ALİ SOLMAZ İLE KOLEKSİYONLARI ÜZERİNE…
Ali Solmaz entelektüel bir şahsiyet. Tarihçi Solmaz tiyatro ve dizilerdeki başarılı rolleri kadar koleksiyonculuk yönüyle de dikkatleri üzerine çekiyor.
Sanatçı Ali Solmaz ile 14-21 Temmuz 2020 tarihleri arasında Silivri Belediyesi Sanat Galerisi’nde ziyarete açtığı “Ali Solmaz Koleksiyonu ile Osmanlı ve Milli Mücadele Sergisi” üzerine bir e-röportaj gerçekleştirdik.
Ali Bey sizi tanıyabilir miyiz?
Öncelikle bana böyle bir fırsat verdiğiniz için size ve emeği geçen herkese kalben teşekkür ederek söze başlamak istiyorum. Ben 1979 yılında İstanbul, Silivri İlçesinin Kavaklı Köyü’nde dünyaya geldim. İlk, orta ve lise eğitimi sonrası tasavvufa yoğun ilgim olduğundan üniversitede ilahiyat okudum. Bir yandan da tarih aşkına yakalandım. Bu süre zarfında tiyatro eğitimi de alarak sahne deneyimleri yaşadım. Daha sonra tiyatro ve oyunculuk üzerine akademik eğitim aldım. Bazı ulusal proje ve dizilerde irili ufaklı birçok rolde karakterlere hayat verdim. Fakat dizilerde tiyatro sahnesindeki heyecanı bulamadığımdan tiyatroya yöneldim. Güncel ve komedi oyunlarının yanı sıra tarihi oyunları oynamaktan büyük keyif alıyorum. Şu anda profesyonel bir ekibim var ve Türkiye’nin her yerinde sahne alıyorum. Kısacası ben tarihe âşık bir tiyatro sanatçısıyım.
Koleksiyon merakınız nasıl başladı ve gelişti?
Rahmetli babamın otobüsü vardı, O yıllarda köyde yaşıyordum. Köy evimizin arkasında otobüsün eski jantları vardı. Bir pazar günü yoldan demirci bağırarak geçiyordu, birden o hurda jantları satma fikri geldi aklıma. Durdurdum hurdacı kamyonunu ve jantları verdim, adam para vermek için elini cebine attı iki adet eski para çıktı cebinden.
Aldığınız paraları hatırlıyor musunuz?
Hatırlamaz mıyım İbrahim Ethem Bey, biri küçük kâğıt 10 lira, diğeri de kırmızı yine kâğıt 20 lira. “Aa yanlış” oldu diyerek diğer cebinden geçen/tedavüldeki paraları çıkardı. Eski(mez) paralar inanılmaz dikkatimi çekmişti, “o eski paralara bakayım” dedim ve inceledim, direkt ruhumla bakıyordum.
“İYİ, TAMAM, AL!”
Tarif edilmez bir mutluluktu bu. Adama dedim ki “bunları bana verir misin?” “Yok veremem, ben eski para topluyorum” dedi. “O zaman satmıyorum jantları” dedim. Adam güldü ve “iyi, tamam, al!” dedi ve eski paraları takdim etti. O günden sonra amatörce, komşulardan, esnaftan eski paraları toplamaya başladım ve böylece koleksiyon dünyasına ilk adımımı hurdacı sayesinde atmış oldum.
Daha sonra kataloglardan ve uzman kişilerden para dünyasının inceliklerini öğrenerek koleksiyonumda revize yaptım.
Neleri topladınız?
Osmanlı madeni paraları ve altınları topladım. Sonra Osmanlı kâğıt paraları ve madalyaları... Derken, 100 sayfalık yazılı belgelerde bulamadığımı bir Osmanlı fotoğrafında buldum. Bende inanılmaz siyasi ve hissi manalar telkin etti. Ve böylelikle sonrasında orijinal Osmanlı fotoğraflarını da toplamaya başladım. Zamanla objeye geçiş yaptım. 20 yıla yakındır ruhumun ‘al’ dediği antikaları aldım. Ve akabinde tasdikli belgelerle gerçek tarihi öğrenmeye başladım. Biraz garip gelecek ama elime bir obje, belge veya fotoğraf aldığımda iyi veya kötü şeylere şahitlik ettiklerini hissedebiliyorum. Daha sonra Koç ve Galatasaray müzelerine de tutanak karşılığında bazı nadir fotoğraflar verdim. Son 3 yıldır da elimdeki koleksiyonumu halka açmaya karar vererek ücretsiz sergiler düzenliyorum. İnanılmaz reaksiyonlar alıyorum. Buradan sergilerime gelen yüzlerce kişiye de sizin vesilenizle teşekkür ediyorum.
