İSTANBUL’UN ORTA YERİ BEYOĞLU’NDA YÂD-I MÂZİ
26 Kasım 2022 Cumartesi günü İstanbul'un orta yeri Beyoğlu âlâ keyfiyeti hâiz bir sanat etkinliğine sahne oldu: Hattat Ekrem Eşkin’in Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin vuslatının 146’ıncı sene-i devriyesi vesilesiyle hazırlamaya muvaffak kılındığı 55 serden müteşekkil Yâd-ı Mâzi serlevhalı serginin Taksim Camii Sanat Merkezi’nde gerçekleştirilen açılışına katılarak gözlem ve tesbitlerimizi kaleme aldık.
(…)
Evvelen… bu türden sanat etkinlikleri uzun zamandan beri birbirlerini göremeyenleri ahbapları bir araya getiriyor. Bu bağlamda Hattat Alı Sıtkı Özalp ile ve hattat Ahmet Pehlivan ile uzun, çok uzun bir aradan sonra hasbihal etme imkânı bulduk. Saniyen… Yâd-ı Mâzi’de, ‘elest bezmi’nde ruhlarımızın kaynaştığı, biiznillah ‘hû” isminin ve dahi zikrinin güzel gözlerinden neş’et eden bir mübârek zat ile, Hasaneyn Baba (HHE) ile tanıştık. Tanıştırana hamd ü senâlar olsun. Salisen… hâfız-ı kütüb, Hattat, Arif Vural’dan yüksek lisans ve doktora talebelerine yazma eserleri en kısa zamanda göstereceğine dair kuvvetli bir söz aldık. Daha ne olsun!
(…)
Yâd-ı Mâzi hüsn-i hat sergisi yazı sanatının başkenti İstanbul’da, kamış kalem, kâğıt ve mürekkebe nâif bir ustalığının eşlik etmesiyle ortaya çıkan müstesna bir sergi olarak kadim şehrin orta yeri Beyoğlu’nda, Taksim Camii’nde sanat sevdalılarına “merhaba” diyor:
Merhaba…
AMENNÂ…
Hattat Ekrem Eşkin’in celî sülüs, sülüs, nesih, celî divânî, rik’a, icâze ve tuğra yazı nevilerinde yazmaya muvaffak kılındığı eserlere dikkatlice bakanlar “Kur’ân-ı Kerîm Hicaz’da nâzil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı” şeklindeki hüküm cümlesini hatırlayıp gönül dilleriyle “keleme ve yazdıklarına” bir kez daha “âmennâ” diyor: Âmennâ…
KAZASKER MUSTAFA İZZET EFENDİ’NİN VUSLATININ 146’INCI YILINA İTHAFEN…
Yâd-ı Mâzi’de Hattat Ekrem Eşkin’in, ağırlıklı olarak Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin 146’ıncı vuslat yılına ithâfen, cennetmekânın yazılarından ilhamla kaleme aldığı yazılar yer alıyor. Bu cümleye, Mustafa Râkım Efendi’nin, Sami Efendi’nin, Şefik Bey’in, Çarşambalı Arif Efendi’nin, Hamid Bey’in, Nazif Efendi’nin, Suûd’ül Mevlevî’nin, İsmail Hakkı Altunbezer’in, Mustafa Halim Özyazıcı’nın ve Davut Bektaş’ın isimlerinin dâhil edilmesi vâkıa mutabık olacaktır.
Eserlerin büyük bölümünü Babaoğlu’nın ve talebelerinin ebruları şenlendiriyor.
Hattat Eşkin’in âyet-i kerîmelerden, hadis-i şeriflerden, hilyelerden, kıt’alardan, hazret-i pîr isimlerinden, güzel sözlerden ve öznesinde Hz. Ali (kv) olan yazılardan müteşekkil Yâd-ı Mâzi sergisindeki eserlerin etrafında ebru sanatımızın duâyen ismi Alparslan Babaoğlu’nun ve Babaoğlu Üstad’ın talebeleri Metin Yılmaz’ın ve Dilek Kayır’ın ebruları göze çarpıyor. Tezhiplerde ise Mehmet Ali Kalgan’ın ve Fulya Saatçioğlu’nun esâmesi okunuyor.
