Kamuoyunun daha ziyade tv programlarından, kitaplarından ve yazılarından tanıdığı İsmail Kılıçarslan haddizatında çok yönlü bir şahsiyet… Şair, gazeteci, yazar, senarist, televizyon programı sunucusu, tesbih sevdalısı, kitap kurdu ve dahi koleksiyoncu.
İsmail Kılıçarslan ile parfüm şişesi, çakı-bıçak ve kol saati koleksiyonları üzerine bir sohbet gerçekleştirdik.
İsmail Bey, ‘eskiye, eskimez eserlere yönelik ilginizin arka planını öğrenmek isteriz’le başlayalım kelâma…
Zannederim benim hayatımın belirgin tercihlerinden biri “güzel”e kayıtsız kalmamak. İnsanın eliyle yapıp ettiği ve toplamda “güzel”e dâhil edebileceğimiz hemen her nesneye yanar içim göynür özüm. Tabii burada “güzel nedir?” diye soracak olursanız size değişmeyen cevabımı vermiş olurum.
Hemen soralım... Nezdinizde güzel nasıl karşılık bulur?
Güzel; iyi ile faydalının buluşması ile ortaya çıkan hülasadır.
Bu meyanda neler/hangi güzel ürünler, nesneler, eserler alâkanızı çekiyor?
Kendimi bildim bileli güzelin peşindeyim. Dönem dönem ilgimin arttığı ürün grupları oluyor. Bir dönem ilk baskı şiir kitapları topladım. Bir dönem porselen koleksiyonum vardı. Bir dönem tesbih koleksiyonum vardı. Sonra bu ürünlere ilgimi azaltıp üç temel koleksiyona eğildim. Parfüm/kolonya yani koku şişeleri, çakı-bıçak koleksiyonu ve 1990 öncesi kol saatleri koleksiyonu.
Tesbih dediniz… Tesbihlerinize şöylece bir göz atalım…
Belki yüzlerce tesbihim vardı. Zamanla çoğunu eşe dosta hediye ettim. En kıymetlileri dâhil olmak üzere. Şu an işte burada gördükleriniz var. Az sayıda.
Barekallah…
Çoğunlukla usta tesbihleri bunlar. Fakat tabii, ilginç bir dönem yaşanıyor tesbih konusunda. Tıpkı hat eserleri gibi tesbihler de olağanüstü pahalı bir piyasa oluşturdu kendine. Dolayısıyla ne almaya gücüm yetiyor artık ne de biriktirmeye.
Buradan konumuza, parfüm şişelerine geçelim. Parfüm şişesi koleksiyonu yapma fikri nasıl ortaya çıktı?
Bende koleksiyon fikri hep bir “obur alıcı” olarak başlar ağabey. Önce ne bulursam alırım. Böylelikle işin inceliklerini öğrenmiş olurum. Bilgisine erişirim. Bir miktar kazık yerim! Ardından koleksiyon incelmeye, sağalmaya başlar. Değerli parçalar koleksiyona girmeye başlar. Koku şişelerinde de böyle oldu. Masamda, küçük bir ahşap tepside başlayan ilgim giderek “ne bulursam alayım”a dönüştü. Ardından da “şunu da koleksiyona eklemeliyim” aşamasına kavuştu. Şimdi o aşamadayım. Çok seçerek, çok özenerek şişe alıyorum artık.
Koleksiyonunuzu tanıtır mısınız?
Son saydığımda 600 şişe kadardı.
En eskisi…
En eskisi 200 yaşında, en yenisi 2021 yılı üretimi 600 şişe.
Devam edelim…
“Koku” saklamaya yarayan her türlü şişe ve dahi obje var.
Meselâ…
Beykoz işi Osmanlı koku şişem de var, Prag işi Bohemya parfüm şişelerim de… Hasan Efendi damgalı kolonya şişem de var, dönem art nouveau parfüm şişelerim de... Körfez işi esans şişem de var, Uzakdoğu parfüm şişem de…
Ne kadar zamanda bu hacme ulaştınız?