Çok güzel bir giriş oldu Ali Bey, var olunuz. Koleksiyonlarınızı tanıtır mısınız?
Öncelikle şunu söylemeliyim.
Buyurunuz lütfen…
Koleksiyonumdaki tüm obje, belge ve fotoğrafların hepsi dönemin orijinal ürünleridir. Orijinal olmayan ürünleri kapımdan içeriye sokmuyorum. Koleksiyonumdaki ürünlerin %90’ı Osmanlı dönemi; %10’uda Cumhuriyet döneminin ilk yıllarına ait.
Neler var?
Neler yok ki! Osmanlı fotoğraflar, kartpostallar, belgeler, kılıçlar, kamalar, tabancalar, tüfekler, ayet yazılı pazubentler, muskalar, diplomalar, fetvalar, tılsımlı gömlekler, fermanlar, beratlar, kâğıt Osmanlı ve Cumhuriyet paraları, madeni Osmanlı paraları, Osmanlı para keseleri, haritalar, madalyalar, dürbünler, el dikimi bayraklar, çarıklar, askeri ve sivil kostümler, imzalı ve ithaflı özel kişilerin fotoğrafları, el yazma kitaplar, deve derisinden Hacivat-Karagöz figürleri, gravürler, saray ressamlarının çizdiği portreler, el çekme hatlar, muskalar gibi eşsiz ürünler mevcut...
Bunca kıymetli, nitelikli eseri, objeyi nasıl buldunuz?
Onları bulmak için Türkiye’nin birçok iline gittim ve kredi çektim. Onlar benim ruhuma hitap eden aşklarım.
Koleksiyonunuzda Osmanlı dönemine tarihlenen eserler hakkında bilgi almak isteriz…
Beni en çok etkileyen eserler şüphesiz Osmanlı dönemindeki eserler. Onlara gözüm gibi bakıyorum, ayrıca garip bir şekilde eksik olan bir Osmanlı obje istediğim zaman bir şekilde önüme çıkıyor. En son III. Mustafa dönemi bir el yazması çok istiyordum. Almaya/bulmaya niyet ettikten bir hafta sonra sanki bana hediye gibi bir tevafukla önüme geldi.
OSMANLI ESERLER EMİN VE EHİL ELLERDE…
Osmanlı eserlerinin hepsi o dönemden günümüze bilgi aktarımı yapan ve bizi aydınlatan birer meşale gibidir. O yüzden, özellikle Osmanlı dönemi fotoğraf ve efemera olan belgeleri Almanya’dan gelen asidi alınmış özel albümler içinde muhafaza ediyorum. 100 sene boyunca föylerin içinde kalsa da yapışma, koku veya herhangi bir sıkıntı biiznillah yaşanmayacak. Kısacası Osmanlı eserler emin ve ehil ellerde.
Milli Mücadele yıllarına koleksiyon anlamında odaklanmanızın ardında nasıl bir hikâye var?
Özelikle sergilerimi açarken düşündüğüm şey aynen şudur. Sergiye gelen her kesim kendinden bir şey bulmalı. Örneğin birisinin dikkatini hüsn-i hat çekiyorsa diğeri madalyalara ilgi duyabiliyor, bir diğeri ise kılıçlara... Dolayısıyla Osmanlı’yı ve Cumhuriyet’i seven her kesim büyük bir hayranlıkla sergiyi gezdi ve fotoğraflar çekip sorular sorup notlar tuttu. Türklerin ateşle imtihanı olan, dedelerimiz ve ninelerimizden hep dinlediğimiz yokluk yılları olan Milli Mücadele’ye değinmeden geçemezdim. Allah onlardan razı olsun.
Âmin. Koleksiyonunuzun Milli Mücadele yıllarına ilişkin öğeleri için de bir paragraf açalım dilerseniz.