Hattatımız, Yâd-ı Mâzi'de eserlerini teberrüken naklettiği usta sanatkârlarımızın hüsn-i hat sanatımız için ürettikleri katma değeri genel anlamda şu cümleler dâhilinde özetliyor: “Kur’ân-ı Kerîm Mekke’de nâzil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.” Bu müstesna sanatın Osmanlı Cihan Devleti asırlarında ulaştığı zemin ve seviye -bu kudsî zeminde ustalar eliyle ustalaşan- ünlü hattatların eserleriyle gözler önüne konulmuş ve İstanbul, hat sanatının da pâyitahtı olmuştur. Her köşesi birbirinden âlâ keyfiyeti hâiz hüsn-i hat eserleriyle müzeyyen bu şehirde hattatlarımız kalemlerin şevki, gözlerinin zevki ve bileklerinin hakkıyla medeniyet tarihimize imzalarını koymuşlardır.”
EŞKİN’İN İSTİFLERİ, USTALARIN YAZILARIYLA BİR ARADA.
Ekrem Eşkin’in kendi istiflerinin de bulunduğu Yâd-ı Mâzi sergisinin hikâyesini, daha doğrusu vâkıasını muhatabımızın dilinden nakledelim:
“O felek-meşrebin aldanma va’dine zirâ
Nisbet-i pâdişehî İzzet’i derviş etti
(…)
Allah adın zikredelim evvelâ
Vâcib oldur cümle işte her kula
(…)
Büyük hattat, mûsikişinas, neyzen, mutasavvıf ve devlet adamı Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin vuslatının 146’ıncı sene-i devriyesi münasebeti ile şehriyâri hattâtîn ve telâmîz-i hülefâsının dest-i şeriflerinden zuhur eden ve gönül dünyamıza hitap eden nadîde eserleri nakletmek min-gayri haddin bendenize lütf-ü ihsân edildiği için şükründen âcizim…
Hüsn i hat sanatına iptidam Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin dest-i hattı olan “Yâ Hazret-i Pîr-i Sânî İsmâîl-i Rûmî Kuddise Sırruhû's Sâmî” levhasından aldığım feyiz ve ilham ile başladı.
HÂCE-İ SALTANÂT…
Hüsn-i hat sanatımıza altın çağını yaşatan, malumunuz Ayasofya Camii’ne çehâr-yâr-i güzîn levhaları ile İslâm’ın mührünü vuran hâce-i saltanât Hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi’dir. Malumunuz üzere “bu levhalar olmasa Ayasofya Camii’nin ruhu kalmaz” denilmiştir.
OSMANLI MÜNEVVERLİĞİNİN MÜŞAHHAS MÎSÂLİ…
Osmanlı münevverliğinin müşahhas bir misâli olan Mustafa İzzet Efendi “hezârfen”, başka bir ifadeyle “câmiu’l-fünûn” bir Osmanlı münevveridir.
“Mûsikişinâslar arasında Kazasker ayarında bir hattat olmadığı gibi, hat sanatında da böylesine önemli bir mûsikişinâs görmek imkânsız gibidir.”
Mûsikimiz görünen bu âlemde doğum ile başlar malumunuz bu ulvî medeniyette ana rahminden ayrılıp bu dünyaya gözünü açanlar evvelemirde lâhûtî mûsiki ile tanışır…
Allahüâlem Hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin kulağına okunan ezan ve kâmetin femi muhsin bir zat tarafından kıraat edilen harflerin muntazam ve fevkalâde, âdetâ harflerin tecessüm etmiş bir şekilde telaffuz edilmeleri sonucu lütf-ü ilâhî ile bu kâbiliyet ona ikrâm edilmiş ve ileriki zamanlarda bir yandan mûsikî diğer yandan da hüsn-i hat tarihimize damgasını vuracak eserler bırakmıştır.”
