Yazar, editör, koleksiyoner, fotoğraf sanatkârı, seyyah Hasan Mert Kaya ile Mescid-i Nebevî yazıları özelinde ilgiyle okuyacağınızı düşündüğümüz bir e-mülakat gerçekleştirdik.
İbrahim Ethem Gören: Hasan Bey sizi tanıyabilir miyiz?
Hasan Mert Kaya: İstanbul doğumluyum, aslen Siirt, Tillo’luyum. Yaklaşık 20 senelik prestij kitap yayıncılığı ve dergicilik geçmişim var. Bunun son 10 yılı Türk Hava Yolları’nın uçak için yayınları olan Skylife, Skylife Business ve AnadoluJet dergilerinde editör ve genel yayın yönetmeni olarak geçti. Bu esnada dünyanın farklı coğrafyalarından çok sayıda ülkeyi, insanları ve kültürleri yerinde görüp tanıma fırsatı buldum. Prestij kitap alanında da severek hazırladığım 11 kitap bulunuyor. Diğer bir çalışma alanım da, yüksek lisans eğitimini aldığım Müzecilik üzerine. 2008 yılından bu yana çeşitli müzelerin kuruluşunda aktif görevler aldım.
Sanat, estetik, güzel kavramları gönlünüze evvelemirde hangi tarihlerde düştü?
Beşiktaş ve Üsküdar’da yaşadım hep. Oradaki eski şehir kültürünün canlı olduğu zamanlara denk geldim. Çocuk yaşlarda edindiğim farkındalıkla kadim kültürlere, mimari ve sanat tarihine ile hususen Ortadoğu medeniyetlerine karşı içimde hiç azalmayan bir ilgi ve merak oluştu.
Bu meyanda neler yaptınız?
Somut olarak ilk çalışmam değerli büyüğüm ve kendisinden çok şey öğrendiğim aziz ağabeyim Sayın Muharrem Hilmi Şenalp’in riyasetinde 2008 yılında İstanbul Gülhane’de İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nin kuruluşunda bulundum. 2013 yılında Deniz Müzesi’nde Piri Reis’in Dünya Haritası’nı neşrinin 500.Yıldönümü vesilesi ile Kültür Bakanlığı himayesinde, değerli bir tarihçi arkadaşımla birlikte oldukça beğenilen dijital ağırlıklı Piri Reis Haritaları Sergisi düzenledik. Bu sergi ardından Ankara’ya da gitti. 2016 yılında ABD Washington DC yakınındaki Diyanet Center od America’da altı sergi açtım. 2017’de Londra Somerset House’da Thomas Allom İstanbul Gravürleri sergim oldu. Devlet Osmanlı Arşivleri’nin Kâğıthane’deki yeni binasındaki kurumsal müzenin çalışmalarında yer aldım. İstanbul Altunizade’deki Hafıza 15 Temmuz ve Ankara Cumhurbaşkanlığı Külliyesi içerisindeki 15 Temmuz Demokrasi Müzesi’nin içerik üretimlerinde çalıştım. 2021 yılında İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde kıymetli bir koleksiyoner tanıdığımın katkısı ile Osmanlı’dan Günümüze Kâbe Örtüleri ve Hac Hatıraları sergimi açtım. Son olarak 2022 yılı başında Hatay’da, Hatay Bitki Müzesi ve Hatay Medeniyetler Bahçesi projelerimi tamamladım.
Âlâ… Şimdiki zamandaki gündeminizde neler var?
2022 yılı Darphane ve Damga Matbaaları Genel Müdürlüğü’nün 555. Kuruluş Yıldönümü’ydü.
KUDRET, HAFIZA VE GÜCÜN SANATI…
Bu vesile ile geçtiğimiz Kasım ayında Taksim Atatürk Kültür Merkezi’nde “Kudret ve Hafıza, Gücün Sanatı” adı ile düzenlenen serginin küratörlüğünü üstlendim. Sergi, İstanbul’un ardından kurumun genel müdürü sayın Abdullah Yasir Şahin Bey’in girişimi ve Cumhurbaşkanlığı’nın tensipleriyle Ankara Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi’nde 23 Ocak’ta açıldı. Yaklaşık 500 bin ziyaretçiyi ağırlayan sergi halen açık.
Sergide neler var?
