İŞ ADAMI RECEP ALİ TOPÇU İLE KOLEKSİYON KÜLTÜRÜ ÜZERİNE

İŞ ADAMI RECEP ALİ TOPÇU İLE KOLEKSİYON KÜLTÜRÜ ÜZERİNE...

 

İş adamı Recep Ali Topçu ülkemizin önde gelen koleksiyonerlerinden biri. Çalışma hayatına Ahilik felsefesini ve fütüvvet ahlâkını yansıtmayı başaran işadamı Recep Ali Topçu, kardeşleri Dr. Ercan Topçu ve Ergun Topçu ile birlikte oldukça önemli bir sosyal sorumluluk projesini; Ab-ı Hayat Su Medeniyeti Müzesi'ni teşkil etmeye muvaffak kılınmış.

Müzede mahir bir koleksiyoner hassasiyetiyle uzun yıllar içerisinde Su Medeniyeti ekseninde oluşturulmuş bulunan eserler bir yandan Su Kardeşliği’ne atıfta bulunurken diğer yandan da ziyaretçileri doğum ile ölüm arasındaki yolculuklarını anlamaya yönelik tefekküre davet ediyor.

Recep Ali Topçu ile koleksiyon, koleksiyonculuk, Su medeniyeti, Su kardeşliği, sosyal sorumluluk ile emanet şuuru, iş insanın kültür sanat vizyonu, iş âleminde kültür ve sanat ile meşgul olmanın etkileri üzerine hasbıhal ettik.

 

Recep Ali Bey sizi tanıyabilir miyiz?

Su armatürleri, musluklar, banyo ve mutfak aksesuarları üreten Adell Armatür ve Vana Fabrikaları A.Ş.'nin yönetim kurulu başkanıyım. Bursa’da 1981 yılında perakende yapı malzemeleri satışıyla başlayan, toptancılık ile devam eden girişimciliğimiz üç kardeş olarak yürüttüğümüz üretici ve ihracatçı şirketimizle devam etmektedir. Kendi markamız yanında ulusal ve global markalar için OEM üretimler yapmaktayız. Yüzde 40’lara varan ihracatıyla, oluşturduğumuz istihdamımızla sektörümüze, ülkemize ve insanlık için zenginlik üretme, diğer yandan da kültür sanat çalışmalarıyla sosyal ve kültürel faydalar üretme çabasıyla faaliyet gösteren bir firmayız.

Kişisel ve kurumsal çalışmalarımızla, sanayi ile sanatı birleştirmeye, sanatın içinde sanayii, sanayiinin içinde sanatı geliştirmeyi hedefliyoruz. “Doğum ile ölüm arasında sokak” olarak tanımlanan hayatı anlamayı, içini değerli şeylerle doldurmayı, yaptıklarımızla anlamlandırmayı ve hissiyatımızı gök kubbe altındaki tüm su kardeşlerimizle paylaşmayı arzuluyoruz.

Okuyucularımız için faydalı olmasını ümit ettiğimiz bu güzel ve tüm diğer gönülden çalışmalarınız için size, aile üyelerinize ve büyüklerinize ve gönüldaşlarınıza/mıza da gönülden şükranlarımı sunuyorum.

 

Sohbetimize ailenizin koleksiyon kültürüne değinerek başlayalım dilersiniz. Topçu Ailesi'nin fertleri hangi alanlarda ne türden koleksiyonlar yapıyor?

Ailemizde kültür sanat çalışmaları, koleksiyon yönetimi değerli kardeşim Dr. Ercan Topçu bey tarafından yürütülmektedir. Kendisine evlatlarımızdan ve yeğenlerimizden bazıları daha aktif olarak yardım etmektedir.

Ana konumuz, odağımız Ab-ı Hayat Su Medeniyetleri Koleksiyonu olmak üzere, Hilye-i Şerifeler koleksiyonu yapıyoruz.

Muradımız küçük de olsa imkânlarımız nispetinde bu güzelim eserlerin, bu değerli kültürün bir şekilde muhafaza altına alınması ve geleceğe taşınmasında bir katkımızın olmasıdır.

 

Dr. Ercan Topçu ile iki yıl önce yaptığımız bir mülakatta aile yadigârı obje, belge, fotoğraf, kitap vb. eferemalarla Posof kültürünü yansıtmak amacıyla PosofluTopçugiller Evrak-ı Metrukesi Sergisi düzenlenmesinden bahsetmişti. Buna yönelik çalışmalar ne durumda?

Posof, Ardahan iline bağlı şirin bir ilçe. Dedelerimiz, ailemiz bu ilçede bulunmuş, burada büyümüş, sonrasında oradan ayrılmışlardır. Büyüklerimizden bize intikal eden bazı eşyalar, evraklar bulunmaktadır. Posof’ta gündelik yaşamda su kültürüne ait unsurları topluyoruz.

Sergi ile ilgili olarak şu anda oluşan bir program yok. Eserleri, yazıları biriktirmeye devam ediyoruz. Dileriz gelişen dönemlerde koleksiyonumuzun olgunlaşmasıyla birlikte, bu konuda ellerinde eser bulunan diğer koleksiyonerlerimizin de katılımlarıyla böyle bir sergiyi açmak, halkımızla buluşturmak nasip olur.

 

Recep Ali Bey öncelikle 'Su Medeniyeti' nedir ve söz konusu olguda ne/neler arıyorsunuz?

Medeniyetler ve şehirler hep su havzalarının kenarlarında oluşmaya başlamıştır. Aksini düşünmek mümkün değildir. Zira insanoğlunun havadan sonra en çok suya ihtiyacı vardır. Evet, tüm medeniyetlerin temeline bakıldığında suyu görürüz. Şair ne güzel söylemiş:

Su olursa önce insan olur, sonra şehir,

Su ölürse önce şehir ölür, sonra insan.

 

Anadolu coğrafyası, toplumları nesiller boyu su ile ilgili paha biçilmez bir bilgi ve miras biriktirmiştir.

 

MEDENİYETİMİZ SU MEDENİYETİDİR.

Bizim medeniyetimizin bir su medeniyetidir. İslâm medeniyeti, İslâm şehri su ile bütünlük içinde yaşar, gelişir. Sürdürülebilir toplumlar ancak medeniyet, kültür ve sanat ile sağlanır.

