MEHMET ODABAŞI İLE SANKİ TESBİH ÇEKTİM CAMİİ KOLEKSİYONLARI ÜZERİNE

Mehmet Odabaşı Kuveyt Türk Katılım Bankası’nın Danışma Komitesi üyesi muhterem bir ilim adamı. Mehmet Hocamız ilmî, irfânî çalışmalarının yanında sanatla, estetikle, güzelle ve dahi eserle hayatını taçlandırmanın gayreti içerisinde bulunan kadirşinas bir dost.

Başta tesbih olmak üzere yüzük, saat, tombak, çakı-bıçak ve kalem koleksiyonu bulunan Mehmet Odabaşı 20 küsur yıllık koleksiyonculuğunun önemli bir kısmını ulvî bir gayeye matuf olarak yapıyor: İstanbul’da eski(mez) bir Osmanlı mâbedini; Haydarpaşa Kavak İskelesi Camii’ni ihyâ ve inşâ etmek. Bu meyanda kendisi gibi ülkemizin önemli koleksiyonerlerinden biri olan Tahir Demirkıran’la baş başa verip yıllardır onca emek, gayret ve göz nuru ile biriktirdikleri koleksiyonlarını fisebilillah Sanki Tesbih Çektim Camii için vakfediyorlar.

Mehmet Odabaşı Hocamızla koleksiyonları ve Sanki Tesbih Çektim Camii üzerine bir hasbihal gerçekleştirdik.

Mehmet Hocam gönlünüzü güzele, esere, tesbihe, yüzüğe, çakı-bıçağa, tombağa ve dahi kalemlere kaptırmanızın nasıl bir hikâyesi var?

Aslında bunların hepsi birbirini çekiyor diyebilirim. Hikâye sanırım çocukluğumda babam merhum Hacı Yusuf’un elinde gördüğüm tesbihlere heves etmekle başladı. Rahmetli oltu, zeytin çekirdeği, bazı ahşap malzeme tesbihleri alır ve hediye ederdi. Ama bir tane minik oltusunu ve birkaç tesbihini kimselere vermemişti. Belki de vermek istedi ama ecel öne geçti. O tesbihlerden biri bana yadigâr kaldı.

Gel zaman git zaman bu heves ilgi ve sevgiye dönüştü. Bu sevgiyle 20 yıl boyunca kendi halimizde biraz ticaretini yaparak biraz kendi birikimimizle satın alarak orta halli bir koleksiyon oluşturduk. Tabi iş sadece tesbihle kalmadı. Yüzük, çakı, bıçak ve başka eserler de edindik. Yollarımız çok iyi dostlarla, güzel insanlarla kesişti. Sanki bunları biriktirirken dost biriktirdik. Rabbim cennetinde de bu dostluğu devam ettirsin.

Âmin… Güzeli ve eseri nasıl telif ve tarif ediyorsunuz?

Üstadım bu gerçekten zor bir sual. Fakat ben güzeli tarif etmekten ziyade bir yolculuk ve bir seferde olduğumuzdan hareketle şunu söylemek isterim. Bize Resûlullah, Cenâb-ı Hakk’ın cemîl olduğunu ve cemâli sevdiğini bildirmiştir.

MEHMET ODABAŞI: HER VARLIK BİR MÜRŞİDDİR.

Biz de Resûl-i Kibriyâ’nın beyanıyla güzeli sevdiğini bildiğimiz En Güzel’e, Yüce Rabbimize giden yolun yolcusuyuz. Bu yolculuk Cemâlullah’a erme yolculuğu. Biz aynı zamanda yaptığı işi en güzel ve sağlam yapmayı öğütleyen bir Peygamber’in (aleyhissalâtü vesselâm) ümmetiyiz. Bu yolda maksûd Cenâb-ı Hak, yolun kılavuzu Sevgili Peygamberimiz. Bendeniz şunu gördüm ki; mezarlarda bile intizam isteyen Fahr-i Kâinat Efendimiz’i sevmeye ve bu sevgiyle En Sevgili’ye ulaşmaya vesile olan her nesne güzeldir ve bu zaviyeden her varlık bir mürşiddir.

Tesbih koleksiyonunuz için büyükçe bir paragraf açalım. Tesbih merakınız nasıl başladı?

Paragraf büyükçe açılsa da bizim tesbihler öyle esaslı bir yekûn tutacak kadar değil be ağabey. Nicelere nispetle ciddi derecede mütevazı sayılabilir. Fakat nicelere göre de çok iyidir. Az önce de söylediğim gibi çocukluk çağlarında büyüklerimizden gördüklerimiz gönlümüze işlemiş demek ki… Babam rahmetliden geliyor diye düşünüyorum. Hem tesbih edinip hem de hediye edişi o kadar değerli ki…

“NESNEYİ ALLAH İÇİN SEV AMA HAYATININ MERKEZİ YAPMA…”

Nesneyi Allah için sev ama onu hayatının merkezi yapma, sevdiğini gerektiğinde feda etmesini bil, demiş oluyordu sanki lisan-ı hâl ile. Ben oraya bağlıyorum bu sevgi ve ilgiyi.

Bir tesbihle başlayan süreç koleksiyona nasıl evrildi?

Bizimki aslında bir koleksiyondan öte belirli bir maksatla yapılmış bir yatırım sanki… Kimileri maksadı için para biriktirir, altın alır, arsa alır biz de kalıcı bir hayra dönüştürmek maksadıyla bunları biriktirdik. Zaten bu halimizi yadırgayanlara bendeniz bu minvalde cevap veriyorum. Yani para ve altın biriktirmek, tabi zekât başta olmak üzere hakkını verdikten sonra, normal oluyor da bu eserlerin biriktirilmesi niçin garip karşılanıyor değil mi?

Başlangıçta Beyazıt sahaflar çarşısı’nda dükkânı olan, kulakları çınlasın Mehmet Gökbulut amcamızdan ustası bilinmeyen bazı tesbihler aldık. Tabi içimizdeki ilgiyi harlayan ve bendenizi Mehmet Amcamızla tanıştıran da Aslan Demir Bey oldu.

Selâm olsun Aslan Bey’e. Geçtiğimiz günlerde bana da usta işi, güzel bir 99’luk tesbih hediye etti sağ olsun…

O da suçlu yani bu işte J. Zamanla gördük ki burası acayip bir âlemmiş. Nice malzemeler, nice ustalar varmış. Onları öğrendikçe aldık, sattık, hediye ettik, hediyeler geldi ve biriktirdik.

Koleksiyonunuzu tanıtır mısınız?

Usta işi tesbihler edinmemin hikâyesiyle başlayayım.