Sergide Darphane Koleksiyonları’ndan derlenen ve her biri çok özel hikâyelere sahip sikkeler, madalya ve nişanlar ile kıymetli evrak bulunuyor. Temennim tarihin canlı dönem tanıkları olan bu serginin ülkemizin başka yerlerinde, hatta yurtdışında da ziyaretçiler ile buluşması.
İnşallah… Hüsn-i hatla râbıtanız?
2016 yılında ABD Diyanet Center of America’da düzenlediğimiz sergilerin birisi de uluslararası hat yarışmalarında birincilik elde eden hattatların eserlerinde oluşan bir sergiydi. Burada aziz kardeşlerim Abdurrahman ve Seyit Ahmet Depeler, kıymetli büyüğüm Davut Bektaş hoca, İspanyol hanım hattat Nuriye Garcia, Çinli hattat El-Hac Nureddin gibi farklı isimlerin birbirinden güzel eserlerinden oluşan bu sergi benim hüsn-i hatta olan alakamı artırdı. Öncesinde de Süleymaniye Camii, Yenikapı Mevlevihanesi, Ertuğrul Tekke, Ortaköy Büyük Mecidiye, Piyale Paşa ve Kastamonu Kadı Nasrullah camilerinin prestij kitaplarının hazırlanmasında yayın yönetmenliği yapmış olduğum için bazen dolaylı, bazen de direkt olarak bu güzide sanat ile temas halinde oldum.
Mescid-i Nebevî yazıları gündeminize ne zaman ve hangi mülahazalarla geldi?
2009–2019 yılları arasında Türk Hava Yolları adına Skylife Hac ve Skylife Umre özel dergilerini hazırladım. Bu yayınların hazırlığı çerçevesinde, hamdolsun, kutsal topraklara defalarca gitme ve çoğu içeriği yerinde hazırlama imkânı buldum. Zamanla Hicaz ahalisinin yerli sakinlerinden dostlarım oldu. Az bilinen ya da hiç bilinmeyen birçok detaya muttali oldum bu dostlukların gelişmesi ile.
Mesela…
Örneğin, Medine-i Münevvere’de bir döner kavşağın aslında Fetih Suresi’nin ilk iki ayetinin nazil olduğu yer olması ya da bugün özel mülk olan bir hanenin bahçesinde hakkında hadis-i şerif olan bir kuyu bulunması gibi detaylar bunlar.
Siyer okumalarına çocukluğumdan beri çok büyük bir ilgim olduğu için beni çok heyecanlandıran detaylar bunlar. Konu siyer olunca elimde bulunan her işi bırakıp o konuya odaklanıyorum. Her şey önemini yitirip ikinci, üçüncü gündemler oluyor benim için. Hem Mekke’de hem de Medine’de İslam tarihinin geçmişine dair izler sürmek, sözlü tarihin peşinde oradan oraya gitmek benim için dünyadaki en özel çalışma.
Peygamber Mescidi’nin (sav) yazılarıyla ilk karşılaşmanız ve gönlünüze düşenler…
Mescid-i Nebevi’yi ilk defa 2007 yılında gördüm. Henüz sözünü ettiğim bu dergileri hazırlamıyordum. Başka bir müze projesi için Cidde’ye gitmişken orada Mekke ve Medine’ye gitme fırsatım olmuştu. Tabi ilk görüşte çok fazla yazılara odaklanamıyorsunuz. Fakat o ilk huzuru ve mutluluğu yaşadıktan sonra, santim santim gezmiş, fotoğraflamıştım mescidi. Yazılar hususunda da gönlüme ilk düşenler kuşkusuz merhum Abdullah Zühdi Efendi ile, Allah ömür versin, aziz hocam sayın Ali Hüsrevoğlu olmuştu. Tabi oradaki ibarelerin düşündürdükleri ise çok ayrı bir letafet ve nimet oldu benim için.
Dikkatlice baktığınızda neler gördünüz?
Dikkatimi çeken kitabelerden biri Kanuni Sultan Süleyman mihrabının hemen arkasındaki mermer kitabe olmuştu. Oradan Sultan Süleyman bin Selim Han bin Bayezid Han bin Mehmed Han… ilâ ahir… Ecdadın isimlerini görmek çok gurur vermişti haliyle. Asırlarca kutsal beldelere hâdim olmuş bir ecdadın torunları olmak çok değerli.
