkarıp, içinde bulunduğu mendili açarak göstermişti. Kendisi de yapmış. Bu insanlar sanatın birçok dalında çalışmışlardı. Cilt, tespih. Ayrıca Aziz Mahmud Hudai Hazretleri’nin türbedarlığını yapmış. Üsküdar ağzıyla ilahiler söylemiş. Ramazanlarda, teravih namazlarında müezzinlik yaparlarken, okunan makamlı ilahiler, imam ve müezzinler arasında makam alıp vermeler dillere destanmış. Kendilerini takip eden bir hayli insan kesimi olurmuş. Bunları anlatırdı. Şimdi çeşitli kayıtları Youtube'a konuluyor. Tuz yalar, hazırlanır, sesinden ziyade üslubunu ve meşk ettiği biçimi kayda geçirirdi.
Mustafa Düzgünman sanata, estetik güzelliklere, ebruya nasıl bakardı, bu bakış açısının tezahürleri muhataplarına nasıl yansıma bulurdu?
Düzgünman'ı alçakgönüllü, tevazu sahibi bir insan olarak tanıdım, örnek almaya çalıştım. Ebrûlarına cüz'i bir miktar isterdi. Ondan alıp on misline satanlar veya sahip çıkanlar olduğu için, herkese de satmak istemezdi. Bazen yok derdi. Sanatını olgunlaştıran ve belirleyen husus aslında yetiştiği çevrenin oluşturduğu kültürel yapısıydı. Klasik motifleri sürdürür, tıpkı Türk müziğinde olduğu gibi, zaten belirli bir makamın içinde, kendi ustalığını ve zevkini gösterecek farkı ortaya koymayı esas alırdı. Yenilikler yerine var olan çerçevede renk, motif ve kâğıda döşeme tarzındaki farkıyla ustalığını gösterirdi. Çiçekli ebrûyu geliştirmişti.
Düzgünman ebrûları nasıl tefrik edilir?
Renk zevki, tekneye boyaları serpme tarzı uzmanlar tarafından ebrûsunun tanınmasını sağlar. Az sayıda yaptığı aynı rengin farklı tonlarıyla oluşmuş ebrûları ise muhteşemdir.
Tasavvuf ehli olduğu için, kendisini önemsemez, kibir göstermez, ahçının elindeki kepçe misali, zahir olana tabiydi, o da hayretle, zevkle bakardı diye düşünüyorum.
35 yıllık bir süreçte ebrularına pek müşteri çıkmadığını biliyoruz. Bununla birlikte ısrarla ebru yapmaya devam etti. Sizce hocanız ebruda neler arıyordu?
Bendenizin bulunduğu dönemlerde müşteri vardı, Düzgünman herkese satmazdı. Sattığında çok ufak bir paraya satardı. Aksini söyleyenlere, daha fazla karşılık istemesi gerektiğini söyleyenlere itibar etmezdi.
EBRÛDA İRTİBAT DÜZGÜNMAN SAYESİNDE KOPMADI
Düzgünman Üstad’ın geleneksel sanatlarımıza yaptığı hizmetler için neler söylemek istersiniz?
Bir ebrû geleneğini korudu, sürdürdü, unutulup gitmesine engel oldu. Yeniler yetişti. Güzel eserler ortaya konuluyor. Olmasaydı, zincirin halkası eksik olurdu. Para kazanmak için değil, şöhret kazanmak için değil, "emaneti korumak" için yaşadı ve çalıştı diye düşünüyorum. Emaneti de korumuş oldu. Tarih ile günümüz arasındaki bağlantıyı sağladı, köprü rolü oynadı, "irtibatı koparmadı". Ebrûda irtibat onun sayesinde kopmadı.
-Önümüzdeki hafta Prof. Dr. Aydın Gülan ile yaptığımız sohbetin ikinci bölümünde görüşmek üzere…-
İbrahim Ethem Gören