Milli Mücadele dönemi sadece yaşı 50-60 ve üzeri olanların değil de geçlerin de dikkatini çekmesi açısından hayret uyandırıcı objeler koydum sergiye.
Mesela…
Mesela İstiklal Savaşı dönemi kullanılan ve çatışma anında mekanizmasına mermi gelmiş ve kullanım dışı kaşmış tabanca, Mustafa Kemal Atatürk’ün de kullandığı savaş dürbünü, İstiklal savaşında kullanılmış şifreli mektuplar ve çarıklar gibi.
Gençlerin tepkileri nasıl oldu?
Gençler bu objelere bayıldılar. Ama beni en çok düşündüren olay şu oldu. Her gelen de “Ali Solmaz hakkında bilgi alabilir miyiz?” “Kim bu Ali solmaz?” diye sorduklarında “Benim” dediğimde şok oldular. “Biz sizi daha yaşlı biri olarak bekliyorduk” dediler. Kimilerinin gözleri doldu ve beni alnımdan öpmek isteyenler dahi oldu.
TARİH, GENÇLERLE DAHA GÜZEL…
Bu gurur beni fazlasıyla mesrûr etti. Bununla birlikte düşündürdü de… Sanki tarihle ilgilenenler, üst düzey koleksiyon yapanlar, konferans verenler sanki hep yaşlılar gibi algılanıyor. İnşallah ben bu zincirleri kırmak istiyorum. Tarih, gençlerle daha güzel. Kısaca toparlamak gerekirse temelsiz bina olmadığı gibi, geçmişsiz gelecek de olmaz.
Sergi açma fikri nasıl ortaya çıktı? Hazırlık süreçlerine değinir misiniz?
Bendeki obje, belge ve fotoğrafları gören dostlarım ve çevrem bunları daha geniş kitlelerinde görmesi gerektiğini söylüyorlardı ama ben bir türlü kendimi hazır hissetmiyordum. Daha sonra bu düşüncem değişmeye ve daha derin tarihi bilgiler öğrenmeye başladım. Ve kendimi hazır hissettiğimde sergi çalışmalarına başladım. Tarihçilerle ve büyük koleksiyonerler ile sürekli kontak halinde olup bilgi alışverişinde bulundum. Daha sonra özel ürünleri, özel çerçeve içine alıp koruma altına almakla işe başladım.
Sergideki tüm obje, belge ve fotoğraflar hakkındaki bilgileri de, lazerde ışık yansıtmayan mat pirinç levha üzerine yazdık. Ayrıca şunu ifade etmek isterim, kültürel mirasımız ve ata yadigârları olan Osmanlı dönemi eserleri korumak sadece koleksiyonerlerin değil, herkesin görevi olmalı.
Tiyatro sanatçısı olmamdan kaynaklı biraz detaycıyım. Her şey kusursuz olmalıydı, açıklamalardaki bilgilerden tutun da fon müziklerine kadar… Allah’a hamd olsun şimdiye kadar açtığım tüm sergilerden yüzümün akıyla çıktım. Bundan sonraki amacım bu özel ve bilgilendirici eserleri Türkiye genelinde sergilemek.
Sergi içeriğinden bahseder misiniz?
Öncelikle şunu söylemeliyim, beni heyecanlandırmayan ve bir fikir vermeyen hiçbir objeyi sergilemiyorum. Önce kendim hissediyorum onun enerjisini, yaşanmışlıklarını, tozlarına ve dahi zerrelerine kadar. Bu aşk işi, parayla yapılacak bir şey de de değil.
Sergi, Osmanlı son dönemde Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki obje, belge ve fotoğraflar içermektedir. İlerideki sergilerimde “Yokluk Yıllarında İstiklal Savaşı” sergisi, “Osmanlı El Yazmaları” sergisi, “Tüm Esrarıyla Birinci Dünya Savaşı” sergisi, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Tiyatro” sergisi, “Fotoğrafların Sırrı” gibi şaşılası ve hayret uyandırıcı sergiler de açmayı düşünüyorum.
Ziyaretçilerin en çok hangi eser/obje dikkatlerini çekti?