4 yılda oluştular. İnşallah hedefimdeki bazı şişeleri de alabilirim zamanla.
İnşallah.
Misal ilk hedef, yüzyıl başı altın işlemeli Fransız parfüm şişeleri.
İnşallah. Bahsettiğiniz koleksiyonda öne çıkan parçalardan birini detaylıca eve alalım ve dahi hikâyesini dinleyelim…
Size kapağıyla, etiketiyle, damgasıyla “dün imal edilmiş” gibi duran bir şişemi takdim etmek isterim.
Lütfen İsmail Bey…
1930’lı yıllardan bir güzellik. K.N. Konti Limon Çiçeği Kolonyası. Zannediyorum, böyle bir kondisyona bütün koleksiyonerler şapka çıkarır. “Tabii çiçeklerin esansları ile en üstün iptidayi maddelerle verdiği yüksek kaliteyi ancak bu hakiki kolonyadır” yazıyor üzerinde. Henüz Latin alfabesinin imlası oturmamış. Düşününüz. Ben bu güzelliği bir internet mezatından aldım. Üç gün boyunca neredeyse her saat başı verilen teklifleri kontrol ederek, mezatın son 15 dakikasını da hop oturup hop kalkarak elde ettim. En pahalı şişem değil lakin en kıymetlisi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Hangi kokular sizi ötelere, ötelerin ötesine taşıyor!
Koku bir başka bahis… Ben şişeleri kokuları için almam hiç. Lakin kokuya düşkünlüğüm de bambaşkadır.
İSMAİL KILIÇARSLAN: BUTİK ÜRETİMLER DİKKATİMİ ÇEKİYOR.
Bu meyanda diyebilirim ki standart parfümlere değil de “butik üretimler” dikkatimi çekiyor. “Ötelerin ötesine” dediniz diye söylüyorum. Üç kokudan bahsetmek zorundayım o halde.
Eyvallah…
İlki, sevgili koku tasarımcısı arkadaşım Levent Doğan’ın, Efendimiz (s.a.v)’in mübarek sakalının içinde tutulduğu zemzem suyundan yola çıkarak ve koku kazanına teberruken çoğalttığı bu sudan kattığı Şar-ı Şerif kokusu. Efendimiz (s.a.v)’den bir eser miktar bir iz taşıyor olması fikri bu kokuyu benim açımdan benzersiz kılıyor. İkincisi hiç şüphe yok ki ud ağacı kokusu. Yüzyıllarca demlenen ud ağacının o benzersiz rayihası ve özü ile elde edilen kokulara da kayıtsız kalamıyorum. Son olarak yeşil biberin yağda kızartılırken yaydığı o benzersiz kokuyu anmalıyım. Rahmetli annemi ve çocukluğumun güzel günlerini yağdırıyor üzerime her seferinde.
Şişelerde; koku, parfüm şişelerinde ne/neler arıyorsunuz?
İlk ve en önemli hususiyet “tam” olması.
Ne demek bu?
Varsa dış kutusuyla, kapağıyla, etiketiyle ve içindeki kokusuyla birlikte “eksizsiz” olması. Elbette “dış kutu”yu da, etiketi de, kapağı da dönem şişelerinde yan yana getirebilmek pek zahmetli bir iş. Lakin bana “ne arıyorsun?” diye sorarsanız, bunları arıyorum artık. Tabii nadir olmaları da makbuliyetlerini artırıyor.
Aradıklarınızın ne kadarını buldunuz?
Yüzde 20’sini! O da en iyimser tahminle. Daha yeni başlıyorum yani.
Zaman zaman elinize aldığınız, tekrar tekrar incelediğiniz şişeler var mı?
Olmaz mı? İncelemek demeyelim de “sevmek” diyelim biz ona. “Hemhal olmak” diyelim. Bayılıyorum şişelerimle meşgul olmaya.