Buradan, Mescid-i Nebevî’nin yazılarını hazırlamaya muvaffak kılınan Abdullah Zühdi Efendi’ye geçelim… Üstadın terceme-i halini; sanat-irfan yolculuğunu kısaca özetlemenizi istirham ediyorum…
Malumunuz Şam doğumlu fakat Nabluslu Abdullah Zühdi Efendi. 1835 senesinde babası ile birlikte Şam’dan Kütahya’ya göç etmiş, ardından İstanbul’a yerleşmişti. Kazasker Mustafa İzzet Efendi izinden gelen bir isim. Osmanlı Devleti'nin Medine'deki son büyük imar çalışması Sultan Abdülmecid zamanında gerçekleşti. Bu imar çalışmasında mihrab hariç, kıble duvarının yeniden inşa tezyinatı gerçekleştirildi. Sultan Abdülmecid aynı zamanda usta bir hattattı ve çalışma için bir yarışma düzenledi. Abdullah Zühdi Efendi bu yarışmaya iştirak etti ve henüz çocuk yaştayken kazanması nasip oldu.
Büyük baht! Osmanlı Cihan Devleti’nin sarayında Mescid-i Nebevî yazılarının hattatını belirlemek amacıyla tertip edilen yarışmada kendisi de kudretli bir hattat olan Abdülmecid Han, Abdullah Zühdi Efendi’yi tercih eder. Mezkûr tercihin evvelemirdeki âmili hattatımızın yazıdaki mahareti olur… Sözün bu yerinde kelâmı size bırakalım…
Abdullah Zühdi bir yazı hazırlayıp göndererek yarışmaya katılır. Bir süre sonra Topkapı Sarayı’ndan bir davet gelir ve Sultan Abdülmecid tarafından kabul edilir.
“OĞLUM, BUNU SEN Mİ YAZDIN?”
Sultan, Abdullah Zühdi’nin yazısını seçerek: “Oğlum, bunu sen mi yazdın?” diye sorar ve evet cevabını alınca; “Allah feyzini arttırsın. Sana bugünden ölümüne kadar ayda 7.500 kuruş maaş tahsis ettim. Harem-i Şerif’in yazılarını yazmak için de seni seçip görevlendirdim” der. Böylece Abdullah Zühdi Efendi'ye Hicaz yolu görünmüş olur. Onca yaşlı başlı hattat içinde seçilmesi şaşırtıcıdır. Hatta bu durum bir miktar kıskançlıklara da yol açmış o günlerde.
Abdullah Zühdi Efendi, -biinayetillah- Mescid-i Nebevî’nin Babüs’-Selâm’dan Bâki Kapısı’na kadar uzanıp giden kıble duvarına dört sıra halinde neler yazmış? En üstteki hat kuşağından başlayalım dilerseniz…
Selâm Kapısı'ndan Baki Kapısı'na kadar devam eden hatlar dört sıra halinde istifli. Üst üç sırada ayetler ve sureler, dördüncü sırada ise Hazret-i Muhammed'inﷺ 201 ismi, aralarında salavatların da bulunduğu 101 pano içinde bulunur. Bu yönüyle gerçekten baş döndürücü güzelliktedir bu kuşak.
En üstteki ilk hat kuşağı, 40 cm. genişliğinde ve duvar boyunca devam eder. Taş üzerine yontma ve işleme ile yazılan celi sülüs hatların zemini yeşil boyalı ve yazıların üzeri altın varak ile yaldızlı... Yazılar, çiniler, renkler, istifler ile uzun uzun izlenen bir sanat eseri. Kuşak yazısında Bakara Suresi’nin 185. ayetin bir bölümü ve 186. ayetin tamamı, Fussilet Suresi’nin 42. ayetinden sonraki bölümü ve Hud Suresi’nin 73. âyeti yazılı. Sonra, Besmele ve Bakara Suresi 124-129. ayetler yazılmış. Ardından yine besmele ve Âl-i İmran Suresi’nin 35-44. ayetler yazılmış. Devamında yine besmele ve Ahzab Suresi’nin 38-49. ayetleri ve takiben salavat ve tekrar besmele ile başlanıp Nisa Suresi 64 ve 65. âyetler ve Haşr Suresi’nin 7. âyetinin bir kısmı yazılarak birinci hat kuşağı tamamlanmış. Tabi seçilen tüm bu ayetlerin anlamları mekân ile ilgili.