Az önce de kısaca bahsettiğim gibi ziyaretçiler kendinden ne buluyorsa, direkt o objeye yönleniyor. Ama okumaya ve o atmosfere dalmaya başlayınca samimi söylüyorum en az bir saat boyunca sergiden çıkamıyor. Sergiye tekerlekli sandalyede gelen yaşlılarımız bile oldu. Kısacası inanılmaz bir maneviyat ve bilgi döngüsü oldu. Toparlamak gerekirse sergi ziyaretçileri önce ruhunun çektiği ve geçmişten bilgisi olan objelere yöneliyorlar daha sonra hepsine... Ben yeteri kadar bu tarz sergiler açılacaksa kitabi bilgiden ziyade buralarda edinilen ve görsel bağlamda öğrenilen bilgilerin daha kalıcı ve etkileyici olacağı kanaatindeyim.
Koleksiyonunuzdan doğup büyüdüğünüz Kavaklı’ya dair neler öğrendiniz?
Yıllar önce elime ölçekli, bez üzerine yapıştırılmış ve Silivri’den Karadeniz’e kadar köyleri de gösteren Osmanlıca orijinal bir harita geçti. Bunu incelediğimizde haritanın farkı yerleşim yeri olmayan yerler içinde üzerinde enteresan bilgilerin yer almasıydı.
Ne tür farklı bilgilerden söz ediyorsunuz?
Silivri’nin Feteköy (Kavaklı) isminin altında (Aynı zamanda doğup, büyüdüğüm yerdir) “çıfıtlık” yazıyordu mesela. Bu tabiri ilk defa duyuyordum, araştırdım ama çok sağlıklı bilgilere ulaşamadım. Daha sonra bir tarihçi dedi ki; “o dönemde Ermeni veya Rum mezarlıklarına halk arasında “çıfıtlık” denirdi. Böylelikle haritadan yola çıkarak anladım ki köyümüzün alt kısmında yıllardır bilmediğimiz bir mezarlık vardı. Oysa köyümüz Cumhuriyet döneminin başında, harf değişikliğinden önce kurulmuş ve bildiğimiz kadarıyla da Ermeni veya Rum vatandaşlar hiç yaşamamıştı. Daha sonra aynı haritayı dikkatlice incelediğimde mezkûr mezarlığın Selimpaşa Köyü ile Kavaklı arasında yer aldığını fark ettim.
Sonra yaptığım okumalar ve araştırmalar neticesinde öğrendim ki Selimpaşa’nın tarihi Osmanlı, hatta Bizans dönemine dayanıyordu ve birçok gayrimüslim vatandaşa ev sahipliği yapmıştı. Dolayısıyla haritada “Çıfıtlık” olarak nitelendirilen bölge kuvvetle muhtemel Ermeni/Rum mezarlığıydı. Daha sonra oraları bizzat gezdim ama yerinde yeller esiyordu. Başımdan geçen bu olay sonrası tarihe bir kez daha hayran oldum.
Sırrı Selim Paşa’nın fotoğrafının ve fotoğraf özelinde Selimpaşa’ya ismini vermesinin hikâyesini dinleyebilir miyiz?
Bendirli (Mehmet) Selim Sırrı Paşa “Vezirlik” rütbesiyle Bulgaristan Silistre’ye vali olarak atanan kıymetli bir paşamızdır. Daha sonra Sadrazamlık makamına da getirilmiştir. İstanbul, Silivri Selimpaşa’nın o dönemdeki ismi Bigados’tu. Sırrı Selim Paşa, Silistre Beylerbeyi görevinin sonunda Bigados’a uğramış Rum evleri çok dikkatini çekmiş ve burayı çok sevmiş. Sadrazamlığı döneminde de ilgilenerek köyün meydanına bir çeşme yaptırmış. Daha sonra da kasabaya diplomatik yazışmalar sonucunda kendi ismi verilerek “Bigados” “Selimpaşa” olarak değiştirilmiş. Onun hakkında bazı evraklara sahip olmak gerçekten gurur verici.
Meşhur ‘Yalova Kaymakamı’nın fotoğrafının da emanetçiliğini yapıyorsunuz. Nüktelere konu olan Yalova Kaymakamı kimdir? Söz konusu fotoğraf koleksiyonunuza nasıl dâhil oldu?
Sergiye birazda mizahi bir hava katmak amacıyla dillere pelesenk olmuş Yalova kaymakamı olan Şefik Refik Soyer’in (D.1889-Ö.1962) bir fotoğrafını koydum. Şefik Refik Bey, Yalova kaymakamlığının yanı sıra Bursa, Kayseri, Hatay, İzmir ve Konya’da valilik görevlerinde de bulunmuştur. Dilerseniz hikâyeyi kısaca hatırlayalım.
