40 YILA 40 ESER…

40 YILA 40 ESER…

Ahmet Sabri Mandıracı hat, ebru, resim ve klasik cilt alanlarında uzmanlığı bulunan nevi şahsına münhasır kabiliyetleri haiz bir sanatkâr.  A. Sabri Mandıracı, ebru hocası Mustafa Düzgünman’ın ve onun Hocası, Hezarfen Necmeddin Okyay’ın izinden giden, birçok sanat dalında uzmanlığı bulunan bir hakikatli usta.

Mandıracı’nın sanatla teşrik-i mesaisi henüz çocukken başlamış. Kur’an-ı Kerim hocası Elif-ba’yı yazdırarak öğretmiş. Böylelikle İslâm hurufatı gönlüne henüz çocuk yaşlarındayken nakşolmuş. Bursa Erkek Lisesi’nde okuduğu dönemde Ulu Camii’nin yazıları mezkur nakşı daha da derinlere indirmiş. Bursa’da kendine hat öğretecek hoca bulamayınca hasretini dindirmek üniversite yıllarına kalmış.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne öğrenci olduğunda Prof. Dr. Ali Alparslan’ı bularak bir daha bırakmamış. Müfredatı bitirip Ali Alparslan Hoca’dan talik icazeti almış.

Aynı dönemde klasik cilt ile meşgul olmaya başlayınca Süleymaniye Kütüphanesi’nde İslam Seçen Hoca’dan klasik cilt ve kitap restorasyonu dersleri almış. İslam Hoca’dan nasiplenmeye halen devam eden sanatkâr, gençlik yıllarında ebru öğrenmeyi murad edince son dönemin en büyük ebru üstadı Mustafa Düzgünman’ın öğrencisi olmuş. 1984 yılında Düzgünman Hoca’dan ebru icazeti almış.

Mandıracı’nın iki hocası; Mustafa Düzgünman ve Ali Alparslan, Hezarfen Necmeddin Efendi’nin öğrencileridir. Dolayısıyla iki güzel insandan, Necmeddin Efendi’nin hâl ve kâl lisanını öğrenme imkânına elde etmiş. Şimdiki zamanda o latif lisanı talebelerine aktarmanın gayreti içerisinde bulunuyor.

Resim ile amatör ruhla profesyonelce meşgul olurken ressam Ahmet Yakupoğlu’nun çalışmalarını takdir edip yönlendirmesiyle birlikte kalıcı eserler vermeye başlamış.

Çalışmalarını, İstanbul Üsküdar’daki atölyesinde sürdüren sanatkâr 40 yıllık sanat birikimini, hat kaleminden aldığı feyzi, ebru teknesinden duyduğu zikri ve resmettiği ahengi sanatseverlerle paylaşmak için 12 Haziran Pazartesi günü “Kırk Yılın Sonunda Eslâfın Yolunda” başlıklı ilk kişisel sergisini açtı.

Hat, ebru ve resimden müteşekkil 40 eserle eslâfın yolunda hüvesi hüvesine gerçekleşen sanat ve estetik yolculuğunda derununda büyüyen, gelişen, pişen ve gönlüne sığmayan güzellikleri çevresiyle paylaşmak istedi.

Üsküdar’daki Albaraka Sanat galerisinde düzenlenen ve 21 Haziran gün kadar ziyaretçilerini bekleyecek olan sergi özelinde Ahmet Sabri Mandıracı ile hasbihal ettik.

Sabri Bey eslâfın yoluna çıkışınız nasıl oldu? Güzel sanatlara; hata, ebruya, resime, kadim cilt sanatına karşı alakanız evvelemirde nasıl başladı?

Alışılmış bir tabir olacak ama çok küçük yaşlarda başladı. Tarihi eserler, özellikle camiler ve onların içindeki yazılar, nakışlar hep hoşuma gider ve onları hayranlıkla seyrederdim. İlkokulu bitirdikten sonra Kur’an- Kerim öğrenmeye başladığımda –Allah sağlık verip uzun ömürler bahşetsin- hocamız Hafız Yaşar Kavlan yazdırarak öğretme usulüyle dersleri talim ederdi. Hangi harf öğreniliyorsa o harfin temrinleri tek tek yazılırdı. Güzel yazılması konusunda hocamız ısrarcı idi ve öğrenilen ve ezberlenen dua ve namaz surelerini hep yazdırarak öğretirdi. Ben bu usulün Kur’an tedrisatında umumi bir usul olduğunu zannederdim. Meğer sadece bizim hocamız bu yolla öğretiyormuş.

