ANTİKACI DİYORLAR AMA O ESKİCİ OLMAYI TERCİH EDİYOR
Bilal Atış, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu, antikacılıkla uğraşan bir esnaf. Geçtiğimiz günlerde bir internet portalında listelediği celi sülüs bir besmele levhasını satın almakla başlayan hukukumuz kısa sürede, okumakta olduğunuz mülakatla ilk meyvesini verdi. Mehmet Şevket Eygi’den Rahmi Koç’a kadar pek çok sanatsevere hizmet ederek koleksiyonerlere, antika sevdalılarına yönelik çalışmaları bulunan Bilal Atış ile eskicilik, antikacılık, Osmanlı ve Batı kültüründe antikaya/esere bakış konularında hasbihal ettik.
Sizi tanıyabilir miyiz?
1972 tarihinde İstanbul’un mümtaz bir ilçesi olan Bakırköy’de dünyaya gelen İstanbullu bir eskici. Eskici diyorum çünkü ben İstanbul’da sokak sokak eski eşyalar arıyorum. Anısı olan, hatırası olan, bir şeylere dokunmuş, bir şeylere tanıklık etmiş eşyalar arıyorum. Anıların, hatıraların, bazen gözyaşlarının, bazen sevinçlerin izlerini sürüyorum. Tabii bu, işimin manevi doyum noktası. Evlerden, depolardan, bodrumlardan kaderine terk edilen, gizli kalmış, köşesinde unutulmuş hazineleri arıyorum.
ANTİKACI DİYORLAR AMA ESKİCİ OLMAYI TERCİH EDİYORUM
Antikacı diyorlar ama eskici olmayı tercih ediyorum. Kaderine terk edilen bir objeyi, bir kitabı, bir fotoğrafı, bir hat levhasını, bir resmi, bir elyazmasını keşfederek tekrar hayata kazandırmak ve onunla heyecanlanacak, ona sahip olmakla mutlu olacak yeni sahibine ulaştırmak benim misyonum. İşte Bilal Atış ve yaptığı iş. Bir nevi avcılık: Hunter. Bu kelimeyi de seviyorum.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütüphanecilik Anabilim dalı mezunuyum. 1995 senesinde okulu bitirdim.
Eskilere, eski olana sevdanız nasıl başladı?
Eskiyle, atılmış, unutulmuş objelerle sevdam çok daha eskilere dayanır. Lise yıllarında ailemin verdiği harçlıkları hafta boyu biriktirir ve pazar günleri -eskiler bilir- Topkapı’da Trakya otogarının orada kurulan bitpazarlarında paramı tüketirdim. Annemin tabiriyle bir kucak çöple eve dönerdim. Gözlerimi açtığımda gördüğüm merhum dedemin 1956 model Chevrolet otosu hiç çıkmadı aklımdan.
İSTANBUL’U YAŞAMAK BENDE TUTKUYA DÖNÜŞTÜ
Yaşayamadığım İstanbul’un izlerini, kokusunu taşıyan her parça bende bir tutku oluşturdu.
Üniversite mezuniyetinizden sonra neler yaptınız?
Zaman içerisinde askerlik yaşamı ve ardından 13 sene kadar perakende ticaretin ardından kader beni eskicilikle tanıştırdı ve bu işi profesyonel olarak devam ettirip geçimimi sağlar duruma geldim. Yaşamda başıma gelen en güzel şeylerden ikisidir; eşim ve işim.
1991 yılında girdiğim bölümden 1995 senesinde mezun oldum. 1996 senesinde yedek subay olarak Ankara’da Genelkurmay Başkanlığı’nda kütüphane subayı olarak askerlik hizmetimi tamamladım.
Ankara’da da bitpazarlarını, sahafları dolaştınız mı?
Dolaşmaz mıyım? Askerlik sürem zarfında da mesai saati dışında zamanım Ankara’nın sahaf ve bitpazarlarında geçti. O günlerde topladığım eserler eskiciliğe başlayınca bir nevi sermaye oldu bize. 1997 senesinden 2010 yılına kadar yine Bakırköy’de aynı yerde tekstil ürünleri satışıyla uğraştım. Bu baba mesleğimdi ve bir nevi yapmak zorunda kaldım. Bir müddet sonra sıkıldım ve bu işten kurtulmanın yollarını ararken çok hoş tevafuklarla eski ürünlerin alım satımıyla uğraşır oldum.
Profesyonel anlamda eskiciliğe nasıl başladınız?
1996 senesinde askerden geldikten sonra aileme ait iş yerinde tekstil perakende işiyle uğraşmak durumunda kaldım. Bu baba mesleğiydi. 2010 yılına kadar devam etti. Bunalmıştım, tekstil işini bırakmak için fırsatlar kolluyordum. O dönemlerde henüz KPSS olmadığı için kamu imkânlarından da istifade edemedim. İBB bünyesinde şansımı denemek istesem de malum sebeplerden kısmet olmadı. Bugün geriye bakınca hayırlısının bu olduğuna kanaat getiriyorum.
Kalemle ve kelâmla aranız nasıldı?
Arz ettiğim sıkıntılarla cebelleşirken vaktimi kültür ve sanat etkinlikleriyle değerlendiriyor, bazı edebi sitelerde deneme yazıları kaleme alıyordum. Bir sabah iş yerimin yanında faaliyet gösteren pastaneye bir eskici arabası geldi, eskiler toplayan kardeşimiz kahvaltı edecekti. O arkadaş kahvaltı ederken ben de arabasını karıştırıyordum. Bir kolinin içerisinde iki adet defter dikkatimi çekti. 2 liraya defterleri aldım. 2010 yılı idi. Defterler 1890 senesinde Tunus’ta bir Fransız kolejine ait ders notlarını içermekteydi. Ve her bir sahifesi bir sanat eseri kıvamında kaleme alınmıştı. Birkaç ay bunlarla vakit geçirdim. Defterleri elimden bırakamıyordum.