Lütfen…
Bir gün Yalova’ya genç, yeni mezun olan bir kaymakam (Şefik Refik Soyer) atanmış. İlk kez göreve başlayacak olan Kaymakam, İstanbul’dan vapura binerek Yalova’ya hareket etmiş. Yalova’ya geldiğinde iskelenin tıklım tıklım insanlarla dolu olduğunu görmüş.
“BU KALABALIK YALOVA KAYMAKAMINI BEKLİYOR DEĞİL Mİ!”
Güverteye çıkmış, etrafa gülümseyerek bakıyormuş. Yanından geçen bir boyacıya usulca sormuş:
-’Bu kalabalık Yalova Kaymakamını bekliyor değil mi?
Boyacı, gülmüş:
-’Kim takar Yalova Kaymakamını ağabey. Halk, Gazi Paşa’yı bekliyor’ demiş.
Meğer o gün Yalova’ya Gazi Mustafa Kemal geliyormuş, kalabalık da Atatürk’ü karşılamak için toplanmış."
Serginizde sizin için özel olan bir esere de değinir misiniz?
Hepsi birbirinden kıymetli eserler ama benim direkt ruhuma hitap edenler madalyalar ile el çekme ve el yazma Osmanlı eserleri... Direkt ona dokunmuşlar, onu hissedip tutmuşlar. Onların enerjisi ve yaşanmışlıkları bedenim burada olsa da ruhumu o anlara götürüyor. Ayrıca beni ve gelenleri sergide çok etkileyen bir diğer kıymetimiz İstiklal Savaşı dönemi, yokluk yıllarında elle dikilmiş bayrağımız, Türk bayrağıdır.
Sergi için “Beklediğinizden daha fazla ilgi gördü” diyorsunuz. Bu ilgili neye bağlıyorsunuz?
Bence farkında olmasak da atalarımızın o ruhu hâlâ üzerimizde var.
“BEDENLER DEĞİŞİR, BUNUNLA BİRLİKTE MÂNEVÎ RUH BÂKÎ KALIR.”
Bence bedenler değişir ama o mânevî ruh bâkî kalır. Dolayısıyla sergiye gelenlerin bir hayli vakit geçirerek hemen çıkmamasını, eser ve objeleri dikkatlice incelemesini ve açıklama metinlerini duygulanarak okumasını ve sorular sormasını kendinde olan o ruhun hareket etmesine bağlıyorum. Biz birbirine bağlı, mâneviyâtı yüksek bir milletiz. Bunu kalben söylüyorum, bu tarz sergiler inanın birbirimize bağlılığımızı da artırıyor. Buradan tekrar sergimi onurlandıran üst düzey protokol üyelerine, basın mensuplarına ve gelen yüzlerce kişiye en kalbî duygularımla teşekkür ederim.
Savaş görmüş, birkaç asrı geride bırakmış eserleri nereden ve nasıl temin ediyorsunuz?
Bölgedeki esnaflar ve köylerdeki muhtarlar eski objeleri topladığımı biliyorlar, ellerine herhangi bir şey geldiği zaman bana haber veriyorlar, ben ücret mukabilinde alıyorum. Ama birçoğu, ücretsiz sergiler açtığım için ücret teklifimi kabul etmiyor. Bazı sıra dışı objeleri de açık arttırmalardan alıyorum. Mezatları takip ediyorum. En büyük şansım Türkiye’nin her yerine tiyatro sahnesi almak için gittiğim turneler. Gittiğim ilde otele yerleşir yerleşmez çıkıyor ve antikacıları geziyorum. Nasip oluyor bir şekilde istediğim ürün karşıma çıkıyor. Ama samimiyetimle söylüyorum bayramlarda üzerime başıma bir şey almayıp gidip Osmanlı ürünleri almışlığım vardır. Ayrıda defalarca kredi de çektim bu işler için. Ama ben böyle mutlu ve huzurluyum.
Buradan, fotoğraf koleksiyonunuza geçelim dilerseniz. Tarihin evvelinden haber taşımakta olan fotoğrafları hangi tarihlerle biriktirmeye başladınız?