Lütfen Mehmet hocam…

“TESBİH USTA İŞİ OLMALIDIR.”

Eski tesbihleri ve iyi malzemelerden yapılmış tesbihleri hariç tutarsak, ne zaman ki tesbih usta işi olmalıdır diye bir kanaat oluştu bende sosyal medya ortamında tesbih ustalarına ve tesbihlere bakmaya başladım.

Bu nazarda evvelemirde hangi ustayı buldunuz?

Karşıma çıkan ilk isimlerden biri Nakkaş Ahmet Geloğlu oldu. İsim ve lakap güzeldi hani… Dedim işi de güzeldir.J İşlerine baktım ve gerçekten beğendim. Ancak irtibat kuramadım önce. Bir ara birkaç arkadaşla Develi cıvıklısı yerken onlardan birisi arsaya yatırım yapma fikrinden falan bahsetti.

MEHMET ODABAŞI: TESBİHE YATIRIM YAPACAN GARDAŞ!

Ben de “tesbihe yatırım yapacan gardaş!” diye bizim Sivas lehçesiyle latife ettim. Muhabbet tesbihe evrilince Nakkaş Ahmet’in sayfasını gösterdim. Meğer Nakkaş Ahmet onun askerlik arkadaşıymış. Orada hemen aradı ve tanıştık. Sonra gittim tanışlığımız arkadaşlığa ve muhabbete döndü. Zaten tesbihlerimizin önemli bir kısmını ona yaptırdık. Tabi Nakkaş Ahmet Ustamız bize tabiri caizse danışmanlık da yaptı ve onun vasıtasıyla önemli ustalardan tesbihler edindik.

Hangi ustalardan söz ediyorsunuz?

Merhum Mustafa Ünver, Emrah Dede, Özcan Ata, Bahri Bülbül, Bedri Arslantaş, Şeyhmus Payzun, Ahmet Levend, Yunus Emre Yalçın, Hanefi Özbek, Mustafa Ata, Ercan Karatekeli bir anda aklıma gelenler… Emrah Dede Ustamızla da bir hukukumuz oluştu. Sağ olsun bilgisini esirgemeyen muhabbet ehli bir dosttur. Tabi burada çoğu kimsenin belki bilmediği ama bendenizin ahlâkı ve dürüstlüğü, tabi ki işçiliği bakımından çok sevdiği bir kardeşim var: Abdussamet Duymuş. Ona da çokça tesbih yaptırdık. Allah hepsini var etsin.

Âmin. Sizce hangi hususiyetleri haiz tesbihler makbul?

Hepsini sevmekle birlikte doğal malzeme ve ustasının bilinir olmasını yeğlerim. Doğal malzemeler içinde kuka ve damla kehribar baş tacıdır. Doğal olmayan malzemelerde ise Osmanlı Sıkma dedikleri zirvededir. İşte bir tarihte plastik makamında olan nesne günümüzde altınla yarışır olmuş. Sanki ‘kimseyi hor görme’ diyor bunlar bize. Yüzüne bakmadığın biri gün gelir Mısır’a sultan olur değil mi? Ustası bilinen veya bilinmese de gönlümün ısındığı tesbihleri de pek severim.

“DAMLA KEHRİBAR TESBİHLERİ ÇEKMEYE KIYAMIYORUM.”

Ancak damla kehribar tesbihleri çekmeye kıyamıyorum. Hele de usta işi olursa… Bilmeyen birinin eline teslim ederken o gonca gülleri bir ateş basar ki sormayın! Aman derim bebek sever gibi tutacaksın. Öyle tesbihi ele alıp hoyratça sallayacak, özensiz davranacak kimseye tesbih verilmez ağabey. İşte bu damla kehribarı alıp sevmek hatta bazen izlemek bile tatlı geliyor. Bazen şeker diye ağzıma atasım geliyor.

O derece mi!

Evet, o derece yani.J Bu sevmeler ve tat, ona madde oluşundan öte bir mana yüklendiğinde bambaşka oluyor. Kuka tesbih ise her fırsatta elimdedir.

Bir de bu makbuliyet konusunda şöyle ilginç bir durum var üstat: Kafanızda belirlediğiniz bir takım ölçülerle gidip bir tesbih almak istiyorsunuz. Sonra o vasıflara uyan tesbihi bulduğunuz halde almaya içiniz el vermiyor. Bir başkasını görüyorsunuz ve sanki size” beni al’ diyor. Bir de sır vereyim.

Lütfen…

Een makbul tesbih kaptırmadığınız tesbihtir ya da kaptığınız.J Hâsılı emanetçi olarak sahipseniz ve elinizde ise en makbulü odur.

Koleksiyonunuzdan öne çıkan bir tesbihi teşrih masasına yatıralım…

Damla kehribar ve kuka tesbihleri çok seviyorum. Elimizde merhum Mustafa Ünver Usta’nın ve ondan feyz almış Nakkaş Ahmet Usta’nın her iki malzemeden de tesbihleri var. Emrah Usta da kuka tesbihlerde çok iyidir. Ondan da tesbihlerimiz var. Şimdi bunlar arasında hangisi öne çıkıyor derseniz…

Hemen diyelim…

Merhum Mustafa Ünver Usta’nın damla kehribarıdır diyebilirim. Sistemli, 37 habbe ve yedek gümüş üç habbeli püskülü bulunuyor.

Tesbihleri nasıl temin ediyorsunuz?

Çoğunlukla malzemelerini temin ederek veya ustasında bulduğumuz malzemeleri alarak kendimiz yaptırıyoruz. Kimi zaman da satıcılardan denk geldiğinde alıyoruz.

Peşinde olduğunuz, avucunuzun arasına alıp da zikir hayalini kurduğunuz tesbihler var mı?

Olmaz mı? Hem de ne hayâl! Cennette Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) mübarek ellerini tutayım. Bana müsaade etsin. Parmaklarının boğumlarını öpe öpe, koklaya koklaya, içime çeke çeke tesbih yapayım. Sonra bunu tüm Peygamberlerimizden, sıddîklardan, şehitlerden ve salihlerden isteyeyim.

Eyvallah üstadım… İnşallah… Buradan yüzüğe geçelim. Yüzük koleksiyonunuzun içeriğinde neler var!

Taşlı gümüş yüzükler. Bunlar da kasaları ve kalem işlemeleri dâhil el işi. Epeyce yüzüğümüz var. Birkaç tane ustasını bilmediğim yüzük var ancak usta işi yüzüklerimizi tek bir ustamıza yaptırdık. Bizdeki tombak eserlerin ve yüzüklerin ustası Kalemkâr İsmail Bülbül kardeşimiz. Çok kıymetli bir sanatkâr.