Sonra ne oldu defterlere?
Bir arkadaşımın tavsiyesiyle internetten satış yapılan bir siteyi tanıdım. O vakitler sitede arttırma usulü ürünler listelenmekte ve açılış fiyatı üzerinden 10 gün boyunca üyelerin peyleri ile fiyat artmakta idi. Bu siteye üye oldum ve defterleri 1 lira üzerinden on günlük arttırmaya koydum. Pey verme süresi sonunda defterleri 175 liraya Ankara’dan bir meraklı satın aldı. Bunun üzerine haliyle heyecanlanmaya başladım. Eğitim hayatım boyunca depolardan, Topkapı Bit Pazarı’ndan topladığım kitapları ve malzemeleri bu site üzerinden sergilemeye başladım. Henüz ilk ay, asgari ücret üzerinde bir hâsılat yapınca mesleğimi değiştirmeye karar verdim.
Allah nasip edecekmiş. Bu sürede kapıdan geçen el arabacılarından bakır, oyuncak, kitap vb. malzemeleri ve eşyaları alıp dükkânımda sergilemeye başlarken tekstil alımını da durdurdum. Bu işlerden gelenle eski işimden hâsıl olan borçlarımı kapattım ve planlarımı eskicilik üzerine yapmaya başladım.
Sürecin başlarında bugün iş ortağım olan Cem Gümüş Bey, bir hikmet-i ilahi olarak, dükkânıma geldi ve bugün sıkı bir dostluğun, kader ortaklığının temelleri Yüce Allah’ın müsaadesiyle o günlerde atıldı. Cem Bey’in yardımlarıyla iki ayda dükkânı tasfiye ettik ve Beyza Antik olarak eskiciliğe profesyonel olarak başladık.
Bu süreçte bir unutulmaz fayda da mahalle komşumuz Sayın Zeki Kotil Bey’den geldi. Kendisinin ısrarları ile 2011 senesinde Feriköy Antikacılar Pazarı diye bilinen pazarda tezgâh açmaya başladık ve aradan geçen altı sene zarfında şehrimizde tanınan bir işletme haline geldik.
Vesilenizle şu anda adını anamadığım ve üzerimizde emeği olan tüm büyüklerimizi de şükranla anmak isterim. Kardeşimin de maddi ve manevi destekleri sayesinde İstanbul’da Beyza Antik olarak meslek hayatımıza devam ediyoruz.
Müşteri kitleniz kimlerden oluşuyor?
Bu sorunun cevabını anlaşılır bir şekilde vermek için işimizin tedarik boyutuna biraz. Eskici/antikacı dükkânlarında sattığımız ürünler ya sermayenin gücüyle dükkânlardan, pazarlardan, yurtdışı tedarikçilerinden alınmakta ya da bizim gibi meslek aşkıyla ve keşfetmenin hazzıyla sokak sokak şehirler harmanlayan insanlar sayesinde günışığına çıkarılmakta... Beyza Antik olarak biz ürünlerimizi; dükkânımızda, tezgâhımızda sergilediğimiz eski değerleri adım adım İstanbul sokaklarını arşınlayarak, şehrin kuytularında faaliyet gösteren depolarda zaman geçirerek sabırla ve ilk elden almaktayız.
İlk elden aldığımız için bizden alıp kendi dükkânlarında satan sermaye sahibi esnaflara da malzeme verebilmekteyiz. Sorunun cevabına gelince: Biz İstanbul, Bursa, Ankara ve İzmir olmak üzere eski ürünlere talep olan şehirlerdeki antikacılara ve koleksiyonerlere ürün satmaktayız.
Zaman içerisinde bizimle alışverişleri olan koleksiyoner dostlarımız, bize iletişim bilgilerini bırakırlar ve aradıkları ürünler yolumuza çıktıkça kendilerine haber vermek suretiyle takdim ederiz. Bugün iletişim kolaylıkları, akıllı telefonların sağladığı resim gönderme avantajları ile alıcılar da güvenerek istedikleri ürünlere sahip olmaktadırlar. Az sayıda olmakla beraber, Arap ve Rus asıllı bir kesim de yine bizden alarak yurtdışındaki dükkânlarında satmaktadır.
BOZUK PARALARDAN OSMANLI SULTANLARININ TABLOLARINA KADAR HER NESNEYİ ALIP SATARIZ
Nelerle ilgileniyorsunuz? Ne alıp ne satıyorsunuz?
Mesleki olarak geçmişin izlerini taşıyan her ürün bizim ilgi alanımız içindedir. Bunun yaşı, türü vb. sınırlaması yoktur. Bir bozuk paradan Osmanlı hakanlarının tablolarına kadar bu yelpaze çok geniştir. Ürün yelpazemiz o kadar geniş ki ben bu sorunuza neler almıyoruz şeklinde cevap vermek isterim. Alkol ve türevlerinin alımını satımını yapmıyoruz. Bir diğer ilgilenmediğimiz alan ise camiada “toprak altı” olarak isimlendirilen 2863 sayılı Kültür Ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu dâhilindeki eserlerle ilgilenmiyoruz.