Üç büyük medeniyete başkentlik yapmış topraklarda toplumlar öyle büyük, öyle güzel medeniyet değerleri biriktirmişler ki araştırdıkça hayran kalıyorsunuz. 72 milletin, 28 dilin ve 10 dinin kardeşçe kurdukları ortak yaşam ile öyle güzel medeniyet ortaya koymuşlar ki...

 

ANADOLU AYRICALIKLI BİR COĞRAFYA...

Anadolu bu yönüyle çok ayrıcalıklı bir coğrafya. Şirket olarak yaptığımız iş ve üretim konusu tamamıyla su odaklı. Misyonumuz sağlıklı suyu insanımızla sağlıklı olarak buluşturmak. Dolayısıyla işimizle de bağlantılı olması itibariyle su ve suyun etrafında örgülenmiş su medeniyeti her zaman ana temamız olmuştur.

Dünyanın hiçbir yerinde, coğrafyasında Anadolu’daki kadar suyun sevildiği, insanların gündelik yaşamını kuşattığı, aziz bilindiği, edebiyatında, şiirinde, türkülerinde, sanatında bu kadar yer verildiği, saray güzelliğinde estetik sebillerin, çeşmelerin sokakları, caddeleri süslediği, uğruna vakıflar kurulduğu başka bir medeniyet olmamıştır, bundan sonra da olamayacağı âşikârdır.

Anadolu su medeniyet unsurlarını bir araya getirmek, sonra tüm dünyaya zamanın ruhuna ve söylemine uygun bir halde onların hissiyatına sunmayı bir görev, bir vefâ borcu olarak kabul ediyoruz. Koleksiyonumuzda, heybemizde biriktirdiklerimizi, araştırma bulgularını ve hissiyatımızı ulusal ve uluslararası kongrelere katılarak, düzenleyici ekip arasında yer alarak, bildirilerek sunarak, yayınlar yaparak, ihracat amaçlı gittiğimiz ülkelerde programlar, etkinlikler düzenleyerek tüm dünyaya aktarmak, onlara ulaştırmak arzusundayız.

 

Tarihimizde 'su medeniyeti' nerede durur?

Türk’ün tarihi özüne bakıldığında suya ulaşma yolculuğudur. Tarih boyunca ecdadımızın suyla iletişimi, suya verdiği önem, kudsiyet hiç azalmamıştır. Oğuz Kağan dedemiz, destanında “Gökyüzü kubbemiz, güneş bayrağımız, dünya vatanımız” diyor. Evet, biz de tüm gönlümüzle inanıyor ve “Anadolu Su Medeniyeti tüm dünyamızın ortak değeridir, dünyamızın selâmeti, sağlığı için coğrafya, din, dil, köken ayırımı yapmadan gökkubbe altında hepimizin bu medeniyetten alacağımız çok güzel ve evrensel değerler vardır, gelin burada 'su'da, 'su kardeşliği'nde, 'su medeniyeti'nde buluşalım, dünyamızı sevginin, saygının, kardeşliğin, anlayışın, paylaşımın yaşandığı mutlu bir köye dönüştürelim.

Son Corona virüsü vakasında da gördüğümüz gibi aslında hepimiz birbirimize çok yakın bağlarla bağlıyız. Bütünümüzün mutluluğu her bir ferdin mutluluğuna bağlı. Bu arada şunu da düşünmek durumundayız ki, su yokluğu, kıtlığı Corona virüsünden çok daha büyük olumsuz etkileri olabilecek bir konudur. Suyu sevmeyi, korumayı, geleceğe güvenle taşımayı önemli bir mesuliyet olarak gündemimize almalıyız diye düşünüyoruz.

Mutluluğumuz, sevincimiz, kederimiz aslında bir. Birlik ve kocaman bir aile olduğumuzun şuuruna vardığımızda inanıyoruz ki dünyamız tüm insanlar, hayvanlar ve ağaçlar/bitkiler açısından daha mutlu olabileceğimiz bir hal alacaktır.

Şanlı su medeniyetimizi anlamak, anlamlandırmak, içselleştirmek, yaşamak ve anlatmak hepimize düşen önemli bir sorumluluk. Özellikte yabancılarla, dünya ile ilişkileri fazla olan insanlarımız daha çok sorumlu.

Ne güzel şey, geçmişi hatırlamak, anlamak ve anlamlandırmak.  Dünü iyi bilerek yarınlara uzanmak, geleceğe pas vermek ne güzel...Ne güzel şey kültürün, medeniyetin nesiller boyu devamı, gelişmesi.

 

Aradıklarınızın ne kadarını buldunuz?

Topçu ailesi üyeleri olarak, kardeşlerimizle, evlatlarımızla bazen soruyoruz kendimize: “Dünyada bırakacağımız ses, bu dünyada bırakacağımız iz nedir? Biz ne arıyoruz, muradımız, isteğimiz, yapmak istediklerimiz neler?“

Suyu, su kardeşlerimizi, başkalarını değerli kılmaya çalışmak ne güzeldir. Yaptıklarımızla kardeşlik duygu ve düşüncesinin mayalanmasına ve kardeş olarak toplumun, insanların birbirine bağlanmasına vesile olabilirsek, küçücük de olsa bir katkımız olabilirse ne âlâ. Bir gönüle bu duyguları, muhabbeti, hakikati taşıyabildiysek aradığımıza yaklaşıyoruz demektir.

 

GELECEK, ONU İNŞA EDENLERİNDİR.

Değerli şeylere çabuk ulaşılamıyor. İnciye ulaşmak isteyenin kazı yapması, daha fazla emek sarf etmesi gerekiyor değil mi? Gelecek inşa etmek emek ister, enerji ister, sevgi ister, sabır ve azim ister. Alın ve akıl terini ortaya koymayı, ortak aklı harekete geçirmeyi ve formayı ıslatmayı ister. Gelecek, onu inşa edenlerindir.

Herşey aranılan şeye göre değer kazanırmış derler. Su medeniyetimiz, insanlık ve canlar adına güzel şeyler arıyoruz, araştırıyoruz, ümit ediyoruz. Yıllar ve asırlar itibariyle bozulmuş, aralara uzun mesafeler oluşturulmuş insanlar, toplumlar ve su kardeşleri arasında sevginin, birliğin, kardeşliğin yeniden yeşermesi, evrensel değerlerin dünya değerler sistemine geçmesi yıllara sari bir çalışma ve gayreti gerektiriyor.

