EBRUCU UĞUR TAŞATAN İLE ‘CEZBE’YE, EBRUYA VE RENKLERE DAİR...

EBRUCU UĞUR TAŞATAN İLE ‘CEZBE’YE, EBRUYA VE RENKLERE DAİR...

Ebru ustası Uğur Taşatan, 16 yıldır ebru sanatına hizmet ediyor. Bir yandan ebru teknesinden yeni eserler çıkarmakla meşgul olurken diğer yandan da pek çok kurumda dersler vererek doğru ebruyu tarif etmeye çalışıyor.

Uğur Taşatan’ın ebruları, ebru sanatımız açısından ümitvar olmamızı salık veriyor. Geçtiğimiz günlerde  “Kırk Yılın Sonunda Eslâfın Yolunda” başlıklı serginin açılışında söz alan Ali Düzgünman ‘Babam Mustafa Düzgünman’ın gözü arkada kalmadı’ demişti. El-Hakk doğrudur, azim, sabırla, teslimiyetle uzun yıllar tekne açan Uğur Usta, teknesinden en az hocası kadar güzel ebru çıkarabiliyor.

 

İSLÂM-TÜRK SANATLARINDA GELENEK ÖNEMLİ

Sanatta; özellikle İslâm-Türk sanatlarında gelenek önemli... Bu gelenekte meşk, icazet, usul, azim, adab, ustaya teslimiyet anahtar kelimeler...

Ebru; felsefesi olan, yaşayan, yaşatılan, keşfedilebilen tüm güzellikleri kuşaktan kuşağa, hocadan talebeye aktaran, sırlı bir sanat... Günümüzde hemen her şehirde icracısı bulunan ebru, kimi zaman, bir takım ellerde üstadların kadim sanat geleneğinden uzaklaşarak fırçaların ucunda modern şekillere bürünüyor(!); kimi zaman da mahiyet değiştirip resim ve minyatür sanatıyla bütünleşerek evrim geçiriyor! İşte tam da bu noktada Uğur Taşatan’ın hocası, Üstat Alparslan Babaoğlu'na kulak vermek gerekir: “Bizim sanatlarımız meşk ile ve usta taklid edilerek öğrenilir. Ben de ebru öğrenirken rahmetli hocamın ebrularını karşıma asar ve bunları taklid etmeye çalışırdım. Bugünlerde çok sorulan ‘Taklid ile ebru nasıl tekâmül edecek?’ sorusunun cevabı da aslında sorunun içinde saklıdır. Usta taklid edile edile bir gün ustanız kadar ve ondan daha iyi ebru yapmaya başlarsınız ve ebruyu tekâmül ettirecek, geleneğe aykırı olmayan yenilikler kendiliğinden geliverir. Hiçbir geleneğe bağlı olmadan ebru yaptıklarını iddia eden ve sürekli sanki birisi onlardan ebruyu tekâmül ettirmelerini istemiş gibi yenilik yapanlar işte bunun farkında değildir.”

Alparslan Babaoğlu üstadın hayrü’l-halefi Uğur Taşatan Usta, 21-26 Mayıs tarihleri arasında Dolmabahçe Sanat Galerisi'nde “Cezbe” serlevhalı bir sergi açarak gelgit, taraklı, şal, bülbül yuvası, hatip, çiçekli ve battal ebrulardan oluşan ilk kişisel sergisini açtı. Ebrucu Uğur Taşatan ile ebru yolculuğu ve sergisi üzerine sohbet ettik.

 

‘MUTLAKA BU SANATI ÖĞRENMELİYİM.’

Uğur Bey, öncelikle serginiz hayırlı mübarek olsun. Sergide 16 yıllık sanat birikiminizi sanatseverlerle paylaştınız. Sergiye dair sorulara geçmezden önce ebru ile tanışıklığınızı konuşalım. Ebru sanatıyla nasıl tanıştınız?

İyi dilekleriniz için teşekkür ederim. 2000 yılının başında Nazan Bekiroğlu’nun Mor Mürekkep isimli kitabı geçti elime ve keyifle okumaya başladım. Kitapta “Nakş-ı ber-âb” başlıklı ilgimi çeken bir yazı vardı ve bu yazı ebrudan bahsediyordu. Nazan Hoca’nın bu yazıda üzerinde özellikle durduğu şey ebru sanatının felsefesi, geleneği ve mütevazılığıydı. Daha önce hiç ebru görmemiş olmama rağmen çok etkilendim ve kendi kendime “mutlaka bu sanatı öğrenmeliyim” dedim. Yaklaşık 1,5 sene sonra da bu sanatı öğrenmeye başladım.