YÂ HAZRET-İ PÎR-İ SÂNÎ İSMÂÎL-İ RÛMÎ KUDİSE SIRRAHÜ’S-SÂMÎ
Hattat Ekrem Eşkin’in yazılarından, maddeden çok çalışma ve keşif; mânen de ilham yoluyla istifâde ettiği Kazasker Mustafa İzzet Efendi, az önce Eşkin’in belirttiği gibi tasavvuf ehli, mânâ büyüğü bir zat… Kazasker Mustafa İzzet Efendi, muştu mahiyetindeki bir yazısıyla, dedesinin ismiyle, o isimdeki mâna ile, o mânâdaki ezkâr-ı ilâhînin yansımaları ile Ekrem Eşkin'i hüsn-i hat deryasına çekmiştir.
İstanbul Kādirihânesi’nin ikinci bânii İsmâîl-i Rûmî Hazretleri’nin, “Yâ Hazret-i Pîr-i Sânî İsmâîl-i Rûmî Kuddise Sırruhû's Sâmî” şeklindeki isim ve künyesi, torununun hattıyla, yazıldığı tarihte mezkûr tekkenin tevhidhânesine asılmıştı. Tophane’deki Kādirî Tekkesi (Hacı Piri Camii) 1997 yılında çıkan yangında, tekke, tevhidhâne ve şeyh dairesi (haremlik) ile birlikte yangından nasibini alınca tüm bu eserler de yangından nasibini aldı.
İşte az önce bahsettiğimiz keşif ve ilham ile hattat Ekrem Eşkin’in sadece belli belirsiz fotoğraflarına bakarak yazdığı hazret-i pîr ismi “Yâ Hazret-i Pîr-i Sânî İsmâîl-i Rûmî Kuddise Sırruhû's Sâmî”, Yâd-i Mâzî’nin hattatının tekke için kaleme aldığı diğer eserlerle birlikte, kadîm usûle uygun, hususi bir merasimle, tekbirlerle tevhidhâneye tekrar asıldı.
KAZASKER MUSTAFA İZZET EFENDİ KÂDİRÎ ÂSİTÂNESİ’NDE BÂSÜBÂDELMEVTİ BEKLİYOR.
Malum olduğu üzere pîrlerin kurdukları tarikatlara yeni bir yön ve hayatiyet kazandıran ve tarikatın bir anlamda ikinci kurucusu sayılan kişilere “Pîr-i Sânî” denir. Kazasker Mustafa İzzet Efendi, pîr-i sânî dedesi ile birlikte 146 yıldır Tophane'deki Kâdirî Âsitânesi'nde basübadelmevti bekliyor. Şimdi, bu bekleyiş içerisinde Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin günümüz insanına lisân-ı haliyle neler anlattığına yönelik Ekrem Eşkin’in sadrından satırlara dökülenlere kulak verelim.
HÜVE’L-BÂKÎ HÜVE’L-BÂKÎ
“Bizim kadîm geleneğimizde mezar taşlarının üzerine yazılan “Hüv’e-l Bâkî” ibâresi bizlere her şeyin geçici olduğunu, Bâkî olanın sadece O olduğunu ve dahi O’nun bu âleme gönderdiklerinden istediğinin emr-i bi’l-mârûf nehy-i an’il-münker dâiresinde bir hayat sürüp son kertede hoş sadâlarla âlemi cemâle göçmek olduğunu anlatır.”
Ekrem Eşkin’in sözü bıraktığı yerden kelâma devam edelim. Hüsn-i hat sanatının son İstanbul Beyefendisi Ali Alparslan hocamız da, Abdülbaki Gölpınarlı’nın mezar kitabesinde bu hakikati ne güzel ifade eder:
Bezmimizde ecel sâkî
Oluruz Hakk'a mülâkî
Değil bâkî Abdülbaki
Hüve'l-bâkî hüve'l-Bâkî
Hayal âleminden hakikat yurduna bir buçuk asır önce göçen Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin, vefâtından 146 yıl sonra Taksim’de düzenlenen bir sergiyle yâd ediliyor olması da ancak ve ancak ardında bıraktığı hoş sadâlarla ve güzel yazılarla telif edilebilir.
