DR. ERCAN TOPÇU İLE HİLYE-İ ŞERİF KOLEKSİYONU ÜZERİNE…
Dr. Ercan Topçu ülkemizin önde gelen koleksiyoncularından biri. Koleksiyonculuğu toplumsal bir görev, tarihi kıymetlerimizi cemiyet adına koruma ve muhafaza etme sorumluluğu olarak gören Ercan Topçu hatırı sayılır bir Hilye-i Şerif koleksiyonunun sahibi. Osmanlı Cihan Devleti hattatlarından günümüz ustalarına kadar onlarca nitelikli Hilye-Şerif levhasının ve yüzlerce hat eserinin emanetçiliği görevini yıllardır başarıyla üstlenmekte olan koleksiyonerle Hilye-i Şerif koleksiyonu üzerine sohbet ettik.
Hilye-i Şerif koleksiyonunuz hakkında bilgi verir misiniz?
Koleksiyonda el yazması ve baskı Hilye-i Şerifler bulunuyor.
MÜMKÜN MERTEBE KLASİK HİLYE ALIYORUM
Koleksiyonda sayısı az olmak kaydı ile Osmanlı dönemi eserler, Erken Cumhuriyet dönemi eserler, günümüz hattatlarının eserleri bulunmaktadır. Mümkün olduğunca klasik Hilye-i Şerifler almaya çalışıyorum. Soyut resim misali, çağdaş, modern, farklı denemeli Hilye-i Şerifler almıyorum. Bir de hepimizde bir büyüklük kompleksi ortaya çıktı; en büyük eser, çok büyük eser vb. Bu tür eserlere de sıcak bakmıyorum.
Koleksiyondaki baskı eserlere baktığımızda Osmanlı dönemi taş baskı Hilye-i Şerifler, ahşap üzeri yapıştırma, oldukça ilginç Hilye-i Şerifler var. Yine çok nadir olan “Seyahat Hilyesi” denen çok küçük, kolye şeklinde eserimiz de var. Ayrıca Osmanlı dönemi Hilye-i Şerif şeklinde, katlamalı icazetnameleri de çok sevmekteyim. Buldukça bunlardan alıyorum. Bunların bazıları fevkalade sanatlı olup, bazıları da halk işidir ve sanat olarak daha hafiftir. Koleksiyonumuzda 25 sene evvel aldığım katlamalı icazetnameler de var.
Koleksiyonunuzda kimlerin hilyeleri var?
Osmanlı dönemi hattatlarımızdan Hasan Rıza Efendi, Hafız Ahmed Hulusi, Seyyid Halil Şükri, Bayezid Dede, Hafız Ali Kastamoni; Erken Cumhuriyet döneminden Hamid Aytaç, Dr. Sadi Berger, Mustafa Bekir Pekten; günümüz hattatlarından dar-ı bekaya irtihal eden Ali Alparslan, Fevzi Günüç; Allah sağlık sıhhatle uzun ömür versin Reis-ül Hattatin Hasan Çelebi, Fuad Başar, Turan Sevgili, Hüseyin Kutlu, Hüseyin Konevi, Savaş Çevik, Mehmet Özçay, Davud Bektaş, Gürkan Pehlivan, Levend Karaduman, Fatih Özkafa, Arda Çakmak gibi hattatlarımızın eserleri var. Mutlaka burada ismini anmayı unuttuğumuz hattatlarımızın eserleri de vardır. Bütün hepsinin ellerine sağlık. İyi ki bu güzel eserleri yazmışlar.
Malum olduğu üzere tezhip yazının elbisesi. Hilyelerinizin tezyinatında kimlerin imzaları var?
Rikkat Kunt, Melek Antel, Cahide Keskiner, Tahsin Aykutalp, Meral Ilgaz, Güher Erk, Münevver Üçer, Sevim Kayaoğlu, Mustafa Çelebi, Celaleddin Karadaş ve burada isimlerinin yazılması unutulmuş olan tezhip ustalarımızın tezyinatını yaptığı eserlerimiz var.
İlk zamanlar benim için sadece levhayı yazan hattat önemli idi. Hatta aman çok para gitmesin, daha ucuz bir tezhip yapılsın diye düşünürdüm. Ama bugün görüyoruz ki güzel bir hat eserinde hattat kadar, o yazı istifine uygun güzel bir tezhip de çok önemli ve bunları tamamlayan güzel bir çerçeve. Bunlardan biri eksik olunca hoş olmuyor. Eskiden büyük levhalarda ahşap çerçeve çok yüksek fiyatlı olmasın diye plastik çerçeve düşünebilirdim. Bugün iyi bir hat levhasında plastik çerçeve düşünemiyorum.