Bu süreçte hocalarınızdan ne/neler öğrendiniz?

Ebru öğrenmeye başladıktan 2 ay sonra Alparslan Babaoğlu Hocam’ın geleneksel ebru adındaki internet sitesini keşfettim. Bir solukta hocamın tüm yazılarını okuyup, ebrularını inceledim ve gördüğüm her şeye hayran oldum. Bu sanatı öğrenebileceğim en doğru kişinin kendisi olduğunu anlamıştım. Ancak hocamın Tübitak’taki vazifesi gereği ders verebilmesi mümkün değildi bu sebeple talebesi olabilmek için 10 sene beklemem gerekti.

 

EBRU SANATINDA ÖĞRENME SÜRECİ ÖMÜR BOYU DEVAM EDİYOR

Bu 10 senelik süreç bana çok farklı ve yararlı tecrübeler kazandırdı. Hoca-talebe, usta-çırak, baba-oğul, ağabey-kardeş, öğretmen-öğrenci ilişkileri konusunda kimisi tatlı kimisi acı deneyimler yaşadım. Türk ebrusunu öğrenmek adına çaba sarfettiğim bu sürenin sonunda, bir takım vesileler sayesinde, Alparslan Babaoğlu Hocam’la meşk etme imkanı buldum. Şükürler olsun, hocamla eksiklerimi ikmal etmeye devam ediyorum. 16 sene çok kısa bir süre. Anladım ki öğrenme süreci bir ömür devam ediyor.

Geldiğiniz noktada ebru sizin için ne ifade ediyor?

Aldığım nefes, içtiğim su, sevdiğim ailem gibi ebru… Kimi zaman bunların hepsinden fedakarlık ettirecek kadar önemli ve öncelikli…

Hocanızın ve hocanızın hocasının izinden giderek klasik tarzda ebrular yapıyor, kadim geleneği sürdürüyorsunuz. Ebruda gelenek ne anlama geliyor?

Gelenek bir toplumda kuşaktan kuşağa aktarılan, saygın bir yeri olan, alışkanlık, bilgi ve davranışlardır. Gelenek sayesinde insanlar geçmişi bilir ve böylece gelecekleri hakkında yorum yapabilirler. Sosyal bilimciler geleneğin gelenek olabilmesi için en az üç kuşak geçmesi gerektiğinden bahsederler. Şeyh Sadık Efendi, Şeyh Ethem Efendi, Hezarfen Necmeddin Okyay, Mustafa Düzgünman ve günümüzde Hocam Alparslan Babaoğlu eliyle Türk ebru geleneği şekillenmiştir. Bizler 6. nesil ebrucular olarak köklü geleneğimizden beslenerek eserler üretmeye çalışıyoruz.

 

GELENEK, GEÇMİŞİN DEVAMI OLDUĞU GİBİ GELECEĞİN ÖNCÜLÜDÜR

Ne var ki modernitenin bireyselliği körüklemesiyle her alanda olduğu gibi ebru geleneğimiz de tahrif olmaya başlamıştır. Köksüz uygulamalar, sanatın adabına aykırı yaklaşımlar ve estetikten yoksun denemeler sırf “yeni” olmaları sebebiyle ön plana çıkar olmuştur. Gelenek geçmişin devamı olduğu gibi geleceğin öncülüdür de. Ancak sanatını gelecek kuşaklara doğru aktarabilme hassasiyetine sahip hiçbir ebrucu tekne başına “yenilik yapmak”, “kendi tarzını oluşturmak”, “farklı olmak”, “tarihe geçmek”, “ismiyle anılan bir ebru çeşidi icat etmek” niyetiyle geçmez. Onlar geleneğin hususiyetlerini tüm güzellikleriyle yansıtabilen ebrular yapabilme gayreti içindedirler. En güzeli bulma azmi ve aşkı “kendiliğinden” ve “yozlaştırmadan” süreç içerisinde yeni güzelliklerin kapısını açar.

 

KILAVUZ OLMADAN GİDECEĞİNİZ YOLU BULAMAZSINIZ

Alparslan Babaoğlu’nun bir mülakatında “Hüdainabit ebrucu olunmaz” cümlesinin, daha doğrusu tesbitinin altını çizmiştim. Elbette ustasız ebrucu olunmaz. Ebru sanatında ustanın/hocanın durduğu yeri tarif eder misiniz?

