Ebrû sanatımızın duayen ismi, hocaların hocası Alparslan Babaoğlu, Atatürk Kültür Merkezi’nde Hezârfen Necmeddin Okyay’a Saygı serlevhalı sergide Türk ebrûsunun yüzakı eserlerini sanatseverlerin irfanına sunuyor.
10 Eylül Cumartesi günü Ebrûcu Babaoğlu’nun talebelerinin, talebelerinin öğrencilerinin ve sanatseverlerin yoğun iştirakiyle açılışı gerçekleştirilen sergi, yazılı akkâse ebrûnun ‘gerçek sanat eseri’ numunelerine ev sahibi yapması bakımından da önem arz ediyor.
Yazılı akkâse ebrû, yazının kalıbının kesilerek önceden soluk renklerle ebrûlanmış bir kâğıt üzerine yapıştırılması ve ikinci kez canlı renklerle ebrûlandıktan sonra kalıbın sökülmesi sûretiyle gerçekleştirilen ve hem güzel ebrû hem de güzel bir yazının aynı anda izlenebilmesine imkân tanıyan, kaatı, ebrû ve hüsn-i hattın birlikte kullanılmasıyla gerçekleştirilen Türk ebrûsuna has bir uygulama.
AKM’deki sergide en güzel örnekleri sergilenmekte olan yazılı akkâse ebrûlar, ebrû tarihimizde ilk defa Hezârfen Necmeddin Okyay tarafından yapılmış ve teknik olarak mükemmelleştirilmiştir.
Usta sanatkâr Ebrûcu Babaoğlu’nun iki yıldan fazla bir süreyle hazırlandığı, -bununla birlikte- pandemi şartları sebebiyle açılışı 2022 yılının nisan ayına sarkan sergide 56 adet yazılı akkâse ebrûsu İstanbul’un orta yerinde lisan-ı haliyle Necmeddin Efendi’nin ervahına selâm gönderiyor!
Klasik Türk Sanatları Vakfı’nın ve Fatih Belediyesi’nin sponsor olduğu sanat etkinliğinin açılışında, sergide eseri olan hattatlardan aynı zamanda bestekâr olanların bestelerinden ve Necmeddin Okyay'ın güftesini yazdığı ve Niyazi Sayın’ın şevkefzâ bestesinden oluşan mini bir konser de icra edildi. AKM’de sergi vesilesiyle sahne alan musiki sanatkârlarının isimlerini zikretmeyi vakıa mutabık görüyoruz: Murat Irkılata (solist), Yaprak Sayar (solist), Volkan Yılmaz (ney), Serkan Kamacı (ney), Serkan Halili (kanun), Furkan Resuloğlu (tambur), Emre Erdal (klasik kemençe), Volkan Ertem (çello), Serdar Bişiren (bendir).
Alparslan Babaoğlu serginin hikâyesini şu cümlelerle anlatıyor:
“17. ve 18. yy.'da Hindistan'ın Deccan bölgesinde kâğıdın bir bölümünün başka bir kâğıttan kesilen kalıpla kapatılması suretiyle ebrûlu minyatürler yapılmış, bunlar "Deccan Minyatürleri" olarak isimlendiriliyorlar. Meselâ bir "beygir-i zâif" var çok meşhur. Yâni akkâse tekniğini ilk îcâd edenin Necmeddin Okyay olmadığını söylemek için bunu anlatıyorum.
Ancak, 20 yy.'ın başında, haberleşme imkânlarının son derece kısıtlı olduğu, meselâ internet gibi bugün bizim çok yaygın kullandığımız bir imkânın olmadığı bir dönemde, Necmeddin Okyay'ın bu minyatürlerden haberdâr olması mümkün değil. O nedenle gönül rahatlığıyla ve hiçbir başka akademik delil aramaksızın bizim ebrû tarihimizde Necmeddin Okyay için yazılı akkâse ebrûların mûcididir diyebiliyoruz.
Hoca, önce akkâse yapacağı yazının harflerini ve varsa tezyînî işaretlerini kâğıttan oyarak hazırladığı kalıbı boş bir kâğıda arapzamkı kullanarak yapıştırmak sûretiyle yazılı akkâse ebrûlar yapmış. Daha sonra kalıbın dışına taşan yerlerdeki arapzamkı nedeniyle oraların da boya tutmadığını görerek kalıp tekniğini terk etmiş ve doğrudan arapzamkı ile yazarak birçok yazılı akkâse ebrû yapmış.