Yani sonuçta tezhipler de usta ellerinden çıkmalı ki yıllar geçtikçe hat eserleri bir sanat abidesi gibi karşımızda durabilsin.
Burada şöyle bir sıkıntı var…
Nasıl bir sıkıntı?
Eskiden, daha önce yazılmış bir Hilye-i Şerif aldığınızda tezhibini seçme imkânı olmuyor. Döneminde kime yaptırılmış ise onunla yetinmelisiniz. Yeni yazdırdığınız Hilye-i Şeriflerde ise tezhibi iyi bir ustaya yaptırayım derseniz ki, çoğunlukla kadın tezhip ustalarımız var. Neredeyse, hattatın yazıya aldığı ücret kadar tezhip parası isteniyor. Kimi zaman döviz cinsinden ödemeler talep ediliyor. Ayrıca iyi ustalarımızın ellerinde en az altı ay, bir sene kadar zaman alacak işler vardır. Sonuçta bugünlerde ben tezhibi bitmiş, murakkaa gerilmiş, çerçevesi yapılmış eserler almaya çalışıyorum.
Sizin için özel olan bir Hilye-i Şerifin hikâyesini anlatır mısınız?
Birden fazla hikâye var. Üçünü size anlatayım.
Buyurunuz…
Peygamber Efendimizi (sav) anlatan Hilye-i Şeriflerin hepsi çok özeldir. Düşünsenize… Âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimizin sîret ve sûret tasviri olan bir levhayı evinizde konuk ediyorsunuz. Bütün ev halkı, eve gelen misafirler bu evi Peygamber Efendimiz (sav) şereflendirmiş gibi kabul edip O’nun (sav) huzurunda olduğunu düşünerek ev içindeki bütün hâl ve hareketlerinde edebini muhafaza ederler. Öncelikle bu hususu not etmek mühim…
Bununla birlikte eskiden yapılmış, iki ustanın buluştuğu eserler bir başka güzel.
NASİPTEN GAYRISI OLMUYOR
Mesela…
Mesala, 35 sene önce Hasan Çelebi üstad ile Cahide Keskiner’in buluştuğu Hilye-i Şerif benim için çok özel. Yine Savaş Çevik üstadın yazdığı ilk hilye-i şerif, yine Mehmet Özçay ve Osman Özçay biraderlerin birlikte yazdığı eser, Reis-ül Hattat’ın Hasan Çelebi’nin ömrü hayatında iki kez yazdığı talik Hilye-i Şerif’ten biri koleksiyonumuzda bulunuyor.
Yaklaşık 10-12 sene evvel, o yıllarda ortaokula gitmekte olan küçük kızım Emine Kevser Topçu ile birlikte Raffi Portakal’ın müzayedesine gittik. O gün, Osmanlı dönemi güzel bir Hilye-i Şerif satışa çıkıyordu. Bunu almayı planlamıştık. Hilye, müzayede başlangıç fiyatının neredeyse üç dört katına çıktı ve başkası aldı. O gün çok üzülmüştüm. Aradan uzun bir süre geçti, bir gün başka bir müzayedede aynı eserin satışa konu edildiğini gördüm. Ve nerdeyse ilk satış fiyatının yarı parasına eseri aldım. Nasipten gayrısı olmuyor. Sonra eseri alıp eve getirdiğimde aileme bu hikâyeyi anlattım. Bugünkü zamanda üniversite tahsili çağında olan kızıma “Bu eseri hatırlıyor musun, beraber gidip almak istemiştik. O gün alamadık. Bak bugün bunu aldık. Bu eser senin hakkın, Yarın, öbür gün kendi evini açtığında bu eser senin evinin duvarlarını süsleyecek ve sakın birlikte yaşadığımız bu hatırayı unutma” dedim.
Çok hırs, tamahkârlık yapmamak lazım. Bilgisinden ve görgüsünden her zaman istifade ettiğimiz dostumuz Güner Liman Bey Ağabeyimiz şu nasihatini önemsiyorum: “Alığın parası biter, elin malı bitmez.”
Zaten koleksiyonerlikte müzayedelerin bu yönü kötüdür. Müzayede ortamında bu esere sahip olmalıyım hırsı ile normal fiyatı yerine çok yüksek bedellerle eser sizde kalabilir. Buna gerek yok. Müzayedeleri bu yüzden artık tercih etmiyoruz.
