MAZİNİN NABZI MİNYATÜR SANATINDA ATIYOR

MAZİNİN NABZI MİNYATÜR SANATINDA ATIYOR

Minyatür sanatçısı Gülçin Anmaç geleneksel sanatlarda kendi yolunu ve üslubunu oluşturmuş ustalardan biri. İstanbul’da yaşayan sanatkâr, bir yandan minyatür geleneğine yeni eserler ve isimler kazandırmanın heyecanını yaşarken, diğer yandan da sanatını tüm estetik birikimiyle birlikte yarınlara taşımaya gayret ediyor. Bu bağlamda bir yandan çiziyor, boyuyor, nakşediyor, yazıyor; diğer yandan da öğrenci yetiştiriyor, sergi açıyor; hâl ve kâl lisanıyla talebelerine emsal teşkil etmeye çalışıyor.

Duayen nakkaş Anmaç, minyatür sanatının sadece isminden haberdar olduğu bir dönemde resim yapmaya başlamış.  Resme ve sair estetik güzelliklere gönül evinde her zaman açık kapılar bulunan sanatçı, üniversite eğitimi sırasında resim dersleri almaya başlamış. Bir müddet sonra yağlıboya çalışmalarını çok detaylı ve ince yapınca, hocasının önerisi ile geleneksel sanatlara yönelmiş. O güne kadar herhangi bir bilgi sahibi olmadığı İslam-Türk sanatlarına böylelikle ilk adımını atmış. Bu şekilde tarih, medeniyet ve kültürümüzle harmanlanmış öz sanatlarımızın dünyasına dâhil olarak, minyatür sanatını inceledikçe hayranlığı günden güne çoğalmış.

 

MİNYATÜR, TEZHİP BİLGİSİ ÜZERİNE BİNA EDİLİR

Geleneksel sanatlarda ustanın önemi büyük. Öz sanatlarımız, ustaların rehberliğinde elden ele; dilden dile, gönülden gönle bin bir himmet ve gayretle yeni nesillere aktarılıyor.

Cumhuriyet döneminde tezyinî sanatlarımızın dünden bugüne aktarılmasında Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver kilometre taşı mahiyetinde. Süheyl Hoca’dan sanatlarımızın usul, erkân ve adabını tevarüs eden ustalardan biri de Cahide Keskiner. Gülçin Anmaç minyatürü Cahide Keskiner Hoca’nın nezaretinde öğrenmeye başlamış. Tezhip sanatı, desen bilgisi ve ananevi sanatlarımızın gelişimini anlamak açısından çok önemlidir. Anmaç, tezhip sanatında vukufiyet kazanması sonrasında minyatüre yönelmiş ve birbiri ardına eserler vermeye başlamış.

 

ÖZ SANATLARIMIZIN İKİ DUAYENİ: CAHİDE KESKİNER VE NUSRET ÇOLPAN

Şu cümleler Gülçin Anmaç’ın uzun soluklu sanat yolculuğunun ilk yıllarını özetliyor: “Cahide Keskiner Hanım çok titiz bir hocaydı, örneğin, neredeyse bir yıl karakalem desen çalıştım ama bu gayret, kendi deseninizi çizebilmeyi getiriyor aynı zamanda. Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Cahide Hocamın düzenlediği Geleneksel Türk Süsleme Sanatları Kursu’nu bitirdim ve sonrasında Nusret Çolpan Hocam ile minyatür çalışmalarıma devam ettim. Neredeyse yirmi küsur yıldır bu sanat, hem içerisinde kaybolmamı ve hem de nefes almamı sağlayan bir meşguliyet oldu. Bu yolda benim büyük şansım, iki kıymetli hocam Cahide Keskiner ve Nusret Çolpan’dır.” Nusret Çolpan’a rahmet olsun, Cahide Keskiner Hanımefendi’nin ömrü bereketlensin. 

Gülçin Hanım’ın, isimlerini andığı hocaları ilmin zekâtının yüzde yüz olduğunu idrak ederek böylesi ulvi bir şuurla ustalarından sanatlarına dair ne öğrendilerse hiçbir bilgiyi kendine saklamadan hüvesi hüvesine, milimi milimine talebelerine aktarma gayretinin müşahhas örnekleri.