Şişeleri nasıl temin ediyorsunuz?
Çok çeşitli yerlerden. İnternetten, antikacılardan, koku dükkânlarından. Geçen gün İzmit’e, meşhur Hikmet Kolonyaları’na gittim şişe satın almaya. Satıcı kızcağız “başka hangi model şişeleriniz var” deyince şaşırdı. Koku satmaya alışkın zira. Birkaç şişe aldım oradan lakin asıl olarak bulmayı umut ettiğim eski şişeler satılık değildi ne yazık ki.
Bu alandaki nihai hedefiniz nasıl şekilleniyor?
Belirgin bir hedefim var mı? Sanırım yok. Sadece peşine düştüklerim, almayı çok istediklerim var. Mesela birkaç Hasan Kolonyası şişem daha olsa fena olmaz. Mesela birkaç Fransız dönem şişem olsa fena olmaz. Dolu bir Ferid bulursam ne âlâ!
Şişeleri nasıl ve nerede sergiliyorsunuz?
Ofiste bir vitrin yaptırdım onlara. 200 kadarını orada, vitrinde sergiliyorum. Gelen dostlara anlatıyorum. Diğerleri de vitrinin altındaki depolama alanında...
Parfüm şişeleri kırılgan nesne… Buradan hareketle “Kesertü’z-zücace fe’n-kesere zâlik’ez-zücac” denilmiş! Kırılgan bir nesneden bir nevi “kıran, geçiren” bir nesneye, çakı-bıçak koleksiyonunuza geçelim! Parfüm şişelerinden sonra gönlünüzü çakıya, bıçağa nasıl kaptırdınız?
Beni baştan çıkardılar güzellikleri ile. Üstelik ben değil ava gitmek falan, bir karıncayı kazara öldürsem üzülen adamım. Ağabey, şaka bir yana sanırım çakı-bıçak koleksiyonumun hikâyesi de benzer şekilde gelişti. “Bu güzelmiş, ya hu bu iyiymiş, Allah Allah ne güzellikler var dünyada” deyip almaya başladım. Zamanla yine sağaltarak, ne toplayacağımı belirleyerek olgunlaştırdım.
Bıçaklarla, çakılarla ünsiyetinize soy isminizden mülhem bir yöneliş söz konusu mu!
Coğrafya kader de soy isim niçin kader olmasın? Mümkündür tabiiJ
Çakı-bıçak koleksiyonunuz hakkında detaylı bilgi verir misiniz?
Zannederim 100 kadar oldular. Ağırlıklı olarak usta ve yöre bıçakları topluyor olsam da arada yabancı bazı markaların bıçaklarına da akıyor gönlüm. Bu yanıyla uluslararası bir koleksiyonum var denilebilir.
Çakı ve bıçakları nasıl, nereden temin ediyorsunuz?
Bilhassa internette takip ettiğim ustalar var. Sanat eseri dense yeri olan bıçaklar ve çakılar imal ediyorlar. Param oldukça birer birer sipariş ediyorum ustalarıma. Diğer yandan Karaköy’deki av malzemeleri dükkânları da bilhassa “yabancı el yapımı bıçak” konusunda çok iyi fırsatlar barındırıyor. Bir de tabii gittiğim şehirlerden varsa yöre bıçakları alıyorum.
Misalen…
Misal üç gün sonra Kastamonu’ya gideceğim bir iş için. Bir Tosya çakısı almadan mı döneyim?
Alınız lütfen! Çakı özelinde soracak olursak koleksiyon ürünü denmeye seza bir çakı hangi özellikleri haiz olmalıdır?
Çok çeşitleniyor burada mesele. Usta işi, yöre işi, dönem işi… Birçok değişken var. İşlemesi, mekanizması, çeliği, sapı, işlevi, dönemi… O kadar çok ki değişken.
Misal..