Geçmiş zamanda Hattat Mehmet Şefik Efendi’nin bir eseri Antik A.Ş’ de müzayedeye çıktı. Dostlar tavsiye etti, almak istedim. Bu esere sıra gelince bayrağı kaldırdım, daha bana sıra gelinceye kadar eserin fiyatı dört katına çıktı ve gelip benim bayrağın üstünde sonlandı! Garip bir tesadüf. Vergileriyle beraber eserin nihai fiyatı çekiç bedelinin tam beş katına çıkmıştı. Normalde bu fiyata almayı düşünmeyeceğimiz esri mecburen almış olduk.
Bir de Hüseyin Kutlu ile olan bir hatıram var. Müsaade ederseniz onu da aktarmak isterim.
Tabii ki…
İkitelli Organize Sanayi Bölgesi’nden komşumuz olan Aydın Tekstil’den Ali Aydın Bey arkadaşımdır. Kendisi de hat levhalarını sever. Babaları rahmetli Ziya Aydın Bey Amca hem hattattı, hem de çok güzel hat levhaları biriktirmişti. O günlerde hattatlara tabiri caiz ise hamilik yapmıştı. Bugünkü gibi hattatlarımızın el üstünde tutulmadığı zamanlarda Allah razı olsun, hat eserlerine gönül vermişti, teşvik olsun diye hat eserleri yazdırmıştı. Evlerinde çok güzel hat eserleri vardır. Bir gün Ali Aydın Bey’i Aydın Tekstil’e ziyaretlerine gittiğimde bana hattat Hüseyin Kutlu ile birlikte -Kuran-ı Kerim tilaveti beni çok etkileyen- İshak Danış Hocamızın, kardeşinin yanında olduğunu söyledi. Yanlarına gittik. O güne kadar bende Hüseyin Kutlu’nun Hilye-i Şerifi yoktu. Laf arasında Kutlu Hoca’ya hat sanatına merakımın olduğunu söyledim. Hüseyin Kutlu ile sohbetimizden kısa bir süre sonra, hocamızın 20 yıl önce yazdığı ve Güher Erk’in tezhibini yaptığı Hilye-i Şerifi karşıma çıktı. Ve bundan Hüseyin Kutlu’nun haberi bile olmamıştı. Yaradan, o günkü güzel duygularımızı rahmete vesile kılarak bize bunu nasip etti.
Ve üçüncüsü…
Sonuncusu da şöyledir, Habib-i Hüda isimli sergimizi açıldığı vakit bir mail aldık. Kastamonulu Hattatlar kitabı baskı aşamasındaymış. Müellifinin, sergimiz münasebetiyle koleksiyonumuzda bulunan naif, tekke işi Hafız Ali Kastamoni ketebeli hilye-i şeriften haberleri olmuş. Mezkûr hattatımızın şimdiye kadar görülen ilk eseri olması hasebiyle kitaba koymak için izin istediler, hay hay dedik. Böylece sergimiz bir güzelliğe vesile oldu.
Bu alanda bundan sonraki hedefleriniz nelerdir?
Bundan sonraki hedeflerime geçerken bir hatıramı nakletmek istiyorum.
BU HİZMETLERİN SONU HİÇLİK MAKAMI…
Tabii ki…
Vakti zamanında Sinpaş İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı, muhterem Avni Çelik Ağabeyimizi, biraderim Recep Ali Topçu ile birlikte ziyarete gittiğimizde sohbet esnasında kültür sanat çalışmalarımızdan söz açılmıştı. Sohbette sırasıyla koleksiyonlar ile kaybolmaya yüz tutmuş değerlerimizi gün yüzüne çıkardığımızı, muhafaza altına alıp geleceğe taşıdığımızdan bahsederken Avni Bey, “Sonra” dedi. “Sergiler açıyoruz, kitaplar çıkartıyoruz?” dedik. Tekrar, “Daha sonra? diye sordu. “Müze açmayı planlıyoruz” dedim. “Daha sonra?” dedi. “Araştırma amaçlı Su Akademisi ve Kitaplığı tesis etmeyi planlıyoruz” dedim. Bir kez daha “Sonra” diye ısrar edince “Bu işin sonu yok. Bu hizmetlerin sonu “Hiçlik makamı” dedim.