İstiyoruz ki, insanlık Âlemi, cihan fazlaca vakit kaybetmeden sevdiğimizi sevsin. Bu coğrafyayla, bu eserlerle kucaklaşsın. Ulaşsın hakikate, birliğe, tevhide ve vahdete.

 “Allah’ı kullarına sevindirin ki Allah da sizi sevsin.” mesajı bize rotayı gösteriyor aslında, ahiret yolcusu fanilere, bizlere, hepimize değil mi? Herkes yapabilecekleriyle, sahip olduklarıyla bu yönde çalışma içerisine girerse şikayet ettiğimiz hususların pek çoğu da çözülmüş olacaktır. 

Son yıllardaki hükümetlerimizin de gayretleriyle, yaklaşımlarıyla inanıyorum ve diliyorum ki, dünya insanlığı çok geçmeden tüm insanı, hayvanı ve doğasıyla hepimizin kocaman bir aile olduğumuz bilincine varır.

 

BULANLAR ARAYANLARDIR.

Her arayan bulamazmış ancak bulanlar hep arayanlar arasından çıkarmış derler ya, aramaya, kapıların tokmağını tıklatmaya devam... Bize düşen gayret... Mevla’mız inşallah sonuçlarını hayır ve bereket eyler. Evet, biz bu dünyanın seyrini değiştirebiliriz, çünkü kocaman kalplerimiz var! Yeter ki bir ve beraber olalım.

Gelecek nesillere bırakılan en güzel miras, zenginlik, içinde altın dolu bir dünya değil, barış, içinde sevgi dolu bir dünyadır.

Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş...

 

Bahsettiğiniz medeniyet bilincinin toplumda içselleştirilmesine yönelik kişilere ve kurumlara ne türden görev ve sorumluluklar düşüyor?

Ülkemizi ve dünyamızı su, gıda ve enerji telaşının, kaygısının sardığı bir dönem yaşıyoruz. Medeniyet bilinci ve İslâm ahlâkı, akıl sahibi insanların birbirlerine ve doğadaki suya, toprağa, gıdaya, ağaca ve hayvana karşı sorumluluk taşıdığını vurgular.

 

YARATILANI SEVERİZ YARADAN'DAN ÖTÜRÜ

Maalesef medeniyet değerlerimize ait pek çok unsurunu unutmuş durumdayız. Genç nesillerimiz pek çok şeyi bilmiyor, duymuyor. Dolayısıyla bir damla suya, bir kuşa, bir leyleğe, mazluma, hayvana, güçsüze, yaşlıya, yetime sonsuz değer veren, tüm yaratılmışlara merhamet ve şefkat kucağını açan, kâinatta her ne varsa hepsini “yaratılanı severiz Yaradan’dan ötürü” yaklaşımıyla sevgiyle, saygıyla kucaklayan eşsiz medeniyet bilincimizi toplumun tüm kesimleriyle buluşturmakta, dost kılmakta sorumluluk hisseden her birimize, iş insanlarımıza, bilim insanlarımıza, kanaat önderlerimize, yerel yöneticilerimize ve devlet büyüklerimize vazifeler düşmektedir.

Anadolu’muzda çok hoş bir tabir vardır: “Dama çıkan merdiveni çekmemeli.” Evet, her birimiz gücümüz, yeteneklerimiz, sahip olduklarımız yoluyla neslimizin, halkımızın, dünya halklarının bu güzelim değerlerimizle buluşmasına vesile olmalıyız.

Biz iş insanı olarak kültür ve sanatın işimize dokunan kısmıyla, su üzerinden ülkemizde ve dünyamızda bu medeniyet bilincinin oluşmasına, içselleştirilmesine yönelik söyleşiler, sergiler, kongreler düzenliyor, müzemize ziyaretçi kabullerini yapıyoruz. Ziyaretlerde öğrencilere ve misafirlerimize bu güzelim medeniyet değerlerimizi anlatıyoruz.

Bu yönümüzle tüm iş insanlarımıza ilham kaynağı olmak istiyoruz. Hemen herkese kendi konularıyla ilgili bir konuya el atmasını, hem kişisel, hem de kurumsal yönden faydalar sağlayacağı düşüncesiyle öneriyoruz.

 

KÜLTÜR VE SANAT, ZAMAN AYIRMAYA DEĞER ÖNEMLİ MEŞGULİYETLERDİR.

Kültür ve sanat, konuyu derinlemesine araştırmak, meşgul olmak insan hayatında zaman ayırmaya değer meşguliyetlerdendir. Kültür ve sanatla meşgul olmak sakinleştirici tesir yapıyor. Her sektörde konusu üzerinden medeniyet bilincinin gelişmesine yönelik çalışma yapabilecek bir firmanın olayı sahiplenmesi ve gönül vermesiyle önemli mesafeler kat edebiliriz. Kökünden, özünden, gelenek ve göreneklerimizden kopuk, diziler ile yetişecek nesil üzerine geleceğimizi inşa etmemiz zor olacaktır. Dolayısıyla neslimizin, dünyamızın buna ihtiyacı var.

 

EŞYAYI DAHİ İNCİTME!

“Eşyayı dahi incitme” diyen medeniyetin mensuplarıyız. Su içtikleri bardağı öpen Mevlevileri düşünün. Ormana girerken, genç ağaçları korkutmamak için baltanın sapını bezle saran tahtacıları... Leylekler için, kuşlar için vakıflar kuran güzel ecdadımızı....

 

Şimdi ise kalpleri katılaşmış, birbirlerinin küçük bir hatasını bekleyen insanlarımız var. Bunun tekrar aslına avdet etmesi, özüne dönmesi için çaba harcamak, emek ortaya koymak hepimizin mesuliyet alanına girmektedir diye düşünüyoruz.

 

Anadolu insanının irfan ve hikmet dolu bakışı, su üzerinden tefekkürü nasıldı?

Anadolu insanı bu toprakların üzerinde yüzlerce yılda ilimle, irfanla, hikmetle yoğrulan göreneklerini, değerlerini İslâmi inanç sistemleri ile kemâle erdirmiş, suya, tuza, ekmeğe kutsal nimetler olarak bakmışlardır.

Anadolu insanın doğaya, insana, yaratılmışlara ve dünya hayatına bakışı farklıdır. İslam’a göre doğadaki tüm varlılar Allah (cc) tarafından yaratılmış ve her biri Allah’ın varlığının delilleridir. Dolayısıyla her biri O’nun isimlerini ve sıfatlarını yansıtmaktadır. Bu anlayışla, suya çevresindeki varlıklarla yalnızca çıkar amaçlı ilişkiler kurmaz, aynı zamanda estetik ilişkiler kurmaya, doğadaki varlıklara estetik değerler, anlamlar yükler.