Üstadım bende ilginç bir alışkanlık var. Birisini sevince ve işlerinden memnun kalınca daha fazla arayış içinde olamıyorum. Doğru mudur yanlış mıdır bilemiyorum ama böyleyim işte. Zaten az önce de bahsetmiştim. Tesbihte yoldaşımız Nakkaş Ahmet ve Emrah Dede, yüzük ve tombakta da İsmail Bülbül diyebilirim.

Yazılı taşlı yüzükleriniz var mı?

Yazılı taşları olan yüzüklerim çok nadirdir. Yüzükleri kalem işiyle süsleyen İsmail Bülbül ustamız esere bizim istediğimiz manaları da yansıtır. Bunlar içerisinde en manidar olanı her iki yanakta on köşeli Selçuklu yıldızı deseni bulunan yüzüğümüzdür. Yanaklardaki Selçuklu yıldızının köşelerine ve ortasına taş mıhlandı. Mıhlama işini başka bir usta yaptı. Yüzük yanaklarındaki on köşeli yıldıza mıhlanan taşlar aşere-i mübeşşereyi yani cennetle müjdelenen ve her biri bir hidayet yıldızı olan on sahabeyi temsil ederken, ortada Resûlullah’ı temsilen yakut mıhlandı.

Peki, bu manaya ilham olan söz neydi?

Bunu da zikredelim: “Muhammed elbette beşerdir. Lakin alelade bir beşer gibi değildir. Bilakis o taşlar arasında YAKUT gibidir.”

Âmennâ… Yüzükleri zaman zaman parmaklarınızın arasında dolaşıyor mu!

Zaman zaman ciddi bir seyreklik çağrıştırıyor.J Biz ona çoğunlukla diyelim. Kimi dışarı çıkacakken yüzük takar. Bende öyle değildir. Evden hiç çıkmasam da takarım parmağıma. Yatana kadar da parmağımda kalır.

Yüzük bittabi gümüş… Bununla birlikte daha ziyade yüzükte hangi taş nevilerini tercih ediyorsunuz?

Doğru. Yüzüklerimiz hep gümüş. Damla kehribar, firuze, yakut, safir, zümrüt, ametist, akik sevdiğim taşlar. Ancak bunların dışında gözüme kestirdiğim ve tesbihte olduğu gibi “beni al!” diyenleri yakalarsam kaçırmam.

Burada taşlardan bahis açılmışken bir iki kelâm etmek isterim.

Lütfen Mehmet Hocam, buyurunuz…

Bendeniz tüm eşyanın kendi hususiyetinde bir hayatı olduğuna kaniyim. Buna dair onlarca şer’î delil sıralayabilirim. Yüzük taşlarını da böyle görürüm. Kur’an’da taşların Allah korkusundan yuvarlandığı bildiriliyor, her nesnenin biz anlayamasak da Allah’ı tesbih ettiği ayetle sabit. Yine ayet-i kerimede bildirildiği üzere Allah Teâlâ emaneti göklere ve yere arz etti ama onlar kabul etmediler; Cenâb-ı Hak “boyun eğerek veya zorla gelin” diye göklere ve yere nida buyurdu ve onlar “boyun eğip itaat ederek geldik” dediler. Daha pek çok ayet-i kerime… Yine hadislerden öğrendiğimize göre ölen salih kişinin ardından secde ettiği yer ağlar, dağlar birbirlerine karşı üzerlerinde Allah’ı zikreden bir kul bulundu diye övünürler, her nesne hakkımızda şahitlik eder. Zilzâl sûresinde buyurulduğu üzere yeryüzü, üzerinde olup bitenleri konuşup anlatır. Resûl-i Ekrem Efendimiz bir duasında, Cenâb-ı Hakk’ın tek ilah ve kendisinin hak peygamber olduğuna dair beyanına Allah’ı, meleklerini, arşı taşıyan melekleri ve cümle mahlûkatı şahit tutuyor ve bu şekilde şahit tutarak dört kez dua eden kimsenin cehennemden azat olacağını muştuluyor. Şahit olan nesne ve varlık hiç idrak ve ilimden yoksun olabilir mi? Hiç düşündük mü Resûlullah kılıcına, eşyalarına ve bineklerine niçin isim vermiş? Eşyaya bile canlı muamelesi yapan bir medeniyetin mensupları olarak bizler acaba bu mensubiyeti hak ediyor muyuz diye kendimizi sorgulayalım derim.

İbrahim Ağabey, Hanefi mezhebine mensup büyük âlimlerden Aliyyü’l-kârî’nin Mirkâtü’l-mefâtîh diye bir eseri var. Bu eserinde 656. Hadis-i şerifi şerhederken çok net bir ifadesi bulunuyor.

Bahsettiğiniz hadis-i şerifte Efendimiz Aleyhisselâm ne buyuruyorlar?

Hadis bize “müezzinin sesinin ulaştığı yerdeki her insan, cin ve eşyanın ona şahitlik edeceğini” bildiriyor. Buradaki her eşya kapsamına hayvanlar, bitkiler ve görünürde hareketsiz ve donuk varlıklar da giriyor. İşte bunlar madem şahitlik edecekler öyleyse bunların bir ilmi, idraki ve tesbihi vardır diyor Aliyyü’l-kârî…

Madem tüm eşya hakkımızda şahitlik edecek o halde elverir ki, onları adeta bizi kaydeden birer kamera gibi görelim. İmanımıza şahit tutalım, günahlarımıza ve isyanlarımıza değil hayırlı amellerimize şahit olsunlar. Belki imanımıza şahit tuttuğumuz o taş bizimle cehennem arasına girip koca bir dağ olur ve ateşe yuvarlanmamızı engeller. Bu son cümlemizin de bir sırrı var.

Nasıl bir sırdan bahsediyorsunuz?

İbn Kayyim el-Cevziyye “el-Vâbilü’s-sayyib mine’l-kelimi’t-tayyib” isimli eserinde az önce zikrettiğimiz Efendimiz’in imanına şahit tuttuğu duayı ele alırken bir zattan bahsediyor.

Kimdir bu zat?

Bu zat evinin odasında bulunan bir köşe taşını her namaz kılışının ardından imanına şahit tutarmış. Bir gece rüya görür bu güzel insan. Yalnız rüyası çok korkunçtur. Çünkü cehenneme doğru sürüklenmektedir. Korkudan ruhunu teslim edecektir neredeyse. O sırada imanına şahit tuttuğu taş onunla cehennem arasına girer ve büyür, büyür, büyür… Koca bir dağ olup o zatın cehenneme düşmesini engeller.

