Mescid-i Aksâ’nın 2005 yılında yapımı tamamlanan minberinin değerli bir parçası 18-25 Kasım 2023 tarihleri arasında ambermuzayede.com üzerinden açık artırma ile satılarak, gelirinin tamamı Türkiye Diyanet Vakfı’na bağışlanıp Gazze halkına insani yardım olarak gönderilecek.
Kündekâri sanatkârlarından Hasan Ercan ailesinin uhdesinde bulunan Mescid-i Aksâ minberine ait bir parçayı Gazzeli yaralılar için bağışlıyor.
Bilindiği üzere Mescid-i Aksâ’daki Selâhaddin Minberi 1969 yılında yakılmıştı. Minberin yangından arta kalan parçaları Mescid-i Aksâ Külliyesi içerisinde özel bir alanda muhafaza edilirken 16 bin 500 parçadan oluşan yeni minberde bu toprakların yetiştirdiği mühim kündekâri ustaları Hasan Ercan’ın ve mahdumu Abdulvahit Ercan’ın emeği ve alın teri bulunuyor.
Hasan Usta, 2007 yılında kadim mescide dualarla monte edilen minberin bir parçasını hatıra olarak ailesine bırakmıştı. Hasan Usta’nın hayrülhalefi Abdulvahit Ercan kutlu bir emanet olarak bugüne kadar aile nezdinde bulunan minber parçasını Gazze yararına 20 Kasım Pazar günü düzenlenecek olan hayır mezatına bağışladı.
Aile mesleği kündekâriyi kutlu bir emanet olarak omuzlarının üzerinde taşıyan Hasan Ercan ile Mescid-i Aksâ’nın minber parçası üzerine konuştuk.
İbrahim Ethem Gören: Sizi tanıyabilir miyiz?
09/01/1960 yılında Sinop ili Boyabat ilçesinin Uluköy köyünde dünyaya gelmişim. 1963 yılında aile büyüklerim ile birlikte İstanbul ili Beykoz Tokatköy semtinde ikamet etmeye başlamışız. 1965 yılında okul hayatı başladım. İstanbul Beykoz ilçesinde bulunan Fevzi Çakmak Lisesi’nden mezun oldum. Dönemin siyasi sebeplerinden dolayı üniversite hayatına devam edemedim. Bu süreçte iş hayatına atılarak dede mesleğim olan marangozlukla ile hemhal olmayı tercih ettim.
Ailenizin sanatla, ahşapla, oymacılıkla, kündekâri ile olan ünsiyetiyle hasbihalimize devam edelim.
Çocuk yaşlarımdan bu yana dedemin yanında görmüş olduğum ahşap işlerine karşı duyduğum sevgi ve alakadan dolayı hayatımı bu meslek üzerine idame ettirmeye karar verdim. Genç yaşlarımda Kadıköy Hasanpaşa’da bir mobilya atölyesinde çalışma hayatına başladım. Askerlik sürecine kadar aynı atölyede çalışmaya devam ettim. 1982 yılında dünya evine girerek bu bir yuva kurdum ve devamında çocukluğumda ayrıca genç yaşlarımda sürdürmüş olduğum ahşap sevgisiyle araştırmacı ve gözlem yeteneğim ile farklı sanatsal çalışmalar yapmaya gayret gösterip farklı sanat dallarında (resim, mimari, maket, heykel) vs. bir çok eserler çalışarak kendimi geliştirip bu birikimlerimle ağaçla olan ünsiyetimi pekiştirerek kendi atölyemi kurmaya karar verdim. Bu süreçten sonra çocukluk evrelerimden gençliğime, gençlik çağlarımdan geleceğe kültürümüzün ve yansıması olan sanat anlayışımızı yansıtmaya, hüsn-i hatta dersine başladığım dönemde üstat Hasan Çelebi’yi tanımamla adım attım.