Biz de tarihten aldığımız ilhamla suyu özel isim olarak görüyor ve kullanımlarımızda olabildiğince diğer özel isimler gibi imla kurallarına uygun kullanmaya çalışıyoruz. Su bunu hak ediyor kanaatimizce.

 

Anadolu insanının suya yüklediği anlamları da konuşalım...

Tabii ki İbrahim Ethem Bey. Anadolu insanın suya bakışı ve yüklediği anlam bambaşkadır. Onu mücerret manada H2O olarak görmez. Çünkü o bilir ki her eser, sahibini işaret ettiği gibi bu kadar mükemmel bir nimet olan su da bize Yaratıcımızı işaret ediyor,  O’nun izlerini taşıyor, O’nu bize hatırlatıyor. Suyun kalıbında kalmayıp ruha inen Anadolu irfan ve hikmetine sahip bilge ecdadımız suyun özünü biliyor, ona, Yüce Yaratıcımızın bize hediye gönderdiği bir aziz, bir mucize nimet olarak bakıyordu.

Kur’an-ı Kerim’de Isra suresinde yer alan “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tesbih ederler. Onu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur. Fakat siz, onların tesbihlerini iyi anlamazsınız” anlamındaki ayet-i kerime bize suyun ve doğadaki tüm varlıkların kendi lisan ve halleriyle Allah’ı tesbih ettiğini, kâinâtın bütün unsurlarıyla Allah’ü Tealaya itaat, tesbih ve secde halinde olduğunu bildirir.

 

SU İÇECEKLERİN EFENDİSİDİR.

Su, içeceklerin efendisi, Zemzem ise suların efendisi olarak kabul ediliyordu. O ölçüde saygı ve hürmet görüyordu. İnsanlarımız bir yudum suyu dahi sevgiyle içiyor, bir lokma ekmeği dahi sevgiyle yiyordu.

 

SU HAYATTIR.

Biliyoruz ki, su hayattır, su azizdir, su kıymetlidir, kutsaldır, kullara bahşedilmiş en değerli hediyedir ve bir hazinedir. Maddi ve manevi temizliğin vazgeçilmezidir. Çevremizdeki her şey bir ölçüde suyun türevidir.

 

Bir Kızılderili sözü suyun önemi, hayatın akışında rolünü çok güzel anlatmıştır: “Sular yükseldikçe balıklar karıncaları yer, sular çekildikçe de karıncalar balıkları yer. Kimse bugünkü üstünlüğüne, gücüne güvenmemeli... Çünkü kimin kimi yiyeceğine, suyun akışı karar verir...”

 

HER ŞEY SUDAN BİR DAMLA...

Herşey sudan bir damla, bir parça… Hayatın her karesinde su var… Su olmazsa biz de olmayız.

Her canlı bir damla suyun şekil almış, ete kemiğe bürünmüş hali…

Can gözüyle Su’ya bakan Anadolu insanı suda başka şeyler görüyor ve Yüce Mevla’mız (cc) tarafından indirilmiş bir rahmet olarak, adını “rahmet” olarak tanımlıyorlardı. Onun için su çok kıymetliydi ve azizdi.

Kişi günde beş kez Rabbinin karşısına çıkmak için su ile temizleniyor. Aynı şekilde ölüm vaki olup Hakka yürüdüğünde yine su ile temizlenip, teslim ediliyor gideceği yere. Yani Rabb’e giden yol “Su”dan geçiyor bir bakıma. Allah’ü Teala’nın Hayy ismiyle hayat bahşettiği su, canlı olarak kabul edilmekte olup suyun sözlerden, bakışlardan etkilendiği laboratuvar deneyleriyle tespit edilmiştir. Suyun EQ’sü çok yüksek olup, canlıları maddi kirlerden temizlediği gibi güzel sözlerle birlikte ruh halini de değiştiren bir mucizevi yapıya sahiptir. Bu yönüyle Anadolu’da ve doğu toplumlarında “okunmuş su” kültürü gelişmiştir.

 

OSMANLI SU MEDENİYETİDİR.

İnsanlarımız suyun her bir damlasında Rabbimizin yüce sanatının, vahdaniyetin ayrı ayrı tecellilerini görüyorlardı. Suyun hiçbir damlasını israf etmeden ihtiyaçlarını gideriyorlardı.

Ecdadımızın suya verdiği önemi anlamak için Osmanlı’ya “Su Medeniyeti” denmesini hatırlamak yeterlidir.

Suda akıl sahipleri için hikmetler, Allah’ın (cc) varlığını gösteren deliller vardır. Ve Allah’ın isimlerini, sıfatlarını yansıtır. S,  lisan-ı haliyle bize “Bu güzellik, bu mucizevi işler benden değil, beni Yaratan’dandır, Allah’tandır” der. Bu nedenle suyun her damlasının Anadolu medeniyetinde, geleneğinde, âriflerinin, bilgelerinin gönlünde, şairlerinin dilinde ayrı bir değeri ve yeri vardır.

Suya baktığımızda büyüleyici bir güzellik ve ince bir sanat gözüküyor değil mi? Canlı olan her şeyin suyla bağlantısı var. Suyun bu kadar sanatlı olması, her şeyle bağlantısının olması yüce bir sanatkârı göstermiyor mu?

Hz. Mevlana (ks) Anadolu insanının  suya bakışını “Gerçek aşkı bilen bir kalp, bir damla suya bile hürmetle bakar.“ sözüyle ne hoş özetlemiştir.

Evet, hep birlikte suyu yaşatalım ki, biz de yaşayalım, gelecek nesillerimiz de yaşayabilsin. Suyuna, su kültürüne sahip çıkan, geleceğine sahip çıkar...

 

"Su gibi aziz ol" şeklinde güzel bir temennimiz var. Bu deyimi teşrih/inceleme masasına yatırmanızı istirham etsem neler söylemek istersiniz?

Anadolu insanı hayatını, gündelik yaşamını, iletişimini pek çok güzel kelam-ı kibar ile güzelleştirmenin zenginliğine ulaşmıştı.