Bunların dışında bir hikâyesi olan, tarihin bir döneminde bir şeylere temas etmiş olan ya da sanatsal değeri olan ne varsa Beyza Antik olarak peşindeyiz. Kitaplar, levhalar, reklam malzemeleri, oyuncaklar, gümüş, bakır objeler, porselen, seramik eserler; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, oyuncaktan sanata değin liste uzayıp gider.
Sizi ne tür ürünler/malzemeler/eserler heyecanlandırıyor?
Benim severek ve heyecanla takip ettiğim ürünler retro olarak adlandırdığımız 1960 ve 1970’lerden oyuncaklar, bakkaliye malzemeleri, o dönemin popüler reklam ürünleri, sinema, tiyatro ve banka reklamlarının afişleriyle, çizgi romanlar.
OSMANLI’NIN İZİNİ TAŞIYAN HER BİR NESNENİN MADDİ VE MANEVİ DEĞERİ VAR
Müşteri istekleri ve piyasa gerçekleri göz önüne alındığında Osmanlı izlerini taşıyan her şeyin maddi ve manevi değerinin arttığını söyleyebiliriz. Ve insanların bize olan alakası da o yönde pekişmektedir. Beni bu mesleğe iten sebeplerden birisi de aktif bir iş olması ve sürekli keşfetmenin heyecanını barındırması.
KADİM ŞEHRİ SOKAK SOKAK; ADIM ADIM HARMANLIYORUM
Antikacının, sizin tabirinizle “eskici”nin bir günü nasıl başlayıp nasıl bitiyor?
Önce dükkânımı açıp kardeşime teslim ettikten sonra sırt çantamı ve reklam malzemelerini alıp “Tevekkeltü al’Allah“ diyerek sokak sokak bu şehri harmanlıyorum. Öncelikle kendi bölgem olan Bakırköy’de bulunan hurdalıkları, ikinci el dükkânlarını dolaşıyorum. Burada bir şeyler çıkmazsa günlük program doğrultusunda kadim İstanbul’un semtlerine açılıyorum. Bu arada gezdiğim sokaklarda evlerin posta kutularına, lüks ve klasik arabaların camlarına el ilanlarımızı bırakarak tanıtım yapmaktayım.
Dağıttığınız el ilanları üzerinden her hangi bir dönüş oluyor mu?
Nadir de olsa bu ilanlardan dönüş olmakta. Bunun yanında sosyal medyada sürekli tanıtım yaparak insanların ellerindeki eskileri atmamalarını, satmalarını öğütlüyorum.
Ana tedarikçileriniz kimler?
Bizim ürün tedarikinde ana kaynaklarımız hurdacılar ve ikinci eller. Buraya gelen hurda ve ev eşyalarının içinden sürprizler çıkmaktadır.
Kapıcılar da önemli. Özellikle Ataköy gibi, sitelerin olduğu semtlerde kapıcılar sürekli malzeme bulmakta. Bizimle irtibata gecen bu arkadaşlardan da ürün almaktayız.
En güzeli, tabiri caizse tadından yenmeyeni ise evler. Taşınanlar, vefat edenlerin yakınları, evleri kentsel dönüşüme gidecek olanlar bizleri çağırır ve satacaklarını satarlar.
GELİN-KAYNANA ÇEKİŞMESİ ESKİCİLERE YARIYOR!
Sizi en çok kim/hangi profildeki satıcılar memnun ediyor?
Biz en fazla geliri yeni gelinlerden kazanıyoruz! Eski kültürüne dair bir şey bilmeyen bu ablalarımız özellikle kayınvalideden kalanları komik rakamlara bizlere hediye etmekteler. Sağ olsunlar, seviyorum bu ablaları.
ESKİCİLİK, BİR ADIM ÖTE ANTİKACILIK MÜKAŞEFE SANATIDIR
Dükkânlardan malzeme alıyor musunuz?
Nadiren. Benim çok nadir yaptığım bir ürün toplama yöntemi, başka arkadaşların tezgâhlarındaki ürünlerdir. Genelde az önce de arz ettiğim gibi ürünleri ilk elden alıp keşfetmenin hazzını yaşamak isterim. Eskicilik, bir adım öte antikacılık bir nevi mükaşefe sanatıdır.
Sizin de şahsî koleksiyonunuz var mı?
Ben ilkokul yıllarından da önce kitap sevdalısı bir kişiyim. Annem aşılamıştı bu sevgiyi. Bunun yanında rahmetli dedemden kalan klasik araba sevgim var. Gerçeklerine ulaşma imkânım olmadığı için fırsat buldukça maketlerini, oyuncaklarını topladım. Bu işe başladıktan sonra bütün sevdam, dükkânda toplanmaya başladı. Şimdi bir koleksiyon yapmıyorum. Aldığım ürünlerin satılana kadar dükkânda tadını çıkartıyorum. Eğer çok severek aldığım bir eserse bir müddet değerinin üzerinde rakam veriyorum ki biraz daha seveyim. Bu huyumu bilen müşterilerim “Hele bir tadını çıkart, sonra görüşürüz.” diye biraz opsiyon tanıyorlar.
Müşterilerim, bazen de ürün başkasına satılmasın diye topladıkları eserlerin ödemesini yaparlar ve ürünü bir hafta dükkânda bırakırlar ki ben de tadına varayım. Sürekli müşterilerimden bazılarını ise ara ara kahve içme bahanesiyle ziyaret eder, elimden çıkardığım ama gönül bağımı kopartamadığım eserleri tekrar temaşa etme fırsatım olur.