Ve tombaklar… Tombaklar başlı başına bir ihtisas alanı. Evvelemirde size okuyucularımız için ‘tombak nedir?’ sualini tevcih edelim…

Üstat tombak gerçekten günümüzde maalesef kıymeti bilinmeyen çok zor ve meşakkatli bir iş.

Tombak bir metalin altın ile kaplanmasına verilen bir isimdir. Bu metal genelde bakır olur. Pirinçten de yapılır. Gümüşle yapılırsa daha değerli olur. Tabi bu metaller başlangıçta birçok işlemden geçmektedir. Dövülerek şekil verilmesi, farklı asitlerle temizlenmesi, meşakkatli evrelerden geçmesi, zift doldurulup işlenmesi ve kakma veya oyma işleme yapılması, kalem atılması hep bu işlemlerdendir. Bunlar tamamlandıktan sonra altın bazı tekniklerle ve civa katılarak eritilir. Bu karışım eserin üzerine bir fırça ile sürülür ve sonrasında ateş ile yakılarak civanın uçması sağlanır ve altın esere yedirilmiş olur. Tabi civa zehirli olduğu için bundan korunmak adına her türlü tedbir alınmalıdır. Geçmişte bu sanatı icra eden ustaların bu nedenle ciddi sağlık sorunları yaşadıkları ve genç yaşlarda vefât ettikleri nakledilmektedir. Her ne kadar geleneksel yöntem bu şekilde olsa da sağlık açısından ciddi risk oluşturduğu için başka yöntemler kullanılmasını daha akıllıca buluyorum. Zaten günümüzde başka yöntemlerle yapılması da mümkün. Benim açımdan bu tombakları değerli kılan hiçbir zaman üzerindeki altın kaplama değildir. Zaten en fazla ne kadar altın kullanılacak ki!? Oradaki işçilik, oradaki incelik, verilen emek, esere yüklenen mana… Bunlar benim gözümde daha değerli.

Tombak koleksiyonunuza mufassalan nazar etmek isteriz…

Tombak sanatıyla tanışmamıza önce dostum sonra bacanağım Dr. Ahmet Yılmaz vesile oldu diyebilirim.

“MENİ ATTIN AY GIZ AY GIZ ATAŞA”

Aslan Demir Bey’in suçu kadar o da suçlu. Hani Azerî türküsünde “meni attın ay gız ay gız ataşa” diyor ya. Onlar da meni ataşa attılar işte.J Sanırım 2013 yılıydı. Bana İsmail Bülbül ustamızın sosyal medya hesabından eserlerini gösterdi. Görür görmez bayıldım diyebilirim. O ana kadar tombak nedir zaten hiç bilmiyordum. Fakat insan o işin cahili de olsa güzeli seçebiliyor işte. O bomboş metal tabaka usta ellerde bambaşka bir güzelliğe bürünüyor. Kozasından çıkan kelebek gibi adeta… Sonra yine bu hesap üzerinden ustamızla irtibat kurdum. O gün bugündür aramızda bambaşka bir hukuk oluştu. Hesapsız kitapsız bir dostluk diyelim.

Tombak eserlerimizin tamamı Kalemkâr İsmail Bülbül ustamıza ait. Bunların çoğunluğu günümüzde daha kolay yöntemle yapılmış ve ustamızın kendi tekniği ile yaptığı civasız tombak eserler. Biri ise Osmanlı tekniği kullanılarak civa ile yapılmıştır. Yukarıda bahsi geçen orijinal şekliyle. Her ne kadar benim böyle özel bir talebim olmadıysa da sağ olsun ustamız böyle bir jest yaptı. Tombak olarak elimizde buhurdan, yekpare dövülmüş üç ayaklı vazo, gülabdan, sahan, tepsi, pirinçten imal edilerek tombaklanmış usturlab gibi eserler var. Elbette civalı yöntemle yapılmış ve yekpare olarak kaynaksız bir şekilde dövülmüş bir vazomuz... 4 yıldır süren bir kaç özel eser daha inşallah tamamlanmak üzere tezgâhta.

İnşallah. Tombak ustaları birer ikişer cemiyetin orta yerinden çekildiler. Tombakları ne şekilde temin ediyorsunuz?

Üstadım,

“Marifet iltifata tabidir

Müşterisiz meta zayidir” sözü ne güzel bir sözdür.

Sanatkârlar gördüğüm kadarıyla biraz nazlı oluyorlar. Gerçi hiç kimseyi incitmemek lazımdır ancak sanatkârlara karşı daha bir nazik olmak gerekiyor. Eğer bir sanat veya meslek ortadan çekildiyse bir ilim ölüyor demektir. Resûlullah (sav) ilmin öyle Cenâb-ı Allah’ın alıp çekmesiyle ortadan kalkmayacağını, âlimlerin çekilmesiyle ilmin de gideceğini bildiriyor.

MEHMET ODABAŞI: SANATKÂRA DESTEK OLMAK ŞART.

Tıpkı bunun gibi sanat da sanatkârın gitmesiyle birlikte kaybolup gidiyor. O halde bunlara destek olmak şart. Bu sadece bireysel olarak sanatsever kimselerin gayretiyle olacak iş değil. En üst düzeyden destek olunması lazım. Şimdi bu minvalde diyebilirim ki, aslında ustalar çekilmediler. Sanki biz çekilmelerine sebep olduk. Biz onları hayat gailesiyle baş başa bırakıp onlara el çektirdik.

Tombaklarda eski tombak eser peşinde koşmuyorum ve öyle bir hevesim de yok. Sağ olsun tombak ve yüzük yoldaşımız bize eser yapıyor. Şimdi onun maharetli ellerinde şekillenen birkaç eseri de edindikten sonra “artık tamam” derim diye düşünüyorum. Bu eserler konusunda ben sanatçıya genel isteklerimi ve beklentilerimi söyledikten sonra teslim olmayı severim. Ustamıza ilk sipariş verdiğimde bir buhurdan istemiştim. Daha sonra “bu ondan daha iyidir, şu diğerinden daha değerlidir” diyerek eserler edinmiş olduk. Biz ustaya bir sipariş ettiysek o yanında daha güzellerini hediye ile mukabele etmiştir. Bu alicenaplık da paha biçilmez bir haslet…

Çakı-bıçaklarınızı da unutmayalım… Koleksiyonun durumu nasıl?

Orada da yine bizim Sivas çakı ve bıçaklarının çocukluğumuzda içimize işleyen bir etkisi var. Dedem rahmetlinin belinde görürdüm. Köyde çalışırken dayım çıkarır çakısını bir şeyler yontardı.

Misalen neler yapardı?