Çok sevdiğim yazma işini özenerek yapar ve hep aferin almaya gayret ederdim. Ortaokul boyunca devam eden hatmimiz esnasında okuldaki el işi derslerinde cam mozaikten bir lafza-i celâl yazmıştım ve sene sonu sergisinde bu levha pek beğenilmişti. Resim yapma, özellikle de portre gayreti de o yıllara dayanır. El işi ve resim derslerine matematik öğretmenimiz ve aynı zamanda okul müdürümüz çok muhterem hocam Naci Pehlivan girerdi. Bir gün Beethoven’ın kara kalem portresini yapmıştım. Naci Bey hocam “Sabri eline sağlık ama niye bir Yavuz Sultan Selim değil de Beethoven” demişti. Bu ikaz beni çok düşündürmüş ve vatan sevgisi, millet aşkının ne olduğunu fark etmeye başlamıştım.

 

“ARKADAŞLARIN RESİM DERSİ ÖDEVLERİNİ HEP BANA YAPTIRIRDI”

Allah uzun ömürler versin Naci Bey hocam bendenizin içine Türk-İslâm medeniyeti aşkını yerleştiren ve Türk milliyetçisi yapan insandır. Sonraki yıllarda portrecilik amatörce hep devam etti. Arkadaşlarım resim dersi ödevlerini hep bana yaptırırlardı.

Söze ebrudan girelim dilerseniz. Ebru sanatı ile teşrik-i mesainiz nasıl başladı?

Az önce arz ettiğim çocukluk serencamınım ardından lise ve sonra da üniversite hayatım başladı. 1980 senesinde İ. Ü. Edebiyat Fakültesi’ne girdim. Hemen Ali Alparslan Bey hocamı buldum. Orada pek çok insan tanıdım ve sohbetler dinledim. Bir gün Sayın U. Derman’ın Akbank yayınlarından çıkan Türk Sanatında Ebru kitabını gördüm ve hemen aldım. Oradaki tariflere göre yapmaya çalıştım. Lakin nafile. Bir yıldan fazla kendi kendime didindim durdumsa da bir netice elde edemedim. O esnada Süleymaniye Kütüphanesi’nde İslâm Seçen Hoca’ya devam ediyorum ve orada yaptığım işler için ebru lazım oluyordu. Cilt işlerinde kullanılmak üzere ebru temini için Mustafa Düzgünman Hoca ile tanıştım. Başlangıçta ebru alan birisi iken sonra talebesi oldum.

Mustafa Düzgünman Hoca ile nasıl bir talebe-hoca münasebeti yaşadınız?

Başlangıçta ebru tedarik etmeye çalışan mübtedî bir mücellit çırağı iken sonra ebru talebesi olduğumu az önce arz ettim.

Efendim, ebru talimi muayyen bir zamanda olmayıp fırsat ve imkânlar dairesinde gerçekleşirdi. Attar dükkânına da uğranır, hoca oradaysa sohbet edilirdi. Hoca’nın hep lütfettiği, verdiği bir hoca-talebe münasebetiydi. Saygı ve nezaket eksenliydi. Fazlaca dillendirilmeyen ama hep hissedilen bir sevgi vardı.

 

MUSTAFA DÜZGÜNMAN EBRU SANATINI TEK BAŞINA GÖĞÜSLEMİŞTİR

Hocanızın ebru sanatına yaptığı hizmetlere dair neler söylemek istersiniz?

Tek başına göğüslemiştir demek hiç mübalağa olmaz. Özellikle ömrünün son otuz yıllık döneminde yegâne idi. O olmasaydı bugünkü noktada olamazdık. Yaşadığı devirde ebruyu yayan, öğreten ve sevdiren kişi hocamızdır.

Ali Alparslan merhumdan talik öğrenerek icazet aldınız. Ali Hoca’yı nasıl buldunuz?

Ortaokul sonrası yazı yazma iştiyakı daha da artmış fakat bu işi gösterecek kimse bulamamıştım. Üç yıllık lise eğitimi esnasında hep kendi başıma uğraşmış hat sanatıyla ilgili bir şeyler okumuş olsam da yazı öğreten bir hoca bulamamıştım. Üniversiteye başladığım sırada beni Ali Hoca’ya bir arkadaşımın ağabeyi takdim etti. O sıralarda hocanın işleri çok ve yazı öğrenmeye gelenlerin sayısı da bir hayli fazla idi.

Ali Hoca’nın meşk usulünü anlatır mısınız? Talebesine dersi nasıl öğretirdi?

Müfredat meşkinde bir veya iki satır yazarak talebeye verir ve ertesi hafta o dersi düzelterek bir sonraki derse geçilirdi. Meşkin gösterilmesi hocanın masasında olur, sırası gelen talebe hocanın masasının sağındaki tabureye oturarak çıkartmaları takip ederdi. Tabure, hocanın koltuğuna göre yüksek olduğundan hocanın eli ve yaptıkları sarahaten görünür ve takip edilebilirdi. Hocamız bu esnada izahatta da bulunurdu.