Sattığınız bir gömleği haftalar sonra gidip görmek akıllı bir iş değildir ama sattığınız bir tabloyu haftalar sonra tekrar görmek, bir çay eşliğinde o tablo hakkında sohbete dalmak bana da müşterime de keyif veriyor.
Elinize geçen değerli birkaç eserin hikâyesini anlatır mısınız?
Hangisini anlatayım? O kadar çok ki! Aslında her obje bir tat; her obje bir hikâye. Yalnız bazıları “Gerçekten bu kadar olur!” dedirten olaylar. Mesleğe yeni başladığımda evimin arka sokağında oturan bir bayan, evini İranlı öğrencilere kiraya vermiş ve bu gençler ülkelerine dönerken birkaç parça eşyayı evde bırakmış. Hanımefendi de “Bunlar bir işe yarar mı?” diye bana getirdi. Sıradan malzemelerin yanında ortalama ömrü on beş senelik İran işi toprak güveçler de vardı. Bunları aldım ve o hafta Feriköy’deki Antika Pazarı’nda sergiledim. Balıkesir’den bir esnaf bu malzemeleri aldı. Aradan birkaç ay geçtikten sonra bir müzayede kataloğunda rastladım sattığım ürünlere. “19. asır Osmanlı kınık güveç” diye koymuşlar. Güler misin ağlar mısın?
ESERLER EL DEĞİŞTİRDİKÇE DEĞERİ DE HİKÂYESİ DE ARTAR…
Bizim mesleğin cilvelerindendir; eserler el değiştirdikçe değeri de hikâyesi de artar. Ortağımın Kütahya’dan topladığı on beş, yirmi yıllık çini eserler bizden çıktıktan sonra müzayedelerde “20. asır Kütahya obje” diye sergilenmekte. Tamam da “20. asır” deyince benim aklıma direk 1900 başları gelmekte. Ama yapacak bir şey yok, sistem böyle.
Bu bağlamda başka ne türden hatıralarınız var?
Bir yaz akşamı… Artık yorgunluktan ayağa kalkacak halim kalmamış. Komşu kafede çay içiyorum. Dükkânı toplayacağım lakin elim kalkmıyor. Bir el arabacısı geldi. İlk defa alışverişim olacak. Kalktım ama gitsem mi gitmesem mi… İlk defa geldiği için de adamı kırmak istemedim. Kendisine de bir çay söyleyip arabanın başına geçtim. Aldığım üç parça obje; istediği rakam 50 lira. Muhtemelen sattıklarını bedelsiz olarak evlerden, az önce bahsettiğim yeni gelinlerden almıştı. 50 lira verip objeleri incelemek üzere dükkânıma geçtim. Eserleri inceledikçe, detaylarına vakıf oldukça heyecanlanmaya başladım. Hamam tasının bir kenarında küçükçe bir ibareyle yazılmış olan 1820 tarihini gördüm. Elimde tuttuğum, 1820 tarihli Ermenice ifadeli tombak bebek hamam tasıydı. Muhtemelen ermeni bir zengin, yeni doğacak olan torunu için bir bebe çeyizi hazırlamış. İşte el arabacısından aldığım tas, o setin bir parçası. İlk tombağı böylece almış oluyordum. Diğer parçalardan birisi 1940’lardan seyahat ütüsüydü. Satın aldığım bu iki özel eser, meslek yaşantımın güzel anıları arasındadır.
Kentsel dönüşüme giren ev halklarının da müşterilerinizin arasında saymıştınız. Temellerine dek yıkılacak evlerden neler çıkıyor?
Her şey… Kentsel dönüşüm için bir eve çağırdılar; ev boşalmış. Yıkıcı, önce bir göz atmamı istedi. Belki bir şeyler vardır diye. Komple evi dolaştım ve her daireden bir şeyler toplayarak bahçeye indim. Bahçede kömürlükler var, kapılar çürümüş. Bir tekme ile açılıyor… Bunları kolaçan ettikten sonra, tam çıkacakken aklıma çatı geldi. Çatıya çıktım ki… Neler var neler? Köşede kuzu gibi bir Marconi radyo; büyük salon tipi. Onu aşağıya indirdim. Araca yükledim. Üst baş perişan; yaz günü terden, tozdan, her tarafım kapkara olmuş ama ben mutluluktan uçuyorum. O keyfi anlatmam zor yaşamak lazım. Hikâyelerin tamamını anlatacak olursam mülakatımız uzar gider.
Aldığınız ürünlerin değerlendirmesi, tasnifi nasıl oluyor?
Ürünleri genellikle toplu olarak almaktayız. Bir evden, bir hurda deposundan, bir kapıcının malzeme koyduğu yerden… Bunları dükkânımıza getirdikten sonra kalem kalem ayırır ve içinden çıkan sürpriz ürünleri sona bırakırız.
İlk aşamada piyasada sık rastlanan malzemeleri pazarda eritmek için ayırır ve kalanlar üzerinde çalışırız.
Fiyatı nasıl/neye göre belirliyorsunuz?
Sıklıkla elimizden geçenlerin aşağı yukarı ederi bellidir. Bunları da talep eden müşterilerimize bildirir ve sunarız. İşin en heyecanlı yanı ise sürprizler.
HER PARTİNİN BİR KRALİÇESİ VARDIR!
Her partinin bir kraliçesi vardır. Bu bazen imzalı bir eser, bazen iyi marka bir saat, bazen el yazması bir kitap, bazen de çok ender çıkan bir oyuncak olabilir. Eserlerin mahiyetlerini internet vasıtasıyla araştırır ve bir müddet keyfini çıkarmak için ederinden yüksek olarak fiyatlandırırız.