Gülçin Anmaç’ın “Geleneksel sanatlarda usta kimdir? Sanatın taşıyıcısı olan "usta"da hangi hususiyetlerin bulunması gerekir?" şeklindeki sualime verdiği cevap şöyle idi:

“Geleneksel el sanatlarımız, usta-çırak ilişkisi içerisinde öğrenilen ve seri üretime dayanmayan, edinilmiş bilgi, el becerileri ve zanaat birikimi ile gerçekleştirilen sanatlarımızdır. Kuşaktan kuşağa aktarılan bu değerli miras; toplulukların çevreleriyle, tarihleriyle etkileşimlerine bağlı olarak, süreklilikle yeniden oluşturulan devamlılık duygusu sayesinde kültürel çeşitliliğe ve eser ortaya koymaya katkıda bulunur. Burada, usta tarafından geçmiş dönemlerden doğru aktarılmış olarak alınan bilgi, bozulmadan ve olması gereken biçimiyle yeni öğrenene aktarılmaktadır. Bilgi aktarılırken, o bilgi yanında bu sanatların felsefesi, yüzyıllardır yazılı olmayan ama uyulan kaideleri, uygulayıcıları ile yaşayan görgü kuralları da birlikte aktarılır.

 

ÖĞRETMEK USTAYA BÜYÜK BİR SORUMLULUK YÜKLER

Kişinin, kendi kendine sanatını uygulaması ile birilerine aktarması arasındaki sorumluluk bambaşkadır. Öğretmeye başlanıldığı noktada bu bilginin aktardığı her noktasından usta sorumludur. Buna göre bilgiyi aktaran usta; önce bu sanatları ne için yaptığı, amacı, felsefesi, manası konusunda cevaplarını kendisine iyi vermiş olmalıdır ki eğittiği yeni yetişen nesle bilinçle aktarabilsin.

Zanaat ile ilgili birikim konusunda gelince; kabul görmüş usta, hocalarından aldığını en iyi aktarabilecek yetkinlikte olmalıdır. Niye yola çıktığını ve uygulamaların tüm tekniklerini iyi bilen usta, asıl yol göstericiliğini kendi özgün çözümlerinde ve demlenmiş fikirlerinde gösterir. Teknikleri iyi uygulayabilen ve usta zanaatkâr olan birçokları arasında bazı ustalar; manevi derinlikleri, özgün sanatları, görgüyü aktarımları, bilgiyi yansıtmaları ile ayrılmaya başlar. Sunulan şartlar, sağlanan kolaylıklar, hazır payeler, yakalanmış boşluklar, etraftaki kalabalıklar bir kişinin usta hoca olarak tarihte yer etmesine yetmez ve çok kişiye aktarılması o bilginin doğruluğunu garantilemez maalesef. Arz ettiğim gibi daha zorlu ama kıymetli bir süreci vardır usta olma hallerinin. Hem bilgiyi yeni nesle aktarımları, hem sanatlarını yansıtmaları, hem yaşamlarına yansıyan özenli görgüleri ile farklılıkları hissedilir ve hâlâ ders niteliğinde cevapları, çözümleri, hikâyeleriyle bize ulaşan özel insanlar olarak tarihte olumlu yerlerini alırlar.

Ustalık bilgisinin aktarıldığı hocalık çok kişi tarafından kolaylıkla yapılmaktadır. Ama çok az hocanın etkisi; kök salmış ekolü, ondan yetişen özel ve özgün öğrencileri, nadir sanatı, derin görgüsü ile sonraki nesillere aktarılacak şekilde güçlü bir ağaç gibi kök salar ve devam eder.”

Gülçin Anmaç’ın, 2008 yılında vefat eden hocası Nusret Çolpan için kurduğu “Minyatür sanatının, sindirilmesi kolay olmayan bir matematiği, kendi doğruları vardır. Hocam bunu çözmüş nadir kişilerdendir.” cümleleri, insanımıza minyatürü sevdiren zat olarak tanınan mimar ve minyatür ustası Nusret Çolpan’ı tarif ve tavsif eder. 

 

MİNYATÜR SANATINDA ÖĞRENME HİÇ BİTMEZ

İstanbul metro istasyonlarında ilgi ve hayranlıkla izlediğiniz, içinden boğaz, yelkenler, Topkapı Sarayı, kız kulesi, erguvanlar, Rumelihisarı, su, hayat ve hakikat geçen o güzel minyatürlere imza atan Nusret Çolpan’ı talebesinin dilinden dinlemeye devam edelim: “Ders vermeye başladığı anda hocamın derslerine katıldım ve toplam altı yıl süren hocalığı boyunca, çok yoğun çalışan, üreten bir öğrencisi olmaya gayret ettim. Nusret Hocamın vefatına kadar atölyesinde, farklı mekânlarda sanat aktiviteleri ile eğitimlerinde beraber çalıştım. İlk üç yıl kadar bir zaman zarfında sanatımız ile ilgili yorumlarını ve çizimdeki çözümlerini anlamakta çok zorlandım, ondan sonra her şey benim için daha anlaşılır oldu ve söyledikleri yerini bulur oldu. Bizim işlerde çok sayıda ama kaliteli iş üretmek önemli, çünkü her bir çalışma bir ders niteliğinde size yol aldırır ve öğrenmek hiç bitmez. Kendisi, geniş vizyonu, özgün kompozisyonları, farklı materyaller üzerinde yaptığı çalışmaları ile bu sanat için önemli bir mihenk taşıdır. Erken yaşta aramızdan ayrılmış olması, özellikle bizim sanatımızın yol alışı açısından çok önemli bir kayıptır.”