Suyu bütün canlıların temel ihtiyacı olarak bilmek, ortak bir nimet olarak görmek ne kadar güzelse, paylaşmak da o kadar güzel addedilmekteydi. Bir insana, bir hayvana ve veya bir ağaca su ikram etmek, onun su ihtiyacını karşılamak, su taşımak, bir mahalleye, bir köye su getirmek büyük sevaplardan biri kabul edilir, büyük sevinç kaynağı olurdu. 

 

“SU GİBİ AZİZ OL.”

Su aynı zamanda çok mütevazıdır, gözü hep topraktadır, yerdedir. Su çok kıymetlidir. Su azizdir. Aziz, çok da olsa kıymetini yitirmeyendir. Çok ihtiyaç duyulan demektir. Anadolu’nun güzel insanları, şanlı ecdadımız, kendisine su ikram edene, yapılan bir iyiliğe teşekkür, hayır ve dua mahiyetinde getirdiğin nimet gibi, su gibi değerli ol, mutlu ol, su gibi mütevazı ol, haddini bil, temiz ol, temizle dua ve dilekleri anlamında “Su gibi aziz ol evladım” derlerdi.  Ecdadımız böylelikle sen de onun gibi değerli ve özel ol demek istiyordu. Onun için bu sözün değeri ve manası çok özeldir.

 

“ŞİFALAR OLSUN.”

Bu güzel temenninin, duanın karşılığında ikram yapan da “Şifalar olsun efendim” diyerek mukabelede bulunurdu.  Ne güzelmiş değil mi?

 

Eyvallah.

Hayatı, gündelik yaşamı nezaketle, zarafetle, güzel kelâmlarla bezemişler. Şu aklımıza geliyor: Demek ki ecdadımız kelimelerin gücünü, iletişimde sözlerin etkisini, insan psikolojisini çok iyi biliyorlardı ve bunu her hallerine uygulamışlardı. Bugünkü iyi dileklerimizi belirtme, teşekkür etme konusunda kullandığımız usul ve üsluba, kelimelere, cümlelere bakalım, bir de geçmişte ecdadımızın üslubuna bakalım. Seneler ötesinden gelerek Anadolu’nun taşına, toprağına, suyuna nakş olunmuş hikmet incileri, gönülden gönüle, gönülden dillere sirayet ederek devam etmiştir.

Hz. Mevlana’nın (ks) ne güzel söylemiş:

“Su gibi ol. Sen bir su olduğunu düşün. Su gibi güzel, su gibi yararlı, su gibi vazgeçilmez… Ve su gibi hayat kaynağı olduğunu düşün. Ama su gibi yaşatıcı ol, su gibi yıkıcı, sürükleyici ve öldürücü değil! Sen bir su ol. Ama rahmet ol, âfet değil. Su isen, tarlalarını basma insanların, yuvalarını yıkma, ocaklarını söndürme, sana “felaket” denmesin.

Ayrıca su gibi sakin olabileceğin gibi, su gibi de “kıyametler” koparıcı olabileceğini unutma. Unutma, senin işin rahmet olmak, âfet değil. Vadiler varken önünde ve ovalar varken, yayılabileceğin, küçük ırmaklara ayırabiliyorsan kendini ve bardaklara bölebiliyorsan, hayat verirsin çevrene. Ve yaşayabilirsin dünya dönmesine devam ettiği müddetçe. Yoksa hep duyulmayan, dinlenmeyen, korkulan ve kaçırılan olursun seller, afetler gibi” 

Büyük dövüşçü, bilge insan Bruce Lee bir söyleşisinde şöyle demişti şu için:

“Zihnini boşalt. Su gibi formsuz, şekilsiz ol. Şimdi, suyu bir bardağa doldurursun, su bardak olur. Onu çay demliğiyle doldur, o zaman su, çay demliği olur. Bak, su akar, yayılır, damlar ya da parçalanır. Su gibi ol dostum”

 

SUYUN AZİZLİĞİNİ UNUTTUK!

Ne yazık ki biz suyun azizliğini unuttuk, onu hor ve israfa layık görerek sorumsuzca tüketmeye başladık. Suya azizliğini, bu güzel itibarını yeniden vermek zorundayız.

Evet, tüm bunlar bizim kültürümüzle, medeniyetimizle ileriye gitme imkânımız varken ne kadar seviye kaybettiğimizi göstermektedir değil mi? Bu güzel temenniyi bizlere miras bırakan atalarımızı minnetle, dualarla anıyorum.

 

Zaman zaman ifade ettiğiniz 'su kardeşliği ‘ne değinir misiniz? Nedir Su Kardeşliği?

Su tüm canlıların temel yapı taşıdır. Hepimizin ortak temel hammaddesidir. Sohbetimizin başında zikrettiğimiz ayet-i kerime mucibince can taşıyan her birimiz bir damla sudan yaratıldı. Her birimizin ilk başlangıcı, tüm DNA kodlarını taşıyan bir damla su. Tüm canlar, canlılar yaşamak için suya ihtiyaç duyar.  Her birimizin bedenî varlığının özü, temel maddesi su. Susuz kaldığımızda hayat bitiyor ve dünya yaşamının nihayetine ulaşıyoruz.

Nerede, hangi coğrafyada, hangi din, hangi dil, kavimde olursa olsun tüm insanlar için, tüm hayvanlar için ve tüm ağaçlar/bitkiler için geçerli olan vakıa şudur: Suyumuz çekildiğinde ölüyoruz. O zaman tüm canlıları sudan yaratılmış su kardeşleri ve bu dünyayı kocaman bir su kardeşleri ailesi kabul edebiliriz diye düşünüyoruz. Bu kabulleniş insanıyla, hayvanıyla ve ağacıyla tüm canların yaşamlarına saygı duyulduğu mutlu bir sonuçla sonuçlanıyor.

Farklılıkların bir zenginlik kaynağı olduğunu anlayan ve yaşatan Anadolu medeniyetimize, geleneğimize baktığımızda gerek Selçuklu, gerek Osmanlı toplumunda bir karıncada, bir inekte, bir kedide, bir ağaçta ve tüm insanlar ortak yaşam kültürü içinde birbirine hoşgörü, sevgi ve saygı içinde yaşıyorlardı.

Tüm kâinattakilerle kardeşlik duygusu içinde yaşamak, kendi için istediğini tüm diğer canlar/canlılar/yaratılmışlar için de istemek; sorumluluk yüklenmeyi, başkaları için faydalı olabilmeyi, paylaşmayı ve bu davranışlarının sonucunda kişinin hissettiği manevi tatmin duygusunu arttırır.