Avni Bey çok özel, mana yönü olan, arif bir zat. Böylelikle bana güzel bir nasihat vermiş oldu.
Pek çok plan yapıyoruz, hedeflerimiz oluyor. Sonu yalan dünya, her şey bomboş, koca bir hiç.
ALMAK MARİFET DEĞİL; MÜHİM OLAN KORUMAK
Yeri gelmişken, insan olarak gerçek hedefimiz ne olmalı? Nihai planımız nasıl şekillenmeli?
Cevap Yunus Emre’den: “Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun.” “Hiç” dedikten sonra sorunuzun cevabına geçeyim İbrahim Ethem Bey, “Almak marifet değil, mühim olan korumak”.
Koleksiyonunuz bağlamında hedefleriniz neler?
Öncelikle koleksiyonumuzu korumak ve geleceğe taşımak çok önemlidir. Karma veya özel sergiler ile eserler sergilenebilir. Ülkemizin büyükşehirlerinde sergiler tertip edilebilir. Mesela 10 şehrimizde sergiler açılabilir. Bu güzellikleri herkesle buluşturmak lazımdır. İstanbul’da çok sanatsal faaliyet var. Sergiler arada kaynıyor. Anadolu şehirlerini dolaşan klasik İslam Türk sanatları sergileri açılabilirse hayırlı bir iş yapmış oluruz. Faydası, tesiri daha iyi olur. Anadolu insanında tabiri yerinde ise bu konuda bir istek, açlık var. Onların gönüllerinde Peygamber Efendimizin sevgisini arttırabilirsek ne mutlu bizlere. Bizim herhangi bir maddi beklentimiz olmamak kaydıyla, sadece sergi masraflarının karşılanmasına destek olacak olabilecek sponsorlarla birlikte bu türden sergileri açmayı düşünebiliriz.
Şu anda evlerimizde sergilediğimiz eserleri toplu olarak fabrikamızda sergilemeyi düşünüyoruz.
Hilye koleksiyonunuzda bayan hattatların göz nurları da mevcut. Kimlerin/hangi imzaların; cennet mekân hanım hattatlarımızın eserlerinin emanetçiliğini yapıyorsunuz?
Osmanlı döneminde bayan hattatların ketebe koyduğu Hilye-i Şeriflerin çok nadir olduğunu biliyorum. O dönemlerde bayan hattat mı yoktu? Özellikle yazmadılar mı? Bunu hep merak etmişimdir. Acaba edeben ön plana çıkmak mı istemediler mi? Akademik olarak bu husus belki tetkik edilmiş, birtakım sonuçlara ulaşılmıştır.
Koleksiyonu oluştururken eser satın aldığım antikacılardan Aybars Türk’e bir gün dedim ki “Koleksiyonda bayan hattatlara ait hilye-i şerifler yok. Bu konuda bir çalışma yap, değerlendirelim.” Sonuçta günümüz bayan hattatlarına 10 civarında eser yazdırmış olduk.
Nerede bu eserler?
Bu eserler şu anda kızlarımda, yengelerimde ve anneme dağıtılmış vaziyettedir. Aklımda kalan Ayten Tiryaki hat ve tezhipli hilye-i şeriftir.
Hilye koleksiyonunuzdan bayan hattatların yazılarının bir bölümünü kerimeniz İrem Belkıs’a düğün hediyesi olarak verdiğinizi biliyorum. Hattı, güzellikleri, koleksiyonu paylaşmak nasıl bir duygu?
Toplumda güzel sanatlara meyil ancak bu eserleri göre göre olur. Yediden yetmişe; özellikle çocukluktan itibaren eser görme kültürünü, ister müzelerde, ister sergilerde, ister galerilerde oluşturmak çok önemlidir.
HAYAT FANİ, ÖLÜM ANİDİR
Hayat fâni, ölüm anidir. Bâki kalan bu kubbede hoş bir sâda imiş. 50 sene boyunca eser toplayıp kimseye göstermedikten, paylaşmadıktan sonra ben koleksiyonu ne edeyim?
Acaba koleksiyonların sadaka-i cariye gibi değerlendirilmeleri söz konusu olabilir mi? Bu konuda ne yapılabilir? Burada sizlerin de bize yol göstermesi önemlidir.
Sadaka-i cariye aliyül âlâ; Kerim’ül-Mevlâ olur tabii ki.