Bize ağaçtan düdük yapardı. Bizim için de lise çağlarında arkadaşlarımızla hediyeleştiğimiz en makbul eşya çakı idi. Hâlâ o yıllardan minik bir Sivas çakım duruyor. Çakı ve bıçakta da birkaç ustamızdan eserimiz var. Onun dışında bazı iyi denebilecek markalı çakı ve bıçak bulunuyor. Yalnız usta işi olanlar benim için daha kıymetli. Elimde çakı ve bıçakları bulunan ustalarımızın isimleri şöyle: Kerim Durkal, Mustafa Karadağ, Mehmet Emin (MimEmin) ve Turgut Aydemir.

Kerim Durkal ustamız şu sıralar hastanede tedavi görüyor, Şifa niyazında bulunalım…

Geçmiş olsun, Rabbim şifalar ihsan eylesin. Âmin. Burada yeri gelmişken şunu da söylemek isterim: Bıçak ve çakı keskin olmalı ancak jilet derecesinde keskinlik tehlikeli. Özellikle doğada iken kullandığınızda aşırı keskin bir bıçak herhangi bir kazaya neden olduğunda müdahale imkânı çok zordur. Bu nedenle çok dikkatli kullanmak gerekir. En önemli tedbir de aşırı keskinlikten kaçınmaktır.

Çakı ve bıçaklarımızın pirinç balçak kısımlarına kimi zaman İsmail Bülbül ustamıza kalem işi süslemeler de yaptırıyoruz. Böylece daha kıymetli hale geliyor.

Ustasının elinden çıkan çakı-bıçaklar, “piyasa işi” çakı-bıçaklardan nasıl tefrik edilir?

Buna çok kısa cevap vereceğim: Ustasını bularak… Zaten ustalar kendi imzalarını bıçağa atıyor ve sertifikalarını hazırlıyorlar. Günümüzde internet ve sosyal medya, işi epeyce kolaylaştırdı. Ustaların neredeyse hepsinin bir hesabı var. Oradan kendisine ulaşıp temin ve teyit edebiliyorsunuz.

Son olarak kalemler… Eskiler, ‘sadırda kalmaz satırda kalır’ ve dahi ‘söz uçar yazı kalır’ demişler. Hoş kokulu sahifelerin satır aralıklarına irfan muştularını nakşeden usta işi, el yapımı kalemlerle ünsiyetinizin arka planını öğrenmek isteriz…

Kalem sevgisi aslında kendimi bildim bileli var. Malumunuz Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Allah kaleme yemin ediyor. Hadis kitaplarımızda nakledilen bir rivayete göre Ebû Saîd el-Hudrî (ra) rüyasında Sâd suresini yazdığını görür. Bu surede secde ile ilgili ayete gelince elindeki divitin, kalemin ve etrafındaki her nesnenin secdeye kapandığını müşahede eder. Bu rüyasını Resûlullah’a (sav) anlatınca Habîb-i Kibriya Efendimiz o andan itibaren o ayeti okuduğunda secde etmeyi hiç bırakmaz.

“KALEM, KENDİSİNE YEMİN EDİLEN VE SECDEYE VARAN BİR NESNE…”

Kalem, kendisine yemin edilen ve secdeye varan bir nesne…

Çok doğru söylediniz. Âlimlerimiz bu manada “İlim bir avdır, yazmak onu yakalamaktır (el-ilmü saydün ve’l-kitâbetü kaydün).” derler. Bununla birlikte satırlarda yazılı olanın sadırlara işlemesini isterler.

MEHMET ODABAŞI: “İLİM SADIRLARDADIR, SATIRLARDA DEĞİLDİR” BUYURULUR.

O nedenle her ne kadar yazılanlar satırlarda olsa bile, ilim sadırlardadır. Bu minvalde de “İlim sadırlardadır, satırlarda değil!” buyurulur. O yüzden yazı korur ama mana insanı kavurur; yerine göre yazı ölür ama mana oldurur.

Aslında sorunuzda dile getirdiğiniz vasıfta üç adet dolmakalem var elimizde. Biri bendenizin, biri eşimin, diğeri de büyük kızımın. Sırada bir kızım ve bir oğlum daha var. Onlara da inşallah hediyemizi hazırlarız.

İnşallah…

Bu kalemleri Kilk Kalem markasını oluşturan Oruç Gazi Kutluer dostumuz yaptı. Kendisi hakkında okurlarımız hemen internet taraması yapıp bilgi edinebilirler. Gerçekten müthiş bir başarı hikâyesi var. “Kendi kendine olmaz” önyargısını yerle bir eden güzel bir insan.

Bir de yeri gelmişken, rahmete vesile olsun, üzerimde çokça emekleri olan ve belki de bugünlere gelmemizde en büyük vesilelerden rahmetli Nurettin Can Hocam’la aramızda geçen bir hatırayı nakledeyim.

Lütfen Mehmet hocam, dinliyoruz…

Zaten kalemi sevmemizde Muhterem Nurettin Hocamın da nefesi var. Merhum Hocam kalemleri çok severdi. Kıymetli kalemleri vardı. Bir defasında işyerinde kalemini unutmuştu. Kalemi geldiğinde vermek üzere sakladım. Hocam sonraki günlerde geldiğinde odasında otururken dedim ki: “Hocam! Talebe, hocasının bir eşyasını bulsa alması caiz midir?” Bir işle meşguldü. Ona bir süre devam edip sonra ara verdi ve bana dönüp: “İzin alırsa caizdir” diye cevap verdi. Ben de kalemi uzatıp: “Hocam kaleminizi unutmuşsunuz!” deyip verdim. Eline aldıktan sonra, bendenize hediye etti ve iyi sahip çıkmamı öğütledi. O kalemle Allah nasip etti bir yaz umresinde Resûl-i Kibriya’nın Mescid-i Nebevî’sinde ve kimi zaman da tam hane-i saadetlerinin karşısında Sahih-i Buhârî şerhi tercüme etmek nasip oldu.

Ne büyük baht…

O umrede bir defasında tavafa doğru ilerlerken bizi tanıyan bir kardeşimiz yanıma yaklaştı ve Hocamın hediye ettiği kalemi uzatıp: “Hocam kalemi düşürmüşsünüz, siz çalışırken elinizde görmüştüm ve alıp getirdim!” demişti. Öyle hayretler içinde kaldım ki sormayın. Orayı bilirsiniz. O kalabalıkta kalem bulunacak, kalemi bulan hem kalemi hem sizi tanıyacak… Hayret ki hayret. Ondan sonra kaybederim korkusuyla uzunca bir müddet kalemi kullanamadım. Şimdi o korkum kalktı çok şükür.

Koleksiyonlarınızı nasıl yönetiyorsunuz?