Hasan Çelebi üstad şu anda hemhal olduğum sanatsal çalışmalara vesile oldu. 1986 yılında kurduğum atölyemde evvelemirde üstadım Hasan Çelebi’nin imam hatibi oldu camii için bir kürsü yapmaya muvaffak kılındım.
1987’de Hattat Hasan Çelebi öncülüğünde Kuba Mescidi’nin yazılarını yazdık.
Sedefkârlık, kündekâri ve ahşap oyma öz sanatlarımızın içerisinde nerede ve nasıl konumlanır?
Sedefkârlık, kündekârî ve ahşap oyma iç içedir. Kündekârî çalışmalarında uygulanan geometrik desenlerin oluşturduğu şebekede bulunan tabla tabir ettiğimiz parçaların üzerlerinde geleneksel motiflerimiz sedef ile kesilerek yeri oyulmuş ahşabın içerisine yapıştırmak kaydı ile sonrasında üzeri tesviye edilerek tamamlanmış uygulama biçimidir. Bu geleneksel Türk el sanatlarımızda çalışılmış birçok desenli uygulanabilir.
Kündekârinin dini mimarideki yerini de değinelim…
Ecdadımızın kullanmış olduğu teknik birçok alanda birçok ahşap işçiliğinde kullanılmıştır. Aslına bakarsanız kendi içerisinde bölüntülere sahip bir geometrik şebekeler, gezegenlerin diziliminden, Yaradan’ın güzel isimlerine, oradan ay ve güneş hesaplamalarına ve ebced hesaplarına kadar altın oran içerisinde sonsuz bir ebedî görselin hayatımıza yansımasıdır.
Eserlerinizin bulunduğu yerler?
Eserlerimiz Türkiye’de birçok ilimizde ve ilçemizde bulunmaktadır. Çalışmalarımız İstanbul dışında Bursa, Kütahya, Kayseri, Bitlis, Tatvan, Sinop, Rize, Samsun, Gaziantep ve Giresun’da bulunmaktadır. Yurtdışında da Suudi Arabistan’ı, Almanya’yı, İngiltere’yi, Belçika’yı, BAE’yi, Filistin’i (Kudüs Mescid-i Aksâ ve Bosna Hersek’i sayabiliriz.
Mahdumunuz Abdulvahit Ercan ile birlikte size Mescid-i Aksâ’nın minberine hizmet etmek size nasip oldu. Kadim mescidin içerisinde ve avlusunda pek çok minber var. Mescid-i Aksâ’ya minber koyma geleneğini de müzakere edelim dilerseniz…
Evet, Mescid-i Aksâ’nın minberinin yapımında oğlum Abdulvahit Ercan da bulundu. Hayatımda yaşantım içerisinde geçirmiş olduğum sanata meyilli gayretimin süreçleri elhamdülillah küçük yaşlardan bu yana atölyemde yetişen oğluma da sirayet etti. Onun da benim gibi ahşaba olan merakı ve sevgisi yapmış olduğunuz eserlerimizin üzerinde emek olarak izlerini barındırmaktadır. Bu gayretli çabalarının neticesinde Mescid-i Aksâ’da Kıble Mescidi’nde bulunan /Selahattin Minberi’nin yapımında oğlumun emeği çok büyüktür.
İslam’ın ilk kıblesine minber koyma geleneği oluşmuş İslam tarihi boyunca hükümdar ve yöneticiler Mescid-i Aksâ’nın içerisine ve geniş haziresine pek çok minber yerleştirmiştir.
Ellerinizden geçen minberin hikâyesini dinlemek isteriz?
Bu minberin hikâyesi 2000 yılında Bursalı iş adamı, Dr. Sefer Özdemir’in Kudüs ziyaretinde demirden yapılmış minberi görmesi üzerine ‘buraya bir minber yaptıralım Hasan Usta’ demesiyle başlamıştır. Bir müddet sonra bir gazetede Mescid-i Aksâ’nın minberiyle ilgili müsabaka yapılacağını öğrendim ve ben de müracaat ettim.