 

İSLÂM SANATI MANADA DEMLENEREK GERÇEKLİKTEN STİLİZASYONA YÖNELMİŞTİR

“Sanat eseri olarak değerlendirdiğimiz çalışmaların kendi döneminde bu payeleri almaları daha nadirdir. Üzerinden geçen onlarca ve yüzlerce yıllık süreçte, taşlar yerine oturduğunda bu eserler ve sahipleri yerlerini bulur.” diyen sanatkâr İslam sanatı ile Batı sanatı arasındaki farklılıkları beş cümleyle özetliyor: “Sanatı, onun gelişme sürecinde beslendiği felsefe ve tarihi ile birlikte ele aldığınız zaman anlayabilir ve daha önemlisi anlamlandırabilirsiniz. İslam sanatına baktığımızda, doğayı olduğu gibi taklit eden realizmden kaçınmak ve nesneleri soyutlaştırarak ifade etmek en önemli özelliktir. Sanatkârlarımız nesne ya da figürleri aynen resmetmek yerine onları yorumlayıp stilize ederek tasvir etmeyi tercih etmiştir. Bu yönü ile İslâm sanatı, manada demlenerek derinden yüzeye, gerçeklikten ise stilizasyona doğru yönelmiştir. Batı sanatında ilerleyiş ise yüzeyde derinliğe ve gerçeğe doğru gelişmiştir.”

 

HAYATI VE HAKİKATİ MİNYATÜRE NAKŞEDİYOR

Mevlana pek çok kişiye olduğu gibi sanatkârlara da ilham kaynağı olmuştur. Gülçin Anmaç’ın fırçasından da Mevlana’nın hayatını anlatan minyatürler neşet etmiş. Öznesinde Hz. Pir olan minyatürler dünyanın birçok yerinden insanların ilgisini çekmiş ve sanatkârı, Mevlana Celaleddin-i Rumi sevgisiyle ortak gönül bağı kurduğu insanlarla karşılaştırmış. Böylelikle kendini Hz. Rumi’nin doğduğu Afganistan’ın Belh şehrinde bulmuş. Anmaç’ın gönül penceresinden bakıldığında düşünceleri, hayatı ve eserleriyle Hz. Mevlana’nın tüm dünyada ortak barış ve sevgi dili oluşturan çok önemli bir şahsiyet olduğu görülüyor. Bu keyfiyet minyatürlerle de ifadesini buluyor.

Sanatkârın resmettiği minyatürlerden birkaçının hikâyesine yer vererek yazımıza nihayet verelim.

 

FEYZULLAH EFENDİ ÇEŞMESİ, MİLLET KÜTÜPHANESİ, ALİ EMİRİ EFENDİ, DİVANÜ LUGATİ’T-TÜRK

1639’da Erzurum’da doğan Seyyid Feyzullah Efendi, padişah hocalığı yapmış ve iki defa Şeyhülislâmlığa tayin edilmiş arif ve bilgili bir şahsiyet. İlme, âlime ve kitaba değer veren Feyzullah Efendi, Millet Yazma Eserler Kütüphanesi’nin de içinde yer aldığı İstanbul Fatih’teki Feyziyye Dârülhadisi Külliyesi’ni inşa ettirmiş. Külliye; medrese, kütüphane, mescid, mektep, muallimhâne ve çeşmeden müteşekkil. Sanatkâr, minyatüründe cilt üzerinde; Millet Kütüphanesi’ni, Feyzullah Efendi Çeşmesi’ni ve Ali Emiri Efendi’yi kütüphanede Dîvân-i Lugâti't-Türk okurken nakşetmiş; mıklepte de bu eserin cilt deseni birlikte çalışılmış.

 

ÇANAKKALE BOĞAZI VE SAVAŞI

Vatanımızın kıymetli toprakları üzerinde özgür olmamızı sağlayan, denizde ve karada yüzyıllardır verilen onurlu mücadeledir. Sanatkârlar da cemiyetin fertleri olarak olup bitene bigâne kalmaz.

Gülçin Anmaç, Çanakkale Boğazı ve Savaşı minyatüründe, Piri Reis'in Çanakkale Boğazını gösteren haritasını Çanakkale Savaşı’ndan sahnelerle sarmakta ve ay yıldızımız gökte yükselirken Gazi, Seyfullah, Gazve, Cihat, Fisebillillah, Mücahit, Şehit, Seyfuddin, Seyf, El Galip sözleri saygı ve vefa ile andığımız atalarımızı derin bir mana ile kuşatmaktadır.