 

ALİ HOCA “BUYUR PAŞACAĞIM” DİYEREK MEŞK KÂĞIDINI UZATIRDI

Bitince “buyur paşacığım “ diyerek kağıdı uzatır, “ıslaktır bir parçacık kurusun” demeyi de ihmal etmezdi. Bu kuruma zamanı benim için pek zevkli bir bekleyişti. O esnada diğerlerinin derslerine dair çıkartmaları da dinler, hatta yerimden kalkarak masanın kenarından ayakta izlerdim. Bu ayaktan izleme işine hayli zaman sonra cesaret edebilmiş olduğumu söylersem hem benim halet-i ruhiyemi hem de hocanın odasındaki vaziyet-i umumiyyeyi ifade etmiş olurum.

 

ALİ ALPARSLAN: “SABRİ, YAZIN ÇOK GÜZEL OLMUŞ ALTINA İMZANI ATTIM”

İstanbul’dan vazife icabı ayrılınca derslere mektupla devam ettiğinizi biliyoruz. Hoca’yla mektuplaşmak nasıl bir halet-i ruhiye idi? Mektuplarında meşklerin altına üstüne, yanına, boş sayfalara neler yazardı?

Genellikle meşkle ilgili olurdu. Bazen de kendilerine dair haberler verirdi; Türkoloji Kongresi başlayacak, Kahire’ye Murat’a (Bardakçı) gittik, peder bey uğramış ama görüşemedik gibi. Bazen de hediye bir yazı koyar beni çok sevindirirdi. Ama en mutlu eden şey “yazın çok güzel olmuş ben senin yerine imzanı attım” diyerek imzamı yazmasıydı. 

“İnsanlığın ayrı zevki vardır” sözü Hocanız için vaz edilmiş olsa sezadır. Hocanızın âlâ insanlık kumaşına dair düşüncelerinizi öğrenmek isterim.

Beni en çok etkisi altında bırakan şey de bu hususiyetidir. Alçak gönüllülüğü, kimseden bir şey esirgememesi, yüzünüzü kızartıp her istediğiniz şeyi size vermesi, paraya, şöhrete aldırmazlığı, hocası Necmeddin Efendi’ye bağlılığı anlatılmakla bitmez. Rikkat ve dikkati çoktu. Gözünden bir şey kaçmaz, kırıldı mı vay halinize. “Gönül bir şişedir ki kırıldıktan kenet tutmaz.” derdi. Buyurduğunuz bu sözü de (İnsanlığın ayrı zevki vardır.) kullanırdı ve levha halinde de yazmıştı.

 

ALİ HOCA ÖMRÜNÜN SON KIRK YILINDA TALİK HATTINI TEK BAŞINA GÖĞÜSLEMİŞTİR

Cennetmekân Düzgünman Hoca için tevcih ettiğim sualinin bir benzerini Ali Hoca’da da tekrar edeyim. Ali Hoca’nın hat sanatı camiasına yaptığı hizmetleri nasıl değerlendirmek gerekir?

Yine aynı şekilde söyleyeyim: Ömrünün son kırk yılında talik hattını tek başına göğüslemiştir. Divani ve celisi için de durum aynıdır dersem mübalağa etmemiş; hakikati dillendirmiş olurum kanaatimce. Bugün bu yazıları usulünce yazanların şecereleri hep hocamıza vâsıl olur. Bundan büyük hizmet ne olsun efendim?

Kamuoyu sizce Mustafa Düzgünman merhumun ve Ali Alparslan Hocamızın değerini takdir edebilmiş midir?

Hal-i hayatlarında hayır! Şimdilerde evet. Mesela her ikisi de devlet eliyle ödüllendirilmediler hiç. Mustafa Hoca 1990’da vefat ettiğinde sanatlarımıza rağbet bu kadar yüksek mertebede değildi ama Ali Hoca zamanında 2006 da alaka oldukça artmıştı.  İlber Ortaylı Hoca’nın hocamızın elini öptüğü fotoğraf karesini gazetede (hocamızı tanımaması hoş görülecek bir şey değil ama) gören kültür bakanı durumdan vazife çıkartıp hemen bir tören tertip etmeli ve devlet eliyle en yüksek takdiri, taltifi ve nişanı verebilmeliydi.

Bu meyanda neler yapılabilir? Talebelerine, sanat camiamıza ve kamuoyuna bu hususta ne gibi vazifeler düşüyor?

Bugün için alaka iyi seviyede. Geçenlerde de söyledim bir hatıra kitabı çıkarılmalıydı, olmadı. Akademisyen talebeleri bu işe koyulacaklardır diye tahmin ediyorum.