1969 yılında yakılan minberin yerine yeni bir minber yapılması için müracaat eden ustalar mülakata davet edildi. Beni de çağırdılar. Mülakat sonucunda mukarnas alanında ustabaşı olarak minberin yapımına çağırıldım. Oğlum Abdulvahit ERCAN da oyma ve kakma çalışmaları üzerine benimle birlikteydi.
Bir ziyaret vesilesiyle başlayan bu heyecan, Rabbimin müsaadesi ile hamdolsun biz aciz kullarına nasip oldu. Bir zaman ‘nasıl yapabiliriz?’ diye hayalini kurduğumuz bu minberin tüm iskelet yapısından heybetli mukarnas sistemine ve üzerinde bulunan oyma ve kakma süsleme işlemlerine kadar tüm süreçleri bizlere nasip oldu.
Ürdün Salt’da bulunan Camiatül Balqa Tatbıkiyye Üniversitesi’nin içerisindeki bir atölyede minberin imalat sürecine başlandı. Atölye kurulumu ve ilk ustalar olarak bizler çalışmaya başladık ve sonrasında sekiz Türk, iki Endonezya ve dört Mısırlı ustayla birlikte çalıştık. Burada ustabaşılık bize nasip oldu. Yapımı üç seneyi bulan bu minberin tamamlanıp Türkler tarafından yerine konması tarihe bırakılmış büyük bir kayıttır kanaatimce.
Minberin sanat ve teknik hususiyetleri hakkında okuyucularımızı bilgilendirir misiniz?
Minber, Türkiye’den getirilmiş yerli ceviz ağacından yapılmış ve tüm geçme ve birleştirme noktaları çivisiz ve tutkalsız olarak geçme tekniği ile yapılmıştır. Minberin orijinaline sadık olarak projelendirilmesi tüm detaylarıyla hazırlanması dört sene sürmüş, imalatı ise 3,5 seneyi bulmuştur.
Nurettin Zengi tarafından yaptırılan tarihi minberde Türk ustalarının emeği vardı. Tarihi minberin yerine ikame edilen minberde de takdir-i ilahi olarak Türk ustalarının alın teri bulunuyor.
Devasa hacme sahip bir minberi çivi kullanmadan ibda etmenin sırrını paylaşır mısınız?
Böylesi hacmi büyük ve son derece detaylı bir minberin çivi ve tutkalsız bir şekilde bir bütün olarak durmasında diyebilirim ki dedemin ustalığına borçluyum. Onun dülgerliğinde uygulamış olduğu ayrıntıları çalışma hayatımda örnek almam ve kendime usul edinmem bana bu tecrübeyi ortaya koymama vesile olmuştur.
Sürece ustabaşı olarak dâhil oldunuz. Mescid-i Aksâ’daki montaj hizmetleriniz için de bir paragraf açalım…
Minber için yapılan mülakat neticesinde üstlenmiş olduğum mukarnas sistemini uygulama aşaması başlamadan önce yapılması gereken minber üzerindeki çalışmaların bizler tarafından yapılabileceğini ve uygulamalı örneklerle gösterildikten sonra minberin üzerinde bulunan oyma ve kalkmaların yapımı yine minberin tüm ana kaidelerinin oluşturulması, merdiven aksamı, mukarnas sistemi benim ve oğlum Abdulvahit ERCAN’ın diğer arkadaşlarla birlikte çalışmasıyla biznillah tamamlandı. Montajını da el ve gönül birliğiyle yaptık.
Mescid-i Aksâ’da bir eserinizin bulunması halet-i ruhiyenizde ne türden aksülameller meydana getiriyor?