Madem bu dünya hayatı geçici, kalıcı olan âlem’e gideceğiz… Hasbelkader, bu meraklarımızın gereği olarak koleksiyonları toplamışız. Acaba Yaradan’ın rızasını kazanma noktasında koleksiyonlarla ilgili nasıl bir yol izlemeliyiz? Bu konuda benim ve diğer koleksiyonerlerin yardıma ihtiyaçları olduğunu düşünmekteyim.
KOLEKSİYON ESERLERİ BİRER EMANETTİR
Antik pagan kültüründe kişi öldüğü zaman değerli eşyalarını yanında gömüyorlarmış. İnancımızda bu da olmadığına göre, sanat eserlerini mezara götüremeyeceğimize göre, zamanında bu eserleri korunmak kaydıyla meraklılarına paylaştırılması en tabiidir. Neticede bu eserler bir emanettir. Emanetleri de koruma bilinci vererek ailede ikinci, üçüncü kuşaklara aktarma da sorumluluk gereğidir. Nice koleksiyonlar vardır ki koleksiyoner öldükten sonra tarumar olmuştur. Hâlbuki vakti zamanında bu eserler paylaştırılabilirdi. Hediye etmek birçok koleksiyoner için paha biçilmez bir mutluluktur. Velev ki hediye edilen de bu konuda ilgili ise değmeyin keyfine. Bir koleksiyoner belki bu yaptığından daha fazla bir hâz duyabilir.
Bazı koleksiyonerler biraz kıskançtır. Koleksiyonlarını sergileyebilir, fakat başkasına asla vermez.
KOLEKSİYONERLERDE BENDEN SONRA NE OCAK ENDİŞESİ HEP VARDIR
Hat koleksiyonlarının aile içinde kalmak kaydıyla paylaşılmasını önemsiyorum. Zira koleksiyonerlerde benden sonra ne olacak endişesi hep vardır. Bizler hayatta iken koleksiyon kültürünü, geçmiş değerlerimizi geleceğe taşıma misyonumuzu, koruma, ecdad yadigârı medeniyetimize ilişkin eser sevgisini genç kuşaklara aktarırsak hem koleksiyonlar korunur, hem de bu kültür toplumda geniş kitlelere yayılmış olur.
İşte bu nedenlerle aile üyelerimizi farklı konularda koleksiyon yapmaya teşvik ederken, diğer taraftan da hat eserlerini zaman zaman kendilerine takdim ederim. Bir de şu vardır.
Nedir o?
Kimin malını kimden esirgiyorsunuz?
Bu bağlamda neler yapıyorsunuz?
Hat levhalarını biraderlerime, çocuklarıma, yeğenlerime doğum günü, Ramazan, Kandil, bayram, özel aile yemekleri gibi vesilelerle diş kirası olarak hediye ediyorum. Bizim aile üyelerimiz bu özel günlerde tabiri caiz ise hediyelerini bekliyorlar. Hatta biraderlerimi de bir nevi hat koleksiyoneri yaptığımı da söyleyebilirim. Evlerinde duvarları hat levhaları ile doldu. Hatta ben bunlara gizli koleksiyoner diyorum.
Dinliyorum Ercan Bey.
Bir hatıramı nakledeyim, vakti zamanında Hasan Çelebi üstada Hilye-i Şerifler yazdırırken, “Hassaten biraderlere de hediye edeceğim” diyerek onlara da yazdırmak istemiştim. Sağ olsun Hasan Çelebi üstad bendenizi kırmayarak yazmıştı. Şimdi ne mutlu ki biraderlerin evinde de birden fazla Hasan Çelebi’ye ait Hilye-i Şerifler ve hat levhaları mevcut…
Ne mutlu… Dahası var mı?
Var, çok şükür… Büyük kızım İrem Belkıs ile damadımız Numan Soysal evlenip kendilerine bir yuva kurduklarında çeyiz gitmeden önce kızıma dedim ki: “Gel, bu koleksiyona bak, bunlardan hangisi veya hangilerini evinde görmek istersin.”
Bir nevi açık çek vermişsiniz!
Tabii son karar bana ait olacaktı. Evlerine özellikle Felak ve Nâs Sureleri, Ayten Tiryaki’nin hat ve tezhibini yaptığı bir Hilye-i Şerif ve Hasan Çelebi’den Esma-ül Hüsna levhası verdim.