Gayrimüslim tebadan biri padişah ile yargılanabiliyor, bir yaş ağacı kesenin başı kesilir deniliyor, kuşlar için, leylekler için vakıflar kuruluyor, belli günlerde yük hayvanlarına yük yüklenilmesi, binek hayvanlarına tayışabileceğinden fazla yük yüklenilmesi yasaklanıyordu.

İnsanlar karınca kardeşlerini incitmemek için sokakta yürürken ayaklarına hal hal bağlıyor, “Karınca incitmez efendi” olarak tanımlanıyorlardı.

Yabancılık ortadan kalkıyor, tüm insanlar, hayvanlar, ağaçlar “Bendendir, yakınımdır” hüviyetine bürünerek değerli hale geliyordu.

“Su kardeşliği" evrensel bir çağrı niteliği taşıyor. En büyük ortak değerimiz olan suyun, ortak bir kardeşliğe, birliğe, bütünlüğe, barışa vesile kılınması açısından önemli bir işlev göreceğine inanıyoruz.

 

Buradan, koleksiyonculuk serencamınıza geçelim... Sizce koleksiyon nedir ve ne için yapılır?

Koleksiyon, biriktirmekten gelen bir kelime.

 

Pekiyi neleri biriktiririz?

Eserleri, insanları, kültürleri, medeniyetleri, tecrübeleri, yaşanmışlıkları...

Koleksiyonerliği, tarihi biriktirmek, yaşanmışlıkların taşıyıcılığını, hamiliğini yapmak, gönül vermek olarak düşünebiliriz. Koleksiyoncular tedavisi olmayan bir gönül hastalığına tutulmuşlardır, bu havadan bir nefes soluduğunuzda bir daha bunu bırakamıyorsunuz. Koleksiyonerlik, tutkulu bir yaşamdır, sabırdır, serüvendir. Geçmişteki yaşanmışlıklara, eserlere gözlerini dikmiş bir avcılıktır.

 

KOLEKSİYON BİR MERAK İLE BAŞLAR.

Koleksiyoner, biriktirdiklerini sermaye yapar, üzerine ilaveler koyarak toplumu, medeniyeti daha  ileriye taşımaya çalışır.

Koleksiyon genelde bir merak ile başlar. Tanışılan insanlar, çevrenizdekiler sizi belli bir yere taşırlar. Size destek olurlar. Birçok şey alır, onları gönlünüzde, evinizin, işyerinizin bir köşesinde biriktirirsiniz. Bazıları sizinle dalga geçer, hor görür, bazıları ne güzel der imrenir, sizi teşvik eder.

 

KOLEKSİYONERLİK ÇIRAKLIKLA BAŞLIYOR.

Koleksiyonerlik çıraklıkla başlıyor, zaman içerisinde kalfalık, ustalık olarak ilerliyor. Diğer meslekler gibi sevildikçe güzelleşiyor.

 

Biriktirdikleriniz belli bir doygunluğa ulaşınca daha seçici davranmaya başlarsınız. Bazen de ilginizi çeken, yaptığınız işle ilgili bir konuya, bir temaya odaklanırsınız. Bu durumda temanız dışındakiler artık sizi ilgilendirmez, onları başkalarına bırakırsınız.

 

TOPLUMU SANAT DÖNÜŞTÜRÜR.

Toplumu sanat dönüştürür. Toplumun en çok ihtiyaç duyduğu şey sanattır. Toplumun dönüşümü için sanata ihtiyaç var. Toplumun her katmanına bu bakış açısını yaymak büyük faydalar sağlayacaktır. Sanat ciddi bir mühendislik, inovasyon arenası gibi dönüşümlerin kaynağı...

Koleksiyoner odaklandığı konunun araştırmacısıdır, meraklısıdır, öğrencisidir. Onlar hep öğrenirler. Zaman gelir, öğrendiklerini, biriktirdiklerini toplumla, dünyayla paylaşmak ister. Sergiler açar, makaleler yazar, bildiriler sunar.

Koleksiyonerliği sadece eser biriktirmek olarak görmüyoruz. Eserleri evde, depolarda biriktirerek şahsî tatmin olmaktan ziyade toplumsal, kültürel ve sanatsal değer üreten, su kültürümüze gereken saygı ve vefayı gösteren, kültürel değerlerimizi günümüze ve geleceğe taşıyan, dünü bugünle, bugünü yarınla buluşturan çalışmalar yapmak bizim için önem taşımaktadır. Koleksiyonumuz ve koleksiyonerliğimiz ile etrafımıza ilham verebilmeye çaba gösteriyoruz. Her sektörden belli işadamı dostlarımızın mesleklerine yönelik benzer koleksiyonlar yapmaları, Ahilik ruhumuzun canlanmasına katkı sağlayacağı gibi öze dönüşümüzü de  hızlandıracaktır.

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de iyilik, güzellik ve değerlerimiz koleksiyoner iş insanlarımız yoluyla dünyaya yayılabilecek, ilham kaynağı olabilecektir. Tematik koleksiyonlar ve koleksiyonerler aslında iş âlemi içinde büyük ölçüde kültür elçiliği vazifesini icra etmektedir. Bu yönüyle benzer çalışmaların desteklenmesi, el verilmesi kamu, STK ve yerel yönetimlerin bir borcudur ve kendi işlerini kolaylaştıran önemli unsurdur diye düşünüyoruz.

 

ASIL MESELE İNSAN OLABİLMEKTİR.

Asıl mesele insan olabilmektir, insanlık erdemine ulaşabilmektir.

Kendisine bahşedilen güzellikleri toplumla, tüm insanlarla, gençlerle paylaşabilmektir. Onların da medeniyet ile tanışması, buradan güç alarak geleceğe daha güvenle yol almalarına destek olmaktır esas mesele...

 

KOLEKSİYONERLERE SELÂM OLSUN!

Selâm olsun değerli koleksiyonerlere, bu mesleği yaşatanlara, onlara destek olan, eko sistemlerinde yer alıp, onlara yardım eden, el veren ev, iş, sanat ve sosyal çevre mensuplarına...

 

SANAT UMUTTUR.

Sanat eserini nasıl tanımlıyorsunuz?

Sanat umuttur, huzurdur. Sanat insanları bütünleştiren, geliştiren, kendini yenilemesini sağlayan, diğer insanları ve toplumları anlamasını kolaylaştıran, sizi güçlü kılan, yaşamın anlamının ve önemini kavramaya yardımcı bir araçtır.