Doğrusu profesyonel anlamda yönettiğim ve sergilediğimiz söylenemez. Yönetmek yerine eşyanın şahitliğine inanarak ve gerektiğinde Allah için feda edebilecek şekilde sevmek diyelim biz buna.

Eyvallah… Bu noktadan hareketle eserlerin envanterini tutuyor musunuz? Koleksiyonunuzda kaç adet tesbih, çakı-bıçak, kalem var? Sayısını biliyor musunuz?

Tesbihleri “Sanki Tesbih Çektim Camii” için verdiğimizden onların kaydını amatör de olsa tuttum. Ancak “sayısı tam olarak kaç?” deseniz inanın bilemiyorum. Fakat kendime ayırdıklarımla birlikte tüm eserler 250-300 civarındadır diyebilirim.

Maşallah. Bu kadar eseri nasıl muhafaza ediyorsunuz?

Kitaplıkta, cebimde, çantamda, dolabımda, masamın üzerinde… Tesbihler için çantalarımız ve bölmeli çekmecelerimiz var. Ama elimin altında olmasını daha çok sevdiğimden kolay erişilebilecek yerlere koyuyorum. Tombaklar eşimin zevkine göre vitrinde, sehpaların üzerinde… Çakı ve bıçaklar, saatler hediye gelen çikolata kutularının içinde.J

Yüzükler küçük bir yüzük sandığında. Doğrusu öyle çok özel bir muhafaza tarzım ve yöntemim yok. Elimin altında olsun, canım çektiğinde alıp seveyim kâfi. Kalemler zaten hep masamın üzerinde. Yazım çok güzel olmasa da farklı renk mürekkeplerle yazıp çizerim. Okuduğum kitaplardan notlar alırım. Kendimi çok mahir ve bilgili bir koleksiyoner olarak görmüyorum. Koleksiyonculuk bir tarikat olsa ben kendimi bu tarikin muhibbi olarak görürüm. Yolun dervişleri, pirleri bizim çok çok önümüzdedir.

Ve otuza yakın sualde kısaca tâdâd etmeye gayret ettiğimiz koleksiyonlarınızı hangi gayeye matuf olarak oluşturdunuz?

Bir cami yaptırmak veya inşa ve ihyasına vesile olmak arzusunda olduk. Tesbihlerimizi ve diğer eserlerimizi edinirken amacımız buydu. Yani kalıcı bir hayır yapabilmek. Şu meşhur “Sanki Yedim Camii” hikâyesi beni çok etkilemiştir. Bu hikâyeyi zaman zaman evde anlatmışımdır.

“SANKİ TESBİH ÇEKTİM CAMİİ” OLSUN.”

Bir gün yine böyle muhabbet ederken çocuklar buradan ilham ile “Sanki Tesbih Çektim Camii” olsun caminin adı diye latife ettiler. Ne güzel işte! Böyle tesbihlerle ve diğer eserlerle hem hevesimizi alacağız hem de bu hayır için birikim yapmış olacağız. Soranlar oluyordu, hocam bunu nerede yaptıracaksınız, tesbihleri nasıl satacaksınız vs. Cevabım şu oluyordu: “Ne bileyim! Bu niyeti gönlüme düşüren Allah’ımız onun da yollarını gösterir!” Hatta kendimce: “Camiyi yaptırınca avlusunda kendime mezar yeri isteyeceğim!” diye latife ediyordum soranlara.

Tesbihlerden kendinize ayırmadınız mı hiç?

Kendime ayırdığım tesbihlerim elbette var. Büyük yekûnu ise bu yolda bağışlandı. Tesbihleri kendimce tasnifledim, numaralandırdım ve cami niyeti taşıdığım için bol keseden fiyatlar (!) yazdım listeye. Evdekilere zaman zaman şöyle diyordum: “Bakın emr-i hak vaki olursa bu tesbihler şimdiden vakıftır; sadece yönetimi bendedir. Elbette mirasçıya vasiyet olmaz. Ancak bunlar şimdiden vakıftır biline! Sakın bize miras kaldı diye heder edilmesin.”

MEHMET ODABAŞI: BİZE KALICI HAYIR HEDEFİNİ GÖSTEREN RESÛL-İ EKREM EFENDİMİZ’DİR.

Sanki Tesbih Çektim Camii dediniz. Böyle bir cami tahayyül evvelemirde ne zaman ve hangi mülahazalarla gündeme geldi?

Bize kalıcı hayır hedefini gösteren Resûl-i Ekrem Efendimiz’dir. Çocukluğumuzda camilerimizde vaizlerimizden, Lise çağlarında İmam Hatip’te iken hocalarımızdan öğrendiğimiz hadis-i şerifte bildirildiği üzere amel defterinin kapanmamasını sağlayan bir iş de sadaka-i câriyedir, yani kalıcı hayırdır. Öyle bir iş yapalım ki amel defterimiz öldüğümüzde bile kapanmasın. Sayaç çalışsın yani… Cenâb-ı Hak da bize bir fırsat ihsan etti. Bu fırsatı değerlendirmek lazımdı. Biz de Bismillah dedik.

İstanbul’da yıkılıp giden, görmezden gelinen, nisyana terk edilen pek çok camii var. Haydarpaşa Kavak İskelesi Camii’nde nasıl karar kıldınız?

İşte kader ağlarını örüyor. Müminin niyeti amelinden hayırlıdır müjdesine nail olanlardan olalım inşallah.

İnşallah.

Yani düşünsenize yolunuz sizinle aynı niyeti besleyen bir dost ile kesişiyor. Cami yaptırmak istiyorsunuz ve karşınıza ecdadın yaptırdığı ancak hâk ile yeksân olmuş bir camiyi yeniden ihya fırsatı çıkıyor. Ülkemizin güzide kurumlarının işin içinde olduğunu öğreniyoruz. Bu cami için İSTED (İstanbul Çevre, Kültür ve Tarihi Eserleri Koruma Derneği) girişimleri sonucu 2014 yılında ihya projesi hazırlandığını ve 2020 yılında TCDD, Üsküdar Belediyesi ve Safa Vakfı arasında gerçekleştirilen protokol sonucu 2021 yılında Safa Vakfı tarafından camiinin ihyasına başlandığını duyunca artık zamanının geldiğine kanaat ediyoruz. İşte Allah Teâlâ bize bu yolu gösterdi.

“HEM HAREM’DE HEM DE ECDÂD YADİGÂRI BİR CAMİ…”

Hem Harem’de hem ecdad yadigârı bir camii. Bizim niyetimizin de fevkinde… “Sanki Tesbih Çektim Camii” niyetiyle çıktığımız yol için bundan daha güzeli olabilir mi?

Üstadım, sualiniz karşısında “Allahuekber” diyorum. Haydarpaşa Kavak İskelesi Camii’nin dünden bugüne vakıasını nasıl anlatırsınız?