Sanat hayatınız olmuşsa, ustanız ana-babanız olmuş demektir. Size emek verir, bilgisini ve tecrübesini aktarır, yanlış yapmanıza engel olur, korur, kollar, gözetir ve hayata yani sanata sabırla hazırlar. Bunları yaparken de hiçbir maddi menfaat beklemez. Küçük bir çocuğun anne ve babasına ihtiyaç duyduğu gibi muhtaçsınızdır hocanıza. Hocasız ebrucu olmaya kalkmak zifiri karanlıkta yolunuzu bulmaya çalışmak gibidir. Bir kılavuzunuz olmazsa gideceğiniz yolu bulamazsınız. Mesele bu kadar net.

Sözün bu yerinde hoca-talebe münasebeti önem kazanıyor? Geleneksel sanatlarda ideal bir hoca talebe ilişkisi nasıl olmalıdır?

İdeal ilişkide talebeye düşen ustasına teslim olmaktır. Ustaya düşen ise emanetleri ehil olan talebesine vermektir. Bu konuda hocamın üzerinde durduğu çok önemli bir husus var. Hoca ve talebe arasındaki ilişki her ikisi de Hakk’ın rahmetine kavuşana kadar devam eder. Talebe, hocası göçmüş olsa dahi, karşılaştığı her problemde “Acaba hocam hayatta olsaydı bu soruna nasıl bir çözüm bulurdu?” düsturuyla hareket etmelidir.

 

TÜRK-İSLÂM SANATKÂRI NEFSİNİN ESİRİ OLMAMALIDIR.

Ebru sanatının/camiasının sorunları nelerdir?

İçinde bulunduğumuz çağın temel sorunları sanırım acelecilik ve benmerkezcilik. Bu durum haliyle sanatımızı da etkiliyor. Bir sanatı hakkıyla öğrenebilmek için onlarca sene geçmesi gerektiği halde insanlar sabırsızlıklarının kurbanı oluyorlar. Aldıkları yetersiz eğitimlerle başka insanları eğitmeye kalkıyorlar, bu durum sanatın ilerlemesi önündeki bir engel. Diğer bir açıdan ise insanlar benliklerine yenik düşüyorlar. Geleneğin izlerini sürmek yerine kendilerini öne atıyorlar. İnsan nefsi kendini ön plana çıkarmayı ve övülmeyi sever. Fakat ‘Türk-İslâm Sanatkarı’ nefsinin esiri olmamalıdır.

Sanatkâr, içindeki sanat yapma dürtüsüyle eser icra eder ancak bunu yaparken hangi sanatla uğraştığını unutmamalı, yaptığı sanatı ortaya çıkaran ve gelişmesini sağlayan şartları iyi incelemeli, kültürel kodlarına sahip çıkmalı ve tevazuu elden bırakmamalıdır.

Geleneğe bağlı olduğunu söylemek yeterli değildir. Bu söylemin içinin dolu olabilmesi için geleneğin gerçekte ne olduğunun özümsenmesi gerekir. Söz gelimi malzeme taassubu gelenek değildir.

 

Bunu somutlaştırır mısınız?

Somutlaştıracak olursak kıvam arttırıcı olarak uzun yıllar kitre kullanılmış olması kitreden başka bir malzeme kullanımının geleneğe aykırı olduğu sonucunu doğurmaz. Gelişen teknolojinin de yardımıyla elde edilen yeni kıvam arttırıcılar kullanılabilir. Durum, boya kullanımında da böyledir. İçeriğinde asit ve kazein gibi kimyasal maddeler bulunmayan, güneşe dayanıklı ve suda erimeyen her türlü madde gelenek dahilindedir. Bununla beraber guaj ve akrilik boyalar, ham maddeleri metal oksitler olsa dahi, içerdikleri kimyasal maddelerin zararlı etkisi sebebiyle gelenekli ebruda kendilerine yer bulamazlar. Bir diğer somut örneği çiçekli ebrular üzerinden verelim.

 

EBRU SANATI GELENEĞİMİZDE İKİ BOYUTLULUK ESASTIR.

Necmeddin Okyay tarafından yarı sitilize bir halde Türk ebrusuna kazandırılmışlardır. Bu çiçeklere Mustafa Düzgünman papatyayı ilave etmiştir. Her iki ebrucu da Türk sanat geleneğini bilerek derinlik, perspektif, üç boyutluluk algısı gibi unsurlardan kaçınmışlardır. Yani, bizim sanat geleneğimizde de ebru geleneğimizde de bunlar yoktur ve iki boyutluluk esastır. Geleneğine bağlı ebru yapma iddiasında olanlar bu hususları, nefislerinin esiri olmadan, iyi araştırmalıdırlar. Modern ebru yaptıklarını beyan edenlerin ise, gelenek gibi bir hassasiyetleri olmadığı için, böyle bir sorumlulukları yoktur.