Ayrıca çok beğendiğim Nejad Melih Devrim’in 1970’li yıllarda Paris’te yazdığı Arapça Es-Sabır hat levhasını da İrem çok beğenmişti. Onu da kendisine hediye ettim. Yine bir hanım hattatımızın ve rahmetli Fevzi Günüç üstadımızın hilye-i şerifleri de artık Numan Bey ve İrem Hanımların evlerinde gelenleri selamlıyorlar. Buraya yazmayı unuttuğum birden fazla eser de yine onlardadır.
Validenizi unutmamışsınızdır!
Unutur muyum? Annemle aynı binada oturuyoruz, fakat kendi evi ayrıdır. Onun salonuna üstad Ali Alparslan’ın talik yazıyla “Cennet anaların altındadır” hat levhasını hediye ederek, astık. Artık o eser onun zâtî kıymetidir. Yine hanım bir hattatımızın hat ve tezhibini kendisinin yaptığı hilye-i şerif levhası da validemin evinin duvarlarını süslemektedir. Annemiz tam bir peygamber aşığı insan. Oraya çok güzel yakıştı. Onun halet-i ruhiyesi ve hâl lisanı ile yaptıkları bize de sirayet etmekte, bereketlenmekteyiz. Allah başımızdan eksik etmesin.
Âmin…
Aile üyelerine hat eserlerini hediye ettiğimizde artık o eserin sahibi hediye edilendir. Ortak kıymet hükmünden çıkmıştır. Hediye ederken bir şartım vardır.
Nedir o?
Gün gelip bir sergi açmamız gerektiğinde ismini yazmak kaydıyla eserlerini geçici olarak sergilenmesine izin verilmesini isterim. Aile üyelerimiz zaten bu konuda gerekli kolaylığı gösteriyorlar ve bilinçliler.
Bir de işin fiziki boyutu var. Bütün eserler eve sığamadığına göre evlere paylaştırmakla bu eserleri başka insanların da görmeleri sağlanmış oluyor. Fiziki mekân sıkıntısını olaya kurumsal bir bağ kurarsak belki aşabiliriz.
Bu sorudan hareketle devam edelim dilerseniz. Koleksiyonların benliği/egoyu artırıcı bir etkisi var mı? Koleksiyoner sahip olma dürtüsüyle, ‘yalnız bende olsun’ isteğiyle nasıl mücadele etmeli?
Önce vaki bir olayla sözlerime başlayayım. Dünyada sadece iki adet bulunan puldan biri müzayedeye çıkıyor. Müzayede sonunda bol sıfırlı dolar ile eseri bir koleksiyoner satın alıyor. İşin ilginç olanı eseri alan, diğer pulu elinde bulunduran koleksiyoner. Parasını verip işlemleri bitirdikten sonra basın mensuplarını çağırarak bu pulların şimdiye kadar dünyada iki örneği vardı, şimdi ise artık bir tane var deyip insanların gözü önünde pulu yırtarak çöpe atıyor ve sözlerini şu cümlelerle sürdürüyor: “Artık bu puldan dünyada bir tane var, o da bende.”
KOLEKSİYONERLER İLGİNÇ KİŞİLERDİR!
İlginç bir ruh hali…
Koleksiyonerler enteresan insanlardır İbrahim Ethem Bey.
Aslında en can alıcı soru bu! Koleksiyonerler iki çeşittir. Birincisi aldığı eserleri saklar, kendisi dışında kimseye göstermez. İkinci tipler de bunu paylaşmayı sever. Paylaştıkça beğenilme, takdir edilme duygularıyla coşar.
Sizin yeriniz nerede?
Ben ikinci tipe giriyorum. Ve bu durumu sık sık kendime hatırlatıyorum. Allah korusun, düşünsenize, koleksiyonların büyülü dünyası sizi o kadar çok etkiliyor ki, kalbinizde birincil olarak bu duyguyu taşıyorsunuz. Bu durumda –maazallah- kaybedenlerden olabilirsiniz.
Ferrari’sini satan adam gibi, bütün koleksiyonlardan vazgeçip kendimizi sıfırlamayı düşünebilmek ilginç olsa gerek. Anadolu Müslümanlığında biz ailemizden hep taklit ettik. Taklid-i iman mertebesindeyiz. Muhtemelen, imanı zayıflıklarımızı giderdiğimiz ölçüde, koleksiyonların bize yüklediği kibir ve diğer duygularla baş etme imkânı olabilecektir. Ve diyorum ki “Yarabbi bizi son nefesimizde razı olduğun kullarından eyle.”
Âmin… Geçtiğimiz yıl Habib-i Hüda sergisiyle hilye koleksiyonunuz ziyarete açıldı. Sanatseverlerin koleksiyonunuza ilgisi nasıldı?