 

SANAT KALP İLE AKLIN EN KISA YOLUDUR.

Sanat kalp ile aklın en kısa yoludur. Sanat kendinizi ifade etmenin uluslararası adıdır.

Sanat toplumların, milletlerin gelişiminde en önemli unsurlardandır. Sanat topluma, rutinin dışında ayrı bir estetik, bir bakış açısı ve davranış biçimi sunar. M. K. Atatürk’ün dediği gibi “Sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” Gelişen, büyüyen, zenginleşen toplumlara bakıldığında kültür, sanat ve bilimle olan bağlarının güçlü olduğu görülmektedir.

Sanatçı ruhlu insanların ortaya koyduğu eserler sanat eseri kimliğini kazanmaktadır. Bazen sanatçının yaşadığı dönemde, bazen de öldükten yıllar sonra bazı eserler değer kazanabilmektedir.

Sanat eseri döneminin mahir usta ve sanatkârları tarafından özenle yapılmış özgün eserlerdir. Ustalar, sanatkârlar, işini sanatçı ruhuyla yapanlar, eserlere sadece bedenlerini, mahir ellerini değil tüm akıllarını, ruhlarını, gönüllerini hatta rüyalarını dahi katarlar. Aksi halde sadece beden gücüyle yapılan çalışmalar sıradan işler mahiyetini geçemez.

Biz koleksiyonumuza seçtiğimiz eserleri bir fikri, bir hikâyesi olan ve döneminden bize mesajlar taşıyan eserler arasından tercih ediyoruz.

 

Sanat eserleri bugünün ve yarının insanlarına neler anlatır?

Sanat eserleri bize sanatkârının, döneminin hissiyatlarını, hayata, suya, insana, canlıya, mahlûkata bakışını, şefkatini, merhametini anlatır.

Sizin yazılarınızın birinde okuduğum şu cümle sanatı, sanatçıyı çok güzel anlatmışsını: “Bir bilge sanatı, zanaatı şöyle tanımlamış: “Sanat insanı değerli kılan, insanı insan yapan bütün ruh güzelliklerinin eşyaya ve eşyanın takdimine yansımasıdır.” Şüphesiz sanat ustaya tevdî edilen önemli bir emanettir. Eşya da hürmet edilmesi gereken bir emanettir. Hakikatli usta emanetine bihakkın sahip çıkan insan-ı kâmildir. Bahusus usta sanatının geleneğine ve geleceğine sahip çıkan kabiliyet ve mahviyet sahibi zattır. ”

Sanatın sağlamlaşması, gelecek nesillere taşınması açısından hakikatli sanatçılar önemlidir, gereklidir. Her sanatçı, her usta kendisini geçecek bir çırak yetiştirir, onu evladı gibi kabul eder, çırağı da ustasından öğrendiklerine bir şeyler katmayı hem sanatın devamlığı, hem de ustasına vefa adına borç bilir. Çırak ve kalfa ustasını bazen babasından bile üstün tutar.

 

SANAT ESERLERİNİN DE RUHU VARDIR!

Koleksiyonumuzdaki eserler dönemlerinin ruhunu başarıyla yansıtıyor. Her bir sanat eseri özgündür ve ruhu vardır.

Sanat eserleri, dönemlerinin tanıkları olarak bize çok uzaklardan gelen bir ölçüde mektup, bir ölçüde telgraftır. Geçmişin izlerini, medeniyet yaklaşımlarını, el, göz ve gönül izlerini taşır sanat eserleri.

Sanat eserleri içeresinde sayabileceğimiz eski çeşmelerimiz, musluklar, kaplar, kazanlar, bizi kendilerine davet ederken yedeklerinde, bize vermek için güzel duyguları daima taze tutarlar.

Eserler üzerlerinde taşınan motifler, formlar tarih boyunca medeniyetlerin suya yüklediği anlamları geçmişten gelen kültür ve gelenekleri tanımamızı ve anlamamızı sağlar.

Sanat eserlerimiz Anadolu insanının irfani–hikmetli bakışını, insani unsurları günümüze taşır. Sanat eserlerini okuyabilmek, anlayabilmek, dinleyebilmek hayatlarımıza ayrı bir zarafet katacaktır.

 

Koleksiyonerler nadir eserlere sahip olma dürtüsünü nasıl dengelemeli? Bir adım öte sahip olmak ile toplum adına emanetçilik bilinci arasındaki denge nasıl tesis edilmelidir?

Aciz kanaatimce bu çok ince ve hassas bir ayar gerektiren konudur diye düşünüyorum. Koleksiyonerliğin mutad psikolojisini dengelemek ancak ve ancak daha büyük bir anlam yüklemekle, daha büyük bir amaca adanmışlıkla, bir misyon üstlenmekle olabilir.

Nadir eserlere sahip olma dürtüsü koleksiyonerlerin rüyalarına giren, ayağa kaldıran bir unsur. Bunu ehlileştirmek ve bir medeniyet mefkûresi haline dönüştürerek tüm insanlık adına bu eserlere sahip olmayı hedefleyerek, eserleri masada, kasada, özel deposunda tutmak yerine, sadece kendi psikolojine hizmet eder durumda bulundurma yerine, topluma açma, toplumla buluşturma, onları mutlu kılma çok daha büyük mutluluk kaynağı olacaktır.

“Toplum adına emanetçilik” hoş bir tabir. Bu eserler aslında hepimizin, tüm toplumun. Sizin bedel ödeyerek ona sahip olmanız, sizin mekânınıza sığınmış olmaları “toplumun değeri olma” vasfını kaybettirmez diye düşünüyoruz.

Aslında ne olduğumuzu, nereden geldiğimiz, nereye gittiğimizi düşündüğümüzde birçok şey aslına rücu ediyor. Benlik kayboluyor, bize dönüşüyor.

Koleksiyonerler sanatın, ilim, irfan ışığını tüm gönüllere,  ülkeye ve dünyaya taşıyan neferlerdir. Kâmil bir koleksiyoner ahlâk ve erdem pınarlarından her daim kana kana beslenen kişidir.

Koleksiyonerin, koleksiyonerlik yolunda ilerledikçe, geliştikçe, olgunlaştıkça, ahlâk, erdem, haya, edep ve sorumluluk hudutları genişler. Erdemli koleksiyoner, içtenliği samimiyet ile,  kararlılığı tevazu ile birleştirmeli ve üzerine de azimkâr bir çalışkanlığı eklemelidir.