Her ürünün muadilleri bulunmaktadır; bizde olmasa da arkadaşlarımızın tezgâhlarında ederini görmekteyiz. Bizde aynı rakamlardan satışa koyarız. “Kraliçe” olarak vasıflandırdığım nadir eserleri ise hem keyfini çıkartmak hem de camiada duyulması için ederinden yüksek bir rakamla servis ederiz. Bu durum, bir sonraki partilerden bir sürpriz çıkana ya da o ürüne gerçekten kıramayacağımız bir müşterimiz talep gösterene kadar sürüp gider. Allah’ın rahmeti geniş. İstanbul’un hazineleri bitmez! Başka bir eser yine karşımıza çıkar hamdolsun.
Satış aşaması nasıl şekilleniyor?
Elimize gelen eserlerin bir kısmının sürekli toplayıcıları var. Bu insanlar ya bu ürünleri satan esnaflar ya da koleksiyonerler. Bu arkadaşlarımıza haber veririz ve onların talep gösterecekleri, bizim de kâr edeceğimiz bir rakamlar veririz. Böyle bir talep yoksa ürünü fotoğraflar, varsa hataları, özellikleri ile bir hikâyecik yazıp internet ortamında satışa sunarız. Takipçilerimiz ilgilendikleri ürünleri alırlar; biz de yakın ise elden, uzak ya da şehir dışı ise kargo ile kendilerine ulaştırırız.
Bu aşamalarda da elimizde kalan objeler, kitaplar vb. malzeme birikince pazar günleri Feriköy’de kurulan antikacılar pazarında sergiler ve satarız.
Satamadıklarınız ne oluyor?
Tabii ki her şeyi satamazsınız. Süreç içerisinde elimize gelen malzemelerin tortusu oluşur ve bu dükkânda bir yer işgal eder. Son aşamada biriken bu malzemeler artık bize ekonomik bir değer olmaktan çıkmıştır, bir kâr da getirmeyeceği anlaşılmış olan birikintidir. Bunları da aylık ya da iki aylık aralıklarla eskici ya da çekçekçi dediğimiz toplayıcılara öylesine verir, kurtuluruz.
BİZDE YOLCULUĞUNU BİTİREN BİR ESER BAŞKA BİR DÜKKÂNDA YENİ SAHİBİNİ BEKLEMEYE DEVAM EDER
İlginç olan, eskicilere verdiğimiz ürünlerin, bir evden çıkmış mülahazasıyla hemen yeni sahiplerini bulması. Bizdeki yolculuğunu bitiren eşya, başka bir dükkânda yeni sahibini beklemeye devam edecektir.
Bu hikâye değerli eserler için de geçerlidir. Misalen, ben aralıklarla da olsa yıllar evvel sattığım malzemeyi başka bir pazar ya da dükkânda görür ve şaşarım. Sonra işi çözdüm. Biz, ilk elden uygun aldığımız için bizden de başka bir antikacı alıyor ve dükkânına koyuyor. Ondan daha yüksek rakamlarla başka antikacı alıyor ve kendi rafında yüksek bir rakama ulaşıyor ve bekliyor. Eserler son sahiplerini bulana kadar gezip duruyor.
Antika pazarı dediniz. Pazarda kimler tezgâh açıyor? Müşterileriniz kimler?
İstanbul, Bursa ve Ankara’da sadece eski eserlerin satışa konduğu antika pazarları kuruluyor. İstanbul Feriköy’de kurulan pazar 7 yıllık bir geçmişe sahip ve alanında en çok rağbet gören pazar. Ankara ve Bursa pazarları ise ayda bir kuruluyor. Süreç içerisinde Feriköy pazarına yakın illerden ve çevre ülkelerden de satıcılar gelmeye başladı.
Nerelerden geliyorlar?
Bulgaristan, Yunanistan ve Gürcistan’dan sürekli gelen esnaflar var. Pazarda bizim gibi vergi mükellefi olan dükkân sahibi antikacılar, hafta içi dolaşıp ürün toplayarak bu pazarda satarak geçimini sağlayan kardeşlerimiz ve zamanında toplayıcıyken emekli olunca elindeki ürünleri satmak amacıyla bu pazarda yer bulmaya çalışan emekli kesim de tezgâh açıyor.
YAZ AYLARINDA FERİKÖY PAZARINA NUR YAĞIYOR
Özellikle yaz aylarında memleketlerine gelen Avrupalı Türkler, bulundukları ülke pazarlarından topladıkları malzemeleri Feriköy’de satarak masraflarını çıkartıyor. Pazarda yaz aylarında Almanya, Hollanda ve Fransa’dan gelen malzemelere/eserlere rastlamak mümkün.
Feriköy pazarı saat kaçta kuruluyor?
Sabah 03.00 gibi açılmaya başlayan tezgâhlara ilk önce cebinde sermayesi olan antikacılar gelir ve bunlar ürünler seçilmeden iyi ürünleri alma derdindedirler. Bu hareketlilik öğleye kadar devam eder. Öğle saatlerinden sonra “son kullanıcı” dediğimiz toplayıcılar, koleksiyonerler gelirler ve onlarla alışveriş pazar esnafına başka bir keyif verir.
Pazarın müdavimleri kimler?