Ben Necmeddin Hoca'nın ilk kullandığı teknik olan kalıp tekniği ile yaptığım yazılı akkâse ebrûlarımı 1979 senesinde Yıldız Sarayı Çit Kasrı'nda açtığım kişisel sergimde sergilemiştim. O günden bu güne ebrû çalışmalarımın içinde yazılı akkâse ebrûlar hep oldu. Hattâ, Deccan Minyatürleri gibi aynı tekniği kullanarak minyatürler yaptım. Bu sergi sâdece yazılı akkâse ebrûlarımı sergilediğim üçüncü kişisel sergim. Bu kadar çok yazılı akkâse ebrû çalışınca içime bu ebrûların mûcidi Necmeddin Okyay'a ithâf edilmiş bir sergi açma sevdâsı düştü. Bu heyecanla 2020 senesinin Nisan'ında sergilenmek üzere daha önce çalışmadığım birçok yazılı akkâse ebrû çalıştım. Ancak salgın sebebiyle o tarihlerde şehirlerarası seyahat yasakları, sokağa çıkma yasakları gibi sınırlamalar olunca sergiyi ertelemek zorunda kaldık. Kısmet bugüne imiş.”
Sergide, Alparslan Babaoğlu’nun ebrû hocası Mustafa Düzgünman’ın ebrû hocası Hezârfen Necmeddin Okyay’ın talik kalemini is mürekkebiyle buluşturup aharlı kâğıtların hoş kokulu satıraralıklarına meşk ettiği, her biri, diğerinden âlâ sanat keyfiyetini haiz ayet-i kerimeler, hadis-i şerifler ve güzel sözler ile birlikte hat sanatımızın meşhur şahsiyetlerinin anonimleşmiş hatları, yazılı akkâse ebrûsu tekniğiyle hüvesi hüvesine milimi milimine ebrûya, kelimenin tam manasıyla Türk ebrûsu denilmeye seza ebrû kâğıtlarına aktarılmış.
Günümüzde pek çok kavram gibi sanatın da istismar edildiğini, yazılı akkâse ebrûların akkâse tekniği dışında serigrafi/baskı vb. usullerle çoğaltılarak yazılı ebrû nâmıyla takdim edildiğinden bahisle gerçek yazılı akkâse ebrûnun nasıl yapılması gerektiğini ‘hocaların hocası’nın lisanından naklediyoruz:
“İbrahim Ethem Bey, sizin de söylediğiniz gibi yazılı akkâse yapmanın bir çek yolu var, bunlardan ikisini biraz önce anlattım. Şimdilerde insanlar, yazının arapzamkı kullanarak birçok kâğıda matbaalarda serigrafisini hazırlayıp sonra bunları ebrû teknesine yatırıp sağlam çıkanları “yazılı akkâse yaptık” diyorlar. Bunların hiçbir sanat değeri yok bana göre, ebrû dışında da yapana ait bir unsur yok bunların içinde. Bir hattatın yazısının baskısı ile böyle yapılmış çalışmalar arasında hiçbir fark yok bana göre. Ustalık yok en başta…”.
Babaoğlu’nun yazılı akkâse ebrûda yetkinlik kazanması yıllar öncesine, ustanın ayağının kırılarak alçıda olduğu günlere dayanıyor. Vâkıa şöyledir:
“Evet, uzun seneler önce -1979 sergimden bir ya da iki sene önce olması lâzım- bir öğle tâtilinde işyerinde arkadaşlarla voleybol oynarken aşil tandonumu kopardım. Doktorlar ameliyatsız iyi olmayacağını ve sakat kalacağımı söyleyince ameliyat oldum ve bacağımı 8 hafta alçıya aldılar. Bu dönemde evden dışarı çıkamıyordum.
EBRUCU BABAOĞLU: ÇALIŞMAYI ÇOK SEVEN BİRİYİM.
Ben çalışmayı çok seven ve boş oturamayan biriyim. Bacağımdaki alçı nedeniyle dizimi kıramadığımdan ebrû teknesine yanaşıp ebrû yapamıyordum. Ben de daha önce birkaç kere denediğim yazılı akkâse ebrûlar yapabilmek için kalıp kesmeye başladım. Bacağım masanın altına girebildiği için masada çalışabiliyordum. Sağlığıma kavuşunca denemeler yapmak üzere iki ay boyunca -sayısını şimdi hatırlamıyorum- birçok kalıp hazırladım ve alçıdan kurtulur kurtulmaz tekne açıp bu tekniği geliştirmek amacıyla haftalar süren denemeler yaptım. Sonunda muvaffak olduğumu sanıyorum ki sergilerime gelen ülkemizin önemli hattatlarının hepsi yazılarda bir kusur olmadığını ifâde ettiler. Hatta şöyle bir hâtırâmı anlatmak isterim.