Bu sorunlar nasıl aşılabilir?

İyi niyetle aşılmayacak hiçbir sorun yoktur. Sanatla uğraşan insanların büyük çoğunluğunun ince ruhlu insanlar olduğunu düşünüyorum. Art niyetli birkaç kişinin ise zaman içerisinde silinip gideceği muhakkak.

Birkaç ay kursa gidenler tekne açıp ders vermeye başlıyor. Yahut ebruyu internetten, yahut kendi kendine öğrendiğini söyleyenler kanaatimce geleneksel ebru sanatına zarar veriyor. Bu husustaki kanaatlerinizi öğrenmek isterim.

Ebru ne kısa süreli kurslarla, ne kendi kendine ne de internetten öğrenilebilir. Klasik ebru öğrenebilmenin yegane şartı bir usta önünde diz çökmek ve ustaya tam manasıyla teslim olmaktır. Bu teslimiyet elbette ki sanatın geleneği ve öğrenimi ile ilgilidir. Bugün hamdolsun geleneğine uygun ebru öğreten kurumlara ve hocalara yoğun bir ilgi olduğunu gözlemliyoruz. Bu sebeple kökleri derinlerde olan klasik ebrunun geleceğe, aslını muhafaza ederek, taşınacağına inanıyorum. 

16 yılın sonunda ilk kişisel serginizi açmaya karar verdiniz. ‘Cezbe’ye nasıl hazırlandınız? Kaç eser vardı?

2016 yılında yaptığım ebruları hocama gösterdim. Sağolsun, lütfedip çok beğendiğini söyledi ve artık bir kişisel sergi açmam gerektiğini ifade etti. O günden sonra hocamın bu sözünü bir vazife bilerek gerekli şartları sağlamaya çalıştım. Bir sergi açmak, eğer tüm aşamalarıyla kendiniz ilgileniyorsanız iki kat daha zorlu hale geliyor. Bu süreçte İstanbul’da klasik sanatlarımızın sergilenebileceği çok fazla salon olmadığının bir kez daha farkına vardım. Dolmabahçe Sanat Galerisi’yle anlaştıktan sonra, eserlerin taranması, çerçevelenmesi, davetiyeler ile afişlerin basımı ve dağıtımı ve kataloğun hazırlanması süreçleriyle bizzat ilgilendim. Bu oldukça yorucuydu.

Eserlere gelecek olursak evvela ilk kişisel sergi olması sebebiyle bütün ebru çeşitlerinden örneklerin sergide yer alması gerekiyordu. Elimdeki sergilenebilecek ebruları belirledikten sonra eksik örnekleri yapmaya koyuldum. Evimdeki atölyemde, Uygulamalı Türk-İslam Sanatları Kütüphanesi Ebru Atölyesi’nde ve Küçükçekmece Geleneksel Sanatlar Akademisi Ebru Atölyesi’nde çalıştım. Bu çalışmalar çoğunlukla gece yarısına kadar haftanın her günü aralıksız sürdü. Sergi tarihi yaklaştıkça derslerde de çalışmaya başladım. Sırası gelmişken aileme ve beraber ebru çalıştığım arkadaşlarıma anlayışları için teşekkür etmek istiyorum.

Sergide 67 adet çerçevelenmiş ebru, bir adet 14 ebrudan oluşan ebru murakkaı ve bir adet ebrulu kuburla yine bir adet ebrulu klasik cilt örneği yer aldı. Klasik cilt işleri sevgili kardeşim Osman Doruk tarafından, akkase ebrunun cetveli ise müzehhibe Zeynep Yüksel Hanımefendi tarafından büyük bir titizlik ve ustalıkla yapıldı. Kendilerine de müteşekkirim.

 

‘VE BİR KEZ OLSUN TEKNE ÖNÜNDE DİZ ÇÖKENİN, EBRÛNUN CEZBESİNDEN KURTULMA ŞANSI YOK!’

Ebrucu teknesinin başına geçtiğinde zuhuratlar olur, usta cezbeye gelir, tekneden bereketli neticeler alır. Ebru ve cezbe ibareleri yan yana gelince sizde nasıl çağrışımlara yol açıyor?