Pazarın müdavimleri arasında mimarlar, doktorlar, Arap ve İngiliz koleksiyonerler, Rus toplayıcılara malzeme sağlayan aracılar ve toplumda göz önünde bulunan sanatçılar yer almaktadır. Pazarımızın en renkli müşterilerinden Sayın Mehmet Şevket Eygi ve Sayın Rahmi Koç dikkat çeken isimlerdendir. Her ne kadar bir ürünü alana kadar yorucu pazarlıklar edilse de eserin kıymetini bilen alıcıyla sohbetin tadına doyum olmaz.
FERİKÖY PAZARINDA FİYAT, ALICIYLA SATICI ARASINDA BELİRLENEN RAKAMDIR
Değerinde satabiliyor musunuz?
Aslına bakarsanız eskinin, antikanın belirli bir değeri olmamaktadır. Bu değer yani ürüne biçilen fiyat alıcı ile satıcı arasında netleşmektedir. Bizler mümkün olduğunca ederinden satmaya çalışırken, alıcı dediğimiz dostlarımız da aynı ölçüde hesaplı alma derdindeler. Bir de işin gerçek boyutu var.
NAKİT PARA KRALDIR!
Cebinizdeki nakit para değerlidir. Ben şahsen, üç lira fazlasına haftaya vereyim yerine, üç lira eksiğine peşin satma prensibindeyim. Çünkü her ürün zaman, emek ve parasal bir harcama ile belli bir yorgunluğun sayesinde elimize geçmektedir. Bu yüzden de alıcı dostlarımızla mutabık kaldığımız bir rakamda nakit olarak satmak bizim için en sağlıklısı.
SATILACAK ÜRÜNÜN DEĞERİNİ ALICININ CEBİNDEN ÇIKACAK NAKİT BELİRLER
Siz elinizdeki ürün için ne kadar yüksek bir rakam isterseniz isteyin, o ürünün değerini alıcının cebinden çıkan nakit belirler. Bir de piyasa gerçekleri var. Benzer ürünler tezgâhlarda, dükkânlarda kaça listelendi ise üç aşağı beş yukarı aynı rakam oluşmaktadır. Bir de internet olayı var. İnsanlar internette yüksek rakamlarla satış yapmaktalar. Fiyat noktasında Gitti Gidiyor, Sahibinden ve Nadir Kitap gibi sanal ortamlarda ve uluslar arası satış yapılan E-bay isimli sitede listelenen ürünler dikkate alınıyor.
Gerçek piyasa fiyatı nedir?
Şöyle ki gerçek piyasa internet fiyatının yarısı gibidir. Bir internet pazarında 300 liraya listelenen bir kitaba tezgâhınızda 200 lira istersiniz, bu pazarlık payı ile 150 liraya vereceğiniz anlamına gelir.
ESKİ ALIP ANTİKA SATARIZ
Tekrar etmekte yarar var, bizim sektörde ürünün fiyatını alıcı ile satıcı arasındaki diyalog belirler. Biz eski alıp, antika satarız.
“Eski alır, antika satarız.” dediniz. Bu bağlamda eski nedir, antika nedir?
Bu, bir meslektaşımızın sözü, Antik Arkeoloji isimli firma işletmecisi bir Amerikalıdan duydum. “Biz antika almayız; hurda alır, antika satarız.” demişti. Bunu bir meslekî kaide olarak benimsedim.
KULLANILMIŞ HER ÜRÜN ESKİDİR; HER ESKİ ANTİKA DEĞİLDİR
Genelde ne olursa olsun her kullanılmış ürün eskidir. Lakin her eski antika değildir. On sene, yirmi sene ve takip eden periyotlarda kullanılmış eşyalar eskidir. Bir ürünün eski mi, antika mı olduğu o ürünün üretim aşamaları ve dönemsel özellikleri belirler.
Eski bir üründen antika olarak bahsedebilmemiz için hangi hususiyetleri haiz olması gerekir?
Bir defa tarihi olacak. Zaman için kabul edilen ölçü yüz senedir. Yüz seneyi aşan ürünler genel olarak antika diye vasıflandırılır. Üretim aşaması… El ile üretilen, sınırlı sayıda imal edilen ve günümüze üretim aşamasındaki tüm özellikleri kaybetmeden yansıtan ürünler antikadır. Adet de önemlidir. Üretildikleri dönemde sınırlı sayıda, az üretilen, limitli üretim dediğimiz ürünler antikadır.
Bunun dışında kalan ürünleri, eserleri eski olarak isimlendirmek daha sağlıklı olacaktır. İstisnalar olmaz mı? Elbette olur. Yirmi sene evvel sadece 100 adet üretilmiş bir obje de antika sınıfındadır. Otuz sene evvel sadece 100 adet basılıp o gün için seçkin insanlara dağıtılan bir kitap da nadir eser olarak sayılır. Bunun yanında yüz sene evvel üretilen bir tahta kaşık eğer bir sanatsal özelliği yoksa her evde karşımıza çıkan binlerce örneği olacağı için antika değil; eski bir kaşıktır.
SOKAKTAKİ “ÇEKÇEKÇİ” DE MÜZAYEDE ŞİRKETLERİNİN SAHİPLERİ DE KAŞIKÇI ELMASI’NI ARIYOR
İstanbul’da bu işle meşgul olanlar nasıl sınıflandırırsınız?
Bu sektörden geçimini sağlayanları geniş bir yelpaze içinde sıralarsak sokaklarda dolaşıp katı atık toplayan “çekçekçi”lerden büyük müzayede şirketlerine uzanan bir zincirle karşılaşırız. Herkesin ortak amacı ”kaşıkçı elması”nı tekrar bulabilmek! Bulanlar da yok değil hani. Mesleki olarak ben eskiyle uğraşanları üç sınıfa ayırıyorum. Tedarikçiler, aracılar, koleksiyonerler.