Fotoğraf her ne kadar Osmanlı’ya Sultan Abdülmecid döneminde girmiş olsa da elimizde Sultan Abdülaziz’in net fotoğrafları var.
“CİSMÂNİYETİ AYNEN BANA BENZİYOR!”
Üç Ermeni kardeş Pera’da (Taksim) stüdyo açıyorlar. Daha sonra bir şekilde saraya girip sultanın fotoğrafını çekiyorlar. Birkaç gün sonra tab edip Sultan Aziz’e gösterdiklerinde Hakan aynen şu ifadeyi kullanıyor. “Vallahi cismâniyeti aynı bana benziyor!”
Sultan II. Abdülhamid döneminde fotoğrafçılık en üst seviyeye çıkıyor. Bu üç kardeş Müslüman oluyorlar ve en büyükleri Abdullah ismini alıyor. Tarihte “Abdullah Biraderler” diye nam salarak Saray Fotoğrafçısı oluyorlar. Hatta Sultan II. Abdülhamid bu fotoğrafçılara ülkeyi yöneten en kritik yerdeki nâzırların ve yöneticilerin yakın plan ve yan profilden fotoğraflarını çektirtiyor ve inceliyor. Daha sonra onlar hakkında atama, sürgün, rütbe yükseltme gibi kritik kararlar alıyor ve aldığı tüm kararlarda %100 isabet kaydediyor. Ben bu olayı enteresan bulup araştırdım ve Abdülhamid Han’ın “Fizyonomi” ilmine vâkıf olduğunu öğrendim.
Bu ilmi Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz.leri Marifetnâme adlı 3 ciltlik eserinde anlatıyor. Yine bizzat Sultan II. Abdülhamid’in kendi sözüdür: “Ben 100 sayfalık yazılı belgedense bir fotoğraftan istifade ederim.”
Hanedan fotoğrafları da topluyorsunuz bildiğim kadarıyla…
“BÜYÜLÜ BİR DÜNYADIR HATIRÂ-İ UHUVVET…”
Evet, bana bunlar, az önce anlattıklarım çok sıradışı geldiğinden hanedan fotoğrafları toplamaya başladım ilk. Daha sonra paşa ve üst düzey tanınmış simaların kendi ıslak imzalı fotoğraflarını topladım. Fotoğraflar bize kişinin o anki ruh halini söylüyor! Büyülü bir dünyadır ‘Hatıra-i Uhuvvet.”
Günden güne zenginleşen koleksiyonunuzu nasıl yönetiyorsunuz?
Tiyatrodan kaynaklı çevrem hatırı sayılır düzeyde olduğundan tiyatro sanatçısı arkadaşlarım ve kardeşimin çocukları, yeğenlerim yardım ediyor. Hepsine envanter numarası veriyorum ve numaralarıyla bu objeler dijital ortamda da mevcut. Bir sergiye seçtiklerimi önce dosyalandırıyoruz ve sonra tek tek bakarak, not alarak yerine asıyoruz. Sergiden sonra yine tek tek envanter numaralarına ve görsellerine bakarak topluyoruz. Sistemsel gidiyoruz kısaca. Hamdolsun şimdiye kadar bir problem çıkmadı.
Muhafazası kolay oluyor mu?
Özel güvenlikli bir depoda muhafaza ediyorum ürünleri. Tabii ki eser ve objeleri nem oranı, rutubet oranı, ışık vb. etkilediğinden hepsine kontrollü bir şekilde bakılıyor. Bazı objeleri arada yağlıyor ve siliyorum. Çocuklarım gibi onları arada gidip bakıyorum, seviyorum. Dediğim gibi gerçekten bu bir aşk.
Bu alanda ileriye dönük düşünceleriniz nasıl şekilleniyor?
İleride bu obje, belge ve fotoğraflarla kısa kısa bilgileri olan ve hikâyelerini anlatan bir tarih genel kültür kitabı yazmayı planlıyorum. Onun haricinde az önce de belirttiğim gibi sınıflandırarak Türkiye’nin her yerinde sergiler açmak niyetindeyim.
“KİTAP YAZMAYI, SERGİ AÇMAYI VE TARİHİ OYUNLAR YAPMAYI PLANLIYORUM.”