Lütfen…
Bir önceki "Ebrûnun Hatla İmtihanı" isimli sergimde sergilemek üzere Yesârizâde Mustafa İzzet Efendi'nin tâlik hilyesini çalışmıştım. Yazılarda bir hata olup olmadığı hususunda yardım almak için Uğur Derman Hocam'ı evinde ziyaret ettim ve hilye-i şerîfenin parçalarını gösterdim. Hilyenin göbeğini epey bir inceledikten sonra Uğur Hocam "Arkadaş sen zamanın delisisin, karınca böbreği gibi bu şeddeleri nasıl kestin?" diye iltifat etti, bunu hiç unutamıyorum.”
EBRUCU BABAOĞLU: NECMEDDİN OKYAY ARAŞTIRMACI VE YENİLİKLERE AÇIK BİRİ.
Ebrûcu Babaoğlu, Hezarfen Necmeddin Okyay isminin yakın dönem geleneksel Türk-İslam sanatları için ifade ettiği mânayı Kuveyt Türk Katılım Bankamız için değerlendirdi:
“Bir kere Necmeddin Okyay son derece araştırmacı ve yeniliklere açık birisi. Öncelikle bunu ifâde etmem lâzım. Bununla birlikte yanlış anlaşılmaların önüne geçmek adına “yenilik” derken şurasını açıklığa kavuşturmam lazım; bu yeniliklerin hiçbirisi ne sanat ne de ebrû geleneklerimize aykırı yenilikler değil. Meselâ kitreye alternatif olarak sâlep, boytohumu, ayva çekirdeği gibi değişik malzemeler denemiş, en çok sâlepten memnun kalmasına rağmen pahalı olduğu için kitre ile devam etmiş. Yani sâlep ucuz bir malzeme olsaydı kitre yerine sâlep kullanmaya başlayacaktı.
HEZARFEN NECMEDDİN OKYAY YAZILI AKKÂSE EBRULARI TÜRK EBRÛSUNA KAZANDIRMIŞTIR.
Öte yandan, ebrû tarihimizde çiçekli ebrûları îcâd eden Necmeddin Okyay değil, belki ondan yüzyıllar önce hangi çiçek olduğu belli olmayan birtakım çiçekler yapılmış ama bunları bizim sanat geleneğimize uygun olarak iki boyutta hangi çiçek olduğu belli olacak şekilde nasıl yapılacağını bulan kişi aynı zamanda... Bu sohbetin başından beri bahsediyoruz yazılı akkâse ebrûları Türk ebrûsuna kazandıran kişi.
Bunlar sâdece onun ebrûculuğu ile alâkalı yaptıkları... Kendisi çok önemli bir hattat, mücellid, mürekkep ve âhar hocası, gül yetiştiricisi, şâir, soyadını Okyay alacak kadar okçuluğa âşık bir okçu, elektroliz ve galvanoplasti yöntemleriyle cild kalıplarının kopyalarını çıkartacak kadar usta bir dökümcü ve nihâyet Üsküdar'daki Valide-i Atik Camii'nin birinci imam ve hatîbi. Bütün bu meziyetlerinden ötürü hezârfen lâkâbını sonuna kadar hak eden biri.
Sanat tarihimiz açısından ise Necmeddin Okyay'ın sâdece ebrûyu Özbekler Tekkesi Şeyhi Hezârfen Edhem Efendi'den öğrenerek oğullarına ve yeğeni Mustafa Düzgünman'a öğretmesini, ebrû geleneklerimizin kaybolmadan ve dejenere olmadan bugünlere kadar ulaşabilmesine sebep olması açısından çok önemli buluyorum.”
Gönlünde sanat ve estetiğe açık kapılar bulunanların klasik Türk ebrûsunun emin ve ehil ellerde son yetmiş yılda geçirdiği tekâmülü temâşâ etmeleri için 18 Eylül Pazar gününe kadar Atatürk Kültür Merkezi’ni ziyaret etmeleri gerekiyor.
BABAOĞLU: MÂRİFET İLTİFÂTA TÂBİDİR.
Yazımızı Alparslan Babaoğlu’nun okuyucularımıza özel mesajıyla nihayete erdiriyoruz:
“Mârifet iltifâta tâbîdir. Bu nedenle hangi sanat dalından olduğunun hiçbir önemi bulunmamakla birlikte muhterem okuyucularımızın bu ve benzerİ sergileri ziyâret etmelerinin, sergiyi düzenleyenlere çok büyük bir teşvik olacağını, benzer sergiler hazırlamak üzere gayretlendireceğini belirtmek isterim. Sanatçının tek gıdasının takdîr olduğunun kamuoyunca bilinmesi, gelenekli sanatlarımızı bugünden çok daha parlak bir durumda geleceğe taşıyacaktır.”
İbrahim Ethem Gören-12.09.2022 Yazı no: 314