Siz hangi sınıfa dâhilsiniz?
Biz tedarikçi sınıfındayız. İlk elden bulduğumuz ürünleri daha kuvvetli sermaye sahibi antikacılara satmaktayız. Bu antikacılar, nihai koleksiyonerlere ulaşabilmektedir.
Peki, aracılar kim?
Aracılar, belli bir müşteri portföyüne sahip antikacılardır. Kim ne topluyorsa ona göre malzeme tedarik ederler ve müşterilerine servis ederler.
Geriye koleksiyonerler kaldı.
Koleksiyonerler, ya bizzat kendileri emek ve para harcarlar ya da sanat danışmanları veya antikacılardan oluşan bir ekip kurmuşlardır. Yurt içinden ve yurt dışından koleksiyonlarını zenginleştirmek için ürün tedarik ederler.
Bu işi yurt dışında yapanların hikâyelerini takip ediyor musunuz?
Son zamanlarda özellikle Fransa’dan konteynırlarla antika eşya getirip İstanbul’daki dükkânlarda, müzayedelerde satanlar da piyasaya girmeye başladı. Eskici olarak ilgilendiğimiz ürün yelpazesi o kadar geniş ki bilgi birikimimi arttırmak için yabancı firmaların internet sitelerini, konuyla ilgili uydu kanallarında yayınlanan programları kaçırmamaya gayret ediyorum. Özellikle Amerika ve İngiltere sanayiinin beşiği olduğundan, ürün çeşitliliği o derece fazla ki buralarda çalışan eskicilerin, antikacıların hikâyelerini biraz da kıskanarak takip ediyorum.
Son cümlenizdeki yer bulan antikacıların antikasından bahis açalım. Antika bize has bir ibare değil. Ne dersiniz?
Eyvallah derim İbrahim Ethem Bey. Antika, zaten Fransız kültür bölgesine özgü bir terimdir ve çok erken dönemde Avrupa’da gelişen atölyeler sanat zevkiyle harmanlanan ürünler üretmeye başladıkları için yurt dışında daha çok malzeme ve daha orijinal olarak bugüne gelmektedir.
İki ortaksınız, Türkiye’de ortaklık hikâyeleri çok, yurtdışında antikacılıkla meşgul olanlar arasında ortak hikâyeleri dikkatinizi çekti mi?
Çekmez mi! Amerika’da bu işi yapan iki ortağın hikâyesi bir özel kanalda mütemadiyen yayınlanıyor. Antik Arkeoloji isimli firmanın sahipleri olan iki ortak, altlarında bir minibüs ile bütün Birleşik Devletleri dolaşıp farklı keşifler yapmaktalar.
Bir de yakın çevremizde eski Sovyet devletlerine gidip oralardan ürün getiren arkadaşlarımız var. Yurt dışı bitmeyecek bir kaynak ve her bütçeye göre malzeme çıkmakta.
İlginizi çeken hikâyeler neler?
Bir pazar tezgâhıma tanınmış sanayici ve iş adamı bir koleksiyoner geldi. Tezgâhımda müzayedelerde 2500 lira gibi satışa çıkartılan 19. yüzyıla ait Kütahya çini bir ürün var: Ortodoks ailelerin dua odalarını süsleyen bir obje. Yanındaki bilirkişi ile epey inceledikten sonra fiyat sordular. Ben almayacaklarını bildiğim için cüzi bir rakam söyledim ve ürüne 500 lira istedim. Eser hakkında bilgi aldı, yaşını sordu. Eski obje yapılırken yanında değildik ki net tarih verelim ama 100-120 yıllık bir ürün olduğunda hem fikirdik. Koskoca iş adamı bana “Her yılını bir liradan verir misin?” deyince tebessüm ettim ve “Teşekkür ederim, lakin bir Yunanlı sanatsevere her yılını 5 liradan rahat verebilirim” dedim. Acı olan nedir biliyor musunuz? Bu pazarda gerçekten didinerek çok değerli ürünleri tezgâhına ya da dükkânına koyan ve sadece bu işten ailesini geçindiren arkadaşlarımız var. Ben de bu sınıftan bir kardeşinizim. Zenginlerimiz, müzayede firmalarının beş yıldızlı otellerde düzenledikleri organizasyonlarında gerile gerile, birbirlerine göstere göstere aldıkları malzemelere değerinin çok üzerinde ödeme yaparken, pazarda ya da bir dükkânda gördükleri gerçek bir esere değerinin çok altında teklifte bulunabiliyor. Sonra ne oluyor biliyor musunuz? Bir gün bir Fransız, bir Amerikalı, bir Rus, hatta bir İskoç geliyor ve hiç pazarlık yapmadan istediğiniz rakamı ödeyip alıp gidiyor.
ANTİKA AVRUPALI’DIR
Biraz da antika kültürüne ve Osmanlı’daki duruma değinelim istersiniz. Antika kültürü Avrupa menşeli, Fransa odaklı... Osmanlı ise hadiseye sanat ve emek olarak bakmış. Osmanlı antikası dendiğinde ne anlaşılması gerekir?
Antika, Avrupalıdır ve Avrupa’dan bize gelmiş bir anlayış, bir tarzdır. Osmanlı’nın ise eserleri eskidir. Osmanlı antikası denilince 17’inci, 18’inci ve 19’uncu asırlarda Avrupa’da, Osmanlı yaşam zevkine uygun yapılarak bize pazarlanan ürünler akla gelmektedir.