Ayrıca bir başka düşüncem de bazı obje ve belgelerle okullarda konferans vermek. Çünkü direkt olarak belgeyle anlatacağımdan doğruluk oranı %100 ve inanılmaz akılda kalıcı olacaktır. Bir de kırsal kesimlere gitmeyi arzu ediyorum. Köylerde, köydeki okullarda veya muhtarlıklarda sergiler açmak istiyorum. Bir diğer husus da ben tiyatroda dönem oyunları oynadığım için bazı orijinal kostüm ve objeleri sahnede kullanıyorum. Yani kitap yazmayı, sergi açmayı, konferans ve tarihi oyunlar yapmayı planlıyorum.
Tarihin sessiz tanıkları lisân-ı halleriyle size neler anlatıyor?
Bazı şeyler kitabi bilgiyle değil ruh haliyle anlaşılır. İşte bu ürünlerin hepsi bize yazısı olmayan ama inanılmaz bilgi öğreten kitaplar gibiler. Tarihi yaşayıp günümüze kadar gelip bize bilgi veren sessiz öğretmenler onlar. Bir çınar düşünelim… Kökleri kurumaya başlayınca çınar da nasıl kurumaya başlar. İşte tarih de bir millet için kökü sağlam bir çınardır.
“TARİH MİLLETİN YURDUDUR.”
“Tarih milletin yurdudur” diyorsunuz kısaca…
Evet, aynen öyle. Tarih milletin yurdudur. Kökümüz kurumasın diye de tarih okuyarak, objelere sahip çıkarak o kökleri sulamamız gerekiyor. Geçmişimize sahip çıkarak geçeceğimizi her anlamda şekillendirebiliriz. “Sessiz tanık” deyip geçmemek lazım gelir, geleceğimiz saklı onlarda. Tabii ki okumasını bilene…
Tarihçi yönünüze de değinelim. “Tarih; içinde geleceği barındıran en güçlü silah, muazzam bir erken uyarma sistemidir” cümlenizdeki muradı teşrih/inceleme masasına yatıralım…
Takdir edersiniz ki, tarih muazzam bir erken uyarma sistemidir. Geçmişimizi bilmeliyiz ki gelecekteki en güçlü silahımız, bilgimiz olsun. Artık beyin savaşları yapılıyor ve mânevî ruhtan uzaklaştırılıyoruz. Yahya Kemal Beyatlı der ki; “Geçmişte gerçek olan tarihi olaylar, gelecekte de gerçek olabilir.” Buradaki maksat şudur: Geçmişimizi çok çok iyi bilmeliyiz ki geleceğe hazır ve planlı girebilelim. Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi. “Geçmişi bilmeyen geleceğine yön veremez.” Ben şahsen tarihsiz bir hayat düşünemiyorum. Hatta şahsî düşüncem, okullardaki tarih dersleri tiyatroyla ve gerçek obje görselleriyle desteklenmeli ve tarih daha fazla sevdirilmelidir.
Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?
Tüm okuyucular ve tarih sevenlere acizane daha fazla tarihe sahip çıkmalarını ve tarihi araştırmalarını öneriyorum. Çünkü ne yaparsak yapalım, dünya hakkındaki son hükmü (biiznillah) tarih veriyor. İnanın insanı mânevî olarak da doyuruyor. İnşallah başka, daha detaylı ve daha güzel sergilerde buluşmak ümidiyle diyorum.
Son olarak okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?
İbrahim Ethem Bey, bana böyle bir fırsat verdiğiniz için size ve Kuveyt Türk Katılım Bankası Ailesi’ne, emeği geçen herkese, sevgili okuyuculara ve tüm tarih seven dostlara canı gönülden teşekkür ederim.
Tarihe âşık biri olarak kalben isteğim tüm okuyucuların da tarihi sevmeleri ve sahip çıkmalarıdır. Ben ayrıca instagram adresimi de vermek istiyorum, gönül rahatlığıyla tarihi bilgileri benimle paylaşıp, sorular sorabilirsiniz. Ayrıca sergi ile ilgili her türlü öneriye ve eleştirilere açığım. Instagram hesabım: alisolmaz_theatre
İlginiz için teşekkür ediyorum Ali Bey.
Hepinizin önünde saygı ve sevgiyle eğiliyorum. Dostça ve tarihle kalın.
İbrahim Ethem Gören, 30.07.202