“Ve bir kez olsun tekne önünde diz çökenin, ebrûnun cazibesinden kurtulma şansı yok.” diyor Nazan Bekiroğlu... Ben evvela bu cümlenin cazibesine kapıldım. Sonra da teknenin çekiminden kendimi alamadım. Yalnız burada “tekne önünde diz çökmek” ifadesi çok önemli.

Ebru yapmak kolay gibi görünen aslında oldukça güç bir iştir. Sabır ister, azim ister ancak, hırs ve telaşı kabul etmez. Eyvallah demeyi bilmeniz gerekir.  Ebru, cüzi iradenizin sınırlarının bilincinde olmanızı sağlar. Teknenin dilini iyi çözmeli ve ona teslim olmayı bilmelisinizdir. Aksi halde iyi ve güzel ebrular yapamazsınız. Ama bir kere teknenin lisanını çözerseniz bambaşka bir âlemin kapıları karşınızda açılır. Tekne sizinle konuşur, siz tekneyle, yaptığınız ebruyla, bir laleyle, bir gelincikle sohbet eder hale gelirsiniz.

Bu durumda size göre ebru ve ebru yapmak nedir?

Ebru benim için sadece tekne başına geçip boyalı kağıtlar imal etmek değildir. Ebru konuşmak, ebru düşünmek, ebru incelemek, ebru seyretmek, eski ve yeni ebru koleksiyonu yapmak, ebruyla ilgili ziyaretler gerçekleştirmek, yararlı sanat tartışmalarının içinde olmak gibi şeyler bana göre ebru yapmanın tamamlayıcı ve vazgeçilmez unsurlarıdır.

Bu hususta biri eski biri de yeni iki anımı anlatmak isterim: 2008 yılının Nisan ayında askere gidecektim. Gitmeden önce, o zaman nişanlım olan, eşimle birlikte gönlümüze rahmetli Mustafa Düzgünman Hoca’nın kabrini ziyaret edip bir Fatiha okumak aşkı düştü. Yalnız daha önce hocanın kabrine hiç gitmemiştik ve bizi götürebilecek kimse yoktu. Kabrin, Karacaahmet’te olduğunu öğrenmiştik. Mezarlıklar Müdürlüğü’ne giderek Mustafa Düzgünman’ın 8. Adada metfun olduğunu öğrendik ve kabirlerin arasında dolaşarak aramaya başladık. Hayli zaman sonra merhum Necmeddin Okyay Hoca’nın kabri karşımıza çıktı ve Fatihamızı okuyarak o gün oradan ayrıldık. Necmeddin Hoca’nın kabrini bulup ziyaret etmek bizi son derece mutlu etti. Ancak Mustafa Hoca’yı ziyaret etmek ateşi bizi ertesi gün tekrar oraya yönlendirdi. Hocam Alparslan Babaoğlu ve Hattat Ceyhun Oydem’den telefonda aldığımız tarifler üzerine Hocamızın kabrini bulmak nasip oldu. Bu durumun verdiği manevi huzurla Üsküdar’a doğru yürümeye koyulduk. Bir süre sonra karşımıza Antikacılar Çarşısı çıktı. Çarşının içinde bir dükkana girdik ve ellerinde eski ebru olup olmadığını sorduk. Bize kenara atılmış tomar halinde 8 adet ebru gösterdiler. Bunlar rahmetli Mustafa Düzgünman Hoca’nın ebrularıydı ve biz cüzi bir ücret karşılığında söz konusu ebruları koleksiyonumuza dahil ettik. Bu zuhuratın bizde meydana getirdiği sevinç ve coşkuyu tarif etmem mümkün değil. Mustafa hocamıza okuduğumuz bir Fatiha hürmetine Yüce Allah onun 8 adet ebrusunu bize nasip etti.

Bu türden başka zuhuratlar/ihsanlar oldu mu?