Sultan IV. Mehmed'in haznedarı Lala Beşir Ağa tarafından 1666'da mescit olarak inşa edilmiş bu camii. Lala Beşir Ağa’nın adaşı Dârü’s-sa’âde ağası ve Şeyhü’l-harem Beşir Ağa 1721 yılında III. Ahmed Han devrinde mescidin minberini koyunca camii hüviyetini kazanmış. 1855 tarihinde ve Kırım Harbi sırasında, Selimiye Kışlası’ndaki İngiliz askerleri tarafından depo olarak kullanılmış. İngiliz işgalcileri minaresinde ezan okuyan müezzinle alay etmekle kalmamış oradaki oymalı mezar taşlarını kaldırım yapmak için eğlenerek kırmışlar. Haydarpaşa Kavak İskelesi Camii tamamen yıkılıp hak ile yeksan olmuş. Camii’nin tarihi hakkında daha fazla malumat edinmek isteyen kardeşlerimiz Zeynep Emel Ekim hanımefendinin makalesini okuyabilirler. Bu makaleden öğrendiğimize göre Lala Beşir Paşa’nın kabri Eyüb Sultan Hazretleri’ne komşu imiş.

Bu şirin caminin sadece eski fotoğraflarına ulaşılmış. İşte şimdi o fotoğraflardan yararlanılarak inşa gerçekleştiriliyor. Hem de eski usulle.

Koleksiyoner Tahir Demirkıran’la İskele Camii özelinde yollarınız nasıl keşişti? Birlikte neler yapıyorsunuz?

Cenâb-ı Mevla niyetimizi bozmasın. Rabbimiz öyle yüce ki… Kader ağlarını öyle ince örüyor ki… Size teslim olmak düşüyor. İşte bizim buluşmamız da böyle oldu. Birlikte çalıştığımız arkadaşlardan biri bendenizin tesbih merakını biliyordu ve sürekli “Hocam bizim eski işyerinde Tahir abimiz var, o bu işleri çok sever!” diyordu. Allah’ın işine bakın ki Tahir Bey Abim bizim iş yaptığımız kuruma atandı. Yollarımız bizimle aynı niyeti taşıyan ve aynı hevesle tesbih biriktiren bir dost ile kesişmiş oldu. Adı gibi tertemiz ağabeyimle tesbih malzemeleri alıp ustalarımıza tesbihler yaptırdık. Daha başka katkılar da geldi. Örneğin Yaşar Yalçın abimiz toplu olarak satın aldığı epeyce tesbihi bu uğurda bağışladı. Manevi katkılar ise hep gönlümüzde. Rabbim o samimi dualar hürmetine tamamlamayı lutfetsin.

Âmin…

Bu tesbihlerin tamamı el emeği göz nuru olarak tornada çekilmiştir. Basit değildir yani… Kumpasla milimetrik ölçümlerle, hassas bir işçilikle işlenmiştir. Rabbim tüm dostlarla muhabbetimizi cennetiyle ve cemâliyle taçlandırsın.

Âmin. Cami inşa-ihya projesi şu anda ne durumda?

Kavak İskelesi Camii’nin 2021 Nisan ayında temeli elhamdülillah dualarla atıldı. Rabbimiz için kurban kesildi. Arkadaşlarımızın verdiği bilgilere nazaran şu anda taş duvar işçiliği tamamlanmış durumdadır. Sadece taş minare ve taş merdiven imalatları devam etmektedir. Ahşap işçiliği olarak da çatı imalatına başlanmış ve bu imalat bittikten sonra ahşap pencereler, zemin ve tavan ahşapları, kürsü, minber ve mihrap gibi iç mekân ahşaplarını yapmak suretiyle imalat sürecinin devamı planlanmaktadır.

Cami, cami müştemilatı ve haziresine dair proje hakkında detay bilgiler verir misiniz?

Camii inşaatının tamamlanmasının ardından ikinci aşamada müştemilat binası inşaatına başlanacaktır. Burada hafızlık eğitimi için 2 kat alan ayrılmıştır. Tabiri caizse bu minyatür külliyemizin dini ilimler ve değerler eğitimi veren bir merkez olarak hizmet vermesi amaçlanmaktadır.

Safa Vakfı kadim caminin rekonstrüksiyonuna dair neler yapıyor?

Safa Vakfı, ilk defa 1666 yılında Sultan IV Mehmet zamanında yapılan bu eserin, Sultan Abdülhamid Han Hz.lerinden sonra ikinci defa yeniden, “aslına uygun” bir şekilde inşası için, sahasında uzman mimarlar ve inşaat mühendisleri ile çalışmaktadır. Ülkemizde önemli eserleri ayağa kaldıran tecrübeli taş ustaları, beton ve demir kullanılmayan bu eseri orijinal Mimar Sinan teknikleri ile inşa etmektedirler.

Kadim camiin tecdiden inşa süreçlerinin ne zaman tamamlanması hedefleniyor?

Allah nasip ederse hedef 2022’nin ortalarında bitirmek. Rabbim görmeyi lütfetsin.

Âmin…

Hatta öyle arzu ediyoruz ki Ramazan-ı Şerif’te hiç olmazsa birkaç teravih namazı kılabilelim.

İnşallah. Koleksiyonlarınız mezata konu edilecek. Müzayedenin ne zaman, nerede ve ne şekilde düzenlenmesi planlanıyor?

Üstadım aslında eserlerin tamamı için müzayede yapıp yapmama konusunda zihnimiz net değil. Büyük ihtimalle eserleri birkaç kanaldan açılacak sosyal medya hesaplarında fiyatlarını belirleyerek bir müddet satışa arz edeceğiz. Bu süre sonunda elimizde yine eser kalırsa onlar için bir müzayede düzenleme niyetindeyiz. Müzayedenin zamanı belirli değil ancak yeri belirli.

Neresidir?

Allah nasip ederse Sütlüce’de Safa Vakfı Elifi Efendi Dergâhı’nda olacak. Kadim dostum İsmail Kılıçarslan Beyefendi de omuz verdi sağ olsun. Hem yazısıyla bizim bu hikâyemizi duyurdu hem de müzayedede katkı verecek. Tabi bu işlerin organizayonu Safa Vakfı yetkililerinde olacak ve satış bedelleri doğrudan vakıf hesabına iletilecek. Bununla birlikte ben de bu işte olmak isterim diyen herkese kapımız açık.