Böyle bir minberin yapımında bulunmak haliyle bir nasip işi. Şimdi düşündüğünüzde Mescid-i Aksâ gibi bir kudsiyeti bulunan bir mekâna; Kıble Mescidi’ne böyle bir minber yapmak tabii ki farklı duygulara evriliyor. Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ün fethini gerçekleştirmeden 20 sene boyunca yerine konmayı bekleyen bir minberin fetihle birlikte Mescid-i Aksâ’ya infak edilmesi ve şimdi yine orijinali ile birebir aynı olan bir minberi yapmak, yıllarca vermiş olduğum sabrın ve sebatla çalışmanın bir nişanıdır.
Minber parçası hangi mülahazalarla emanetinizde bulunuyordu?
Minberin elimizde bulunan iki parçasının vakıası şöyle… İmalatını yaptığımız aşamada bir aksilik, alıştırmada, yerine oturmasında, oymasında ya da kakmasında oluşabilecek olumsuz neticelerden mütevellit birkaç adet fazla yaptık. Üretim ve montaj süreçlerinde herhangi bir sorunla karşılaşmayınca ihtiyaten yaptığımız parçaları hatıra olarak muhafaza ettik.
İsrail’in “haza soykırım” olan son Gazze saldırılarında yaralananlar için Mescid-i Aksâ’nın minber parçasını bir mezatla bağışlıyorsunuz. Sürecin detaylarını aktarır mısınız?
Bu aslında, İstanbul Beykoz ilçesinde oğlum ABDULVAHİT ERCAN’ın yönetim kurulu başkanlığını yürüttüğü Beykoz İmam Hatipliler Derneği (BİHMENDER)’in İsrail’in zulmüne maruz kalan, Filistin Gazze’de bulunan Müslüman kardeşlerimize bir yardım kampanyası kararı ile süregelen bir süreç. Emanetimizde bulunan Mescid-i Aksâ minberinin kündekârî parçasını “Mescid-i Aksâ minberinden Gazze’nin çocuklarına” mottosuyla Amber Müzayede’de değerlendirerek gelirini Türkiye Diyanet Vakfı üzerinden Gazzelilere bağışlamak istedik.
Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?
Öncelikle niyazımız yapılan bu zulmün bir an önce durmasıdır. Gazze’de bulunan kardeşlerimize yapılan bu zulme inşallah Kudüs’ten Mescid-i Aksâ’dan cevap vereceğimize inanıyoruz. Bizler onlar için duadayız. Rabbim şahadetlerini kabul eylesin. Biz elimizden gelenle görev aldık. Hamd olsun. Nişanımızı. Müslüman Türk halkı olarak Kudüs’e bıraktık. Rabbim kabul buyursun. (Âmin)
Son olarak okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?
Minber üzerinden bir mesaj düşünürsek çok uzakta değiliz hamdolsun, oralardayız. Ecdadımızın bizlere bırakmış olduğu emanetlere hakkıyla, hakikati ile murad-ı ilahi yolunda sahip çıkmamız gerektiğine inanıyorum. Özellikle gençlerimizin, gelecek nesillerin bu konuda bilinçlendirilmesi çok önemli.
Şu anda diyebilirim ki evet görsellerde bazen görünebilir ama ‘o minberi kim yaptı, nasıl yapıldı?’ diye sorsanız inanın ki kimse bilmiyordur. Biz sadece vazifemizi yerine yetirdik.
Sözlerime bir hadis-i şerif naklederek nihayet vermek istiyorum: -Peygamber Efendimiz (sav) Kudüs için, Mescid-i Aksâ için “Gidin, mutlaka namaz kılın.” buyurur. Meymune validemiz, “Eğer Kudüs'e gidip namaz kılma imkânı bulamazsak ne yapalım?”ı sorunca Efendimiz Aleyhisselâm, “Hiç olmazsa kandillerinde yakılmak üzere yağ gönderin.” buyurur.
İlginiz için teşekkür ediyorum.
Ben de teşekkür ediyorum.
İbrahim Ethem Gören/17.11.2023 Yazı No: 377