Bir diğer hadise “Cezbe” sergisinin son hazırlıklarını tamamlamak üzere olduğum bir esnada gerçekleşti. Mayıs ayına girmiştik ve bendeniz eksik kalan son birkaç ebru çeşidini yapmaya çalışıyordum. Birkaç gün, gece yarısına kadar çalışmama rağmen istediğim neticeyi alamamış, karamsarlığa kapılmıştım. Bir sabah erken vakit annemin bir işini görmek için Fatih’teki baba evine gittim. Saatin gelmesini beklerken televizyon kanalları arasında dolaşarak üzerimdeki istediğim ebruyu yapamamış olmanın verdiği sıkıntıyı atmaya çalışıyordum. Birdenbire bir kanalda karşıma inanılmaz bir şey çıktı. 70’li yıllarda çekilmiş bir filmde Mustafa Düzgünman Hoca’nın ebruları yer alıyordu. Başroldeki Cüneyt Arkın küçük bir kız çocuğuna Mustafa Düzgünman’dan esinlenilmiş Bakkal Ramiz Amca karakterinin film icabı yapmış olduğu ebruları gösteriyor, aldığı ebruları odasının duvarına asarak “Bahar odamıza da geldi ebrularla.” diyordu. Çok heyecanlandım. Hemen internetten söz konusu filmi buldum ve ebruyla ilgili sahneleri sosyal medya hesaplarımdan paylaştım. İnsanların bu sahnelerden, filmdeki ebrulardan haberi olsun istedim. Çünkü bu filmden hocam ve hatta merhum Mustafa Düzgünman’ın oğlu Ali Haydar Düzgünman dâhil, Türk Filmi meraklısı birkaç kişi hariç, kimsenin haberi yoktu. Sanatseverler, bu videolara büyük ilgi gösterdi, başkaları da kendi hesaplarında paylaştı ve çok sayıda insana ulaştı. Tarihin tozlu sayfalarındaki bu sahnelerin gün yüzüne çıkmasına bendenizi vesile kılan Rabbime ne kadar hamdetsem azdır.

 

‘MUSTAFA DÜZGÜNMAN: EBRU NİHAYETİ OLMAYAN BİR RENK CÜMBÜŞÜDÜR.’

Serginizde nefti yeşil, kırmızı ve mor renkler ağırlıklı olarak kullanıldı. Ebruda renk uyumu nasıl temin edilmelidir?

Ebru için merhum Düzgünman Hocamız “Nihayeti olmayan bir renk cümbüşüdür.” der. Elbette ki haklıdır. Uzun deneyimler sonucu üstadlarımız çok uyumlu renk kombinasyonları elde etmişlerdir. Meşk usulü ile öğrenilen ebruda talebe ilk önce hocasının renklerini taklit eder. Aynı tonları yakalamaya çalışır. Bu sayede renk zevki gelişir. Bunun neticesinde kendi renk tercihleri zamanla olgunlaşmaya başlar. Bendeniz de bu sergide Hocam Alparslan Babaoğlu’nun ve merhum Mustafa Düzgünman’ın renklerini ağırlıklı olarak kullanmaya çalıştım. Bu yöntem sayesinde uyumsuz renk kümelerinden ebrularımı koruduğumu düşünüyorum. Takdir elbette ki sanatseverlerindir.

Bir önceki soruyla bağlantılı olarak sual edecek olursak renkler ebrucuya lisan-ı haliyle neler söyler?

Renklerin çeşitli yaklaşımlara göre çok farklı anlamları var. Ancak bu teorilerin üzerinde ittifak ettiği durumlar da var. Söz gelimi kırmızı her daim coşkun bir ruh halinin dışa vurumudur. Bu ruh hali ister sevgi olsun ister şiddet olsun böyledir. Mor, asil bir renktir. Bilgeliğin, öğretinin rengidir. Yeşil, her daim huzurla bir arada anılmıştır. Siyah, kimi zaman güçtür kimi zaman matem. Beyaz, umudun rengidir. Özellikle battal ebrularda birbiriyle uyumlu kullanılmış renkler hissettirdikleri yoğun duygular sebebiyle sizi başka âlemlere sürükleyebilirler. Yeter ki o ebrular usta ellerden çıkmış olsun…

Serginiz oldukça geniş bir katılımla gerçekleşti. Bu ilgi nasıl telif edilebilir?

Ebru severlerin teveccühüne şükranlarımı sunuyorum. Herhalde hocamın çırağının neler yaptığını merak etmiş olacaklar ki, sergiye ilgi gösterdiler. İnşallah hocamın yüzünü kara çıkarmamışımdır.

Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?

Sergiyi sonbaharda Ankara’ya taşımak niyetindeyim. Yeri ve zamanı netleştiği vakit duyuracağız.

Son olarak okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?

Şeyh Galip’in bir beyitiyle bitirmek istiyorum:

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

İlginiz için teşekkür ediyorum.

Ben de teşekkür ederim İbrahim Ethem Bey.

 

İbrahim Ethem Gören

{name}
{content}
+
-
{name}
{content}
+
-

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

SİZİ ARAMAMIZI İSTER MİSİNİZ?

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

BİZ SİZİ ARAYALIM

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.