Buradan resme geçelim istersiniz. Resimle ünsiyetiniz hakkında neler söylemek istersiniz?

Çok şey söylemek isterim. Evvel emirde resim eğitimi almayıp kendi sa’y ü gayretimledir yapılanlar. Kusurlarım bu yüzdendir. Hevesimin teşvikkârı Ahmed Yakupoğlu hocamızdır. Başlangıç ise her güzelliğin membaı olan büyük ama pek büyük Süheyl Hoca; nnun “Ressam olun demiyorum resim yapın.” sözü… Süheyl Hoca’ya hiç resim gösteremedim. Ama Ahmet Yakupoğlu hocamıza başta Süheyl Hoca portresi olmak üzere çok resim gösterdim. “Nasıl olmuş hocam?” sorularıma “Daha ne olsun efendim.” taltifine minnet borçluyum. Bazıları için sadece “Feyhaman Bey’in renklerine bakmak lazım.” sözü o kadar öğretici ve yol gösterici olmuştur ki. Allah cümlesine gani gani rahmet eylesin.

Resimde ne arıyorsunuz?

Bir ressam “Resim yapmak benim için önlenemez bir taşkınlık.” diyor. Benim için de öyle. Sadece taşkınlık yerine “aşkınlık” (transcendent) diyorum. Resim ötelere, mavera’ya gitmek benim için. Göremediğim ama çok sevdiğim insanlarla sohbet etmek, konuşmak... Görüp tanıyabildiğim ama bir türlü doyamadıklarımla ise hasret gidermek. O esnada onlarla, onların yanında olmak.

 

RENKLER, DOKULAR, LEKELER HANGİ SÖZE SIĞAR?

Aradıklarınızın ne kadarını bulabildiniz?

Filozof “Felsefe yolda olmaktır.” demiş, sanat da öyle.“Cûylar ki vardılar anda hâmuş oldular.” diyor şair. Aslında söz kâfi değil olup biten için. Renkler, dokular, lekeler hangi söze sığar?

“40 Yılın Sonunda Eslafın Yolunda” başlıklı serginizi gezdim. Eserlerden etkilendim. Sorum şöyle şekillenecek: Sabri Bey, sergi açmak için 40 yıl beklediniz? Neyi, niçin beklemiş olabilirsiniz?

Serginin ismiyle müsemma olarak eslafın tabiriyle cevap vereyim: Vakt-i merhununu… Ali Bey Hocam hiç kişisel sergi açmadı. Onun rolü olsa gerek böyle bir hevesin olmayışında. Sonra hep “Hiçbir resim bitmiş değildir.” sözünün de. O söze bağlı olarak hat için de “Her yazı yeniden, biraz başka, bir defa daha yazılabilir.” sözü de bu gecikmede etki etti muhakkak ki.

Sergi fikri nasıl ortaya çıktı?

Böyle bir şey vardı hep gündemde de erteleniyordu sürekli. Nereye kadar bu tehir deyip eksikliklerin hiçbir zaman bitmeyeceğine iyice kâni’ olunca teslim oldum.

Bir sanatkâr için sergi hangi manalara geliyor?

Bilinmeyi ifade ediyor. Bilinmek, tanınmak arzusunu. Beğenilmek de var. Yine filozof- psikolog sözü: “Bütün insanlar takdir edilmek isterler.” Estetik bilimi ”Sanat eseri onu ortaya koyan sanatkârla, onu izleyen bir bilinç varsa ortaya çıkar.” der. Görünmeyen, seyredilmeyen bir obje bu yönüyle eksik kalır. Bu eksikliğin giderilmesidir sergi.

 

ESLÂFIN YOLUNDA GEÇEN UZUN BİR ZAMANIN HÜLASASIDIR

Sergi özelinde okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?

Eslâfın yolunda geçen uzun bir zamanın hülasasıdır. Önce öğrenme sonra da eser verme ki gerçekte öğrenme hiç bitmiyor. Hani “İyi hattat olmak için iki yüz sene yaşamak lazım, ilk yüz senede öğreneceksin sonraki yüz senede de yazacaksın.” sözü var ya.. Hakiki bir tespit. Eserlerimiz bir hüner teşhiri sayılmaktan çok bir aşk tezahürü addedilsin isterim.

Eslâfa rahmet olsun. Onları bana tanıtanlara, beni onlara ulaştıranlara minnet ve şükran borcum var.

 

İlginiz için teşekkür ederim.

Eksik olmayınız efendim.

 

İbrahim Ethem Gören

 

 

{name}
{content}
+
-
{name}
{content}
+
-

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

SİZİ ARAMAMIZI İSTER MİSİNİZ?

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

BİZ SİZİ ARAYALIM

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.