Koleksiyonumuzda hem günümüz hem de Osmanlı dönemi hattatlarının eserlerinin olup bunların birlikte sergilenmesi, diğer yandan, ilişkili bazı objelerin de olması sergiye ayrı bir anlam yükledi.
Ziyaretçiler açısından da geniş bir yelpazeyi kuşatan eserler bir arada izlendi. İlgi yüksek oldu. Bununla birlikte daha geniş kitlelerin de bu güzellikleri görmesi adına Ayasofya Müzesi’nde veya Ankara’da; Külliye’de bir sergi düşünülebilir.
Bu ilgi nasıl telif edilebilir?
SERGİ ZİYARETLERİ İHMAL EDİLMEMELİ
Ziyaretçi sayılarının çok daha fazla olması lazım. Günümüzde popüler kültür her şeyi etkisi altına aldığı için bu konu üzerinde hassaten durup düşünmemiz gerekiyor.
Fenerbahçe başkanlık seçimleri diyorsunuz aynı anda 25 bin kişi o etkinliğe geliyor. Hilye-i Şerif sergisi yapıyorsunuz, toplam gelen sayısı oldukça az. Bırakın sergiyi, koca koca müzelerimiz var. Topkapı Sarayı Müzesi ve Ayasofya Müzesi’ni ayrı tutalım. Tarihi Yarımada’da büyük müzelerimize yıllık gelen ziyaretçi sayısı çok düşük seviyelerde.
Sergilerimizin duyuruları da kanaatimce yetersiz. Metrolarda, metrobüs duraklarında, bilboard ve üst geçitlerde geleneksel sanatların sergileri çok daha fazla duyurulmalı, televizyonlarda kültür sanat programlarında sergiler için özel tanıtımlar yapılmalı. Kısacası PR çalışması yapılmalıdır.
Çocuklarımızı, torunlarımızı yanımıza alıp, sürdürülebilir bir şekilde müze ziyaretleri yapmalıyız. Onlarla birlikte gitmemiz uygun olan sergilere birlikte gitmeliyiz. Geleneksel sanatlar yeni yetişen nesil için gündelik yaşantısının bir parçası haline gelmelidir.
Genel anlamda entelektüel seviyenin, kültür sanatla iç içe olmanın yollarını aramak gerekiyor.
Yeditepe Bienali’ni nasıl buldunuz?
Yeditepe Bienalini çok önemsiyorum. İlk defa bu denli geleneksel Türk-İslâm sanatlarıyla alakalı çok sanatçılı, çok mekânlı ve çok sergili birçok aktivasyon yapıldı. Bu etkinliklerin bir şanssızlığı o günlerde Türkiye’mizin gündeminin çok yoğun olmasıydı. Yine de emeği geçenlere buradan teşekkür etmemiz boynumuzun borcudur.
MEHMET ÇEBİ ÖNEMLİ BİR KOLEKSİYONER
Bu alanda başka ne türden çalışmalar yapılıyor?
Hat eserleri; özellikle Hilye-i Şerif konusunda bir ismin yaptıklarını da göz ardı etmemek gerekir.
Kimdir?
Mehmet Çebi. Mehmet Bey önemli bir koleksiyoner. Hilye-i Şerif ve Tesbih Müzesi açtı. Görmek isteyenler Eminönü’nden Süleymaniye’ye çıkan bölgede eski bir medresede hayat bulan müzeyi ziyaret edebilir.
Mehmet Bey ayrıca Hilye-i Şerifleri en güzel yazma yarışmasının düzenlenmesini ve Hilye-i Şerif Sempozyumu’nun organize edilmesini temin etti. Yurtdışında ve yurt içinde birçok sergiler açtı. Bunlar azımsanacak işler değildir ve övgüyü hak etmektedir. Böyle birkaç isim daha çıkarsa inanın çok güzel şeyler olacak.
Özellikle Cumhurbaşkanımızın ciddi destekleriyle yeni açılacak müzelerde hat eserlerinin daha geniş kitlelerle buluşması söz konusu olabilecektir. Fakat korkum şu ki, her şey paraya tahvil edilirse denge nasıl olacak? Hat sanatının gelişmesini niçin istiyorduk? Allah’a çok şükür nerelerden nerelere geldi. Elhamdülillah. Ama bundan sonra çok paraperest olduk! Bu da günümüz hattatlarının, tezhipçilerinin ve koleksiyonerlerinin imtihanı olsa gerek! Tabii şunu unutmayalım. Avrupa’da soyut resim ve çeşitli sanat akımları için ne gibi paralar harcandığını da görüyoruz. İnanın hat levhalarına ödenen bedeller bunların yanında tabir yerindeyse devede kulak mesabesinde kalır.