Misal benim meftunu olduğum dümdüz bir süngüden bahsedeyim size. Basit, düz, gösterişsiz bir süngü evet ama Birinci Dünya Savaşı görmüş bir tabanca süngüsü. Varlıklarından haberdar olduğumuz, ama çok az gördüğümüz nesnelerdir tabanca süngüleri.
“ÇAKI BIÇAK KOLEKSİYONU KOLEKSİYONLARIN EN ZORU.”
Yahut bir yanı muşta, diğer yanı bıçak, Bursa işi kabadayı bıçağı var koleksiyonumda. Eşsizdir. Bir de güya “deri delmeye” yarayan küçücük bir gümüş işleme “biz”im var. Yani ağabey, diyeceğim o ki çakı-bıçak koleksiyonu neredeyse koleksiyonların en zoru. Hele “dönem toplayayım, nadir olsun” dersen servet ödemeyi göze alacaksın. Bendenizde o servet yok. Dolayısıyla usta işi ve yöre ağırlıklı olarak biriktiriyorum.
Almak istediğiniz, arayışını yaptığınız çakılar var mı?
Usta işi olarak evet, birçok ustadan birer çakı alma planım var. Birer birer hayata da geçirmeye çabalıyorum alımlarımı. Dönem itibariyle de 1930’lardan Solingen sedef çakım birkaç tane daha olsa fena olmaz. Bir de tabii meşhur Portekiz Çingene bıçağı arayışım sürüyor. Marsilya iş Fransız çakım var ama Portekiz’i henüz bulabilmiş değilim.
Kolunuzda da âlâ keyfiyeti haiz bir saat var. Kol saatlerine ilginiz nasıl başladı?
Kol saati ilgim çok eskilere dayanıyor. Allah uzun ömür versin, ilk saatimi ilkokul 4. sınıfın yaz tatilinde Kur’an-ı Kerim’i hatmettiğim için büyükbabam almıştı.
Nasıl bir saatti?
Bir Seiko 5 idi. Değil takmaya, bakmaya kıyamazdım. Hayatım boyunca kol saatlerine hep bir ilgim oldu. Hatta sağ olsun, Kapalıçarşı’daki bir esnaf dostum bana para biriktirmek yerine saat biriktirmemi önerdi. Ben de 3 yıl boyunca çeşitli “A sınıf” saatler aldım ondan. Günü gelince de hepsini bozdurdum tabiri caizse. Bu maceranın sonrasında “vintage” diye tesmiye edilen dönem kol saatlerine ilgi duymaya başladım. Şimdi onlardan bir koleksiyon yapıyorum. Elbette “A sınıf” saat biriktirmek gibi değil bu iş. Çok daha ucuz maliyetlerle ve biriktirmesi çok daha zevkli.
“Çok daha zevkli” dediniz, niçin?
İlgilileri saatlere dair neler bilmeli?
1930’lardan, 40’lardan, ama genellikle 1950-1990 yılları arasında saatlerle ilgili bilinmesi gereken hususiyet şu. Artık çok azlar ve “nadir” dediğimiz kategoriye giriyorlar. 30 ve 40’lı yılların saatleri ise artık neredeyse “antika” olarak isimlendiriliyor. Burada mesele, ekseriyeti kurmalı yahut otomatik mekanizmalı olan saatlerin çalıştırılması, bakımı ve tabiri caizse “hayata döndürülmesi.” Artık çalışmayan bir eski saati alıp onu mahir saat ustalarına teslim etmek, çalışmasını görmek, diyelim rodaj makinesi ile parlatmak, mikasını değiştirmek, kordonu yorgunsa güzel bir kordonla saati tamam etmek. Bunlar benzersiz uğraşlar. “A sınıfı” saatlerde böyle zevkli uğraşlar bulamazsınız. Onlar sadece “yatırım amacı” taşır.
Hangi saatler ilginizi çekiyor?
Hangi saatlerin ilgimi çektiği konusunda kafam çok net. 1990 ve öncesinde üretilmiş olacak, ya İsviçre ya da Alman yapımı olacak, kurmalı yahut otomatik mekanizmalı olacak.