 

KAYSERİ KARATAY KERVANSARAYI VE GÜNDELİK HAYAT

Kayseri’de bulunan Karatay Kervansarayı yardımsever, üstün ahlaklı, güçlü bir devlet adamı olarak bilinen ünlü vezir Celaleddin Karatay tarafından 1240 yılında yaptırılmıştır. Karatay Kervansarayı’nın vakfiyesi incelendiğinde burada konaklayanların dinine, kökenine bakılmaksızın ve aralarında zengin, fakir hiçbir fark gözetmeden giyim, yiyecek, barınma ve harçlık gibi her ihtiyacını karşılayacak şekilde hizmet verilmesi amaçlanmıştır. Gülçin Anmaç naif dokunuşlarla tamama erdirmeye muvaffak kıldığı minyatüründe sanatseverleri kervansarayın iç avlusuna güzel insanların naif iklimine götürüyor.

 

SUDAKİ KİTAPLAR

Mevlana Celaleddin Rumi yıllarca aldığı eğitim ile defalarca okuduğu ilmi eserlerden sonra artık medresesinde ders veren bir müderris, camilerde vaazlarıyla sevilen bir hatip ve fetvaları dinlenen bir hak müftüsüydü. Karşılaşmalarından sonra kitapların zamanla manevi yolda ilerlemeye engel olacağını düşünen Şems, bu eserleri yazanlardan daha yetkin ve derin olan Mevlana’yı kitaplarından ayırmıştı. Bir gün medresedeki havuza attığı el yazması değerli kitapları kurtarmaya uğraşan Mevlana’ya ‘Aşk ilmi medresede öğrenilmez’ diyen Şems, gösterdiği ışık ile Mevlana’nın maddi olan her şeyden uzaklaşıp içindeki manevi derinliğe, engin bilgiye ve ilahi aşka yaklaşmasını sağlamıştır. “Sudaki kitaplar” minyatürüne dikkatlice bakanlar hakiki aşkı resmetme sevdasındaki bir nakkaşın göz nurunu görecektir.

 

KARATAY MEDRESESİ’NDE MEVLANA’NIN SEMASI

1251’de Emir Celaleddin Karatay tarafından yaptırılan muhteşem çinileriyle ünlü Karatay Medresesi’nde şehrin tüm ileri gelenlerinin ve halkın da davetli olduğu toplantılar yapılır ve bu buluşmalarda bazen Mevlana da sema ederdi. Bilgin ve âlimlerin çeşitli konularda konuştuğu böyle akşamlardan birinde; görevliler başköşedekilere hizmet ederken kimsenin fark etmediği Şems, hiçlik duygusuyla medresenin eşiğine doğru ilişmişti. Başköşe neresidir diye konuşulurken, söz Mevlana’ya gelince “Bilginlerin başköşesi sofanın ortasıdır, ariflerin başköşesi bir zaviyenin herhangi bir köşesidir, sofilerin başköşesi sofanın kenarıdır, ama âşıkların mezhebinde başköşe dostun yanıdır” diyerek başköşeyi terk edip Şems’in yanına oturmuştur.

 

SADABAD SARAYINDA LALEZAR SEYRANI

Bir zamanlar Topkapı Sarayı ileri gelenlerinin av, spor ve eğlence için gözde mekânlarından olan Kâğıthane’nin önemi Lale Devri’nde iyice artmıştır. Sultan III. Ahmed’in onayı ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın imar girişimiyle uzun kanallar boyunca gelen sular, şelale ile kaskatlardan geçerek çeşitli havuzlara toplanıp çevresine çok sayıda köşk inşa edilmiştir. Buradaki Sadâbad Sarayı’nda yapılan çırağan eğlenceleri ve lale seyranına çıkma geleneğinde; seçkin konuklara çeşitli gösteriler, fasıl eşliğinde sohbetler ile bol ikramlar yapılıp değerli hediyeler verilmiştir. Dolunay olduğu gece ise saray bahçesinde, çiçeklerin rengiyle uyumlu giyinmiş haremdeki hanımlar için özel eğlenceler düzenlenmiştir. Gündüz çiçeği olan laleler, artık bir gece çiçeği olmuş ve değerli lale bahçelerine yerleştirilen kristal fanuslar ile aynalar eşliğinde gece boyunca ışıldamışlardır.

Anmaç’ın minyatürlerinde tarihimiz, sanatımız lisan-ı haliyle konuşmaya ve ışıldamaya devam ediyor. Görüp işitebilenlere selâm olsun.

 

İbrahim Ethem Gören

{name}
{content}
+
-
{name}
{content}
+
-

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

SİZİ ARAMAMIZI İSTER MİSİNİZ?

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

BİZ SİZİ ARAYALIM

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.