Üstadım öyle gönülden ve güzel hikâyeler oldu ki… Bir örnek vereyim sadece. İsmail Kılıçarslan dostumun yazısından sonra Sivas’ta bir kardeşimiz yazıyı kayınvalidesine okumuş. Kayınvalidesi kolundaki iki bileziğini hemen çıkarıp bu uğurda bağışlamış. Ben bundan çok etkilendim. Söylediğim gibi tesbihlerimizden kendime ayırdıklarım da var. Özellikle kukalar. Onlardan birini o kardeşimize hediye gönderdik.

Ne güzel yapmışsınız…

Tesbihler için de kutular yaptırdık. Üzerinde “Sanki Tesbih Çektim–Kavak İskelesi Camii” yazıyor ve bir de barkod var. Telefonunuzla borkodu okutunca İsmail Kılıçarslan kardeşimin yazısı çıkıyor…

“Sanki Tesbih Çektim Camii” serlevhalı yazısını okudum. Buradan İsmail Kılıçarslan kardeşimize de selâm olsun… Müzayede için bağış eser kabul ediliyor mu? Cami için eser bağışlamak yahut maddi katkıda bulunmak isteyen okuyucularımız nereye/kime müracaat etmeli?

Bendeniz şahsî ilişkilerimle bazı dostlarımdan bağışlar aldım. Kimi hat koleksiyonundan bağışlar yaptı, kimi tesbihlerinden verdi. Saat, çakı getirenler oldu. Allah hepsinden razı olsun.

Âmin.

MEHMET ODABAŞI: SAFA VAKFI BU İŞİN ADRESİDİR.

Safa Vakfı bu işin adresidir. Her türlü bağış kabul edilir. Resmi internet sitesini şuraya yapıştırıverelim: https://www.safavakfi.org.tr/ Destek olmak isteyen kardeşlerimiz gerekli bilgilere buradan ulaşabilirler.

Müzayede öncesinde koleksiyonlar için bir sergi/katalog çalışması düşünceniz var mı?

Doğrusu bunu hiç düşünmedik. Bunun yerine az önce belirttiğim gibi bir sosyal medya hesabı açma niyeti daha baskın bizde. Yine de bunu bir teklif gibi addedip arkadaşlarımızla istişare edelim.

Camiden sonra yeni koleksiyon hedefleriniz yavaş yavaş şekillenmeye başlıyor mu?

Bilemiyorum ki… İnanın hiç düşünmedim. Bu iş zahmetlice ve zamanla yorucu hale geliyor. “Bende sevecek ve çocuklarıma yadigâr bırakacak bir miktar eser kalsın yeter” diye düşünüyorum şu anda.

Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?

Bir şeyler biriktirmek bana bazı hususları öğretti. Onları paylaşayım müsaadeniz olursa.

Lütfen hocam…

Öncelikle bunlara bağlanmadan para harcıyor olabilmek insanı cömertleştiriyor. Ehl-i Tasavvuf gönlün alâik ve avâiktan yani bağlardan ve engellerden kurtulması gerektiğini söyler. Kimileri nezdinde çok değerli olan bir şeyi bir çırpıda feda edebilme hasleti bu yolla öğrenilebiliyor. Peki, bunun tersinin olması da ihtimal dâhilinde değil mi? Elbette o risk de var. Dünya tatlı ve çekici. Hele ziynetleri baştan çıkarıcı. Ama bunlara kapılmamak gerekiyor.

“GÜZEL MÜMİN NE MÂLİK NE DE MEMLÛK OLANDIR.”

Çünkü güzel mümini bir sufi şöyle tanımlıyor: “Ne malik, ne memlûk olandır.” Yani ne sen bir şeyin sahibisin ne de başkasının sahip olduğu birisin; ne mülkün var ne de birinin mülküsün. Yani tam âzâdesin yani tam kulsun.

Gönlünü çelen bağ, tutku, alaka şayet manevi olana dönüşmezse alıkoyan ve engelleyen bir yük ve pranga haline geliyor. Cömert davranıp bunlardan sıyrıldığınızda ise boğazınızı sıkıp daraltan demir zırhı kırıyorsunuz; feragat ettikçe ferahlıyorsunuz, vazgeçtikçe kulluğun manasını anlıyorsunuz.

İkinci bir husus da şu: Biz bu işlere girdikçe ucu bucağı görünmez bir âlem zannediyoruz. Hâlbuki sonlu. Sonlu bir âlemin sonlu bir eğlencesinde bile sonsuzluk hissi uyandırıyor bu iş. E peki zâtı ve katındaki nimetleri sonsuz olan Yüce Mevlamız’ın lütuf ve ihsanını bir düşünelim. Ona kıyasla bunlar bir zerrenin zerresi bile değil ki…

Ve son olarak: Bu işlerden ekmek yiyen ustalar ve ticaret erbabı var. Alarak, satarak onlara destek olmak çok güzel. “Allah imkân verdiyse pazarda eşyanı taşıt ve ücretini ver” der büyüklerimiz. Onlar da kazansın değil mi? Hem elinin emeğini yemiş hem de minnet altında kalmamış olurlar.

Son olarak okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?

Sevdiğiniz şey helâlinden ne olursa olsun, o sevginin Allah için olmasını sağladığınızda ve onları Allah için fedâ edebilecek kıvamı yakaladığınızda madde size zarar vermez. Zor da olsa hedef budur. Ashâb-ı Kirâm’ın hayatında bunun o kadar çok örnekleri vardır ki… Rabbim onlar gibi olmayı nasip etsin. Bir de Sâd Suresi’nin 30-33. Ayetlerini okuduğumuzda bunu Hz. Süleyman’ın (aleyhisselâm) şahsında çok iyi görürüz. O sahip olduğu şeyleri Allah’ın zikrine vesile olduğu için seviyor ve Allah’tan alıkoyduğunu düşündüğü anda O’nun için fedâ edebiliyor. Zaten Allah için bir şeyi fedâ ettiğinizde O Ganiyy-i Mutlak onun yerini daha muhteşemiyle dolduruyor; ya bu dünyada ya da ahirette. Nitekim hayvanlarını Allah için fedâ eden Hz. Süleyman’ın emrine rüzgâr âmâde kılınıyor. Eşya ile münasebeti Peygamberlerimiz ve Ashâb-ı Kirâm gibi kurabilsek daha ne isterim?

İlginiz için teşekkür ediyorum.

Ben çok teşekkür ederim. Camimiz bittiğinde inşallah omuz omuza namazlarımızı da kılar, hocalarımızın derslerinden, vaazlarından ve sohbetlerinden istifade ederiz.

İnşallah.

 

İbrahim Ethem Gören/06.12.2021-Yazı no: 273

{name}
{content}
+
-
{name}
{content}
+
-

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

SİZİ ARAMAMIZI İSTER MİSİNİZ?

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

BİZ SİZİ ARAYALIM

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.