OSMANLI SANAYİİ TEZGÂHA VE EMEĞE DAYALI İDİ
Osmanlı sanayii tezgâhlara ve emeğe dayalıdır. Osmanlı’nın değerli ürünlerinde emek vardır, sanat vardır, hatta iman vardır. Kütahya çinisi, İznik çinisi, Çanakkale toprak eserleri, hat sanatı, bakır sanatı vb. ürünler Osmanlı’nın günlük yaşamda kullandığı ürünler olsa da her birinde alın teri, estetik mana ve göz nuru vardır. Hepsinden önemlisi mezkûr esere, yapan ustanın karakteri yansımıştır.
Benim şahsi görüşüm Avrupa’da üretilen eski eşyalar, nadir eserler, tablolar, mobilyalar -sayın sayacağınız kadar- antikadır. Osmanlı’da üretilen az önce bahsettiğim eserler ise el emeği göz nuru birer sanat eseridir.
İki medeniyetin eserleri arasında bile bir karakter farklılığını sezersiniz. Avrupalı üretirken “Nasıl daha fazla üretebilirim, nasıl daha fazla satabilirim?” düşüncesi içerisindedir. Osmanlı ustası ise “Nasıl daha iyisini, daha güzelini yapabilirim?” mülahazasındadır.
OSMANLI ESERLERİ DÜNYANIN DÖRT BİR TARAFINDAN ALICI BULMAKTADIR
Osmanlı ustası, her defasında üretimine başka değerler katarak sanatını zirveye taşıma derdindedir. Bu sebeptendir ki Avrupa ürünleri, yalnızca kendi kültür bölgesinde ve Avrupalılaşan, kendi değerlerine yabancılaşan doğulu insanlar tarafından toplanmaktadır. Osmanlı eserleri ise dünyanın dört tarafından alıcı bulmaktadır. Bugün Osmanlı Cihan Devleti’ni sevmeyen kesimler bile, toplumun milli ve manevi değerlerini öteleyen çevreler bile Osmanlı eserlerine ve Türk-İslâm sanatı eserlerine yatırım yapmaktadır.
İstanbul’da antikacılığın genel seyri hakkında neler söylemek istersiniz?
Sürekli arazide olduğum ve sokak sokak kenti gezdiğim için şu husus dikkatimi celp etmektedir. Son üç ay içerisinde Taksim ve Üsküdar olmak üzere iki antika festivalini geçirdik. Her hafta kurulan Feriköy Antika Pazarı bize bir gösterge olmaktadır.
İSTANBUL, ANTİKACILIKTA BÖLGENİN NABZINI TUTUYOR
İstanbul, antika konusunda sadece Türkiye’nin değil; Ortadoğu, Balkanlar ve eski Sovyet bölgesinin de nabzını tutmaktadır. Bu şehir, antika konusunda her geçen gün Avrupalılaşmaktadır. Şöyle ki her geçen gün yurt dışından tırlarla eski eşyalar İstanbul’a gelmekte ve dükkânlarda raflarda yerlerini almaktadır. İstanbul’daki antikacıları gezdiğinizde Avrupa menşeli ürünlerin ağırlıklı olduğunu sezeceksiniz.
Bu keyfiyet nasıl değerlendirilmeli?
Kesinlikle uzmanları tarafından acilen teşrih masasına yatırılarak değerlendirilmeli İbrahim Ethem Bey. Şahsen bu hususta mutlu, mesut ve bahtiyar değilim. Evvelemirde ülkemizin hatırı sayılır miktarda parası yurt dışına gidiyor.
Bunun yanında Avrupa, Amerika ve Rusya’dan sabırla İslam-Türk eserlerini; yitik Osmanlı kıymetlerini toplayıp geri kazandıran sermaye sahiplerini de tebrik ve teşvik etmek lazım gelir. İstanbul’un Avrupa’nın mezbelesi olması benim hoşuma gitmiyor.
Koleksiyonerlere, antikacılara nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?
Mesajım, antikacılara değil de antika severlere olsun. Bu satırları okuyan kardeşlerimiz eğer bir şeyler biriktirmeye, bir şeylerin izini sürmeye başlayacaklarsa önce ne toplayacaklarına karar vermelerini öğütlerim. “Param var ne bulursam alırım.” yaklaşımı yanlış bir yaklaşımdır. Koleksiyon meraklılarına sadece bir alanda ve sabırla ürün toplamalarını tavsiye ederim. Bu toplama işinin bizim kültürümüzle, bizim eserlerimizle oluşmasını arzularım. Bugün bütün dünya koleksiyonerleri Osmanlı eserlerinin izlerini sürmektedir.
Ayrıca eskinin kokusunu, eskinin hikâyesini seven insanlara acele etmeden, sabırla ürün kovalamalarını, bütçelerinin yanında zamanlarının da bir kısmını bu işe ayırmalarını salık veririm.
Bir dükkândan parasını verip aldığınız ürünü, bir el arabacısından ya da her nereden çıktığını bilerek almak daha keyifli olacaktır. Koleksiyonerlik, antika toplayıcılığı, 1000 liralık bir ürünü müzayededen 1000 liraya almak değil bence. O ürünü ummadık yerde 100 liraya yakalamaktır. Sohbetin başında belirttiğim gibi keşfetmektir. Çünkü koleksiyonerlik bir keşif sanatıdır.
İbrahim Ethem Gören