Ey habîb-i Kibriyâ ve'y matla-i nûr-i Hüdâ.
Heyhât! Ekrem Eşkin’in, celî sülüs kaleminden, bahusus âharlı kâğıdın müşfik dokusundan, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin hulefâ-yı Râşidîn ve Ehl-i Beyt-i Mustafâ kompozisyonunda Alî’nin (kv) ayın çanağını tashih esnasında ayan beyan zikir sesi işitilirken, uzaklardan bir yerlerden, Ahmet Erdoğdular, Newark Middle East Orchestra ile hüzzam makâmındaki zikre, Halsey Street’ten, Kazasker’in güftesiyle eşlik ediyor: Ey habîb-i Kibriyâ ve'y matla-i nûr-i Hüdâ. Ol demde gözleri, hemen önündeki notalardan ziyade ötelere, ötelerin ötesine açılan -hanendeler arasındaki- Leylâ’nın, ‘Bizim Leylâ’nın kirpikleri gözyaşlarını daha fazla perdeleyemiyor.
YAZI, BAŞLI BAŞINA ZİKİRDİR.
Az önce, zikir dedik, ezkâr-ı ilâhî dedik. Yazı da başlı başına bir zikir değil midir? Hattatlar şüphesiz en fazla Allah’ın ismini zikreder ve dahi yazar. Netice itibarıyla hattata lazım gelen kâğıt, kalem ve mürekkeptir. Kâğıt, kalem ve mürekkep… Üç kelime; üç terkip… Vuslat anı gelince kâğıdın şefkatli yüzünde kamış kalem zikre durur… Zikrin evveli Allah’tır; âhiri Allah… Kamış kalemden, önce elif harfi belirir… Lafza-i Celâl’deki elif… Sonrasında harfler birbirini takip eder ve ince bir nesih kaleminin ucunda Vacib’ül Vücûd Hazretleri’nin ism-i şerifi belirir: Allah…
KÂĞIT, KALEM VE MÜREKKEP…
Mustafa İzzet Efendi "Hüsn-i hattı okumak lâleyi koklamak gibidir” derken, üstadın açtığı yazı yolunda titrek bir gönülle hüvesi hüvesine milimi milimine hareket ederken lâle râyihasını gönül iklimine çekmekte olan Hattat Eşkin, “kalem, kâğıt ve mürekkep nezdinizde hangi karşılıkları buluyor?” şeklindeki sualimizi de cevapladı: “Mâlumunuz, Cenâb-ı Allah kalemi yarattı ve ona levh üzerinde yazma emrini verdi, Kâğıdın o levhi resmettiğini düşünürsek mürekkebin de kelime kökünden anlaşılacağı üzere terkip edilen kaderin yazılmasında bu iki unsur birlikte bir vazife üstlenmiştir. Bendenizin ruh dünyasında kalem, kâğıt ve mürekkep arz ettiğim mânâyı uyandırır. Bilvesile bu derin anlamdan hareketle hüsn-i hat sanatı için, “Cismânî âletlerle icrâ edilen ruhânî mühendisliktir” denilmiştir.
Muhatabımız hüsn-i hat deryasında geçirdiği yıllarını Seyyid Seyfullah Hazretleri’nin nutku şerifine müracaatla sanatkârların irfanına arz ediyor:
“Bu aşk bir bahri ummandır,
Buna haddi kenar olmaz.
Delilim sırrı Kur’ân’dır
Bunu bilende âr olmaz.
Tabii ki diğer geleneksel sanatlarda olduğu gibi hüsn-i hat sanatının da bir bahri umman olduğu gerçeğini unutmamak gerekir. Bendeniz de büyük üstadların izledikleri bu yolu takip etmeye gayret sarf ediyorum. Gayret bizden, tevfîk O’ndan…”
HÜSN-İ HAT BİR KEŞİF SANATIDIR.