İkinci yazı kuşağı…
İkinci yazı kuşağının zemini ise ahşap ve yazılar bu zemin üzerine oyma tekniği ile yazılmış. Ahşabın kırmızı zemin rengi üzerine, burada da harfler altın varak ile yazılmış. Çeşitli surelerden ayetler aralara besmele yazılarak, yer yer de yazılmadan buraya işlenmiş.
Üçüncü ve dördüncü sıra…
3.kuşak da taş üzerine kabartma ile yazılmış. Besmele ile ayrılan bazı ayetlerden sonra, Fetih Suresi'nin tamamı yazılmış. Kuşak sonunda Abdullah Zühdi'nin imzası ve 'Ey Rabbim Temim-i Dârî soyundan Harem-i Şerîf kâtibi Abdullah Zühdi’ye peygamberin şefâatini lûtfeyle' ibaresi var.
4.sıra Hz. Muhammed'inﷺ isimleri ve çeşitli salavatlar kuşağı… İsim panoları da kırmızı zemin üzerine altın varak ile yazılmış. Her panoda peygamberin 2 ismi yazılı ve 101 pano bulunmakta. İsim panoları arasında yuvarlak, kırmızı zemine “Sallallâhu Aleyhi ve Sellem” yazılmış.
Üstadın ressamlık yönü de taş, ahşap ve alçı zeminler üzerine nakşedilen yazı tezyinatına ilave katma değer üretiyor. Bu meyandaki tesbitleriniz…
Bu sahalardaki eserleri ziyadesiyle Mısır’da. İrili ufaklı çok sayıda mescid ve kamu binasının yazıları, hususen Ümmü Abbas Sebili ve Rıfâî Câmii kitâbe yazıları ve en önemli işlerinden biri olarak da Kâbe örtüsünün yazılarını yazması ilk akla gelenler. Mısır'daki müze ve câmilerde sayısız yazıları mevcut Abdullah Zühdi Efendi’nin.
Abdülmecid Han 39 yaşında oldukça genç bir yaşta vefât ediyor. 31’inci Osmanlı padişahının vefatıyla birlikte, Hattat Abdullah Zühdi Efendi’nin Mescid-i Nebevî’deki yazılarının inkıtaa uğradığını, İstanbul’a geldiğini, bütçe arayışına girdiğini biliyoruz. O esnada neler yaşanıyor?
Sultan Abdülmecid maalesef 39 gibi erken bir yaşta vefat edince tahta geçen Sultan Abdülaziz çalışmayı durdurur ve Abdullah Zühdi Efendi'ye ölünceye kadar ödenmesi söz verilen maaşı da kesilir. Hattatımız mecburen İstanbul'a döner ama bir süre sonra halkın bağışlarıyla çalışma tekrar başlayıp tamamlanır.
Peygamber Mescidi’nin (sav) kuşak yazılarıyla çini panoları uyum halinde. Bu insicam, bakmasını bilen gözlere, gönüllere neler ilham ediyor?
Âcizane kanaatim, bugünden bakınca estetik değerlerimizi ne denli yitirmiş olduğumuzu bana ilham ediyor. Esasen naiflik ve hikmet bu zamanda yitirmiş olduğumuz çok kıymetli ve hayati iki haslet.
HASAN MERT KAYA: İSLAM, MEDENİ BİR DİNDİR.
Malumunuz İslam “medeni” bir dindir. Ancak sanata “medenilik” yerine “bedevilik” hâkim olunca ortaya bugünün çarpık sanatı, çarpık mimarisi, çarpık şehirleri ve nihayetinde muvazene ve mukarene melekelerini kaybetmiş, “güzel olanı” idrak ve tarif etmekten aciz bir güruh peydah olmuş. Nispet mefhumu kaybolmuş. Nispet kaybolunca da insicam bozulmuş, garabet hâkim olmuş. Sanatta aşk ölmüş ki bence en acı olan da bu. Bu aşk olmayınca yapılan her iş plastik oluyor.
Eyvallah… Namütenahi kabiliyeti haiz Harem’üş-Şerîf’ün-Nebevî Hattatı Abdullah Zühdi Efendi sonraki yıllarda nasıl olmuş da İstanbul’da tutunamayarak maişetini temin için Mısır’a gitmiş?