 

'Sosyal Sorumluluk' günümüzün moda tabirlerinden biri. Kurumsal müessesseler söz konusu tabirin içerisini nasıl doldurmalı?

Sosyal sorumluluğu geleneğimizde aslında var olan, belki de en üst düzey duyarlılıkla uygulama alanı bulmuş önemli müesseslerden biri olarak görüyoruz. Bizim coğrafyamızda vakıf çalışmaları, hayır, hasenat işleri uzun süre STK'ların, belediyelerimizin gerçekleştirdiği, kurumlarımızın yaptığı gönüllülük çalışmaları şeklinde yürütülmüştür.

 

SOSYAL SORUMLULUK GÖNÜL EYLEMİDİR.

Toplumlarda paylaşma, gönüllülük, hayır ve hasenat, bir akıl eylemi olmaktan daha çok bir gönül eylemidir. Beklentisi olanlar değil, beklentisi olmayanlar gönülleri kazanır.

Sosyal sorumluluk çalışmalarıyla dünyayı güzelleştiren, acıyı dindiren, yaraya derman olan kişilerden, kurumlardan birİ olmak ne güzel.

Prof.Dr. Nazif Gürdoğan hocamız bakın ne güzel tanımlıyor “Kurumsal ve toplumsal sorumluluklarının önemsenmesi ve yerine getirilmesi, her kuruluşun en büyük sermayesidir. Kuruluşların toplumsal ve kurumsal sorumlulukları, insanları sevmelerinden, insanları sevenleri herkesin sevdiğini bilmelerinden kaynaklanır.

Evet, sosyal sorumluluk projelerinin içeriğini gönülden gelen duygularla, samimiyetle yapabilenlere selâm olsun. Pek çok insanımız, kurumumuz yaptıkları gönülden çalışmalarla takdire şayan işler yapmaktadırlar. Dilerim sayıları ve çalışmaların derinliği artar. 

 

SÜRDÜRÜLEBİLİR SOSYAL FAYDA ÜRETMEYE ÇALIŞIYORUZ.

Adell AŞ ve Topçu Kardeşler olarak bu güzelim değerlerin kaybolmasına, nesillerce tanınmamasına, yabancılaşmasına gönlümüz el vermediği için büyüklerimizden gördüğümüz, aldığımız tavsiyelerle ve kamu bilinci ve sorumluluk şuuru ile imkânlarımız nispetinde çabalıyor, sürdürülebilir bir sosyal fayda üretmeye çalışıyoruz.

Sahip olduklarımızı toplumun ve ümmetin, milletin yaranına kullanmayı, iyiliği çoğaltmayı insanlarımızın gönlünü ve Mevlamızın (cc) rızasını kazanmaya vesile kılmayı önemsiyoruz.

Birbirimizin acımızı hissetmezsek insan olamayız, ümmet olamayız. Halit Yasir Özoğul, gönülden çalışmaları “Gönüllülük hesabı ahrette kapatılacak bir dünya mesaisidir.” diyerek meselenin özünü ortaya koymaktadır.

Beka Bin Batu’nun (ks) ”Bir kalp, insanları kötülükten çekmek ve onlara faydalı olmak için çırpınmıyorsa, o kalp viranedir.” sözü ne güzel bir rehberdir bizler için. Peygamber Efendimizin (sav) “Size dünyada verilen tüm nimetlerden sorguya çekileceksiniz.” Mübarek sözleri bize sorumluluğumuzu ne hoş hatırlatmaktadır.

“En küçük dairede en önemli sorumluluklar, vazifeler vardır” derler. Bizler, her birimiz sosyal olaylar, dertlerimiz ve ülkemiz hakkında südece üzülmekten daha fazlasını yapabiliriz, küçük bir ivmelenme ile harekete geçersek devamını getirebiliriz. Mevla’mız da bize o yolda yardımcı olacaktır. Uyanmaya ve çevremizdekileri uyandırmaya muhtacız. Şunu bilmeliyiz ki bizler yalnız sorumluluğunu üstlendiğimiz şeye sahip olabiliriz.

 

Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?

İlim, kültür, sanat, sevgi, bilgi hep sevilen yere akarmış. Sevilmediği yerden uzaklaşır, başka toplumlara, coğrafyalara gidermiş. Dileriz ki, kültür ve sanat toplumuzca daha çok sevilsin, ilgi ve alaka görsün inşallah. Bu yolla aslında bizim öz yitiğimiz olan ilim, bilim, kültür, sanat medeniyetlerimiz bizi, güzelim coğrafyamızı sevsin, kalsın bizimle, gitmesin başka gönüllere, toplumlara ve coğrafyalara. Geleceğe taşıyalım gençlerimizle, onu sevenlerle… Seveni, sayanı bol olsun.

Değerli şahsınıza her zaman kültür sanatın, sanatçının, ustanın yanında yer alarak onlara destek olmanız, birikimlerinizi düzenli olarak toplumla, ilgili kesimlerle paylaşma gayretiniz için müteşekkirim. Sağ olunuz, gönlünüze ve ömrünüze bereketler diliyorum.

Şunu da belirtmekte fayda umuyorum ki, devletimizin kültür ve sanata ayırdığı bütçesini daha da artırmasını, özel müzelerle ilişki ve işbirliğinin daha ziyadeleştirmesini arzuluyoruz, bekliyoruz.

 

Teşekkür ediyorum Recep Ali Bey. Var olunuz.

 

Not: İş adamı Recep Ali Topçu ile önümüzdeki hafta yayınlanacak olan mülakatımızın ikinci bölümünde Ab-ı Hayat Su Medeniyeti Müzesi üzerine konuşuyor olacağız inşaallah.

 

İbrahim Ethem Gören

{name}
{content}
+
-
{name}
{content}
+
-

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

SİZİ ARAMAMIZI İSTER MİSİNİZ?

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.

İşleminiz gerçekleştiriliyor. Lütfen bekleyiniz...

BİZ SİZİ ARAYALIM

  • ADINIZ
  • SOYADINIZ
  • TELEFON NUMARANIZ
  • E-POSTA ADRESİNİZ
  • AÇIKLAMA
  • Kişisel Verilerle İlgili Aydınlatma Metni ’ni okudum, başvuru kapsamında kişisel verilerimin işlenmesine onayım vardır.