Taksim Camii’ne 10 gün boyunca (25 Kasım-4 Aralık) bir sığınma sahnesi kabilinden sanat ve estetik güzelliklere kapılar aralayan Yâd-ı Mâzi’de, ell ele tutuşarak hafî ve cehrî zikirleri taşıyan harfler ve terkipler arasında celî sülüs ve sülüs kalemiyle yazıldıktan sonra “Bende-i Âl-i Abâ Ekrem Pür-hatâ” ketebeli Nâd-ı Ali yazı güzeline dikkatlice bakanlar, Hazret-i Ali’nin (kv) hat sanatının icracılarına yönelik meşhur sözünün sırrını da keşfedecek. Çünkü hüsn-i hat bir keşif sanatıdır: “Hat hocanın öğretişinde gizlidir. Kıvamı çok yazmakta, devamı da İslâm dini üzerine olmakla mümkündür.”
EYVALLAH, EYVALLAH, EYVALLAH!
Eyvallâh, eyvallâh, eyvallah! Son olarak Taksim Camii'ne, Yâd-ı Mâzi sergisine gelenleri ne/neler bekliyor?”la sanatseverleri kalem güzellerinin içinden geçmekte olan “hû” zikri ile baş başa bırakırken yazımıza bir anons cümlesiyle nihayet verelim: Hakk’a vuslatının 146’ıncı sene-i devriyesini idrak ettiğimiz Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin ve hüsn-i hat sanatımıza altın çağlarını yaşatan hattâtîn hazerâtının hem göze, hem gönle hem de ruha hitap eden eserleri 4 Aralık Pazar gününe kadar sanatseverleri İstanbul’un orta yeri Beyoğlu’na bekliyor.
HATTAT EKREM EŞKİN
1975 yılında İstanbul’da doğdu. 1998 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde çalışmaya başladı. 2000 yılından bu yana İBB Metro İstanbul A.Ş.’de iş hayatına devam etmektedir.
Hüsn-i Hat sanatına ilgisi Eyüp İmam Hatip Lisesi’ndeki tahsil yıllarında başlayan Ekrem Eşkin, o dönemde Hz. Hâlid Beldesi’nde ve Eyüp Sultan Camii’nin haziresindeki eski(mez) mezar taşlarını; kitâbeleri, şâhideleri, baş ve ayak taşlarını okuma gayretiyle Osmanlıca öğrenirken aynı zamanda hüsn-i hat sanatı üzerine derin araştırmalar yaptı.
Resim ve minyatür sanatlarıyla da hemhal olan Ekrem Eşkin’in, kitap almak için gittiği Sahaflar Çarşısı’nda Hattat Ali Sıtkı Özalp ile tanışmasıyla birlikte hüsn-i hat sanatına müteveccih alakası yeni bir boyut kazandı. Hattat Ali Sıtkı Özalp prensip olarak hat dersi vermediği halde talebeliğe kabul ettiği Ekrem Eşkin’in, yazı sanatının üstadlarını takliden yaptığı çalışmaları kendisine getirmesinin akabinde Âhilik ve fütüvvet ahlâkı çerçevesinde hususi usta-çırak münasebetleri de başladı.
Semâ metoduyla yıllar süren meşk ve mürekkebât çalışmalarının ardından Hattat Ali Sıtkı Özalp talebesi Ekrem Eşkin’e sülüs ve nesih icazeti verdi. Bu tarihte (2015) kırkıncı yaşını idrak etmekte olan Hattat Ekrem Eşkin hocasının muvâfakatıyla Şişhane’de, Ayni Ali Baba Sokak’ta Meşkhane Sanat Evi’ni tesis etti.
Halen hüsn-i hat çalışmalarını adı geçen atölyesinde sürdürmekte olan hattat Eşkin, yurtiçinde ve yurtdışında pek çok bireysel ve karma sergilere iştirak etti.
Hattat Ekrem Eşkin’in sülüs, celî sülüs, nesih, celî divâni, rik’a, icâze ve tuğra yazı nevileriyle kaleme aldığı eserleri cami, tekke ve türbelerle birlikte özel ve tüzel koleksiyonlarda bulunuyor.
İbrahim Ethem Gören-28.11.2022 Yanı No: 325