Ben buradan bir tüyo da vermek isterim.
Buyurunuz…
İster göz zevkiniz için, ister hikmetli sözler için, ister yatırım amaçlı olsun, mutlaka ama hat eserleri de portföyünüzde bulunsun. Çünkü kat edeceği o kadar çok mesafe var ki! Hayal bile edemeyebilirsiniz. Bazı eserleri para bile verseniz bir daha bulamazsınız.
Bundan sonra benzer sergiler söz konusu olacak mı?
Ab-ı Hayat Anadolu Su Medeniyetleri Koleksiyonumuz özelinde yedi sergi düzenledik. Milletimize faydalar getireceğine inandığımız ölçüde sergilerimize devam edeceğiz. Aslında biz koleksiyonlar yaparak kendimizi mutlu ediyoruz, tatmin oluyoruz, Beğenilme, takdir edilme hoşumuza gidiyor. Burada denge önemli. Yapılan her işte Allah rızasının gözetilmesi mühim. Bunu nasıl yaparız, sizler de bize yol göstermelisiniz. Bunun yanında koleksiyonların sergilenme sıklığını artırıp toplumda Allah (cc) ve Peygamber sevgisinin artmasına vesile olmalıyız.
GÜZEL SANATLAR TOPLUMUN HER ALANINA NUFÜZ ETMELİ
Son olarak koleksiyonerlere ve yazı sevdalılarına neler söylemek istersiniz?
Öncelikle maddiyat maalesef her şeyin önüne geçerse bu büyük sıkıntı olacaktır.
Diğer bir husus da etrafımdan da gördüğüm ve sıkıntı duyduğum bir mevzu… İşi gücü yerinde, maddi imkânları iyi, sürekli gelirleri söz konusu olan ve farklı meslek kollarında olan pek çok kişiyi tanıyorum. Öncelikle kendi evlerine asmak, sonra da başkalarına hediye etmek üzere geleneksel sanatlarımızın ürünlerini alabilecek durumdalar. Ne hikmetse bu kültür gelişmemiş. Almıyorlar. Sergiler ziyarete açılıyor, sergi gezme, müze ziyaret etme alışkanlığı olmadığı için eser de satın alınmıyor.
Ne/ler yapmak lazım?
İnanın bilmiyorum. Yani tabiri caiz ise bir şekilde güzel sanatlar bizim toplumsal dokumuzdan çıkarılmış gibi.
Peki, toplumun genelinde böylesi bir farkındalık nasıl oluşturulabilir?
Bu sorunun cevabını da inanın bilmiyorum. Popüler kültür alabildiğince yaygın. Bu belki bizim tüm yaşam alanlarımıza sirayet ediyor ve hızlıca sekülerleşiyoruz.
Fakat ümidimizi kaybetmeyeceğiz. Kararlı bir şekilde sergiler açarak, yeni yetişmekte olan çocuklarımızın, torunlarımızın gönüllerine bu sevgiyi bir şekilde aşılayacağız. Bir de ne olur, ev görmelerine giderken el işi, Türk geleneksel sanatlarımıza ait orijinal eserler götürelim. Bu konuda kampanya da başlatılabilir.
Neden olmasın…
Diyanet İşleri Başkanlığımız da bir kampanya başlatsa ne güzel olur.
Nasıl bir kampanya?
Her eve bir hilye-i şerif. Bu meyanda eş zamanlı olarak Peygamber (sav) sevgisi de anlatılmış olur.
Evlerimizin sultanları hanımefendiler kendi aralarında yaptıkları günlerde altın günleri gibi, hat levhası günü yapsalar.
İyi fikir…
Bu türden halkaların genişlediğini düşünün. Böylelikle bir çok hane, orijinal hat levhaları ile aydınlanıyor olacaktır.
Bu vesile ile bendenize bu imkânı verdiğiniz için ayrıca sizlere teşekkür ediyorum. “Gerçek Sanatkâr”ı unutmadan, güzel sanatlı hat levhalarında buluşmak dileğiyle.
Ben de vakit ayırdığınız için teşekkür ediyorum.
İbrahim Ethem Gören