“Japon saatleri niçin saymadın?” diye soracak olursanız…
Hemen soralım…
Doğrusu Seiko ya da Citizen gibi Japon saatlerinin tarzı pek bana hitap etmiyor. Bu arada, hayranlıkla takip ettiğim iki marka var Vintage saatler arasında. İlki, bir Alman saati olan Junghans. Diğeri de bir İsviçre markası olan Maurice Lacroix. Bu iki markanın yeni üretim saatlerini de sevmekle birlikte asıl olarak eski saatlerine bayılıyorum.
Diğer yandan saatlerin kondisyonunun yüksek olmasına gerek yok. Hatta diyebilirim ki saat severlerin “patina” dediği ve saatlerin kadranında yıllar içerisinde oluşmuş lekelere ve yıpranmalara daha düşkünüm. Muazzam bir “yıllanmışlık” ve “yaşanmışlık” hissi veriyor bana.
Bahsettiğiniz saatlerden kaç yıldır biriktiriyorsunuz?
Yaklaşık 2 yıldır biriktiriyorum bu saatlerden. Ağırlık İsviçre markalarında ve 1960 ila 1990 yılları arasını kapsıyor. 1920’li yılara ait birkaç saatim de var, 2000’li yılların ortalarından da bir iki saatim var tabii.
Bu alandaki hedefiniz nedir?
Kol saati koleksiyonu yapıyorsanız “nihai bir hedef” koymanız neredeyse imkânsız. Zira olağanüstü bir çeşitlilik söz konusu. O bakımdan herhangi bir hedefim olmaksızın, bari küçük ara hedeflerle ilerletiyorum koleksiyonumu. İnstagram, bu tip saatlerin alınması için harika bir market işlevi görse de ben son dönemlerde bit ve antika pazarlarından saat almayı daha çok sever oldum. Hem daha ucuza alabiliyorsunuz hem de fiziki dostluklar geliştirebiliyorsunuz saat severlerle.
Sonra…
İlgi odağımda pek çok saat var. Hatta laf aramızda, vintage saat alım satımı yapılan bir dükkân açmayı hayal ediyorum ilerde. Hani “her şeyi bırakıp bir Ege köyüne yerleşme hayali” kurulur ya, öyle işte…
Harita ve yazma kitap koleksiyoneri, ortak arkadaşımız Dr. Bekir Cantemir bir mülakatımızda “ben koleksiyonerliğin, tedavi edilmediği zaman putperestliğe varacak kadar bağımlılık üretici bir alışkanlık olduğunu düşünüyorum.” demişti. Buradan hareketle sahip olma dürtülerinizi nasıl kontrol ediyorsunuz?
Ağabey, bende koleksiyon merakı değişmiyor, koleksiyon yaptığım ürünler dönem dönem değişiyor. Misalen Hüsn-ü Hat levhalarımı şu ara elden çıkarmak istiyorum. Tesbih ve porselen koleksiyonumu eşe dosta hediye ederek azalttım. “Bağlanmazsan puta dönüşmez” diyeyim.
Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?
“Koleksiyon para ile değil merak ile yapılır” denilmiştir. Günümüzde koleksiyonu az para ile yapabilmek giderek zorlaşsa da hâlâ gerekli merakı diri tutabilirseniz başkalarının ödediği paralardan çok daha düşük paralara güzel koleksiyonlarınız olabilir. Bunu da bu vesile dile getirmiş olayım.
Son olarak okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?
Sana çok teşekkür ederim ağabey. Son derece mütevazı koleksiyonlarımı ilgiye değer buluyor olman gönlünün yüceliğinin bir işareti bence. Bilvesile okurlarınıza da selâm ederim.
Vealeykümselâm. İlginiz için ben teşekkür ediyorum İsmail Bey.
İbrahim Ethem Gören/24.11.2021-Yazı no: 272