Hicaz sonrası İstanbul’un sıkıntılı yılları malum. İç ve dış çalkantılar, birçok cephede yaşanan savaşlar ve kayıplarla dolu seneler. Sanırım böyle bir kaotik yapı Hicaz sonrası muhteremin nazik bünyesine ağır ve üzücü gelmiş olsa gerek.
Zatıalilerine “Mısır Hattatı” unvanı verilen Abdullah Zühdi Efendi’nın Mısır’daki, Kahire’deki sanat çalışmalarına da projektör tutarak üstadın Mısır’daki sanat hayatını da teşrih masasına yatıralım…
Evet, Hicaz sonrası Abdullah Zühdi Efendi hayatının kalan kısmına Mısır'da devam eder. Mısır Hıdivleri ona sahip çıkar ve ''Mısır'ın Hattatı' unvanı verilir. Kahire'de birçok cami ve türbenin yazılarını yazar. 1879 yılında rahmetli olur ve Kahire'de çok sevdiği İmam Şafii'ye yakın bir yere gömülür. Mısır'ın kâğıt paralarının, çok sayıda devlet binasının yazılarını da yazan Abdullah Zühdi, özellikle celi sülüs yazı nev’inde çok özel eserler meydana getirdi. Yazdığı Mushaf-ı Şerif Matbaa-i Osmani'de basıldı. Mısır'daki müze ve câmilerde sayısız yazıları olan Abdullah Zühdi, az önce ifade ettiğim üzere Kâbe örtüsünün yazıları ile Ümmü Abbas Sebili ve Rıfâî Câmii kitâbe yazılarını da yazdı. Tabi Mescid-i Nebevi’de yedi sene kalarak yazdığı yazıları ise uzunluk ve istif mükemmelliği yönünden eşsizdir ve onun şaheseridir.
Mescid-i Nebevî ve Mısır Hattatı Adullah Zühdi Efendi, şairin mazhar-ı feyz olamaz düşmeyicek hâke nebât/Mütevazı olanı Rahmet-i Rahman büyütür” fehvasınca oldukça mütevazı bir hayat yaşayarak tekebbürden uzak durdu, Üstad Mısır’daki kabrinden kalkıp gelecek olsa kimi “AutoCad ve Photoshop Hattatları!”nı nasıl teeddüb ederdi?
‘Yüzyıl'ın değerli hattatı Abdullah Zühdi Efendi ilmiyle âmil, tevazu sahibi ve “mütevazı olanı Rahmet-i Rahman büyütür” kaidesinde hali ile de değerli bir sanatkârdı ve bu düstur üzere son derece mütevazı bir zat idi. AutoCad ile ulu mescidlerin yazılarını yazıp, melamet hırkası altında kibir dağları barındıran “Abdurrahman çelebiler” gibi değildi! Tahminin bu hal üzere kişilere ancak acır ve ıslah olmaları için duada bulunurdu, Allah rahmet eylesin.
Âmin. Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?
Günümüzde bilgi her zaman olduğundan daha kıymetli. Maalesef bilgiye ulaşmak kolay fakat bu kolaylık tıpkı tavşanla kaplumbağanın yarışındaki tavşan misali onu talep edenlerde bir gayretsizliğe yol açıyor. İnternette dolaşan bilgi kirliliği yüzünden çoğu münevver aslında meselelerin derununa vakıf olmadan, sathi nakillerle yetiniyor ve ortada en tehlikeli cehalet türü olan bilmediğini bilmeyen bir yarı okumuş cahil tipi arz-ı endam ediyor. Hususen hat sanatında ise o ayet-i kerimeleri, o hadis-i şerif ve kelam-ı kibarları yazmak ile iştigal edenlerin evvela gönüllerine nakşetmeleri lazım gelir o ibarelerdeki esasları. Gönüller, kibirden uzak, tevazu ile tezyin edilmelidir.
Mescid-i Nebevi’deki yazılarının altına teberrüken “Ey Rabbim Temim-i Dârî soyundan Harem-i Şerîf kâtibi Abdullah Zühdi’ye peygamberin şefâatini lütfeyle” ibaresini yazan Abdullah Zühdi Efendi’nin pak ruhuna Fatihalar okurken, üstadı rahmetle yâd etmeye vesile bu mülakat için teşekkür ediyorum Hasan Mert Bey.
Ben de teşekkür ediyorum İbrahim Ethem Bey.
İbrahim Ethem Gören/13.06.2023-Yazı No: 354